Zümer Sûresi 21. Ayet

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَـتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَاماًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟  ...

Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah
5 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
6 مِنَ -ten
7 السَّمَاءِ gök- س م و
8 مَاءً bir su م و ه
9 فَسَلَكَهُ sonra onu geçirdi س ل ك
10 يَنَابِيعَ kaynaklara ن ب ع
11 فِي içindeki
12 الْأَرْضِ yerin ا ر ض
13 ثُمَّ sonra
14 يُخْرِجُ çıkarıyor خ ر ج
15 بِهِ onunla
16 زَرْعًا ekin ز ر ع
17 مُخْتَلِفًا çeşitli خ ل ف
18 أَلْوَانُهُ renklerde ل و ن
19 ثُمَّ sonra
20 يَهِيجُ (ekin) kurur ه ي ج
21 فَتَرَاهُ ve onu görürsün ر ا ي
22 مُصْفَرًّا sararmış ص ف ر
23 ثُمَّ sonra
24 يَجْعَلُهُ onu yapar ج ع ل
25 حُطَامًا bir çöp ح ط م
26 إِنَّ şüphesiz
27 فِي vardır
28 ذَٰلِكَ bunda
29 لَذِكْرَىٰ bir ibret ذ ك ر
30 لِأُولِي sahipleri için ا و ل
31 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب
 

Yağmur ve onun sayesinde yetişen bitki çeşitleriyle tabiatın canlanması, ardından bitkilerin kuruyup toza toprağa karışması örneğinden yola çıkılarak, ilâhî kudret ve iradenin evren üzerindeki mutlak hükümranlığına dikkat çekilmekte; daha sonra aynı güç ve iradenin, insanın mânevî gelişimindeki tesirine atıfta bulunulmaktadır. Yağmurla tabiatı canlandıran irade, hidayetiyle de insanın gönlünü İslâm’a açmakta; ona, ilâhî buyruklara teslim olan bir ruh yapısı kazandırmakta, bu suretle kendisinden gelen bir ışıkla aydınlanmasını sağlamaktadır. 

“Allah’ı anma konusunda kalpleri katılaşanlar”dan maksat, gönüllerinde Allah’a yer vermeyen, –putperest Araplar’ın yaptığı gibi– sorulduğunda O’na inandıklarını söyleseler bile, hayatlarında bu inancın izi görülmeyen, kendilerine yapılan uyarılardan akıllarını kullanarak yararlanmasını bilmeyen, hakikatlere karşı duyarsız hale gelmiş kimselerdir. İnanç ve değerler konusunda doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, yararlı ile zararlıyı ayırma kaygısı taşımadıkları, bu husustaki yeteneklerini de körelttikleri için âyette bunların “apaçık bir sapkınlık” içinde bulundukları bildirilmektedir.

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَرَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰه  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَٓاءًۘ  mefulün bih olup lafzen mansubdur.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَلَكَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو 'dir. Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يَنَاب۪يعَ  hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَنَاب۪يعَ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اَنْزَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُخْرِجُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِه۪  car mecruru  يُخْرِجُ  fiiline mütealliktir.  زَرْعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مُخْتَلِفاً  kelimesi  زَرْعاً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْوَانُهُ  ism-i fail olan  مُخْتَلِفاً ‘in faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur  

يُخْرِجُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُخْتَلِفاً  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ثُمَّ يَه۪يجُ فَـتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَاماًۜ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يَه۪يجُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  atıf harfidir.  تَرٰيهُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُصْفَراًّ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يَجْعَلُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حُطَاماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lâm, ismin başına da gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)  

ذِكْرٰى  kelimesi  إِنَّ ’nin ismi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.  

لِاُو۬لِي  car mecruru  ذِكْرٰى  ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir.  الْاَلْبَابِ۟  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَـتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَاماًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri veya inkârî istifham harfidir. Cümle, menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ‘nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ  cümlesi masdar teviliyle,  تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen, taaccüb ve takrir manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.

Muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi fiillerdendir.

Bu soruda hayret manası vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Kur’an'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.

أولم تر  tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر  tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)  

فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  اَنَّ ’nin haberi olan …اَنْزَلَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَنَاب۪يعَ , ikinci mef’ûl veya  فَسَلَكَهُ  fiilindeki mef’ûl zamirden haldir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَنَاب۪يعَ ’nın mahzuf sıfatına mütealliktir.

