Sâd Sûresi 51. Ayet

مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ  ...

Onlar orada koltuklara yaslanmış olarak pek çok meyveler ve içecekler isterler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مُتَّكِئِينَ (koltuklara) yaslanılar و ك ا
2 فِيهَا orada
3 يَدْعُونَ isterler د ع و
4 فِيهَا orada
5 بِفَاكِهَةٍ meyva ف ك ه
6 كَثِيرَةٍ bir çok ك ث ر
7 وَشَرَابٍ ve içki ش ر ب
 

Yukarıda isimleri anılan yüce şahsiyetlerin Allah katındaki mertebeleri ve bu mertebeye ulaşmalarında âhiret şuuru ve sorumluluğu taşımalarının rolüne dair bir hatırlatma yapıldıktan sonra burada da aynı sorumluluğu taşıyıp takva bilinciyle yaşayanlara, Allah’a saygısızlık ve itaatsizlikten sakınanlara âhirette kendilerini bekleyen mutlu hayattan söz edilmektedir. Gerek burada gerekse Kur’an’ın daha başka yerlerinde âhiret mutluluğunun maddî ve somut unsurlarla tasvir edilmesine, dünyevî zevkleri çağrıştıran ifadeler kullanılmasına bakarak bundan oradaki nimetlerinin mutlaka dünyadakilerin aynısı olacağı gibi bir sonuç çıkarmamak gerekir. Amaç insanın uhrevî mutluluğu tahayyül etmesini sağlamaktır. Orada dünyadakilere benzer veya onlardan farklı maddî nimetler olsa bile her şeyin onlardan ibaret olmadığı, asıl ve yüce mutluluk unsurlarının mânevî nimet ve lutuflarda olduğu çeşitli âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır (meselâ bk. Tevbe 9/72; Yûnus 10/10, 25; Hicr 17/45-48; Buhârî, “Tevhîd”, 35; adn cennetleri hakkında bk. R‘ad 13/23). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 587-588
 

مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ

 

مُتَّكِـ۪ٔينَ  kelimesi, önceki ayetteki  لَهُمُ ‘den hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

ف۪يهَا  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘ye mütealliktir. يَدْعُونَ  fiili  مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline mütealliktir. 

بِفَاكِهَةٍ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline mütealliktir.  كَث۪يرَةٍ  kelimesi  فَاكِهَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  شَرَابٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

مُتَّكِـ۪ٔينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ

 

مُتَّكِـ۪ٔينَ , önceki ayetteki  لَهُمُ ’daki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

ف۪يهَا  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye mütealliktir. 

يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ  cümlesi  مُتَّكِـ۪ٔينَ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. ف۪يهَا  ve  بِفَاكِهَةٍ  car mecrurlarının müteallakı  يَدْعُونَ  fiilidir.

Müspet muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki iki farklı amile müteallık olan  ف۪يهَا ’lar arasında terdîd ve tam cinas sanatları vardır. Terdîd; bir lafzın aynı bağlamda, farklı bir manayı ifade etmek üzere tekrar edilmesidir. Tarifteki farklı anlam kaydı bu sanatı tekrirden ayırmaktadır.

بِفَاكِهَةٍ  ve ona matuf olan  وَشَرَابٍ  kelimelerindeki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَث۪يرَةٍ  kelimesi  فَاكِهَةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُتَّكِـ۪ٔينَ  ile  يَدْعُونَ  arka arka haldir ya da  لَهُمُ 'deki zamirden iç içe haldir,  مُتَّكِـ۪ٔينَ ’den hal değildirler, çünkü araya fasıla girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki,  يَدْعُونَ  onların durumlarını açıklamak için haldir,  مُتَّكِـ۪ٔينَ  de onun zamirinden haldir. Meyve ile yetinilmesi, yiyeceklerinin zevk için olmasındandır, çünkü gıda almak vücuttan eksileni kapatmak içindir, cennette ise eksilme yoktur. (Beyzâvî)

Ayette yiyeceklerden yalnız meyvelerin zikredilmesi, Cennet ehlinin yemelerinin sadece keyif ve lezzet için olduğunu, gıda almak için olmadığını zımnen bildirmek içindir. Çünkü gıda almak, bedenden çözülenin yerini doldurmak içindir. Cennet hayatında ise bedende çözülme yoktur. (Ebüssuûd)