بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Müfessirler âyetlerde geçen “taraf olma!”, “savunma!”, “Allah’tan mağfiret dile!” gibi sert ifadelerin yorumu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Bir gruba göre bu hitaplar Hz. Peygamber’in şahsında ümmete yöneliktir, hadiseyi yaşayan müminler ve münafıklarla daha sonra gelecek olan ümmet fertlerini uyarmakta ve bilgilendirmektedir. Diğer gruba göre Hz. Peygamber de bu hitaba dahildir; günah derecesinde olmasa bile olayla ilgili kusuru sebebiyle o da uyarılmıştır. Taberî bu grup içinde yer almış (V, 264-265); fakat İbn Atıyye bu yoruma karşı çıkarak Hz. Peygamber’in zâhire, ortada olan delillere göre hareket ettiğini, bunun ise günah ve kusur olmadığını, mağfiretin hainlerle ilgili bulunduğunu ifade etmiş (II, 110); İbn Âşûr ise Hz. Peygamber’e kusur isnat etmesi sebebiyle bu yorumu ağır bir şekilde eleştirmiştir (V, 193). Râzî bu münasebetle “peygamberlerin günah işlemelerinin câiz olup olmadığı” tartışmasını bir daha özetlemiş, “Câiz değildir” görüşünü savunmuş ve Hz. Peygamber’e yönelik “mağfiret dile!” hitabını özetle şöyle yorumlamıştır: Suçlular suçu başkalarına atıp şahitler gösterince Hz. Peygamber onları cezalandırmayı düşünmüştü, “mağfiret dile!” emri ya bu düşüncesinden dolayıdır –çünkü onun kemaline bu yakışır– ya da suçlular adınadır (XI, 34).
Bize göre olayda Hz. Peygamber’e nisbet edilecek bir günah veya kusur söz konusu değildir. Çünkü o ümmete örnek olacak şekilde davranmış, elinde kesin delil bulunmayan kimselerin insanları suçlamaya kalkışmalarını doğru bulmamış, objektif delillere göre davayı yürütmüştür. Kur’ân-ı Kerîm’in bilinen üslûbuna göre burada istiğfar, onun aracılığı ile suçluların Allah’tan bağışlanmayı dilemeleri anlamındadır (üslûba örnek olarak ayrıca bk. 64. âyet).
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 138-139
“Tovbenin mukafati” Nouman Ali Khan 3 dakika 3 sn
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ
وَ atıf harfidir. ٱسۡتَغۡفِرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. ٱللَّهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. غَفُورًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. رَح۪يمًا kelimesi ise ikinci haberdir.
وَاسْتَغْفِرِ اللّٰهَۜ
Ayet وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat edilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماًۚ
Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
إِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
إِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah’ın غَفُورࣰا ve رَّحِیمࣰا sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تُجَادِلْ | savunma |
|
3 | عَنِ |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | يَخْتَانُونَ | hainlik eden(leri) |
|
6 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerine |
|
7 | إِنَّ | zira |
|
8 | اللَّهَ | Allah |
|
9 | لَا |
|
|
10 | يُحِبُّ | sevmez |
|
11 | مَنْ | kimseyi |
|
12 | كَانَ |
|
|
13 | خَوَّانًا | hainlik yapan |
|
14 | أَثِيمًا | günah işleyen |
|
Emanete hıyanet edenler, bir yolunu bulup başkalarının hakkını yiyenler geçici dünya hayatında kendilerine bir menfaat sağlamış, refah ve rahatlık içinde yaşamış olabilirler. Ancak bu hıyanetin ağır sorumluluğu onlarla birlikte âhirete taşınacağı ve kendilerinden hesap sorulacağı; hakkın, haine ceza, hak sahibine ecir olarak yerini bulacağı düşünüldüğünde, dünyada elde edilen geçici menfaat karşılığında ebedî hayatta kaybedilen nimetlerin büyüklüğü göz önüne alındığında, emanete hıyanet edenlerin –âyette ifade buyurulduğu üzere– başkalarından önce ve daha çok kendilerine zarar verdikleri ve ebedî saadetlerini ziyan ettikleri anlaşılacaktır.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 139
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُجَـٰدِلۡ meczum muzari fiildir.
