Zümer Sûresi 20. Ayet

لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌۙ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ الْم۪يعَادَ  ...

Fakat Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Allah, va’dinden dönmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَٰكِنِ fakat
2 الَّذِينَ onlar ki
3 اتَّقَوْا korkarlar و ق ي
4 رَبَّهُمْ Rablerinden ر ب ب
5 لَهُمْ onlara vardır
6 غُرَفٌ odalar غ ر ف
7 مِنْ
8 فَوْقِهَا üstüste ف و ق
9 غُرَفٌ odalar غ ر ف
10 مَبْنِيَّةٌ yapılmış ب ن ي
11 تَجْرِي akmaktadır ج ر ي
12 مِنْ
13 تَحْتِهَا altından ت ح ت
14 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
15 وَعْدَ (bu) va’didir و ع د
16 اللَّهِ Allah’ın
17 لَا
18 يُخْلِفُ caymaz خ ل ف
19 اللَّهُ Allah
20 الْمِيعَادَ va’dinden و ع د
 

“Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse” tefsirlerde genellikle inkârcı tutumu sebebiyle azabı hak etmiş kişi olarak açıklanmış; âyet, “Kim azabı hak ederse artık o kişi ateşe atılacak ve senin onu kurtarman da mümkün olmayacaktır” şeklinde yorumlanmıştır. 16. âyette inkârcıların âhiretteki cezaları hakkında bilgi verilirken cehennemin katlarından söz edilmişti; 20. âyette ise “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar” için kat kat cennet köşkleri hazırlandığı bildirilmektedir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 609
 
Peygamber aleyhisselam “Cennette dışardan bakınca içleri, içerden bakınca dışları görünen köşkler vardır”buyurunca bir bedevi “Ya Resulullah! Bu köşkler kimin içindir?” diye sordu .Allah’ın elçisi de “Tatlı konuşan, yemek yediren ,oruç tutmaya devam eden ve herkes uyurken geceleri namaz kılanlar içindir”buyurdu. 
( Tirmizi, Cennet 3;Ahmet b. Hanbel ,Müsnet ,I, 155).

Riyazus Salihin, 1891 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler, kendilerinden yüksekteki köşklerde oturanları, aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin sabaha karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün uzak bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri bir yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! O yerler, peygamberlere ait ve başkalarının ulaşamayacağı köşkler olmalıdır, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
- “Evet, öyledir. Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, o yerler, Allah’a iman edip peygamberlere bütün benlikleriyle inanan kimselerin de yurtlarıdır.”
(Buhârî, Bed'ü'l-halk 8; Müslim, Cennet 11)
 

لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌۙ 

 

لٰكِنِ  istidrak harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا رَبَّهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقَوْا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir   هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَهُمْ  car mecruru  غُرَفٌ kelimesinin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  غُرَفٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مِنْ فَوْقِهَا  car mecruru ikinci  غُرَفٌ  kelimesinin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. غُرَفٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مَبْنِيَّةٌ  kelimesi  غُرَفٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  غُرَفٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  

مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْرِي  fiiline mütealliktir. الْاَنْهَار  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.  


وَعْدَ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَعْدَ  mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ الْم۪يعَادَ

 

Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk anlamındadır. يُخْلِفُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli  fail olup lafzen merfudur.  الْم۪يعَادَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُخْلِفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌۙ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ

 

İstidrak harfi  لٰكِنِ  ile başlayan ayet istînâfiyedir. لٰكِنِ , idrâb yani  بَلْ  manasındadır. 

İlk cümle olan  الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber inkârî kelamdır.

İsm-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda,  لَهُمْ غُرَفٌ  cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin mevsûlle marife olması söz konusu kişileri tazim ve sılaya dikkat çekme amacına matuftur. Sılası olan  اتَّقَوْا رَبَّهُمْ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Haber olan  لَهُمْ غُرَفٌ  cümlesinde îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  غُرَفٌ  muahhar mübtedadır. 

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لَهُمْ , mevsûf/maksûrun aleyh,  غُرَفٌ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

لَهُمْ ‘daki  لَ , tahsis içindir. (Âşûr)

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Merfû mahaldeki bu cümlenin müsnedün ileyhi olan  غُرَفٌ ’ün nekre gelmesi tazim, nev ve kesret ifade eder.

رَبَّهُمْ  izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu  لٰكِنِ , atıf ve  بَلْ  manasında idrâb harfidir. Öncesinde nefy olmadığı için istidrak değildir. (İ’râbu’l Müyesser, https://tafsir.app/39/18). 

غُرَفٌ  için sıfat olan  مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

مِنْ فَوْقِهَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  غُرَفٌ  muahhar mübtedadır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  غُرَفٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade eder. 

مَبْنِيَّةٌ  kelimesi  غُرَفٌ için  sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ  cümlesi, ikinci  غُرَفٌ  için, ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُۜ ‘ya takdim edilmiştir.

تَحْتِهَا - فَوْقِهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

غُرَفٌ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hak Teâlâ'nın, kâfirlerle ilgili, ["Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında tabakalar vardır"] (Zümer. 16) ayetinin mukabili gibidir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَعْدَ اللّٰهِۜ 

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  وَعْدَ , mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri,  وعد (vadetti)’dir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

وَعْدَ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, tazim içindir.

وَعْدَ اللّٰهِ  [Allah’ın vaadi olarak…] ifadesi tekid için getirilmiş masdardır (mef‘ûlu mutlak); çünkü ‘’onlar için has odalar vardır’’ ifadesi ‘Allah onlara bunu vadetmekte’ anlamındadır ki Allah verdiği sözden caymaz. (Keşşâf)


لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ الْم۪يعَادَ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Zamir makamında  اللّٰهُ  isminin, hükmün illetini bildirmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

وَعْدَ - الْم۪يعَادَ  kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.   يُخْلِفُ - وَعْدَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Allah Teâlâ, vaatleri bulunan pek çok ayette, "Bu, Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez" gibi açık ifadeler kullanmıştır. Halbuki vaîd (tehdit)leri bulunan ayetlerinde böylesi net ve tekid ifadeler kullanmamıştır. (Fahreddin er-Râzî)