اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | يَسْتَمِعُونَ | dinlerler |
|
3 | الْقَوْلَ | sözü |
|
4 | فَيَتَّبِعُونَ | ve uyarlar |
|
5 | أَحْسَنَهُ | onun en güzeline |
|
6 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
7 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
8 | هَدَاهُمُ | doğru yola ilettikleri |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte |
|
11 | هُمْ | onlar |
|
12 | أُولُو | sahipleridir |
|
13 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
“Sahte tanrılar” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki tâgūt kelimesi insanlar tarafından tapılan bâtıl tanrıları; Allah Teâlâ’ya isyan edilmesine sebep olan, görünür ve görünmez varlıkları; insanlık tarihi boyunca hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme gayretlerini yansıtan, bütün küfür ve ilhad faaliyetlerini ifade eden bir terim olarak kullanılır. Muhammed Esed’in bu kelimeye yüklediği “kişinin bütün mânevî bağlarını kaybetmesine ve duygularının esiri olmasına yol açan, belli bazı şeytanî ihtirasların veya arzuların... ifsat edici gücü” şeklindeki açıklamasına (III, 939-940) –diğer anlamları dışlamamak kaydıyla– biz de katılıyoruz (ayrıca bk. Mâide 5/60). Kendi dışında veya içinde bu şekilde sahte tanrılar üretip onlara tapmaktan kurtularak Allah’a yönelen insanlar, içten veya dıştan gelebilecek her türlü saptırıcı telkinlerden, baskılardan ruhlarını kurtardıkları için duydukları, öğrendikleri sözler içinde akıl ve sağduyularıyla en iyi ve en doğru bulduklarına değer verir, ona uyarlar. Râzî’ye göre duyulan bir söz doğru da yanlış da olabilir ve bunu ayıracak olan da aklî kanıttır. Râzî, bu âyetten yola çıkarak, aklın en iyi ve en doğru olanı ayırt etme konusundaki yetkisini iman, ibadet ve hukukî uygulamalara kadar bütün konulara genellemiş; insanın her konuda aklî kanıta (hüccetü’l-akl), eleştirel düşünmeye (nazar) ve mantıksal çıkarıma (istidlâl) değer vermesi gerektiği yönünde geniş açıklamalar yapmıştır (XXVI, 260-262). Râzî’ye göre “Bir insan akıllı ve kavrayışı güçlü değilse belirtilen gerçek bilgileri zihninde toplaması da mümkün olmaz.”
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 608اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ
اَلَّذ۪ينَ müşterek ism-i mevsûl önceki ayette geçen عِبَادِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsulun sılası يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَمِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّبِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَمِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi سمع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
يَتَّبِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
İsim cümlesidir. İsaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هَدٰيهُمُ اللّٰهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
هَدَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. اُو۬لُوا mübtedanın haberi olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْاَلْبَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Zamir-i Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamir-i fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri)” denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. اُو۬لُوا ise haberidir. اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ
Önceki ayetteki عِبَادِ için sıfat konumundaki اَلَّذ۪ينَ , bahsi geçenleri tazim ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir.
İsm-i mevsûlun sılası olan يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Zamir yerine, ismi mevsule iltifat edilmesi konunun önemini vurgulamaktadır.
Bu ayet-i kerimede sözü dinleyip en güzeline uyanların, gerçek akıl sahipleri olduğu belirtilerek bu kimseler övülmüştür.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ cümlesi, يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
[Onlar ki sözü dinler, en güzeline tabi olurlar.] وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا 'nun yerine zamir değil de zahir ismin konulması tağuttan kaçma başlangıç noktasını göstermek içindir ve şunun içindir ki, onlar din konusunda titizdirler, hak ile batılı ayırırlar ve sırasıyla en faziletlisini araştırırlar. (Beyzâvî)
[Sözü dinleyip en güzeline uyan] kulları ile Allah Teâlâ, günahtan kaçınan ve tövbe ile Allah’a dönenleri murad etmektedir, başkalarını değil!.. O bununla sadece, günahtan kaçınma ve Allah’a dönme ile birlikte onların bu özellik üzere olmalarını murad etmiş; zamir yerine açık isim koymuştur ve dilemiştir ki din konusunda dikkatli/titiz olsunlar; güzel ile daha güzeli, üstün ile daha üstün olanı ayırt edebilsinler. (Keşşâf)
Tâğutlardan uzaklaşıp bütünüyle Allah'a yönelen o kimselerin, işte sözü iyice dinleyip de, o sözün en güzeline tabi olanlar diye nitelenenlerin bu kimseler olduğuna dikkat çekmektir! Böylece, işte bu metoda dikkatleri çekmek için zahir isim, zamirin yerine konulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ
Cümle beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir, mahallen merfudur.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan هَدٰيهُمُ اللّٰهُ müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede iki tarafın da marife olması dolayısıyla Allah’ın hidayeti işaret ismiyle ifade edilen kişilere kasredilmiştir. Kasrı sıfat ale’l mevsuftur. İzafî kasr olup tayin kasrıdır. دُونِ الخاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أنْفُسَهم وأهْلِيهِمْ ifadesinde bahsedilenlerin dışındakiler kastedilmiştir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sıla cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Bu cümle öncesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri, ve müsnedin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zümer ve Muhammed ve Alâqatihimâ biâl-i Hâ-Mîm, S. 135)
Müsnette izafet nedeniyle bulunan الْ takısı onların bu özelliğinin kemâline işaret eder. Cins için değildir. Bütün akıllıları kapsamaz. İşaret isminin tekrarı onlardaki hasletle, bizim asrımızdakilerin hasletini ayırmak içindir. هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ cümlesindeki kasrdan mukabildir. (Âşûr)
Haberin الْ takısıyla marife olması kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Onlar akıl sahibi olmaya tahsis edilmişlerdir. Onlardan başka akıl sahipleri de vardır. اُو۬لٰٓئِكَ mevsûf/maksûr, اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ sıfat/maksûrun aleyh olur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder. Müsnedün ileyhin zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin tekrarı, sözün güzelini konuşanların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)