Nisâ Sûresi 106. Ayet

وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ  ...

Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْتَغْفِرِ ve mağfiret dile غ ف ر
2 اللَّهَ Allah’tan
3 إِنَّ kuşkusuz
4 اللَّهَ Allah
5 كَانَ ك و ن
6 غَفُورًا bağışlayandır غ ف ر
7 رَحِيمًا esirgeyendir ر ح م
 

Müfessirler âyetlerde geçen “taraf olma!”, “savunma!”, “Allah’tan mağfiret dile!” gibi sert ifadelerin yorumu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Bir gruba göre bu hitaplar Hz. Peygamber’in şahsında ümmete yöneliktir, hadiseyi yaşayan müminler ve münafıklarla daha sonra gelecek olan ümmet fertlerini uyarmakta ve bilgilendirmektedir. Diğer gruba göre Hz. Peygamber de bu hitaba dahildir; günah derecesinde olmasa bile olayla ilgili kusuru sebebiyle o da uyarılmıştır. Taberî bu grup içinde yer almış (V, 264-265); fakat İbn Atıyye bu yoruma karşı çıkarak Hz. Peygamber’in zâhire, ortada olan delillere göre hareket ettiğini, bunun ise günah ve kusur olmadığını, mağfiretin hainlerle ilgili bulunduğunu ifade etmiş (II, 110); İbn Âşûr ise Hz. Peygamber’e kusur isnat etmesi sebebiyle bu yorumu ağır bir şekilde eleştirmiştir (V, 193). Râzî bu münasebetle “peygamberlerin günah işlemelerinin câiz olup olmadığı” tartışmasını bir daha özetlemiş, “Câiz değildir” görüşünü savunmuş ve Hz. Peygamber’e yönelik “mağfiret dile!” hitabını özetle şöyle yorumlamıştır: Suçlular suçu başkalarına atıp şahitler gösterince Hz. Peygamber onları cezalandırmayı düşünmüştü, “mağfiret dile!” emri ya bu düşüncesinden dolayıdır –çünkü onun kemaline bu yakışır– ya da suçlular adınadır (XI, 34).

Bize göre olayda Hz. Peygamber’e nisbet edilecek bir günah veya kusur söz konusu değildir. Çünkü o ümmete örnek olacak şekilde davranmış, elinde kesin delil bulunmayan kimselerin insanları suçlamaya kalkışmalarını doğru bulmamış, objektif delillere göre davayı yürütmüştür. Kur’ân-ı Kerîm’in bilinen üslûbuna göre burada istiğfar, onun aracılığı ile suçluların Allah’tan bağışlanmayı dilemeleri anlamındadır (üslûba örnek olarak ayrıca bk. 64. âyet).

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 138-139

“Tovbenin mukafati” Nouman Ali Khan 3 dakika 3 sn

https://youtu.be/PyN4vSk78PA

 

وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ


وَ  atıf harfidir.  ٱسۡتَغۡفِرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  غَفُورًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  رَح۪يمًا  kelimesi ise ikinci haberdir.


 

وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ


Ayet  وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ

 

Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.

إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. 

إِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Allah’ın  غَفُورࣰا  ve  رَّحِیمࣰا  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.