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَنِ harf-i ceriyle birlikte تُجَادِلْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası یَخۡتَانُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
یَخۡتَانُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. أَنفُسَهُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. لَا; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.
يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. خَوَّانًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.
أَثِیمࣰا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
خَوَّانًا kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذ۪ينَ يَخْتَانُونَ اَنْفُسَهُمْۜ
وَ atıftır. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جادل في karşı çıkmak; bir şeye karşı savaşmak, جادل عن ise savunmak demektir. Böylece aynı fiil, kullanıldığı harfle birlikte farklı bir anlam kazanır. Buna tazmin denir.
یَخۡتَانُونَ أَنفُسَهُمۡۚ ا [Kendilerine ihanet etmek] ibaresi insanın kendisine ihanetini de birbirlerine olan ihaneti de ifade edebilir. Kur’an’da isyan, nefse zulüm olarak vasıflandırıldığı gibi nefse ihanet olarak da vasıflandırılır.
خَوَّانًا kelimesinde irsâd vardır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ خَوَّاناً اَث۪يماًۚ
Müstenefe cümlesidir.
إِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşeterek ism-i mevsûlün sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. خَوَّانًا أَثِیمࣰ için sıfat veya كان ’nin ikinci haberidir.
كَانَ, haberin, isminin mahiyetinden bir cüz olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri, Duhan Suresi, s. 31)
یَخۡتَانُونَ - خَوَّانًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَوَّانًا ve أَثِیمࣰ kelimeleri mübalağa sıygasında gelmiştir. Nekre gelmeleri ise teksir ve nev ifade eder. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Son cümlenin mefhumu muhalifi; Allah'ın, ihanet etmeyen dürüst müminleri sevdiği manasıdır.
105 ve 114. ayetlerle birlikte bu on ayette insanların arasında meydana gelen anlaşmazlıklar, davalar, tartışmalar karşısında Hz. Peygamberin ve daha ziyade onun şahsında ümmetinin takınması gereken tavır, oynaması gereken rol ve uygulaması gereken muamele şekli açıklanmaktadır. Pek azı müstesna olmak üzere özel bir hadise üzerine gelmiş bulunan bu ayetlerin hedefi, sadece o hadiseyi açıklamak ve hükmünü ortaya koymak değil, bu münasebetle müslümanlara, kıyamete kadar uyacakları kaideleri –detaylı veya çerçeve hükümler olarak– açıklamaktır.
Bu ayetlerin gönderilmesinin de şöyle özel bir sebebi olduğu bildirilmektedir: Rifâa b. Zeyd isimli sahâbî, yabancı tacirlerin Medine’ye getirdikleri has undan bir miktar satın almış ve bunu, içinde silahlarının da bulunduğu evin sofasına koymuştu. Şehirde kötü şöhreti olan Übeyrık ailesinden biri (Tu’me b. Übeyrık) gece sofaya girmiş, unla birlikte Rifâa’nın silahlarını da çalmıştı. Rifâa durumu fark edince –bu hadiseyi rivayet eden– yeğeni Katâde b. Nu‘mân’a gelip olayı haber verdi. Katâde gerekli araştırmayı yapıp Übeyrık ailesine ulaşınca onlar suçu Lebîd isimli masum bir müslümanın üzerine attılar. Lebîd kılıcını çekip üzerlerine yürüyerek “Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı haber verirsiniz ya da şu kılıcımla sizi doğrarım!” deyince onu suçlamaktan vazgeçtiler. Mağdurlar araştırmaya devam ederek hırsızın Übeyrık ailesinden olduğuna kesin kanaat getirdikten sonra Resûlullah’a başvurdular, Hz. Peygamber “Gerekeni yapacağım” cevabını verdi. Übeyrık ailesi durumu öğrenince kurdukları planın gereği olarak, uygun birini Resûlullah’a gönderip iftiraya uğradıklarını, ortada bir delil bulunmadığı halde Katâde tarafından hırsızlıkla suçlandıklarını bildirip yakındılar. Katâde durumu