Sâd Sûresi 6. Ayet

وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ  ...

İçlerinden ileri gelenler, “Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur’an) içimizden ona mı indirildi?” diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur’an’dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar.  (6 - 8. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَانْطَلَقَ ve fırladı ط ل ق
2 الْمَلَأُ bir grup م ل ا
3 مِنْهُمْ onlardan
4 أَنِ
5 امْشُوا yürüyün م ش ي
6 وَاصْبِرُوا ve bağlı kalın ص ب ر
7 عَلَىٰ
8 الِهَتِكُمْ tanrılarınıza ا ل ه
9 إِنَّ çünkü
10 هَٰذَا bu
11 لَشَيْءٌ bir şeydir ش ي ا
12 يُرَادُ arzu edilen ر و د
 

Hz. Peygamber’in, özellikle Allah’ın birliği inancını tâvizsiz bir şekilde savunarak yüzyıllardan gelen çok tanrıcılık inancını reddetmesi, putperestler için “gerçekten şaşılacak bir şey” idi. Bu sebeple Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili faaliyetlerini başlangıçta ciddiye almayan Mekke’nin ileri gelen müşrikleri, zaman geçtikçe geleneksel inançlarının, toplumsal konumlarının ve çıkarlarının tehlikeye girdiğini görmeye başlamışlar; hadis, tefsir ve tarih kaynaklarında –bazı önemsiz farklılıklarla– anlatıldığına göre Resûlullah’ı durdurmak için o güne kadar uyguladıkları daha çok alay ve hakaret şeklindeki psikolojik baskılarının sonuç vermediğini görünce, içlerinde Ebû Cehil’in de bulunduğu bir heyet oluşturarak Resûlullah’ı, Mekke’nin saygın kişilerinden olan, ayrıca dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra onu himayesine alan, bu sebeple de Resûlullah’ın kendisine büyük bir saygı ve minnet duyduğu amcası Ebû Tâlib’e şikâyet etmiş, üzerinden himayesini çekmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber’i meclise çağıran Ebû Tâlib ona, yapılan şikâyeti aktardı. Resûl-i Ekrem ise yaptığı etkili konuşmada onları, aynı zamanda kendilerine parlak bir gelecek sağlayacak olan bir inanca davet ettiğini belirtti ve bunun Allah’ın birliği inancı oluğunu söyledi. Ancak putperestler, bu cevaba öfkelenerek 5-8. âyetlerdeki sözleriyle bâtıl inançlarındaki kararlılıklarını bir defa daha belirtip meclisi terkettiler (Müsned, I, 227, 362; Tirmizî, “Sûre 38”; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 283-285; Taberî, XXIII, 124-126, 127-128; Râzî, XXVI, 177; Kurtubî, XV, 150-151).

“İşte (sizden) istenen budur” diye çevirdiğimiz 6. âyetin sonunda aktarılan sözleriyle müşriklerin neyi kastettikleri hususunda yapılan yorumlardan bazıları şöyledir: a) Muhammed’in söylediği sözler, bizi çağırdığı tek tanrı inancı, onun üzerimizde hâkimiyet kurup bizi kendisinin uydusu yapmak istediği bir plandır; ama biz ona olumlu karşılık vermeyeceğiz; b) Bu durum, zamanın başımıza açtığı belâlardan biridir; öyle murat edilmiştir, onun için bundan kurtulmamız mümkün değildir; c) Sizden istenen ve yapmanız gereken şey, dininize bağlanmaktır; dininize sımsıkı sarılıp Muhammed’i yenilgiye uğratmaktır (Taberî, XXIII, 126; Râzî, XXVI, 178; Zemahşerî, III, 318). Biz meâlimizde bu son yorumu dikkate aldık.

Putperestlerin, “Biz bilinen son dinde böyle bir şeyi işitmedik” anla­mındaki sözleriyle İslâm’dan önceki son kitâbî din olan ve teslîs inancını benimseyen Hıristiyanlığı veya kendi putperestlik dinlerini kastettikleri yönünde farklı görüşler vardır. Aynı cümle, “Biz, yahudiler ve hıristiyanlardan Muhammed’in peygamberliğiyle ilgili bir şey duymadık” şeklinde de yorumlanmıştır (Taberî, XXIII, 126-127; Zemahşerî, III, 317; Râzî, XXVI, 178; Şevkânî, IV, 482).

Zemahşerî, 8. âyetin “İlâhî uyarı içimizden ona mı indirildi şimdi?” meâlindeki cümlesini açıklarken, müşriklerin bu tâvizsiz inkârcı tutumlarının altındaki psikolojik sebebi şöyle özetler: “Aslında onlar, onca itibarlı kişiler, önderler arasından hususiyle Hz. Muhammed’in peygamberlikle onurlandırılmasını, içlerinden özellikle ona kitap indirilmesini hazmedemiyorlardı. Nitekim bir defasında da, ‘Bu Kur’an, şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ demişlerdi (Zuhruf 43/31). Bu inkâr, peygamberlik şerefinin aralarından kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan birine verilmesi karşısında içlerini kaplayan derin kıskançlık duygusunun dışa yansımasıydı” (III, 317). Bu kıskançlığın temelinde de Kur’an’ın vahiy eseri olması konusunda taşıdıkları kuşku, dolayısıyla inançsızlık bulunduğu için âyetin devamında, “İşin doğrusu onlar benim uyarım karşısında kuşku içindedirler” buyurulmuş; ardından da “Hayır, azabımı henüz tatmadılar” denilerek o zaman akıllarının başlarına geleceği uyarısında bulunulmuştur.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 566-568
 

  Taleqa طلق :

  طَلاقُ kelimesi temelde bağı çözüp serbest bırakmak anlamına gelir. Buradan müstear olarak kadını boşadım anlamında طَلَّقْتُ الْمَرْأَةَ şeklinde kullanılmıştır.

