Zümer Sûresi 56. Ayet

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ  ...

Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim” demesin.  (55 - 56. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ
2 تَقُولَ demesinden (sakının) ق و ل
3 نَفْسٌ nefsin ن ف س
4 يَا حَسْرَتَا vah (bana) ح س ر
5 عَلَىٰ dolayı
6 مَا
7 فَرَّطْتُ kusur edişimden ف ر ط
8 فِي
9 جَنْبِ yanında ج ن ب
10 اللَّهِ Allah’ın
11 وَإِنْ ve gerçekten
12 كُنْتُ ben oldum ك و ن
13 لَمِنَ kimselerden
14 السَّاخِرِينَ alay edenlerden س خ ر
 

Burada, dünyada fırsat eldeyken Allah’a yönelip O’na teslim olmaları ve O’nun “en güzel hükümler”ine uymaları gerektiği halde bu fırsatı kaçıranların; Allah’ın varlığını, birliğini ve hükümlerini tanımayan, İslâm’a ilgi duyup yönelmeyen veya ona karşı düşmanlık tavırları sergileyerek ömürlerini küfür ve günahlar içinde tüketenlerin âhiretteki derin pişmanlıkları, itirafları, yakınmaları ve karşılıksız kalacak temennileri etkileyici ifadelerle yansıtılmaktadır. 

“Gerekeni yapmamak” şeklinde çevirdiğimiz bu âyetteki tefrît kavramı değişik şekillerde yorumlanmışsa da bu yorumların sonucu İbn Âşûr’un verdiği (XXIV, 46), bizim de tercih ettiğimiz anlama varmaktadır. “Allah’a itaat” diye çevirdiğimiz cenbullah deyimi de farklı şekillerde açıklanmış olup bizim tercihimiz Zemahşerî (III, 352) ve Şevkânî’nin (IV, 539) yorumuna dayanmaktadır. Taberî’nin aktardığı bazı rivayetlerde bu deyim “Allah’ın emri” şeklinde de açıklanmıştır (XXIV, 19).

 
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur :”Bütün Cehennemlikler Cennet’teki yerini görecek ve:” Ah! Keşke Allah beni doğru yola iletseydi!” diyecek ve  yaptıklarına pişman olacaklar. Bütün Cennetlikler de Cehennem’deki yerini görecekler ve:” Ya Allah beni doğru yola iletmesiydi, halim nice olurdu!” diyecek ve bu söz onun için bir şükür vesilesi olacak. Bunları söyledikten sonra Resulü Ekrem (sav), “ Öyle bir gün geldiğinde, kişi :’Allah’a karşı işlediğim kusurlar yüzünden yazıklar olsun bana; ben Allah‘ın dini ile alay edenler arasındaydım!’ demesin”( Zümer 39/56) âyetini okudu. 
( Ahmed b Hanbel, Müsned, V,512; Elbâni, Silsiletü’l-ehâdis’s-sahiha ,V,54).
 

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ 

 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  اَن۪يبُٓوا ‘nun mef’ûlun lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, كراهة أن تقول نفس (Kişinin …. demesinden hoşlanmayarak) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  masdar harfidir. تَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiildir. نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا حَسْرَتٰى ‘dir.  تَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

يَا  nida harfidir.  حَسْرَتٰى  münada olup, mukadder elif üzere mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel  عَلٰى  harf-i ceriyle  حَسْرَتٰى ‘ya mütealliktir. فَرَّطْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي جَنْبِ  car mecruru  فَرَّطْتُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَرَّطْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فرط ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ

 

وَ  haliyyedir. اِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ  hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  إنّهُ  şeklindedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. 

مِنَ السَّاخِر۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine müteallık olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

سَّاخِر۪ينَۙ  kelimesi, sülasi mücerredi سخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ

 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَقُولَ نَفْسٌ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun lieclih konumundadır. 

Önceki iki ayetin ta’lili olarak gelen ayette ta’lil lamı mahzuftur. اَنْ ‘den sonraki  nefy lamı da hazf edilmiştir. (Âşûr)

لا ’nın takdiriyle menfî muzari fiil sıygasındaki masdar-ı müevvelde  تَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle nida üslubunda geldiği halde gerçekte pişmanlık ve üzüntü ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecazî manada bir sesleniştir.  يَا , harfi nidadır. Münada  حَسْرَتٰى ’dır. Bu nida, meknî istiaredir. Pişmanlık, seslenilebilen akıllı bir varlık yerine kullanılmıştır. (Âşûr)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ  cümlesi, masdar tevilinde, عَلٰى  harfi ceriyle birlikte  حَسْرَتٰى ‘ya mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafât, S.107)

Bu ayette kinaye vardır. Çünkü, Allah'ın yanı manasına gelen  جَنْبِ اللّٰهِ  Allah'ın hakkı ve O'na itaatten kinayedir. Bu, latîf kinayelerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

نَفْسٌ ’daki tenvin herhangi bir nev manasının yanında tahkir ifade eder.

نَفْسٌ  kelimesindeki nekrelik nev içindir. (Âşûr)

“Diyeceği gün (gelmeden)...” Yani “böyle demesini istemediği için…” takdirindedir. “Peki, نَفْسٌ  niye nekre getirilmiştir?” dersen şöyle derim: Çünkü ondan maksat bazı nefislerdir ki o da kâfir nefsidir. Ya da nefisler içinde temayüz etmiş bir nefis şeklinde murad edilmiş de olabilir. Bu da ya küfre şiddetli bir şekilde bulaşma yüzünden ya da büyük bir azap ile olabilir. Bununla cem-i teksir murad edilmesi de mümkündür. (Keşşâf)

الحَسْرَةُ  şiddetli pişmanlıktır. (Âşûr)


وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ

 

Ayetin son cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümledeki  اِنْ  harfi  اِنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  إنّهُ  olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil  كُنْتُ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.

Haberin başına gelen lam-ı farika ve  اِنْ  olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ السَّاخِر۪ينَ  car mecruru, اِنَّ  ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Cümlenin iki unsurla tekit edilmesi mütekellimin pişmanlığının ne denli fazla olduğunu gösterir.

السَّاخِر۪ينَۙ - حَسْرَتٰى  kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.