Zümer Sûresi 23. Ayet

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ...

Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 نَزَّلَ indirdi ن ز ل
3 أَحْسَنَ en güzelini ح س ن
4 الْحَدِيثِ sözün ح د ث
5 كِتَابًا bir Kitap halinde ك ت ب
6 مُتَشَابِهًا birbirine benzer ش ب ه
7 مَثَانِيَ ikişerli ث ن ي
8 تَقْشَعِرُّ ürperir ق ش ع ر
9 مِنْهُ ondan
10 جُلُودُ derileri ج ل د
11 الَّذِينَ kimselerin
12 يَخْشَوْنَ korkanların خ ش ي
13 رَبَّهُمْ Rablerinden ر ب ب
14 ثُمَّ sonra
15 تَلِينُ yumuşar ل ي ن
16 جُلُودُهُمْ derileri ج ل د
17 وَقُلُوبُهُمْ ve kalbleri ق ل ب
18 إِلَىٰ
19 ذِكْرِ zikrine ذ ك ر
20 اللَّهِ Allah’ın
21 ذَٰلِكَ işte bu
22 هُدَى rehberidir ه د ي
23 اللَّهِ Allah’ın
24 يَهْدِي doğru yola iletir ه د ي
25 بِهِ bununla
26 مَنْ kimseyi
27 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
28 وَمَنْ ama kimi
29 يُضْلِلِ sapıklığında bırakırsa ض ل ل
30 اللَّهُ Allah
31 فَمَا artık olmaz
32 لَهُ ona
33 مِنْ hiçbir
34 هَادٍ yol gösteren ه د ي
 

“Gerçekleri tekrar tekrar dile getiren” diye çevirdiğimiz mesânî kelimesi, sözlükte “ikili ikili” anlamına gelen mesnâ veya müsennâ kelimesinin çoğulu olup burada “tekrar tekrar söylenen, okunan veya bildirilmesi gerekeni sık sık dile getiren sözler, açıklamalar” anlamında olmak üzere Kur’an hakkında kullanılmıştır. 

Âyette Kur’an’ın başlıca özelliklerinin şu şekilde sıralandığı görülmektedir: 

a) Kur’an’ı Allah indirmiştir, o ilâhî kelâmdır; vahiy meleği ve peygamber ise bu kelâmın insanlığa ileticileridir. 

b) Bunun zorunlu sonucu olarak Kur’an “sözlerin en güzeli”dir; yani ondaki bilgiler ve haberler gerçek, hükümler adaletli ve yararlı; onun gösterdiği yol doğru ve kurtarıcıdır. 

c) Kur’an bir kitaptır; insanlığın kurtuluş rehberi olarak kıyamete kadar yaşatılması, okunması, istifade edilmesi için yazılı belge haline getirilmesi gereken ve öyle de yapılmış olan ilâhî bir rehberdir. 

d) Bu kitap aynı zamanda kendi içinde uyumlu; sözleri, nazmı ve üslûbu güzel, ahenkli, içeriği tutarlıdır; onda mâkul ve izahı mümkün olmayan hiçbir açıklama yoktur. 

e) Kur’an “mesânî”dir, yani onu okuyanı, dinleyeni yeterince aydın­latmak için aynı bilgileri bazan aynı, bazan farklı ifadelerle tekrar tekrar dile getiren veya bıkkınlık vermeden tekrar tekrar zevkle okunan, dinlenen bir kitaptır. Mesânî kelimesinin, yaratıcı-yaratılan, melek-şeytan, aydınlık-karanlık, dünya-âhiret, cennet-cehennem, vaad-vaîd (tehdit), korku-ümit, buyruklar-yasaklar gibi ikişerli kavramların, hükümlerin Kur’an’da sıklıkla yer aldığını belirtmek üzere kullanıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXVI, 271-272). 

f) Kur’an, hem ifade ve üslûbuyla hem de içeriğiyle okuyucuyu derinden etkiler; yerine göre korkutup kaygılandırır, yerine göre sevindirip ümitlendirir. Hatta âyetlerindeki ses-anlam uyumu dolayısıyla Kur’an, mânasını anlamayanlar üzerinde bile bu etkisini gösterir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 611-612
 

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَحْسَنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْحَد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كِتَاباً  kelimesi  اَحْسَنَ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَشَابِهاً  kelimesi  كِتَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur.  مَثَانِيَۗ  ikinci sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُتَشَابِهاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ 

 

تَقْشَعِرُّ  fiili  كِتَاباً ‘nin üçüncü sıfatı olup mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. تَقْشَعِرُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْهُ  car mecruru تَقْشَعِرُّ  fiiline mütealliktir.  جُلُودُ  fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشَوْنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَخْشَوْنَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَقْشَعِرُّ  fiili üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  افْعَلَلَّ  babındandır. Sülâsîsi  قشعر ‘dır. 


ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  تَل۪ينُ  damme ile merfû muzari fiildir.  جُلُودُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلٰى ذِكْرِ  car mecruru  تَل۪ينُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   


ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُدَى  haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هُدَى  maksur isimlerdendir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْد۪ي بِه۪  cümlesi işaret zamirinden hal olup mahallen mansubdur.

يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِه۪  car mecruru  يَهْد۪ي  fiiline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ‘ dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.


 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

وَ  istinaf içindir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili  يُضْلِلِ ‘in mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

يُضْلِلِ  şart fiili olup, meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَا   nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. هَادٍ  lafzen mecrur, mahallen muahhar mübteda olarak merfûdur. هَادٍ  mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُضْلِلِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

هَادٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  هدي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ 

 

Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً   cümlesi haberdir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Bu ayette isnadın Allah Teâlâ’ya olması tahsis için karinedir.

Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu ayette tahsis açıktır. Çünkü bu zikredilen fiillerin tamamı Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başkası bu fiilleri yapamaz. Ancak bazen bu terkip, hükmü takviye de ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin ism-i celâl ile başlaması, indirenin yüceler yücesi olması dolayısıyla indirilenin (vahyedilenin) sözün en güzeli olduğunu ilan eder. Haber cümlesinde celâl isminin zikri ve müsnedin fiil cümlesi olması, hükmü takviye eder ve ''O, bol bol verir'' sözü gibi gerçekleştiğini ifade eder. Hükmü takviyenin yanında ihtisas ifade eder. Kitabın indirilmesi sadece Allah’a (cc) tahsis edilmiştir. (Âşûr)    

كِتَاباً  kelimesi  اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ ’den bedel veya haldir. 

Tevabiden birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُتَشَابِهاً  ve  مَثَانِيَۗ  kelimeleri,  كِتَاباً ’in birinci ve ikinci sıfatlarıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Allah ism-i celâli cümle başlangıcı, (indirmektedir peyderpey) ifadesinin de onun haberi kılınmasıyla sözün en güzeli ululanmakta, şanı yüceltilmekte, güzelliğine tanıklık edilmekte, onun Allah’a dayandığı tekid edilmekte, Allah katından olduğu ortaya konulmakta; böylesinin, başka bir ihtimal olmaksızın ancak Allah’tan sadır olabileceği ve onun diğer sözlerden tamamen başka mu‘ciz ilâhî bir vahiy olduğu belirtilmektedir.

مُتَشَابِهاً  birbirine benzerliği bakımından kayıtlanmamış demektir. Bu benzeşme, Kur’an’ın manalarının sıhhat ve sağlamlığı, hakkaniyet, doğruluk ve insanlık yararı üzerine bina edilmiş olması, kelimelerin isabetli, oturaklı ve yerli yerinde seçilmiş olması; îcâzda ve hasmı susturmada nazım ve telifinin birbirinde karşılık bulması vb. hususlardaki benzeşmeleri içine alır. (Keşşâf)

مَثَانِيَۗ [tekrar tekrar/ikişerli] kelimesi, müteşabihliğin beyanı da olabilir; çünkü tekrarlanan kıssalar mutlaka birbirine benzer.  مَثَانِيَۗ  kelimesi  مثني ‘nın çoğuludur; tekrarlanan anlamındadır. Kıssaları, haberleri, ahkâmı, emir ve nehiyleri, vaat ve vaîdi, mev‘izeleri tekrarlandığı için böyle nitelenmiştir. (Keşşâf)

Sözün en güzelinden murad, Kur’an-ı Kerim'dir. Kur'an'ın tekrarlanan olması, kıssalarının, haberlerinin, hükümlerinin, emir ve yasaklarının, mükâfat ve ceza vaatlerinin ve öğütlerinin tekrarlanmasıdır. (Ebüssuûd)

