مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
Hz. Peygamber’in, özellikle Allah’ın birliği inancını tâvizsiz bir şekilde savunarak yüzyıllardan gelen çok tanrıcılık inancını reddetmesi, putperestler için “gerçekten şaşılacak bir şey” idi. Bu sebeple Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili faaliyetlerini başlangıçta ciddiye almayan Mekke’nin ileri gelen müşrikleri, zaman geçtikçe geleneksel inançlarının, toplumsal konumlarının ve çıkarlarının tehlikeye girdiğini görmeye başlamışlar; hadis, tefsir ve tarih kaynaklarında –bazı önemsiz farklılıklarla– anlatıldığına göre Resûlullah’ı durdurmak için o güne kadar uyguladıkları daha çok alay ve hakaret şeklindeki psikolojik baskılarının sonuç vermediğini görünce, içlerinde Ebû Cehil’in de bulunduğu bir heyet oluşturarak Resûlullah’ı, Mekke’nin saygın kişilerinden olan, ayrıca dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra onu himayesine alan, bu sebeple de Resûlullah’ın kendisine büyük bir saygı ve minnet duyduğu amcası Ebû Tâlib’e şikâyet etmiş, üzerinden himayesini çekmesini istemişlerdi. Hz. Peygamber’i meclise çağıran Ebû Tâlib ona, yapılan şikâyeti aktardı. Resûl-i Ekrem ise yaptığı etkili konuşmada onları, aynı zamanda kendilerine parlak bir gelecek sağlayacak olan bir inanca davet ettiğini belirtti ve bunun Allah’ın birliği inancı oluğunu söyledi. Ancak putperestler, bu cevaba öfkelenerek 5-8. âyetlerdeki sözleriyle bâtıl inançlarındaki kararlılıklarını bir defa daha belirtip meclisi terkettiler (Müsned, I, 227, 362; Tirmizî, “Sûre 38”; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 283-285; Taberî, XXIII, 124-126, 127-128; Râzî, XXVI, 177; Kurtubî, XV, 150-151).
“İşte (sizden) istenen budur” diye çevirdiğimiz 6. âyetin sonunda aktarılan sözleriyle müşriklerin neyi kastettikleri hususunda yapılan yorumlardan bazıları şöyledir: a) Muhammed’in söylediği sözler, bizi çağırdığı tek tanrı inancı, onun üzerimizde hâkimiyet kurup bizi kendisinin uydusu yapmak istediği bir plandır; ama biz ona olumlu karşılık vermeyeceğiz; b) Bu durum, zamanın başımıza açtığı belâlardan biridir; öyle murat edilmiştir, onun için bundan kurtulmamız mümkün değildir; c) Sizden istenen ve yapmanız gereken şey, dininize bağlanmaktır; dininize sımsıkı sarılıp Muhammed’i yenilgiye uğratmaktır (Taberî, XXIII, 126; Râzî, XXVI, 178; Zemahşerî, III, 318). Biz meâlimizde bu son yorumu dikkate aldık.
Putperestlerin, “Biz bilinen son dinde böyle bir şeyi işitmedik” anlamındaki sözleriyle İslâm’dan önceki son kitâbî din olan ve teslîs inancını benimseyen Hıristiyanlığı veya kendi putperestlik dinlerini kastettikleri yönünde farklı görüşler vardır. Aynı cümle, “Biz, yahudiler ve hıristiyanlardan Muhammed’in peygamberliğiyle ilgili bir şey duymadık” şeklinde de yorumlanmıştır (Taberî, XXIII, 126-127; Zemahşerî, III, 317; Râzî, XXVI, 178; Şevkânî, IV, 482).
Zemahşerî, 8. âyetin “İlâhî uyarı içimizden ona mı indirildi şimdi?” meâlindeki cümlesini açıklarken, müşriklerin bu tâvizsiz inkârcı tutumlarının altındaki psikolojik sebebi şöyle özetler: “Aslında onlar, onca itibarlı kişiler, önderler arasından hususiyle Hz. Muhammed’in peygamberlikle onurlandırılmasını, içlerinden özellikle ona kitap indirilmesini hazmedemiyorlardı. Nitekim bir defasında da, ‘Bu Kur’an, şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ demişlerdi (Zuhruf 43/31). Bu inkâr, peygamberlik şerefinin aralarından kendileri gibi beşerî özellikler taşıyan birine verilmesi karşısında içlerini kaplayan derin kıskançlık duygusunun dışa yansımasıydı” (III, 317). Bu kıskançlığın temelinde de Kur’an’ın vahiy eseri olması konusunda taşıdıkları kuşku, dolayısıyla inançsızlık bulunduğu için âyetin devamında, “İşin doğrusu onlar benim uyarım karşısında kuşku içindedirler” buyurulmuş; ardından da “Hayır, azabımı henüz tatmadılar” denilerek o zaman akıllarının başlarına geleceği uyarısında bulunulmuştur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 566-568
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. سَمِعْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهٰذَا car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. فِي الْمِلَّةِ car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. الْاٰخِرَةِ kelimesi الْمِلَّةِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اخْتِلَاقٌ haber olup lafzen merfûdur.
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Allah Teâlâ inanmayanların sözlerini bildirmektedir. Müşriklerin itirazlarına dahildir.
مَا nafiyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
بِهٰذَا ve فِي الْمِلَّةِ car mecrurları سَمِعْنَا fiiline mütealliktir.
فِي الْمِلَّةِ ’nin sıfatı olarak gelen الْاٰخِرَةِۚ , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ ; yani dinlerin sonuncusu olan Hazret-i İsa’nın dininde. Zira Hristiyanlar, teslis inancını benimsedikleri ve muvahhid olmadıkları halde, bunu, dinlerinin son din olduğunu iddia etmektedirler. (Babalarımızda gördüğümüz Kureyş dininde.) فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ ِ ifadesi, هٰذَٓا ’nın mef‘ûlünün hâli kabul edilerek ve yukarıdaki iki manada olduğu gibi مَا سَمِعْنَا ile ilişkilendirilmeksizin, (Son dinde bulunan bu şeyi işitmedik.) Bu durumda anlam şöyle olmaktadır: Biz, son dinde Allah’ı tevhid ilkesinin yer alacağını ne Ehl-i Kitap’tan ne de kâhinlerden işittik. (Keşşâf)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. هٰذَٓا mübteda, اخْتِلَاقٌۚ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, kizbi haber inkârî kelamdır. Söz, mütekellimin inancına uygun olsa da vakıaya uygun değildir.
Nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, اخْتِلَاقٌۚ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması, mütekellimin işaret ettiği şeye tahkir duygularını ifade etmektedir.
İşaret isminde istiare vardır. Müşrikler, vahyi işaret etmektedirler.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اخْتِلَاقٌۚ kelimesi خلق fiilinin اِفْتِعال babında masdarıdır. Müsnedin masdar vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir. Çünkü masdarlar bütün cinslere delalet eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)