öğrenmek üzere gelince Resûlullah ona, “Bana müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın!” diyerek serzenişte bulundu. Katâde olup bitenden son derecede üzüntü duyarak amcasına geldi ve durumu anlattı. Rifâa “İşimiz Allah’ın yardımına kaldı” cevabını verdi. Bu olay üzerine yukarıda meâli verilen âyetler nâzil oldu (Tirmizî, “Tefsîr”, 5/22). “Allah’ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye...” ifadesi “hakkı içeren kitabı indirme”nin gerekçesini açıklamaktadır. Kitabın hakkı içermesi, gerçekleri, olanı ve olması gerekeni bildirmesi, “usul öğretme, genel ve özel hükümler koyma, bilgiler verme” şeklinde gerçekleşmektedir. “Allah’ın öncelikle peygamberine, sonra da onun aracılığı ile insanlara gerçeği öğretmesi” birinci derecede bu şekilde (Kur’an vahyi ile) olmaktadır. İkinci derecede gerçeğin kaynağı sünnettir. Sünnet hem mana ve hükmün Allah tarafından bildirilmesi hem de Hz. Peygamberin, içinde içtihada dayalı olanların da bulunduğu bütün tasarruflarının ilâhî kontrol altında bulunması bakımından bu özelliği taşımaktadır. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 136)
Bu ayette geçen, مَنْ كَانَ خَوَّانًا اَث۪يمًاۚ [Kendilerine hainlik etmiş kimseler]’den maksat, Tu’me ile Tu’me’nin hırsızlık yaptığını bildiği halde ona yardım eden akrabalarıdır. ‘Hıyanet etti’, ‘hainlik etti’ manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
“Çünkü Allah, hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” Ayette, خَوَّانًا kelimesinin mübalağa kipiyle gelmiş olması, yüce Allah’ın Tu’me’nin ifrat derecesinde bir hıyanet ve ihanet içerisinde olduğunu, işi gücü günahta ısrar etmek olduğunu bilmiş olmasındandır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakaîku’t Tevîl)
Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır: “Ben ancak bir beşerim ve siz bana davalarla geliyorsunuz. Olur ki biriniz delilini daha güzel ifade eder de ben, ondan işittiğime dayanarak lehinde hükmederim. Her kime, kardeşine ait bulunan bir hakkı hükmederek verirsem sakın onu almasın; çünkü ona ateşten bir parça vermiş olurum!” (Buhârî, “Şehâdât”, 27; Müslim, “Akzıye”, 4).يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْتَخْفُونَ | gizleniyorlar |
|
2 | مِنَ |
|
|
3 | النَّاسِ | insanlardan |
|
4 | وَلَا |
|
|
5 | يَسْتَخْفُونَ | gizlenmiyorlar |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | وَهُوَ | oysa O |
|
9 | مَعَهُمْ | onlarla beraberdir |
|
10 | إِذْ | zaman |
|
11 | يُبَيِّتُونَ | geceleyin söyledikleri |
|
12 | مَا | şeyleri |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَرْضَىٰ | (O’nun) istemediği |
|
15 | مِنَ |
|
|
16 | الْقَوْلِ | sözü |
|
17 | وَكَانَ |
|
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | بِمَا | herşeyi |
|
20 | يَعْمَلُونَ | onların yaptıkları |
|
21 | مُحِيطًا | kuşatmıştır |
|
Haksız menfaat elde edenler, başkalarının hak etmedikleri zarara uğramalarına sebep olanlar, tek kelimeyle hainler emellerine birtakım tuzaklarla, planlarla ulaşırlar; gizli görüşmeler yaparlar, tertipler içine girerler ve bunların gizli kalacağını zannederler. Tecrübe göstermektedir ki, çoğu defa bunlar dünyada ortaya çıkmakta, rezillik ve rüsvâlık hallerini yaşamaktadırlar. Dünya hayatında yaptıklarını insanlardan gizlemeye muvaffak olsalar bile, onlar bu kötülükleri yaptıklarında ilmiyle yanlarında olan ve bilgisi her şeyi kuşatan Allah’tan bir şey gizlemeleri mümkün değildir. Hainler, insanlar nezdinde utanç yaşamamak için hainliklerini gizleme yoluna giderken “her şeyin Allah’ın bilgisi içinde cereyan ettiğini” unuturlar ve O’ndan utanmayı da akıl edemezler.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 140
Bu ayette çok hain ve çok günahkar olanları anlatılmaktadır.
