Zümer Sûresi 40. Ayet

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  ...

De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!”  (39 - 40. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kime?
2 يَأْتِيهِ geliyor ا ت ي
3 عَذَابٌ azab ع ذ ب
4 يُخْزِيهِ onu rezil eden خ ز ي
5 وَيَحِلُّ ve (kimin) konuyor? ح ل ل
6 عَلَيْهِ üzerine
7 عَذَابٌ azab ع ذ ب
8 مُقِيمٌ sürekli ق و م
 

Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, onlardan yardım istiyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. Oysa onların insanlara yardım etmek şöyle dursun, Allah’tan gelen bir zararı veya bir rahmeti, nimet ve bereketi önleme güç ve imkânları yoktu. Bunun âyette soru ifadesiyle ortaya konması, eğer akıllarını kullanırlarsa bunun, o putlara tapanlarca dahi rahatlıkla anlaşılabilecek açık bir gerçek olduğu anlamına gelir. 

“Allah bana yeter” ikrarı ve bunun devamındaki ifade, müminin sadece Allah’a inanmakla kalmayıp her türlü tutum ve davranışında, faaliyetlerinde yalnız Allah’a dayanıp güvenmesi, ihtiyacını sadece O’na arzederek yardım ve desteği O’ndan beklemesi, böylece inancını eylemleriyle bütünleştirmesi gerektiğine işaret eder. Âyette geçen tevekkülün anlamı da budur. Bu anlamıyla tevekkül kişiye güç ve onur kazandırır, kendine güvenini arttırır; kısaca –yine Kur’an’ın tabiriyle– onu izzet sahibi yapar (bk. Münâfikūn 63/8). Nitekim 39-40. âyetler de Hz. Peygamber’in, bu anlamdaki tevekkül anlayışından kaynaklanan kendine güvenini, onurlu ve kararlı duruşunu ifade etmektedir. 

Müfessirler, 40. âyette geçen iki azaptan ilkini, putperestlerin müslümanlar karşısındaki yenilgisi, ikincisini de âhiret azabı olarak yorumlamışlardır. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 619
 

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ 

 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , önceki ayette geçen  تَعْلَمُونَۙ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْت۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَأْت۪يهِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. يُخْز۪يهِ  fiili,  عَذَابٌ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

يُخْز۪يهِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُخْز۪يهِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خزي ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَحِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline mütealliktir. عَذَابٌ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.  مُق۪يمٌ  kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

مُق۪يمٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 


Ayet, önceki ayetin devamıdır. تَعْلَمُونَۙ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ , istifhamiyedir. (Aşûr)

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْت۪يهِ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu ifadede istiare vardır.

يُخْز۪يهِ  cümlesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedin ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev ifade eder. 

Sıfat cümlesine matuf olan  وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِ , faili olan  عَذَابٌ ‘a, tehdidi artırmak için takdim edilmiştir. 

عَذَابٌ’daki tenvin, tazim, kesret ve nev ifade eder.

عَذَابٌ daki tenvin tazim ifade eder. (Aşûr)

عَذَابٌ kelimesi ayette siyakdaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُق۪يمٌ  kelmesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayetteki  عَذَابٌ مُق۪يمٌ  daimî azabından murad, cehennem azabıdır. (Ebüssuûd, Aşûr)