Zümer Sûresi 22. Ayet

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...

Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse değil midir?
2 شَرَحَ açtığı ش ر ح
3 اللَّهُ Allah’ın
4 صَدْرَهُ göğsünü ص د ر
5 لِلْإِسْلَامِ İslam’a س ل م
6 فَهُوَ o
7 عَلَىٰ üzerinde
8 نُورٍ bir nur ن و ر
9 مِنْ -nden
10 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
11 فَوَيْلٌ yazıklar olsun
12 لِلْقَاسِيَةِ katılaşmış olanlara ق س و
13 قُلُوبُهُمْ yürekleri ق ل ب
14 مِنْ karşı
15 ذِكْرِ anmağa ذ ك ر
16 اللَّهِ Allah’ı
17 أُولَٰئِكَ onlar
18 فِي içindedirler
19 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
20 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Yağmur ve onun sayesinde yetişen bitki çeşitleriyle tabiatın canlanması, ardından bitkilerin kuruyup toza toprağa karışması örneğinden yola çıkılarak, ilâhî kudret ve iradenin evren üzerindeki mutlak hükümranlığına dikkat çekilmekte; daha sonra aynı güç ve iradenin, insanın mânevî gelişimindeki tesirine atıfta bulunulmaktadır. Yağmurla tabiatı canlandıran irade, hidayetiyle de insanın gönlünü İslâm’a açmakta; ona, ilâhî buyruklara teslim olan bir ruh yapısı kazandırmakta, bu suretle kendisinden gelen bir ışıkla aydınlanmasını sağlamaktadır. 

“Allah’ı anma konusunda kalpleri katılaşanlar”dan maksat, gönüllerinde Allah’a yer vermeyen, –putperest Araplar’ın yaptığı gibi– sorulduğunda O’na inandıklarını söyleseler bile, hayatlarında bu inancın izi görülmeyen, kendilerine yapılan uyarılardan akıllarını kullanarak yararlanmasını bilmeyen, hakikatlere karşı duyarsız hale gelmiş kimselerdir. İnanç ve değerler konusunda doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, yararlı ile zararlıyı ayırma kaygısı taşımadıkları, bu husustaki yeteneklerini de körelttikleri için âyette bunların “apaçık bir sapkınlık” içinde bulundukları bildirilmektedir.

 

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ  cümlesi mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أمن أسلم (Müslüman olan mı?) şeklindedir.

Hemze isttifham harfidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَنْ  ism-i mevsûl olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَرَحَ اللّٰهُ  cümlesi mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

شَرَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

صَدْرَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لِلْاِسْلَامِ  car mecruru  شَرَحَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى نُورٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  نُورٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلْقَاسِيَةِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  قُلُوبُهُمْ  izafeti ism-i fail  لْقَاسِيَةِ ‘nin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ ذِكْرِ  car mecruru  لْقَاسِيَةِ ‘e mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قَاسِيَةِ  kelimesi, sülasi mücerredi قسو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Bu kelam, makabli yani öğüt almanın akl-ı selîm sahiplerine tahsis edilmesinin bir nevi izahıdır. (Ebüssuûd)

Ayetin ilk cümlesi, takdiri  أمن أسلم (Müslüman olan mı?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede hemze inkarî istifham harfi, ism-i mevsul  مَنْ  mübtedadır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ  cümlesi,  مَنْ ’in sılasıdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  كمن قسا قلبه  (Kalbi sıkışan kimse gibidir) olan haber hazf edilmiştir.

Müsnedün ileyhin müşterek ismi mevsûlle marife olması sözü geçen kişilere tazim ifade eder.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkârî manada olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ  ifadesinde istiare vardır. شَرَحَ ‘nın hakiki manası ‘eti yarmak’tır. Zihnin İslam'ın rehberliğini ve sevgisini kabul etmesi anlamında kullanılmıştır.

Bu ayette  صَدْرَ  kelimesinin anlamı göğüstür. Kalbin mahalli göğüs olduğu için mahal söylenerek kalp kastedilmiştir. Göğüse isnad edilen vasıflar da bunu teyit eder. Çünkü ferahlık ve darlık kalbe isnad edilen sıfatlardır. (Süleyman Kablan, Arap Dili Ve Belâgatında Mecâz-I Mürsel Ve Alakaları, Âşûr)

فَ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُوَ ’nin haberi mahzuftur. عَلٰى نُورٍ  bu mahzuf habere mütealliktir.

نُورٍ ’in nekre gelmesi, tazim, kesret ve nev ifade eder.