Allah ismi ile başlamasında ve نَزَّلَ  kalıbının kullanılmasında ona isnadı tekid, indirilene vurgu ve güzelliğine şahit vardır, (ahenktar bir kitap olarak) bu da  اَحْسَنَ 'den bedel yahut haldir. Ahenktar olması da îcâzda, nazmın birbirini okşamasında, manasının doğruluğunda ve genel menfaatlere delalette parçalarının birbirine benzemesidir. (İkişerli /katmerli) bu da müsennanın yahut  مثني 'nın veyahut مثن 'in çoğuludur, nitekim Hicr sûresinde geçmiştir. كِتَاباً 'in onunla nitelenmesi ayrıntıları itibariyledir, Mesela: Kur'an surelerdir; insan: kemikler, damarlar ve sinirlerdir sözü gibi.

Ya da  مُتَشَابِهاً 'den temyiz kılınmıştır. Mesela: رأيت رجلا حسنا شمائله (eşkali güzel bir adam gördüm) gibi. (Beyzâvî)


 تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ  cümlesi  كِتَاباً  için üçüncü sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهُ , ihtimam için fail olan  جُلُودُ ‘ya takdim edilmiştir.

جُلُودُ için muzâfun ileyh konumundaki  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

رَبَّهُمْ  izafeti, Allahın onlar üzerindeki rububiyet vasfını hatırlatmak ve tazim içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb ve Allah isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ثُمَّ  atıf harfiyle  تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ  cümlesine atfedilen  تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

ثُمَّ  burada sıralı düzenlemeyi ifade eder. 

Veciz ifade kastına matuf olan  ذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde, lafz-ı celâle muzâf olan ذِكْرِ , tazim ve şeref kazanmıştır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)

ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ  cümlesiyle  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

تَل۪ينُ - قَاسِيَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

جُلُودُهُمْ  - قُلُوبُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.

Bundan önce Kur’an'ın öz vasıfları anlatıldıktan sonra burada da, dinleyicilerinde meydana getirdiği zahirî etkileri beyan edilmekte ve bir de, onun, sözlerin en güzeli olduğu açıklanmaktadır.

Burada ifade edilen tüylerin ürpermesinden murad, ya temsil ve tasvir yoluyla aşırı haşyetlerini (korkularını) beyan etmektir, ya da gerçekten bu halin hasıl olduğunu beyan etmektir.

Yani onlar, Kur’an'ın azap vaat eden ayetlerini dinledikleri zaman, o kadar heybet ve haşyete kapılırlar ki, tüyleri diken, diken olur. Allah'ın rahmeti kendilerine hatırlatıldığı zaman ise, onların haşyetleri umuda ve korkuları da rağbete dönüşür ve Allah'ın rahmetinin anılmasıyla sükûnet ve itminan bulurlar. (Ebüssuûd)

Ayet metninde açıkça ”rahmet" söylenmeyip de  ذِكْرِ اللّٰهِ (Allah'ın zikri) denmesi rahmetin önemini vurgulamak içindir ya da Allah'ın adı anıldığında rahmetin hatıra gelmesinden dolayıdır. (Ruhu’l Beyan)


ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ

 

Bu cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder. 

ذٰلِكَ (işte o) aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 119)

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, Allah’ın hidayetine işaret etmektedir.

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Müsnedin izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

هُدَى اللّٰهِ  izafeti muzâfa şan ve şeref kazandırmıştır. Müsnedin şeref kazanmasıyla müsnedün ileyh de şereflenmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi,  هُدَى اللّٰهِ ’den haldir. Hal ıtnâb sanatıdır.

يَهْد۪ي  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ‘nın sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan  مَنْ ‘e takdim edilmiştir.

يَهْد۪ي  -  هُدَى  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ هَادٍ , muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesinde, ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetçi yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/33, C. 1, S.181 )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. Tekid ifade eden zaid harf  مِنْ  de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani ‘hiçbir yol gösterici yoktur’ anlamındadır.

يَهْد۪ي  - هُدَى  - هَادٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hidayet fiili, zihinde yerleşmesi için ayette üç kez tekrarlanarak tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı yapılmıştır.

Ayetteki  يُضْلِل (saptırır) ve  هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesiyle  يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.