Sâd Sûresi 27. Ayet

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ  ...

Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkâr edenlerin hâline!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 خَلَقْنَا yaratmadık خ ل ق
3 السَّمَاءَ göğü س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve ne de
6 بَيْنَهُمَا ikisi arasındakileri ب ي ن
7 بَاطِلًا boş yere ب ط ل
8 ذَٰلِكَ bu
9 ظَنُّ zannıdır ظ ن ن
10 الَّذِينَ kimselerin
11 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
12 فَوَيْلٌ vay hallerine
13 لِلَّذِينَ kimselerin
14 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
15 مِنَ -ten dolayı
16 النَّارِ ateş- ن و ر
 

Yukarıdaki bölümün sonunda “hesap günü”nü unutmanın, yani âhirete ve oradaki büyük yargılamaya inanmamanın insanın ebedî hayatıyla ilgili doğuracağı tehlikeye dikkat çekilmişti. Burada ise âhiret hayatının gerçekliğinin aklî ve mantıkî gerekçesi ortaya konmaktadır. Buna göre Allah göğü, yeri ve ikisi arasındakileri yani evreni ve evrendekileri boş yere yaratmamıştır. Yaratılışın mutlaka bir anlamı, hikmeti, amacı vardır. İnsan davranışları bakımından bu amaç nihaî adaletin yerini bulmasıdır. Şu halde, inkârcıların zannettiklerinin aksine, bu dünyanın ötesinde yeni bir âlem ve yeni bir hayat olacak; bu dünyadaki inkâr ve kötülükleriyle cezayı hak edenler öteki dünyada “ateş” kavramıyla dile getirilen azapla cezalandırılacaktır. Bu dünyada inanıp erdemli ve yararlı işler yapanlarla yer yüzünde fesat çıkaranlar, günah işlemekten sakınanlarla günaha boğulanlar o dünyada asla bir tutulmayacak, herkes ilâhî adalete göre hak ettiği karşılığı bulacaktır. 28. âyette sorulu bir anlatım tarzının seçilmesi, bu sonucun kesinliğini vurgulama amacı taşır. 29. âyete göre Allah Teâlâ peygamberine kutsal kitabı Kur’an-ı Kerîm’i göndermiştir ki insanlar onu okuyup dinleyerek âyetleri üzerinde düşünsünler de doğru inanca ulaşmanın, erdemli ve yapıcı işlerle meşgul olmanın nihaî anlamda kendileri için tek kurtuluş yolu olduğunu anlasınlar. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 578
 

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمَٓاءَ ’ya matufur.  

Müşterek ismi mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ’la  الْاَرْضَ ’ya matuf olup mahallen mansubdur.  

بَيْنَهُمَا  zaman zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَاطِلاً  mef’ûlun mutlaktan naibtir. Takdiri, خلقا باطلا (Batıl bir yaratma) şeklindedir. بَاطِلاً  kelimesi sülasi mücerredi  بطل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ 

 

İsim cümlesidir.İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ظَنُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ

 

فَ  atıf harfidir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ النَّارِ  car mecruru  وَيْلٌ ’un mahzuf haberine mütealliktir. 

 

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayet, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَلَقْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

السَّمَٓاءَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilen, müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.

بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır. 

Ayetteki ilk  مَا  nefy harfi, ikinci  مَا  ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ  zikredildikten sonra ikisinin arasındakiler ifadesi hususun, umuma atfı babında ıtnâbtır.

بَاطِلاً  mahzuf masdar için sıfattır. Yani  خلقا باطلا (Batıl bir yaratma) demektir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Bu ayet haşr, neşr ve kıyametin vaki olacağına ve doğruluğuna delalet etmektedir. 

Bu dünya hayatından sonra, diğer bir dünyanın mevcudiyeti konusunda hüküm vermek sabit olur ki bu da haşrin, neşrin ve kıyametin mevcudiyetini kabul etmek demektir.

(Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, makablinde geçen yeniden diriliş, hesap ve ceza konuları için bir çeşit izahtır. (Ebüssuûd)


ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ , mübteda, tahkir ifade eden ism-i mevsûle muzaf olan  ظَنُّ , haberdir. Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzaf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Yaratılışın batıl olduğu düşüncesine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

ظَنَّ , iki zıt anlamı olan fiillerdendir. Hem ‘zannetti’ hem de ‘kesin olarak bildi’ demektir. Burada ‘zannetti’ anlamındadır. 

ذٰلِكَ  kainatın yaratılışının batıl olduğu düşüncesine işaret etmektedir;  ظَنُّ  da zannedilen anlamındadır; yani (gök, yer ve arasındakilerin yaratılışı boşunadır, bir hikmetten dolayı değildir.) düşüncesi inkârcıların kuruntusudur. (Keşşâf)


 فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ

 

Ayetin son cümlesi öncesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlunun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  وَيْلٌ  mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri de caizdir.

Mecrur mahaldeki  اَلَّذِينَ  ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

لِلَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Cümle haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

مِنَ النَّارِۜ  car mecruru  وَيْلٌ ‘e mütealliktir.

مِنَ النَّارِۜ ‘deki  مِنَ  ibtidaiyyedir.  وَيْلٌ , azabın şiddetinden kinayedir. (Âşûr)

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara Suresi/79) 

لِلَّذ۪ينَ - كَفَرُوا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve  reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.