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru, نُورٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّه۪  izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla  ه۪  zamirinin ait olduğu kişi şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ  ve  رَبِّ  isimlerinde tecrîd sanatı, ikisi arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلْاِسْلَامِ 'deki lam illet lâmıdır. İslam’ı kabul etmesi sebebiyle onun kalbini açtı demektir. (Âşûr)

Ayet-i kerîmede îcâz-ı hazif vardır. Siyakın delaletiyle haberi hazf edilmiştir. Takdiri,  اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ كَمَنْ طَمَعَ الله على قلبِهِ (Allah’ın, göğsünü İslama açtığı kimse Allah’ın kalbini mühürlediği kimse gibi midir?) şeklindedir. Yani Allah tarafından, göğsü İslam için genişletilen ve bu sayede İslam’ı kabul edip onunla hidayete erişen kimse -ki bu hidayet sebebiyle, Rabbinden gelen bir nur ve basiret üzeredir. Bu, marifet ve hakkı bulma nurudur- tercihinin kötülüğü, gaflet içinde bulunması ve cehaleti sebebiyle kalbi katılaşmış ve bu suretle dalalet karanlıklarında, cehalet afetlerinde kalmış kimse gibi midir? Bunun manası, “hidayete ermiş ve İslam’a girmeye muvaffak olmuş kimse ile kalbi katı ve haktan uzak olan kimse bir değildir” şeklindedir. Bundan sonra Yüce Allah ayetin ilk cümlesindeki üslup gereği eksiltilen, hazf edilen ifadeye delalet olsun diye kalpleri katılaşmış olanların cezasını zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ , yani Allah Teâlâ zikredildiği zaman kalpleri yumuşamayan, boyun eğip itaat etmeyen, anlamayan ve kavramayan (şuur, iz’an ve idrak yoksunu) kimselere şiddetli azap olsun. Bu kimseler haktan sapmak suretiyle içine düştükleri apaçık sapıklıkta kalpleri katılaşmış ve insanların tümü için (onları da saptırabilecek) aşikâr bir tehlike oluşturan kimselerdir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Allah'ın, göğsünü İslam'a açtığı” öyle ki, ona kolayca yerleştiği kimse, İslam'ı hiç çekinmeden kabul eden çok müsait kimseyi böyle ifade etmesi şunun içindir; çünkü göğüs kalbin mahallidir, o da ruhun kaynağıdır, o da İslam'ı kabul eden nefsin dayanağıdır. (Beyzâvî)

فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪  [Ve onun Rabbinden bir nur üzerinde olan kimse] bundan marifeti ve hakka hidayeti kast ediyor. Aleyhis-salâtü ves-selâm: Nûr kalbe girince genişler ve açılır, dedi. Bunun alameti nedir, dediler? O da: Ebediyet yurduna özlem duymak, aldatıcı yurttan kaçınmak ve gelmeden önce ölüme hazırlanmak, dedi. Bu cümle mahzufun haberidir, ona da (vay, kalpleri Allah'ın zikrinden katılaşanlara) kavli delalet etmektedir. Allah'ın zikri için demektir ki, bu da  مِنْ  yerine  عَنْ  kullanmaktan daha mübalağalıdır; çünkü kalbi bir şeyden katılaşan onu kabul etmekten kalbi başka bir şeyden katılaşandan daha çok nefret eder. Onların kabul sıfatlarını, bunların da ret sıfatlarını mübalağa etmek için göğsün genişlemesi zikredilmiş ve Allah’a isnat edilmiştir, buna karşıt olarak da kalplerin katılığı gösterilmiş, o da kendilerine isnat edilmiştir. (Beyzâvî)


فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur.  لِلْقَاسِيَةِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

وَيْلٌ  mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

وَيْلٌ  cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ , kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara/79) 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

قُلُوبُهُمْ , ism-i fail olan  لِلْقَاسِيَةِ ’nin failidir.  مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ  car mecruru,  لِلْقَاسِيَةِ ’ye mütealliktir. İsm-i fail kalıbında gelen  لِلْقَاسِيَةِ  fiil gibi amel etmiştir.

Cümle haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zahirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celalin zikrinde tecrîd sanatı, tekrarlanmasında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

 ذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde, lafz-ı celale muzâf olan ذِكْرِ , tazim ve şeref kazanmıştır. (Âşûr)

Kalplerin katılaşması ifadesinde istiare vardır. Kalp, sertleşebilen bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki tesire kapalı olma halidir.

ذِكْرِ اللّٰهِ  ile murad edilen Kur’an’dır. Lafza-i celâle izafet edilmesi onu teşrif etmek içindir. 


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Ayetin sonunda beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayette zarfiyye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalâlete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'ân'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231)  

ضَلَالٍ  - اِسْلَامِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  شَرَحَ - مُب۪ينٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مُب۪ينٍ  kelimesi; kuvveti gizli olmayan güçlü kimsedir. Kuvvet ve sebat manasında bir kinayedir. Tefekkür edene onun delalet olduğunu gösterir. (Âşûr)