Nüzül sebebi şöyledir: Bir fakir kişi, yeni müslüman olan birinin evinden un çalıp sonra da evi aranır da yakalanırsa diye onu bir Yahudinin evine bırakmış, böylece o Yahudiye iftira atmış. Başkasına iftira etmekle birlikte aslında en büyük kötülüğü kendisine yapmış bulunuyor. Çünkü karşısındaki (yahudi) bu dünyada bir zarar görse bile asıl karşılığı ahirette kötülüğü yapan kişi görecektir.يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ
Fiil cümlesidir. يَسْتَخْفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. Zamir olan muttasıl و fail olarak mahallen merfudur. مِنَ النَّاسِ car mecruru يَسْتَخْفُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَخْفُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَسْتَخْفُونَ fiiline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfudur. Mekân zarfı مَعَ, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır. يُبَيِّتُونَ fiili ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُبَيِّتُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
İsm-i mevsul مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَرْضٰى ’dır. Îrabta mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْضٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنَ الْقَوْلِ car mecruru يَرْضٰى fiilinin mahzuf mef’ûlunun haline müteallıktır.
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte مُح۪يطًا ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُح۪يطًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
مُح۪يطًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللّٰهِ وَهُوَ مَعَهُمْ اِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضٰى مِنَ الْقَوْلِۜ
İstînâfiyye veya önceki ayetteki müşterek ism-i mevsûlden hal olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi fiil sıygasında gelen وَلَا یَسۡتَخۡفُونَ مِنَ ٱللَّهِ cümlesi bu cümleye tezat dolayısıyla atfedilmiştir.
وَهُوَ مَعَهُمۡ cümlesi یَسۡتَخۡفُونَ fiilindeki zamirden haldir. Bu hal cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَهُمۡ ve zaman zarfı هُوَ ,إِذۡ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası لَا یَرۡضَىٰ مِنَ ٱلۡقَوۡلِۚ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
یَسۡتَخۡفُونَ مِنَ ٱلنَّاسِ cümlesi ile وَلَا یَسۡتَخۡفُونَ مِنَ ٱللَّهِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
یَسۡتَخۡفُونَ - لَا یَسۡتَخۡفُونَ fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
یَسۡتَخۡفُونَ - مِنَ - مَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İftira yerine, إِذۡ یُبَیِّتُونَ مَا لَا یَرۡضَىٰ مِنَ ٱلۡقَوۡلِۚ [Allah’ın razı olmadığı şeyi uydurma] ibaresinin gelmesi kinayedir.
[Allah'tan gizlenmiyorlar.] kavlinde mecaz vardır. Çünkü Allah’tan gizlenmek mümkün değildir, gizliyi de aşikârı da bilir. “Çekinmiyorlar” anlamındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يـطاً
و istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl le gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsul, بِ harf-i ceriyle birlikte مُحِیطًا ’e müteallıktır. Amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Allah bütün yaptıklarınızı kuşatıcıdır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi یَعۡمَلُونَ tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Ayetin sonunda teşâbüh-i etrâf vardır.
Allah, kullarının bütün hallerini hakkıyla bilir. Bu cümle, bir öncesi için bir zeyl olup vaad ve vaîd (ceza vaadi) ifade eder. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
[Yaptıklarınızı kuşatıcıdır.] ifadesi Allah Teâlâ’nın, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken lâzım-melzûm alakasıyla “Yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.” manası taşır. Lâzım zikredilmiş, “Yaptıklarınıza karşılık verir.” manasındaki melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürseldir.هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَا أَنْتُمْ | haydi |
|
2 | هَٰؤُلَاءِ | siz |
|
3 | جَادَلْتُمْ | savundunuz |
|
4 | عَنْهُمْ | onları |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
7 | الدُّنْيَا | dünya |
|
8 | فَمَنْ | ya kim |
|
9 | يُجَادِلُ | savunacak |
|
10 | اللَّهَ | Allah’a karşı |
|
11 | عَنْهُمْ | onları |
|
12 | يَوْمَ | günü |
|
13 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
14 | أَمْ | ya da |
|
15 | مَنْ | kim |
|
16 | يَكُونُ | olacak |
|
17 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
18 | وَكِيلًا | vekil |
|
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا
İsim cümlesidir. هَٓا tenbih harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur.
