اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | دَخَلُوا | girmişlerdi |
|
3 | عَلَىٰ | yanına |
|
4 | دَاوُودَ | Davud’un |
|
5 | فَفَزِعَ | ve korkmuştu |
|
6 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
7 | قَالُوا | dediler |
|
8 | لَا |
|
|
9 | تَخَفْ | korkma |
|
10 | خَصْمَانِ | biz iki davacıyız |
|
11 | بَغَىٰ | saldırdı |
|
12 | بَعْضُنَا | birimiz |
|
13 | عَلَىٰ | hakkına |
|
14 | بَعْضٍ | ötekinin |
|
15 | فَاحْكُمْ | şimdi sen hükmet |
|
16 | بَيْنَنَا | aramızda |
|
17 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
18 | وَلَا | ve |
|
19 | تُشْطِطْ | haksızlık etme |
|
20 | وَاهْدِنَا | bizi götür |
|
21 | إِلَىٰ |
|
|
22 | سَوَاءِ | ortasına (adalete) |
|
23 | الصِّرَاطِ | yolun |
|
Dâvûd’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı (mâbed [mihrâb] hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37). Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle (aşağıya bk.) kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telâşa kapıldı. Onlar, Dâvûd’un telâşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar.
Davacıların, Dâvûd’u, “Doğruluktan sapma!” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize de doğru yolu göster” ifadesi ise yargılama sırasında hâkimin tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir.
“Bu tartışmada bana baskın çıktı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı”anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” şeklinde de yorumlanmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 574-575
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ
اِذْ zaman zarfı önceki اِذْ ‘den bedel olup mahallen mansubdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَخَلُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَخَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلٰى دَاوُ۫دَ car mecruru دَخَلُوا fiiline mütealliktir. دَاوُ۫دَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَزِعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهُمْ car mecruru فَزِعَ fiiline mütealliktir.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَا تَخَفْ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ
İsim cümlesidir. خَصْمَانِ mahzuf mübtedanın haberi olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Takdiri, نحن (Biz) şeklindedir.
بَغٰى بَعْضُنَا cümlesi, خَصْمَانِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَغٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بَعْضُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ car mecruru بَغٰى fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن سمعت قصّتنا فاحكم (Kıssamızı duydunsa hüküm ver) şeklindedir.
احْكُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı احْكُمْ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْحَقِّ car mecruru احْكُمْ ‘un failinin mahzuf haline mütealliktir.
وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la احْكُمْ fiiline matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْطِطْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اهْدِنَٓا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اهْدِنَٓا fiili illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى سَوَٓاءِ car mecruru اهْدِنَٓا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصِّرَاطِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُشْطِطْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شطط ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اِذْ ’den bedeldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
فَزِعَ مِنْهُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107).
قَالُوا لَا تَخَفْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
فَزِعَ - لَا تَخَفْۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
فَفَزِعَ مِنْهُمْ cümlesiyle, لَا تَخَفْۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ
Mekulü’l-kavlin devamı olarak gelen ve beyanî istînâf olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. خَصْمَانِ takdiri نحن (Biz) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ cümlesi, خَصْمَانِ ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْضٍ - بَعْضُنَا kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayet-i kerîme’de geçen خَصْمَانِ lafzı, bir görüşe göre; gerideki cemi zamirine mutabık olsun diye ‘’iki fırkayız’’ manasında tefsir edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, maksat iki kişidir. Gerideki zamir de tesniye manasındadır. Zaten hasım kelimesi, bir kişiye de birden fazla kişilere de kullanılmaktadır. (Celâleyn Tefsiri)
خَصْمَانِ - دَخَلُوا kelimelerindeki tesniye ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
فَ , mukadder şartın cevabına dahil olan rabıtadır. Cevap cümlesi olan فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بَيْنَنَا mekan zarfı احْكُمْ fiiline, بِالْحَقِّ car mecruru ise احْكُمْ ’un failinden mahzuf hale mütealliktir.
بِالْحَقِّ terkibindeki بِ harf-i ceri mülabese içindir. احْكُمْ fiiline mütealliktir. (Âşûr)
لَا تُشْطِطْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لا تُشْطِطْ nehyi, hatırlatma ve irşad manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
احْكُمْ - لَا تُشْطِطْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
احْكُمْ - تُشْطِطْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ cümlesiyle, وَلَا تُشْطِطْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلَا تُشْطِطْ cümlesine atfedilen وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
واهْدِنا إلى سَواءِ الصِّراطِ ifadesinde, adaletle hükmeden kişi için bir temsil vardır. Bu kişi doğru yola ulaştıran bir rehbere benzetilmiştir. Bu temsil, cüzlere bölünebilir. (Âşûr)
الهُدى : Burada hakkı açıklığa kavuşturmak ve beyan etmek için müsteardır. (Âşûr)
سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ [yolun ortası ve düzü] demektir ki, gerçeği ve tam anlamıyla hak olanı anlatan bir temsildir. Allah’ın emir-yasak ve tavsiyelerini benimsemek ‘doğru yolda gitme’; bunun tersi de ‘doğru yoldan sapma’ sembolü ile anlatılmaktadır. Zira gideceği binlerce kilometrelik mesafeyi çölün ortasında pusulasız kat etmek zorunda olan bir toplumun fertleri açısından, o güzergâhta gitmek (hidayet) ve oradan sapmak (dalalet) hayati önem taşımaktadır. Böylece, ‘insanı ebedi saadete götüren hayat’ da ‘yol’ temsili ile anlatılmış olmaktadır. (Keşşâf)
سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ : Batılın karışıp bozulmadığı hak manasında müsteardır. Çünkü الصِّراطَ ‘geniş yol’ demektir ve onun doğruluğu, içerisinde eğriliğin ve çatlaklığın olmayışıdır. İşte ancak böyle bir yol kişiyi en hızlı bir şekilde menzile ulaştırabilir. Dümdüz oluşu ve çatallanmaya ve bölünmeye uzak olması, üzerinde olanın selameti içindir. (Âşûr)