اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَا | iyi bil ki |
|
2 | لِلَّهِ | yalnız Allah’ındır |
|
3 | الدِّينُ | din |
|
4 | الْخَالِصُ | halis |
|
5 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
6 | اتَّخَذُوا | edinen |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
9 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
10 | مَا |
|
|
11 | نَعْبُدُهُمْ | biz bunlara tapmıyoruz |
|
12 | إِلَّا | dışıda (bir sebeple) |
|
13 | لِيُقَرِّبُونَا | bizi yaklaştırmaları |
|
14 | إِلَى |
|
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | زُلْفَىٰ | daha yakın |
|
17 | إِنَّ | şüphesiz ki |
|
18 | اللَّهَ | Allah |
|
19 | يَحْكُمُ | hükmünü verecektir |
|
20 | بَيْنَهُمْ | onlar arasında |
|
21 | فِي |
|
|
22 | مَا | ne ki |
|
23 | هُمْ | onlar |
|
24 | فِيهِ | onun hakkında |
|
25 | يَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşüyorlar |
|
26 | إِنَّ | şüphesiz ki |
|
27 | اللَّهَ | Allah |
|
28 | لَا |
|
|
29 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
30 | مَنْ | olanı |
|
31 | هُوَ | o |
|
32 | كَاذِبٌ | yalancı |
|
33 | كَفَّارٌ | nankör |
|
“Katıksız (hâlis) din” deyimini, kelime-i şehâdete dayalı din veya İslâm dini şeklinde açıklayanlar olmuştur (Zemahşerî, III, 337). Ancak bu deyimi, daha açık olarak “her türlü şirkten, bâtıl inanç ve hurafelerden uzak bulunan; vahye dayanan ve kutsal kitabıyla, inanç ve amellere dair hükümleriyle orijinalliğini koruyan din” şeklinde anlamak isabetli görünmektedir.
“Sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz” şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Câhiliye putperestleri, Allah’ın varlığına ve yaratıcı gücüne inanmakla birlikte, putları aracı tanrılar kabul edip kendilerine şefaat edeceklerine inandıkları için onlara taparlardı. Görünür veya görünmez varlıklara tapan başka çok tanrılı din mensuplarıyla Hz. Îsâ’yı tanrı kabul eden hıristiyanlar da benzer bir anlayışa sahiplerdi (Taberî, XXIII, 193). Âyette, bu şekilde değişik bâtıl inanç gruplarıyla ilgili son hükmü Allah’ın vereceği, yani onları hak ettikleri şekilde cezalandıracağı belirtilmektedir. Yaratılmış ve sonlu, böyle olduğu için de eksik ve âciz varlıkları tanrı kabul etmek bir yalandan ibarettir, dolayısıyla bir küfürdür, yani gerçeği ters yüz etmek, inkâr etmektir; bu sebeple de hidayetten mahrum kalmayı gerektirir (Râzî, XXVI, 242). Bu suretle âyet şu gerçeği dile getirmektedir: Melekler veya cinler gibi görülmez varlıklara, güneş vb. gök cisimlerine, Hz. Îsâ veya başka bir beşere, ata ruhlarına veya bu sayılanların sembollerine, heykellerine tapanlar ve Allah’ı bırakıp bunları koruyucu (veli) ve kurtarıcı kabul edenler, onlardan medet umanlar hak yoldan sapmışlardır; bunların inançları yalandan ve küfürden ibarettir. Yegâne hak din, tevhid inancıdır; kurtuluşu hak edenler de sadece muvahhid (tek tanrı inancını benimseyen) müminlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 598-599
اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ
اَلَا başlangıç, tenbih edatıdır. Konuşmacı, dinleyenlerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
İsim cümlesidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الدّ۪ينُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
الْخَالِصُ kelimesi الدّ۪ينُ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِصُ kelimesi, sülasi mücerredi خلص olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اتَّخَذُوا değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
اَوْلِيَٓاءَۢ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا نَعْبُدُهُمْ mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقولون ما نعبدهم (Onlara …..ibadet ediyoruz derler.) şeklindedir. Mukadder söz, mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَعْبُدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır.
