وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Dâvûd’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı (mâbed [mihrâb] hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37). Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle (aşağıya bk.) kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telâşa kapıldı. Onlar, Dâvûd’un telâşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar.
Davacıların, Dâvûd’u, “Doğruluktan sapma!” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize de doğru yolu göster” ifadesi ise yargılama sırasında hâkimin tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir.
“Bu tartışmada bana baskın çıktı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı”anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” şeklinde de yorumlanmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 574-575
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
اَتٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَـبَؤُا fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْخَصْمِۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِذْ zaman zarfı نَـبَؤُا ‘e mütealliktir.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسَوَّرُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَسَوَّرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْمِحْرَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسَوَّرُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi سور ‘dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ’la 17. ayetteki اِصْبِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen inşâ olmak bakımından ittifak vardır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp dinlemeye teşvik amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham taaccüp veya teşvik manasında gelmiştir. (Âşûr)
Mazi fiil sıygasında gelen cümlede müsnedün ileyh olan نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ ‘nun izafetle gelişi kısa yoldan çok şey anlatmak amacına matuftur.
الْخَصْمِۢ ’deki marifelik, ahd-i zihni içindir. (Âşûr)
اِذْ ‘in ya اَتٰيكَ ile, ya نَـبَؤُا ile, ya da mahzuf bir amil ile mansub olduğu düşünülebilir. Ancak اَتٰيكَ ile mansub olması caiz değildir; çünkü bu haberin Hazret-i Muhammed’e gelmesi, Hazret-i Davud zamanında değil, ancak onun kendi zamanında gerçekleşebilir. نَـبَؤُا ile mansub olması da caiz değildir; çünkü Hazret-i Davud zamanında gerçekleşen bir haberin Hazret-i Muhammed’le ilişkilendirilmesi doğru olmaz. نَـبَؤُا kelimesiyle bizzat anlatılan kıssayı kastetsen bile, نَـبَؤُا yine nasb etmez. Şu halde geriye mahzuf bir amil ile nasb edilme ihtimali kalmaktadır ki ibare, هَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا تهاكُمِ الْخَصْمِۢ (Peki, o davacıların mahkemeleşme haberi sana gelmiş miydi?) şeklinde takdir edilir. Yine الْخَصْمِۢ kelimesiyle de mansub olabilir; çünkü bu kelimede fiil manası vardır. (Keşşâf)
Cümleye dahil olan zaman zarfı اِذْ , davaya delalet eden mahzufa mütealliktir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
Ayetteki, [Sana o davacıların haberi geldi mi?] sorusu, [Sana Musa'nın sözü geldi mi?] (Tahâ, 9) ayeti gibidir. Bu sorunun hikmeti, kendisine kulak vermeye ve ibret almaya sevketsin diye hakkında bu soru sorulan kıssanın önemine dikkat çekmektir. (Fahreddin er-Râzî)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)