  إنْطَلَقَ فٌلانٌ filan kişi yerinden ayrılarak gitti demektir. Son olarak مُطْلَقٌ istisnası olmayan hüküm anlamındadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri talak, mutlak ve ıtlaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْطَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  الْمَلَأُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

اَنِ  tefsiriyyedir. امْشُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اصْبِرُوا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  عَلٰى اٰلِهَتِكُمْۚ  car mecruru  اصْبِرُوا  fiiline mütealliktir. 

انْطَلَقَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi  طلق ’dır.

 

اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذَا  işaret ismi,  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

شَيْءٌ  haber olup lafzen merfûdur.  يُرَادُ  kelimesi  شَيْءٌ ‘nün sıfatı olup mahallen merfûdur. Nekre kelimeden sonra gelen cümle sıfat olur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرَادُۚ  merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يُرَادُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ

 

وَ  atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle 4. ayetteki … قَالَ الْكَافِرُونَ  cümlesine matuftur. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Car mecrur  مِنْهُمْ , mahzuf hale mütealliktir.

Tefsir harfi  اَنِ  ve akabindeki emir sıygasında talebî inşâî isnad olan  امْشُوا  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Aynı üslupta gelen  وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle tefsiriyeye atfedilmiştir. 

عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْ  car mecruruوَاصْبِرُوا  fiiline mütealliktir.

انْطَلَقَ  fiili  انفعال  babındadır. Bu baba giren fiiler mutavaat özelliği kazanır. Mutavaat yani dönüşlülük, müteaddi fiilin lâzım fiile dönüşmesidir. Müteaddi fiil bu baba girince mef’ûlü faili olur. 

انْطَلَقَ  - امْشُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada muhtasar olarak gelen ayette وَ تسعوْا اَنِ امْشُوا (birbirlerine tavsiyesinde bulunarak) veya  وَ تنادوْا اَنِ امْشُوا (birbirlerine seslenerek) şeklinde bir ifade gizli haldedir. (Ebû Ubeyde, Mecâzu’l Kur’ân, I, 8.)

الْمَلَأُ , Kureyş ileri gelenleri anlamındadır. Allah Teâlâ şu manayı kastetmektedir: İleri gelen inkârcılar, Allah Resulünün o hazır cevapla kendilerini alt etmesinden sonra birbirlerine “Yürüyün ve direnin! Muhammed’i engellemenin bir çaresi yok!” diyerek Ebû Talib’in huzurundan ayrıldılar. (Keşşâf)

اَنِ امْشُوا ’daki  اَنِ , ey (yani) anlamındadır; çünkü toplantı ortamından ayrılanların, o ortamda yaşadıkları hakkında konuşmaları ve tartışmaları gerekir. Dolayısıyla, harekete geçme, konuşma anlamını barındırmaktadır. Harekete geçme ile yoğun bir konuşmaya dalmalarının kastedilmesi de mümkündür. Aynı şekilde, çoğalın ve toparlanın anlamında  امْشُوا  (yürüyün) demiş olmaları da mümkündür. Bu, kadın çok doğurduğunda söylenen  مشتِ المرئة  ifadesine dayanan bir anlamdır. Çoğalmaları umulduğundan deve, inek ve gibi hayvanlar için kullanılan  ألماشية  ifadesi de aynı şekildedir. Bu gibi hayvanlar için  ألفاشية  tabiri de kullanılır. Nitekim Hazret-i Peygamber  ضمُّو فواشيكُمْ ’’Hayvanlarınızı salıvermeyin..’’ (Müslim, “Eşribe”, 98) buyurmuştur. (Keşşâf)

عَلٰٓى harfinin gelişi  اصْبِرُوا  fiiline ‘devam edin, sebat edin’ manasını katar.  عَلٰٓى harfi burada mecazî isti’lâ için olup, cümleye temekkün (sağlamlık, güç yetirebilme) anlamı da katmaktadır. (Âşûr)


اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, kizbi haber inkârî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu uydurma bir şey derken kullanılan  هٰذَا  işaret isminde istiare vardır.

اِنَّ ’nin isminin işaret ismi olması müşriklerin tahkir kastına işaret eder.  Müşrikler, هٰذَا  ile tevhid olgusunu işaret etmişlerdir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de vücudun tahakkukudur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُرَادُۚ  cümlesi,  شَيْءٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayetin son cümlesiyle bu cümle bir kelime hariç aynıdır. İki cümle arasında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.