لِ harfi, يُقَرِّبُو fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte نَعْبُدُ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُقَرِّبُو fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru يُقَرِّبُو fiiline mütealliktir. زُلْفٰى muradifi olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُلْفٰى maksur isimlerdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُقَرِّبُونَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قرب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâl اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ cümlesi اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَحْكُمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harfi ceriyle يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَۜ fiiline mütealliktir.
يَخْتَلِفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ‘dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâl اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لَا يَهْد۪ي cümlesi اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْد۪ي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ كَاذِبٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَاذِبٌ haber olup lafzen merfûdur. كَفَّارٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
كَاذِبٌ kelimesi, sülasi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفَّارٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الدّ۪ينُ muahhar mübtedadır.
لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ ‘deki لِ istihkak manasında olan milkiyet lâmıdır. (Âşûr)
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ , mevsûf/maksûrun aleyh, الدّ۪ينُ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
الْخَالِصُ kelimesi, الدّ۪ينُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ mübteda, مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ cümlesi, haberdir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası olan اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti gayrının tahkiri içindir.
مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ cümlesi takdiri يقولون (Derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Menfî muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Mukadder fiil ve mekulü’l-kavli الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir.
لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ cümlesine dahil olan لِ , sebep bildiren masdar harfi, lam-ı ta’lildir. Muzariyi gizli ان ’le nasb eder. لِ ve akabindeki cümle, masdar tevilinde, مَا نَعْبُدُهُمْ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَى اللّٰهِ önemine binaen mef’ûlü mutaktan naib olan زُلْفٰىۜ ’ya takdim edilmiştir.
İstisna harfi اِلَّا ve nefy harfi مَا ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr fail ile mef’ûlun lieclih arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
لِيُقَرِّبُونَٓا - زُلْفٰىۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا ifadesi iki ihtimale açıktır: Edinenler de olabilir -ki o vakit maksat kafirlerdir- edinilenler de olabilir; o takdirde de maksat melekler, Hazret-i Îsa, Lât ve Uzzâ’dır. - İbn Abbas’dan (v. 68/688) nakledilmiştir. (Keşşâf)
İsm-i mevsûlden murad müşriklerdir. (Âşûr)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
زُلْفٰىۜ ; yakınlık konumudur. Yani, “Bizi Allah’a yakınlık itibariyle yaklaştırsınlar diye…” denmektedir. Aslında bununla murad edilen dünyadaki şeref ve himayedir. Çünkü o kimseler ahirete inanmazlar. Bu yüzden زُلْفٰىۜ kelimesi لِيُقَرِّبُونَٓا ‘daki zamirden bedel-i iştimâl olarak mansubdur. Yani; “Konumumuzu Allah’a yaklaştırsınlar diye” demektir. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harfiyle birlikte يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. Sılası olan هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهِ ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنْ ’in sılası olan هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ sözündeki yalanlarından maksat, Allah’tan başka veli edindikleri şeylere “Allah’ın kızları” demeleridir. O yüzdendir ki Allah Teâlâ onların aleyhine kanıt getirmek üzere, akabinde şöyle buyurmuştur: “Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi elbette...” Yani Allah’ın çocuk edinmek istemesi, ne mümkün ne de münasiptir; çünkü muhâldir. (Keşşâf)
Müsned olan كَاذِبٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
كَفَّارٌ , ikinci haberdir. Mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
كَاذِبٌ - كَفَّارٌ ve مَنْ - الَّذ۪ينَ - مَا ve زُلْفٰىۜ - اَوْلِيَٓاءَۢ , gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette tekrarlanan Allah isminde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَّارٌ - يَهْد۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَخْتَلِفُونَۜ - يُقَرِّبُونَٓا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.