جَادَلْتُمْ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُمْ car mecruru جَادَلْتُمْ fiiline müteallıktır. فِي الْحَيٰوةِ car mecruru جَـٰدَلۡتُمۡ fiiline müteallıktır. ٱلدُّنۡیَا kelimesi ٱلۡحَیَوٰةِ sıfatıdır.
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ (Siz öyle kimselersiniz ki...) اَنْتُمْ ve هٰٓؤُ۬لَٓاءِ kelimelerindeki هَٓا, dikkat çekmek içindir. Bunlar mübteda-haber olup جَادَلْتُمْ [savunuyorsunuz] ise هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’inin haber oluşunu açıklayıcı bir cümledir. Cömert bir kimseye şöyle demen gibi: “Sen öyle bir Hâtem’sin ki malınla cömertlik eder, başkasını kendine tercih edersin. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ’inin اَلَّذِينَ anlamında ism-i mevsūl olması, جَادَلْتُمْ ’un ise onun sıla cümlesi olması da caizdir. Bu durumda anlam şöyle olur: Varsayın ki Tu’me ve kavmini dünyada savundunuz. Peki, ahirette Allah bunları azabıyla yakalayınca kim savunacak onları?! (Keşşâf)
فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَن istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُجَادِلُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. یُجَـٰدِلُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ٱللَّهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
عَنۡهُمۡ car mecruru يُجَادِلُ fiiline müteallıktır. یَوۡمَ zaman zarfı يُجَادِلُ fiiline müteallıktır. ٱلۡقِیَـٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
أَم munkatıadır. بل manasındadır. مَن istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. یَكُونُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
یَكُونُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَلَیۡهِمۡ car mecruru وَكِیلࣰا ’e müteallıktır. وَكِیلࣰا kelimesi یَكُونُ’nun haberi olup fetha ile mansubtur.
جَـٰدَلۡتُمۡ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل’dur. Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Mübtedaya dahil olan هَـٰۤأَ tenbih harfidir. Tekid ifade eder. Cümle lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir ifade eder.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)
جَادَلْتُمْ cümlesi mübtedanın ikinci haberidir. Mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette mütekellim zamirine iltifat vardır.
فَمَنْ يُجَادِلُ اللّٰهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ
Rabıta harfi ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إذا حل عليهم عذابه (Azabı onların başına gelince) olan mahzuf şartla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham harfi مَن mübteda, cevap fiili olan یُجَـٰدِلُ haberidir. Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Tevbih ve korkutma kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
یُجَـٰدِلُ - جَـٰدَلۡتُمۡ fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
یَوۡمَ ٱلۡقِیَـٰمَةِ - ٱلۡحَیَوٰةِ ٱلدُّنۡیَا arasında tıbâk-ı îcab vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلاً
أَم atıf harfi بل manasındadır. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda olan istifham harfi مَّن ’in haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu haber cümlesinde, car-mecrur amiline takdim edilmiştir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Tevbih ve korkutma kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَمْ مَنْ يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَك۪يلًا sözünde أَم, idrâb için intikal manasında munkatı’dır. İstifham inkâri manada kullanılmıştır. (Âşûr)
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يَعْمَلْ | yaparsa |
|
3 | سُوءًا | bir kötülük |
|
4 | أَوْ | yahut |
|
5 | يَظْلِمْ | zulmederse |
|
6 | نَفْسَهُ | nefsine |
|
7 | ثُمَّ | sonra |
|
8 | يَسْتَغْفِرِ | mağfiret dilerse |
|
9 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
10 | يَجِدِ | bulur |
|
11 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
12 | غَفُورًا | bağışlayıcı |
|
13 | رَحِيمًا | ve esirgeyici |
|
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
” Günah işlemiş bir müslüman abdest alır , iki rekat namaz kılar , ardından da Allah’tan bu günahının affını isterse Allah onu affeder.”
( Ahmed b. Hanbel, Müsned , 1,8,9).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
سُٓوءًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَوْ atıf harfidir. يَظْلِمْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. نَفْسَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ atıf harfidir. يَسْتَغْفِرِ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا ’dır. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
غَفُورًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَح۪يمًا ise غَفُورًا’den bedeldir. Veya birinci mef’ûlun hali olup fetha ile mansubtur.
