Zümer Sûresi 27. Ayet

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ  ...

Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 ضَرَبْنَا biz anlattık ض ر ب
3 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
4 فِي
5 هَٰذَا bu
6 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
7 مِنْ
8 كُلِّ her ك ل ل
9 مَثَلٍ temsili م ث ل
10 لَعَلَّهُمْ umulur ki
11 يَتَذَكَّرُونَ öğüt alırlar ذ ك ر
 

Kur’an, birçok yerde olduğu gibi yukarıda geçen âyetlerde de bazı inanç ve zihniyet gruplarından örnekler vermiştir; maksadı da muhatabını bunların durumu üzerinde düşündürüp kendisi için ders çıkarmasını, aklını başına almasını, yolunu düzeltmesini sağlamaktır. 22-23. âyete göre bir tarafta gönlü İslâm’a açılmış ve bu sayede rabbinin ışıklı yolunu bulmuş olanlar var; diğer tarafta Allah’ı anma konusunda kalbi katılaşmış, bu sebeple de sapkınlığa boğulmuş olanlar var; kezâ 24. âyete göre bir tarafta kıyamet günündeki dehşetli azaba karşı korumasız durumda kalacak inkârcılar var; diğer tarafta cennetteki mutlu hayata kavuşacak müminler var. Bu örneklerin yanında 25-26. âyetlere göre ilâhî hakikatleri yalan saydıkları için dünyada cezalandırılmış, âhirette de cezalandırılmayı hak etmiş olanların durumu da ders alınması gereken bir örnektir. Kur’an’ın asıl maksadı, muhataplarından kendi kurtuluşları için bu örnekleri değerlendirmelerini sağlamaktır. Onun ilk muhatapları Araplar olduğu ve ilâhî kelâmın, ondaki çelişkisiz bilgilerin, yüce gerçeklerin insanlığa tanıtılmasına öncülük edenler de yine Araplar olacağı için doğal olarak Kur’an’ın dilinin de Arapça olması gerekiyordu.

Gerek burada, gerekse başka âyetlerde (meselâ bk. Yûsuf 12/2; Tâhâ 20/13; Fussılet 41/3) Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği bildirilmektedir. Kur’an yalnız Araplar’ın kutsal kitabı olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslâm’ı birinci kaynağından öğrenme imkânını elde etmeleri için Kur’an’ın başka dillere çevrilmesi zorunludur; nitekim günümüzde bütün dünya dillerine çeviriler yapılmış ve yapılmaktadır. Ancak şu tarihî gerçeği de unutmamak gerekir ki son ilâhî vahiyde Allah’ın kelâm sıfatı Arapça olarak tecelli etmiştir ve Kur’an’ın orijinal metni bu dildeki metindir. Eğer şartlar gereği Allah onun başka bir milletin diliyle inmesini murat etseydi orijinal metin de o dildeki metin olurdu. Şu halde hiçbir çeviri Kur’an’ın kendisi değildir, sadece çeviriyi yapanın asıl metinden anladığı mânalardır; çevirinin kelimeleri Allah’ın kelâmı değil çevirenin kelâma bulduğu karşılıklardır. Ancak bu karşılıkların ilâhî kelâmı eksiksiz fazlasız karşılaması mümkün değildir. Hatta bu, sadece Kur’an çevirileri için değil, herhangi bir yazara ait bir eserin çevirisi için dahi böyledir. 

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 613-614
 

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَرَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لِلنَّاسِ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir.  ف۪ي هٰذَا  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنِ  işaret zamiri  ذَا ‘dan bedel veya atf-ı beyan olup mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنْ كُلِّ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir. مَثَلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan … وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

ضَرَبْنَا  fiilnin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

الْقُرْاٰنِ , işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olarak ıtnâb sanatıdır.

Kur’an’a  هٰذَا  ile işaret edilmesi önemine dikkat çekmek ve tazim içindir.

مَثَلٍۜ ‘deki tenvin, kesret, tazim ve nev ifade eder. (Âşûr)

ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْقُرْاٰنِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْقُرْاٰنِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

لِلنَّاسِ ’deki el takısı istiğrak içindir. (Âşûr) 


لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَتَذَكَّرُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür .

Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. 

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)