ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Âhiretteki adaletli yargının sonucu, münkir ve mücrimlerin cezalandırılmak üzere cehenneme; âyetteki deyimiyle müttakilerin yani Allah’a saygı duyup hükümlerini çiğnemekten sakınmaya özen göstermiş müminlerin de cennete gönderilmesidir. Cehennem bekçilerinin, oraya getirilenlere soracakları soruya dair kınama mahiyetindeki ifadeler, aslında bu dünyada henüz ellerinde fırsat bulunanlar için dolaylı bir uyarı maksadı taşımaktadır. Buna karşılık cennet bekçilerinin oraya gelenlere söyleyecekleri güzel sözler ve iltifatlar ile bunun ardından cennete girenlerin, rablerine karşı minnetlerini dile getiren mutluluk dolu sözleri de aslında yine bu dünyada yaşayanları imana ve takvâ çizgisinde bulunmaya, Allah’ın rızasına uygun işler yapmaya teşvik etmektedir.
Sûrenin sonunda meleklerin oradaki hitaplarıyla ilgili etkileyici bir tasvirin ardından uhrevî yargılamada hakkın yerini bulduğunun bir defa daha altı çizilmekte; nihayet bu adaletinden dolayı Allah’a duyulan derin minnet ve şükranın, “Bütün övgüler âlemlerin rabbi olan Allah içindir” şeklinde dile getirileceği bildirilmektedir.
Zümer sûresinin son âyetlerinde veciz bir şekilde anlatılan ve dinî literatürde “âhiret halleri” denilen mahşer, mizan, hesap, sırat, cennet, cehennem gibi varlık ve olaylar, henüz gerçekleşmediği, örneği yaşanmadığı için –tekrarı mümkün olmayan her olay gibi– insanların bilgi sınırlarını aşmakta, iman alanına girmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de bunlarla ilgili açıklamalar, tasvirler genellikle insanların zihinlerinde olabildiğince isabetli çağrışımlar ve gönüllerinde verimli etkiler doğmasını sağlayacak şekilde somutlaştırılarak verilmiştir. Sûrenin bu son âyetlerinde de önemli ölçüde bu anlatım tarzı hâkimdir. Bu temsilî açıklamaları tam ve doğru olarak tefsir ve te’vil etmemiz mümkün değildir; bu hususta yapılan yorumlar, te’viller ancak onu yapan kişilerin kendilerine ait yorum ve anlayışlar olup başkalarını bağlayıcı nitelikte kesin bilgiler değildir. Bu hususta öteden beri benimsenen en sağlıklı yaklaşım, bu konularda âyetlerin ve sahih hadislerin asıl anlamlarının ne olduğunu kavrayıp açıklayamasak da onların bildirdiklerine şeksiz şüphesiz iman etmek, açıklamaların amacına yönelmek ve bu imanın gereğince yaşamaktır.
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli ادْخُلُٓوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ادْخُلُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَبْوَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ camid fiil olup, zem fiillerindendir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada بِئْسَ fiilinin faili ال ‘lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثْوَى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جَهَنَّمَ ‘dir.
الْمُتَكَبِّر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُتَكَبِّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli olan ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خَالِد۪ينَ kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خلد aslında yetmiş yıl kaldı demektir. Kuran-ı Kerimde çokluktan kinaye olarak sonsuzluk anlamında kullanılır. İsmi fail olması dolayısıyla ف۪يهَاۚ ’nın müteallakıdır.
جَهَنَّمَ kelimesi yerine zamir gelmesi gerekirken zahir isim gelmesi durumun vehametini vurgulayan ıtnâb sanatıdır.
فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Ayetin fasılası olan فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ cümlesinde فَ istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; جهنّم ‘dir.
Fiilin faili olan مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ , izafet formunda gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
فَ harfinden sonra gelen şeyler zemmi ve önlerinde bulunan durumun çirkinliğini artıran şeylerdir. Bu da cehenneme giriş halidir ve onlar kendi kendilerini cehenneme sokarlar. Burada zem ifade eden lafızların esası olan بِئْسَ lafzı seçilmiştir. مدخل yerine de مَثْوَى lafzı seçilmiştir. Halbuki مدخل gelseydi, فَادْخُلُٓوا sözüne daha uygun olurdu. Bunun sebebi مَثْوَى kelimesinin “ikamet etmek” manasında olmasıdır. Böylece onların bir مَدْخَل ’e (hol, giriş yeri) değil, ikamet yurduna yani devamlı kalacakları yurda girdikleri manasını vurgular. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, S. 360)
مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ifadesinde ‘sığınılacak yer’ anlamındaki مَثْوَى ‘cehennem’ anlamında kullanılarak istiare yapılmıştır.
Mekulü’l-kavl olan iki cümle Mü’min ve Nahl surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Bu cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا [Girin cehennem kapılarından, orada ebedî kalıcılar olarak] sözünü söyleyen kişi belirtilmemiştir, bu da onlara söylenen şeyi korkunç kılmak içindir. فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ [kibirlilerin yeri ne kötüdür!] ifadesinde yer alan الْمُتَكَبِّر۪ينَ 'deki lâm cins içindir, mahsus bizzem de mahzûftur. Cehennemdeki yerlerinin haktan kibirlenmekten olduğunu bildirmek oraya girmelerine azap sözünün hak olmasına aykırı değildir. Çünkü kibirlenmeleri de diğer kabahatleri de ondan kaynaklanmaktadır. (Beyzâvî)