يَسْتَغْفِرِ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’al babındadır. Sülâsîsi غفر’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ istînâfiyye, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan یَعۡمَلۡ سُوۤءًا, cümlesi مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
Aynı üsluptaki یَظۡلِمۡ نَفۡسَهُۥ cümlesi أَوۡ atıf harfiyle یَسۡتَغۡفِرِ ٱللَّهَ cümlesi ثُمَّ atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir.
Cevap cümlesi یَجِدِ ٱللَّهَ غَفُورࣰا رَّحِیمࣰا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Cevap cümlesi, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
غَفُورࣰا - رَّحِیمࣰا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbında gelmiştir. Nekre gelmesi tarifsiz olduklarını ifade eder. Aralarında vav olmaması Allah Teâlâ’da bu iki vasfın birden bulunduğuna delalet eder.
ظۡلِمۡ - رَّحِیمࣰا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. ظۡلِمۡ - سُوۤءًا kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. یَسۡتَغۡفِرِ - غَفُورࣰا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu ayet-i kerime, günah işleyen bir kimsenin tövbe edip mağfiret dilemesi için ziyadesiyle teşvik edicidir. Daha önce geçtiği gibi tövbe edenin, mağfiret ve rahmet eserlerini müşahede etmesi de ilave bir nimettir. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْسِبْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِثْمًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَكْسِبُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلٰى نَفْسِه۪ car mecruru mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
وَمَنْ يَكْسِبْ اِثْماً فَاِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلٰى نَفْسِه۪ۜ
وَ atıf, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan یَكۡسِبۡ إِثۡمࣰا şart cümlesi, مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi اِنَّمَا ,فَإِنَّمَا یَكۡسِبُهُۥ عَلَىٰ نَفۡسِهِ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Kasr fail ile mef’ûl arasındadır.
إِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap ya konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
یَكۡسِبۡ - یَكۡسِبُهُۥ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Günah kazanmak] tabirinde tehekkümî istiare vardır.
[Onu tamamen kendi aleyhine kazanmış olur.] yani zararı onu aşıp başkasına geçmez. Dolayısıyla kendi aleyhine olacak kötülüklere bulaşmamaya dikkat etsin. (Keşşâf)
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
و istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl le gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah’ın عَلِیمًا ,حَكِیمࣰا sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يَكْسِبْ | işlerse |
|
3 | خَطِيئَةً | bir hata |
|
4 | أَوْ | ya da |
|
5 | إِثْمًا | günah |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | يَرْمِ | üstüne atarsa |
|
8 | بِهِ | onu |
|
9 | بَرِيئًا | bir suçsuzun |
|
10 | فَقَدِ | muhakkak ki |
|
11 | احْتَمَلَ | yüklenmiş olur |
|
12 | بُهْتَانًا | büyük bir iftira |
|
13 | وَإِثْمًا | ve bir günah |
|
14 | مُبِينًا | açık |
|
“Kim de bir hata veya günah işler...” şeklinde çevirdiğimiz kısımda geçen hatîe kelimesi, “iyi niyetle veya istemeden olumsuz bir sonuca sebep olmak” mânasındaki hatâdan farklıdır. Sahibine sorumluluk getiren hatîede iki fiil vardır: Câiz ve makbul olmayan birinci fiil zararlı ve olumsuz olan ikinci fiili doğurmuş, ona sebep olmuştur, ancak bu fiillerin sahibi birincisini işlerken ikincisinin sonucunu kastetmemiş, onun olmasını istememiştir. Meselâ bir kimse içerek sarhoş olsa sonra da sarhoşluk yüzünden sağlıklı düşünme ve iradesine hâkim olma melekesini kaybettiği için bir cinayet işlese bu cinayeti hatîedir. Biz bu mânayı yansıtmak üzere “hata etmek” yerine “hata işlemek” karşılığını seçtik. “Günah” diye çevirilen ism kelimesi ise, “kasıtlı olarak ilâhî bir yasağı çiğnemek” mânasında kullanılmaktadır. Bunların ikisi de kötüdür (sû’) ve her şeyden önce kişinin kendisine yaptığı kötülüktür. Böyle bir duruma düşen kulun yapacağı şey pişman olmak, tövbe etmek, hakkı sahibine teslim etmek, adalete başvurmak, Allah’a yönelmek ve O’ndan bağışlanmayı dilemektir.