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.  

Terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle … فَسَلَكَهُ  cümlesine atfedilen  ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعاً مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için, mef’ûl olan  زَرْعاً ‘a takdim edilmiştir.  بِ  harfi sebebiyye, زَرْعاً ’daki tenvin, kesret ve nev içindir.

اَلْوَانُهُ  izafeti,  زَرْعاً  için sıfat olan  مُخْتَلِفاً ‘in failidir.  مُخْتَلِفاً , ism-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel etmiştir. 

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  ثُمَّ يَه۪يجُ  cümlesi …ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪  cümlesine,  فَـتَرٰيهُ مُصْفَراًّ  ve  يَجْعَلُهُ حُطَاماًۜ

cümleleri ise hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

ثُمَّ  atıf harfi, sıralı düzenleme ve zamanda terahi ifade eder.

مُصْفَراًّ , mef’ûlün halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlar olarak ıtnâb sanatıdır.

İkinci mef’ûl olan  حُطَاماًۜ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْزَلَ - يُخْرِجُ  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

مُصْفَراًّ - اَلْوَانُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حُطَاماًۜ - يَه۪يجُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu kelamda, çabuk zail olmak ve yok olmasının yakın olması hususunda dünya hayatı, ekinlerin haline benzetilmiştir ki, onun süslerine ve ziynetlerine rağbet edilmesin ve onun yaldızlı görünümüne aldanmaktan sakınılsın. Tıpkı ["dünya hayatının misali ancak şuna benzer..."] (Yûnus: 24) ayeti gibi. Yahut vadedilen o köşklerin altından ırmakların akması nimetinin tahakkukuna kanıt olarak, gökten suyun indirilmesi ve ona terettüp eden ilâhi kudretin eserleri ve hikmeti ile rahmetinin hükümleri anlatılmaktadır. (Ebussuûd)

Bu temsil müşebbehün bih açısından cüzlere ayrılabilir. 

-Gökten yağmurun indirilmesi kalplerin diriltilmesi için Kur’an’ın indirilmesine benzetilmiştir. 

-Suyun yeryüzünde pınarlar halinde akması Kur’an’ın insanlara tebliğ edilmesine benzetilmiştir.

-Farklı renklerde ekin çıkarmak, insanların farklı iyi ve kötü, faydalı ve zararlı hallerine bir benzetmedir. 

-Ekinlerin canlanması, harekete geçmesi müşrikler arasında müminlerin çoğalmasına benzetilmiştir. (Âşûr)

 

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟

 

Ayetin son cümlesi beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَذِكْرٰى ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Müsnedün ileyh olan  ذِكْرٰى ’nın nekre gelmesinde, tazim ifadesinin yanında teksir ve özel bir nev olduğu anlamı da vardır.

Bu ve benzeri cümleler  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İşaret isminde istiare vardır. İşaret ismi  ذٰلِكَ , ayette olaya dikkat çekip belleklere iyice yerleştirmek için gelmiştir.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen Allah’ın kudretinin delili olan ayetler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟  car mecruru,  ذِكْرٰى ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

Bu ayetin akıl sahiplerine yapılan vurgu ile bitirilmesi, akıllarını kullanmayanları tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. 

Kur’an’daki kelimeler, tenâfüru’l-hurûftan uzaktır. Bunun için Kur’an’da bazı kelimelerin çoğulu, bazılarının ise müfredi kullanılmıştır. Eğer bir kelimenin çoğulunun kullanılması gerekiyorsa ve bu çoğul kelime de fasih değilse müradifi tercih edilir. Ya da tam tersi müfredinin kullanılması gerekiyorsa ve bu müfred kelime de fasih değilse müradifi tercih edilir. Mesela  اللُبّ  kelimesi Kur’an’da sadece çoğul olarak geçer. Tekilinin gerekli olduğu yerde  القلب  kelimesi tercih edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Zira bu gelişmeleri düşünenler anlarlar ki, dünya hayatı çabuk zail olmak hususunda, her sene gördükleri ekinlerin haline benzemektedir. Böylece dünyanın süslerine aldanmaz ve fitnesine kapılmazlar. Yahut kesin olarak inanırlar ki, gökten su indirmeye ve onu yeryüzünün gözelerine yerleştirmeye kādir olan Allah, Cennet köşklerinin altından ırmakları akıtmaya da kādirdir. (Ebüssuûd)