وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve günü |
|
2 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
3 | تَرَى | görürsün |
|
4 | الَّذِينَ |
|
|
5 | كَذَبُوا | yalan uyduranların |
|
6 | عَلَى | karşı |
|
7 | اللَّهِ | Allah’a |
|
8 | وُجُوهُهُمْ | yüzlerini |
|
9 | مُسْوَدَّةٌ | kapkara |
|
10 | أَلَيْسَ | yok mudur? |
|
11 | فِي |
|
|
12 | جَهَنَّمَ | cehennemde |
|
13 | مَثْوًى | bir yer |
|
14 | لِلْمُتَكَبِّرِينَ | kibirlenenler için |
|
Bir yoruma göre inkârcıların âhirette yüzlerinin rengi kararacak ve onlar bu görünüşleriyle diğer insanlardan kolaylıkla ayırt edilebileceklerdir (İbn Atıyye, IV, 539; İbn Âşûr, XXIV, 49). Râzî’ye göre bu, sıradan bir kararma değil, âdeta onların Allah hakkındaki cehaletlerine ve uydurma inançlarına işaret eden özel damga şeklinde bir siyahlık olacaktır (XXVII, 9). Başka bir yoruma göre kıyamet gününde inkârcıların korku ve kederden yüzleri simsiyah kesilecek, müminlerin de sevinç ve mutluluktan yüzleri aydınlanacaktır (bk. Âl-i İmrân 3/106). 61. âyet müminlerin bu mutluluğunu ve sebebini özetlemektedir.
“Amaca ulaşma” olarak çevirdiğimiz 61. âyet metnindeki mefâze kelimesi, “kurtuluş (fevz, felâh), ameller” gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Süddî’ye atfedilen bir yorumda aynı kelimenin bu bağlamda “erdemli işler” anlamına geldiği de belirtilmektedir (Taberî, XXIV, 22; İbn Atıyye, IV, 539).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 629وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ
وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı تَرَى fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَرَى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘ dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَبُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَذَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru كَذَبُوا fiiline mütealliktir.
وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌ cümlesi ism-i mevsûlun hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُجُوهُهُمْ kelimesi mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسْوَدَّةٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ
Hemze istifhâm harfidir. لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid بِ harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي جَهَنَّمَ car mecruru لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثْوًى kelimesi لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ car mecruru مَثْوًى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. لْمُتَكَبِّر۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مَثْوًى kelimesi maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
İlk cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
الْقِيٰمَةِ ’nin muzâfı olan zaman zarfı يَوْمَ , siyaktaki önemine binaen amili تَرَى ’a, takdim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وُجُوهُهُمْ mübteda, مُسْوَدَّةٌۜ haberidir.
Müsnedün ileyh olan وُجُوهُهُمْ , veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.
‘’Yüzlerinin kara olması’’ ifadesi onları tahkir ve kötü durumlarını izhar maksadıyla gelmiş kinayedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette zikredilen yalan söylemeyi, söylediğinin yalan olduğunu bile bile, kasten gerçeğin aksini söylemek manasına almak gerekir. Bunun misali Kureyş kâfirleridir. Çünkü onlar, putların cansız olduklarını kesin olarak bildikleri halde, onları ilah sayıyorlardı. Yine onlar, “Allah şunları haram kılmıştır, şunları helâl kılmıştır” gibi bir inanca sahip olmamalarına rağmen, “Allah bahîreyi, saibeyi, vasîleyi ve Hâm’ı (Maide, 103) haram kılmıştır” diyorlardı. Halbuki bunu söyleyenler, yalan olduğunu bile bile söylüyorlardı. Durum böyle olunca ayetteki vaîdin bu cahil, yalancı, sapmış ve saptıran kimseler hakkında olduğunu söylemek daha uygun olur. Fakat bu vaîdin maksadı sadece hak ve doğruluk olan, ama hata eden kimseler hakkında olduğunu söylemek uzak bir görüştür. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ
İstînâfiyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Hemze, takrîri istifham harfidir. Nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي جَهَنَّمَ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَثْوًى , muahhar ismidir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tahkir ve istihza amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ‘deki marifelik, istiğrak içindir. (Âşûr) تفعيل babının ism-i fail vezninde gelerek kibrin şiddetli ve devamlı olduğunu ifade etmiştir.
Müsnedün ileyh olan مَثْوًى ‘nın nekre gelişi tahkir ifade eder.
Bu ayetteki soru belâgat gereği sorulan ve cevap beklenmeyen bir sorudur. Yani, kötü amellerine karşılık bu ceza kâfirlere kâfidir. Ayrıca ahiretteki azabın bütün günahkârlar için kaçınılmaz bir kader olduğunu bu istifhamdan anlamaktayız. (Sahip Aktaş, Kur’anda İstifham Üslubu)
Bu ayette cehennem önce getirilmiştir. Zira tehdit ve vaîdin tam yeridir ve korkutma ve tehdit için kullanılacak unsur bir an evvel verilmek istenmiştir. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)