Bir zulüm, günah, hata ve kötülüğün içine düşen kimse bundan kurtulmak için Kur’ân’ın gösterdiği yollara girecek yerde suçunu başkalarının üstüne atarsa, mâsum insanları suçlar, zarar ve ceza görmelerine sebep olursa işlediği günah ve hata katlanacak, bir de iftira ve bühtan günahını yüklenmiş olacaktır.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 140
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْسِبْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
خَط۪ٓيـَٔةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اِثْمًا kelimesi atıf harfi اَوْ ile خَط۪ٓيـَٔةً ’e matuftur.
ثُمَّ atıf harfidir. يَرْمِ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِه۪ car mecruru يَرْمِ fiiline müteallıktır. بَر۪ٓيـًٔا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. احْتَمَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بُهْتَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِثْمًا atıf harfi وَ ’la بُهْتَانًا ’e matuftur. مُب۪ينًا۟ kelimesi اِثْمًا’in sıfatıdır.
بَر۪ٓيـًٔا sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. مُب۪ينًا۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
احْتَمَلَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi حمل ’dir. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
Bühtan; kişinin haberi ve bilgisi olmaksızın bir konuda yalan uydurarak başkasını suçlu konuma düşürmek anlamında bir yalan uydurmadır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakaîku’t Tevîl)
بِه۪ zamirinin tekil olması اَوْ edatından dolayıdır. (Beyvâvî)
وَمَنْ يَكْسِبْ خَط۪ٓيـَٔةً اَوْ اِثْماً ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـٔاً فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَـاناً وَاِثْماً مُب۪يناً۟
Ayet önceki ayete وَ atıf harfi ile atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan یَكۡسِبۡ خَطِیۤـَٔةً cümlesi مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
Aynı üsluptaki یَرۡمِ بِهِ cümlesi ثُمَّ atıf harfiyle şart cümlesine atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدِ ٱحۡتَمَلَ بُهۡتَـٰنࣰا وَإِثۡمࣰا مُّبِینࣰا şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدِ tahkik harfi, cümleyi tekid etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette muzari sıygada gelen fiiller, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
إِثۡمࣰا ,مُّبِینࣰا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
بُهۡتَـٰنࣰا - إِثۡمࣰا - خَطِیۤـَٔةً ve ٱحۡتَمَلَ - یَكۡسِبۡ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
إِثۡمࣰا - بَرِیۤـࣰٔا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
إِثۡمࣰا’in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, إِثۡمࣰا - ثُمَّ arasında cinâs-ı nâkıs vardır.
خَطِیۤـَٔةً küçük günah; إِثۡمࣰا ِbüyük günah demektir. ثُمَّ يَرْمِ بِه۪ بَر۪ٓيـًٔا Tu’me b. Übeyrık, günah işlemekle günahkâr, onu başkasına atmakla da iftiracı olmuş, dolayısıyla da kendinde iki suçu birleştirmiştir. (Keşşâf)
Bir kimsenin işlediği suçu, masum birinin üzerine atmasının, ne kadar korkunç olduğu aşikârdır. Şu halde bu günahın büyüklüğü, başkasının üzerine atılan suçun, atana ait olmasından dolayıdır. Zira kasıtlı veya kasıtsız, büyük veya küçük bir suçu masum bir insanın üzerine atmak, bizatihi bühtan ve günahtır. Bu asılsız isnat yalandır, bütün dinlerde haramdır ve bizatihi gerçek bir günahtır.
