Zümer Sûresi 53. Ayet

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...

De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا عِبَادِيَ kullarım ع ب د
3 الَّذِينَ
4 أَسْرَفُوا aşırı giden س ر ف
5 عَلَىٰ karşı
6 أَنْفُسِهِمْ nefislerine ن ف س
7 لَا asla
8 تَقْنَطُوا umut kesmeyin ق ن ط
9 مِنْ -nden
10 رَحْمَةِ rahmeti- ر ح م
11 اللَّهِ Allah’ın
12 إِنَّ şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 يَغْفِرُ bağışlar غ ف ر
15 الذُّنُوبَ günahları ذ ن ب
16 جَمِيعًا bütün ج م ع
17 إِنَّهُ çünkü O
18 هُوَ O
19 الْغَفُورُ çok bağışlayandır غ ف ر
20 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م
 

“Haddi aşmak”tan maksat, günahlara dalarak Allah’ın hükümlerini çiğnemektir. “Kendi aleyhlerine olarak” diye çevirdiğimiz alâ enfüsihim deyimiyle, günah işleyen kişinin, her şeyden önce kendi ruhunu ve hayatını kirletmiş, kendisine zarar vermiş olacağına dikkat çekilmektedir (Râzî, XXVII, 4). Bu âyet, Allah’ın rahmet ve affının asla ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan ilâhî müjde olarak değerlendirilir. Allah’ın iradesini sınırlayacak hiçbir güç bulunmadığı için O’nun bağışlama yetkisine belli şartlarla sahip olduğu gibi bir görüş de ileri sürülemez. 

Bununla birlikte âyetin “Allah bütün günahları bağışlar” meâlindeki bölümünü, O’nun bir taahhüdü olarak anlayıp, inanan inanmayan, tövbe eden etmeyen, kendisine yönelen yönelmeyen herkesi bağışlayacağını düşünmek, kaçınılmaz olarak dinî ve ahlâkî gevşekliğe hatta anarşiye yol açar. Öte yandan kural olarak Kur’an’ın bir âyetini bütününden kopararak tek başına değerlendirmek ciddi yanlışlar doğurabilir. Nitekim bu âyette “Allah bütün günahları bağışlar” buyurulurken, Nisâ sûresinin 48 ve 116. âyetlerinde aynı ifadelerle, “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar” buyurulmuştur. Görüldüğü üzere burada Allah’a ortak koşanların bağışlanmayacağı açıkça belirtildiği gibi bunların dışında kalanları bağışlaması da mutlak olarak ifade edilmeyip Allah’ın dilemesi şartına bağlanmıştır. Yanlış anlama ihtimalini önlemek düşüncesiyle konumuz olan âyetin meâlinde bu şartı (dilerse) şeklinde göstermeyi yararlı gördük. Esasen bir sonraki âyet de Allah’ın affına lâyık olabilmek için her şeyden önce O’na yönelip teslim olmak gerektiğine işaret etmektedir. Bununla birlikte Ehl-i sünnet âlimleri, affın tövbe şartına bağlı olmadığını belirtmişler; bu şartı ileri sürenlerin keyfî olarak âyetin kapsamını daralttıklarını savunmuşlardır (bk. Şevkânî, IV, 538; Allah’ın affının kapsamı konusundaki değişik görüş ve yorumlar hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/48). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 627-628
 
Riyazus Salihin, 1882 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.  
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”
(Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 172)
 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfidir. عِبَادِيَ  münada, muzâf olup mukadder fetha üzere mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عِبَادِيَ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسْرَفُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسْرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  اَسْرَفُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  لَا تَقْنَطُوا ‘dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْنَطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ رَحْمَةِ  car mecruru  تَقْنَطُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِۜ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

اَسْرَفُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سرف ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  يَغْفِرُ الذُّنُوبَ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَغْفِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الذُّنُوبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

جَم۪يعاً  kelimesi  الذُّنُوبَ ‘nin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَفُورُ  haber olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا عِبَادِيَ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan  عِبَادِيَ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

عِبَادِيَ  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan kullar için tazim ve teşrif ifade etmektedir.

Nidanın cevabı olan  لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  رَحْمَةِ , tazim edilmiştir.

عِبَادِيَ  hitabıyla  مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  ifadesi arasında, mütekellim zamirinden gaib zamire iltifat vardır.

Ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın kullarına yönelmesi ve onlara seslenmesi vardır.  عِبَادِيَ (Kullarım) buyurması ise kullarını şereflendirmek içindir. Ayrıca muhatap sıygasından gaip sıygasına geçiş şeklinde iltifat bulunmaktadır. Çünkü kelamın aslında  تسَرَّفوا وَﻻَتقْنَط مِنْ رَحمَتيِ  şeklinde gelmesi beklenirdi.  اللّٰهَ  ismi Rabbimizin bütün isim ve sıfatlarını kapsayıcı olduğu için  رَحمَت  kelimesi Allah ismine izâfe edilmiştir. اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ   ifadesinde de Allah lafzı zamir olarak gelebilecek iken zahir isim olarak zikredilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Allah'ın, affedici olmasına ve bu özelliğini de günah işleyen insanIarın bilmesine rağmen günahkârları bu konuda mütereddit ve şüpheci konumda kabul edip, tekid edatı getirmek suretiyle gerçekten tövbe edenleri affedeceği ortaya çıkmaktadır. Normalde bu ayette günahlarına tövbe edenleri Allah'ın affedeceği bilindiğinden tekid edatı getirilmesi şart değildi. Ancak Allah'ın affediciliğinin çok geniş olduğunu göstermek amacıyla affedilme konusunda tereddüt olmayan bir durumdan tereddütlü bir duruma getirmiş daha sonra da tekid edatıyla bu tereddütü gidermiştir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberi Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)

Edebiyatçılar şöyle der: قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا [De ki, ey nefislerine zulmeden kullarım...!] ayeti kerimesinde, güzel edebî sanat türleri mevcuttur. Onlardan biri: Yüce Allah'ın mahlukatına yönelmesi ve onlara seslenmesidir. Diğeri  عِبَادِيَ (kullarım) şeklindeki terkipte,  عِبَادِيَ (kullar) kelimesinin lafza-i celîline muzâf olması onlara değer verilmesidir. Bir diğeri, I. şahıstan III. şahsa dönülerek  مِنْ رَحمَتيِ  yerine  مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ denilmesidir. Bir diğeri, rahmetin, bütün isim sıfatları kapsayan "Allah" lafzıyla tamamlanmasıdır. Bir diğeri de, hem mübtedası hem haberi marife olan ve  اِنَّ  ve هُوَ  fasıl zamiri ile pekiştirilmiş olan  اِنَّهُ  cümlesinin getirilmesidir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

اَسْرَفُوا - لَا تَقْنَطُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

اَسْرَفُوا (İsraf), mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır. Burada cinayet manası da ilave edilerek على ile sıralanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinayet yapmış olan kullarım! "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Bu ayetin, Kur'an'da en ümit verici ayet olduğu söylenir. Bununla beraber dikkat edilmesi gerekir ki, bu ümit, günaha teşvik için değil, en günahkâr kimseleri bile bir an önce tövbe edip Allah'a yönelmeye teşvik içindir. Bu da hemen peşinden gelen iki ayetten açıkça anlaşılmaktadır. (Elmalılı)


اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ 

 

Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin yasaklanmasının sebebidir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاً  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَم۪يعاً  kelimesi  الذُّنُوبَ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

Önceki cümlenin ta’lili olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr)

اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin yani  الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada da Allah lafzı, rahmet ve mağfiret zikrine uygun olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ebû Hayyân ise şöyle demektedir: رَحمَت  kelimesinin Allah’a izafe edilmesi mütekellimden ism-i gaibe geçiş şeklinde iltifattır. Bir de Allah ismine izafet rahmetin genişliğine delalet etmektedir. Zira Allah ismi diğer bütün esmayı içine alan bir alem olup O’nun en yüce ismidir. Sonra o yüce ismi tekrar zikretmiş ve cümleyi bağışlama vaadinde mübalağa için  اِنَّ  ile tekid etmiştir. Sonra kendisini önceki iki cümlede geçen rahmet ve bağışlama sıfatlarıyla  اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  vasıflamıştır ki bu sıfatlar mübalağaya delalet etmektedir.  (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberi Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)

Zamir makamında ismi celilin (Allah) zahir olarak kullanılmasından dolayı, mutlak müstağni ve ihsan sahibinin yegâne Allah olduğunun ifade edilmesi ve anılan cümlede جَم۪يعاًۜ  kelimesi ile tekid yapılması (Allah, bütün günahları bağışlar) da, anılan mağfiretin tövbe şartına bağlı olmadığına delalet etmektedir.  (Ebüssuûd)

Surenin bu ayeti, Kuran’ın en müjdeli ayetlerinden biridir.

Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.