Bu suçun isnat edene ait olmasıyla suç daha da ağırlaşır ve çirkinliği artar. Çünkü bu isnat, kendi suçunu masum birine yüklemek ve cezasını ona çektirmek manasını taşır. Nitekim ayette احْتَمَلَ [yüklenme] fiilinin kullanılması da bunu ifade eder. Bir de yüklenme fiili, bunun vebalinin ağır ve durumun çetin olduğunu bildirir. (Ebüssuûd)وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْلَا | ve olmasaydı |
|
2 | فَضْلُ | lutfu |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | عَلَيْكَ | sana |
|
5 | وَرَحْمَتُهُ | ve acıması |
|
6 | لَهَمَّتْ | yeltenmişti |
|
7 | طَائِفَةٌ | bir grup |
|
8 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يُضِلُّوكَ | seni saptırmağa |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | يُضِلُّونَ | onlar saptıramazlar |
|
13 | إِلَّا | başkasını |
|
14 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerinden |
|
15 | وَمَا |
|
|
16 | يَضُرُّونَكَ | sana zarar veremezler |
|
17 | مِنْ | hiçbir |
|
18 | شَيْءٍ | şey |
|
19 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | عَلَيْكَ | sana |
|
22 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
23 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
24 | وَعَلَّمَكَ | ve sana öğretti |
|
25 | مَا | şeyleri |
|
26 | لَمْ |
|
|
27 | تَكُنْ | olmadığın |
|
28 | تَعْلَمُ | biliyor |
|
29 | وَكَانَ | ve |
|
30 | فَضْلُ | lutfu |
|
31 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
32 | عَلَيْكَ | sana |
|
33 | عَظِيمًا | büyüktür |
|
Bu âyette dört önemli bilgi ve hüküm vardır:
a) Yukarıda açıklandığı üzere dinin tebliği yani doğru olarak ümmete ulaştırılması, öğretilmesi ve hayatlarında uygulanması konusunda–ilâhî koruma altında bulunan– Hz. Peygamber yanılmaz. Bu konuda onu yanıltmak isteyenler ve bu mânada ona zarar vermek isteyenler ancak kendilerine zarar vermiş ve kendileri yanılmış olurlar.
b) Allah Teâlâ ona kitabı ve hikmeti göndermiştir. Kitap da hikmet de onun kendinden, beşerî bilgi kaynağından değil, Allah’tandır. Kitaptan maksadın Kur’ân olduğunda ittifak vardır. Hikmet ise birden fazla mâna verilerek açıklanmıştır: 1. Kur’ân’ın ahkâm âyetleri dışında kalan, din ve dünya için faydalı bilgiler getiren kısmıdır. 2. Sünnettir. 3. Vahyi anlama ve uygulama kabiliyetidir. 4. Hz. Peygamber’e mahsus zihnî yapı ve tefekkür kabiliyetidir (ayrıca bk. Bakara 2/269).
c) Hz. Peygamber vahiy gelmeden önce gerek din ve gerekse dünyanın geçmişi, o günü ve geleceği konusunda bilmediği bazı şeyleri sonradan vahiy yoluyla Allah’tan öğrenmiştir.
d) Başta kitap ve hikmet nimeti olmak üzere Allah Teâlâ, sevgili peygamberine büyük lutuflarda bulunmuş, müstesna özellikler bahşetmiştir. Bunların bir kısmından onun ümmeti ve bütün insanlık da istifade etmiştir, etmektedir, edecektir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 141
Riyazus Salihin, 1504 Nolu Hadis
Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde bir müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemediği veya akrabası ile ilgisini kesmeyi arzu etmediği sürece Allah onun dileğini mutlaka yerine getirir veya ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir.”
Orada bulunanlardan biri:
- O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz, deyince, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’ın lutfu dilediğiniz şeylerden daha çoktur” buyurdu.
Tirmizî, Daavât 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18
Hemme همّ: İnsanı damla damla eriten hüzün demektir. أهَمَّنِي كَذَا deyimi beni onunla ilgilenmeye sevketti demektir.(Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri himmet, mühim, ehemmiyet, ihtİmam ve mühimmattır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. فَضْلُ mübtedadır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır.) şeklindedir.
عَلَيْكَ car mecruru فَضْلُ kelimesine müteallıktır. رَحْمَتُهُ kelimesi atıf harfi وَ’la فَضْلُ ’e matuftur.
لَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır. هَمَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. طَٓائِفَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte هَمَّتْ fiiline müteallıktır.
يُضِلُّوكَ fiili نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْهُمْ kavlindeki zamir, insanlara râcidir. (Nesefî, Medariku’t Tenzîl ve Hakaîku’t Tevîl)
وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُضِلُّونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْفُسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَضُرُّونَكَ muzari fiildir. نَ ‘un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ harfi zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mahallen mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; ما يضرونك ضررا ما (Sana herhangi bir zarar vermezler.) şeklindedir.
يُضِلُّونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ‘dır. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen mecrurdur.
عَلَيْكَ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحِكْمَةَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْكِتَابَ kelimesine matuftur.
وَ atıf harfidir. عَلَّمَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir.
İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُنْ ‘un ismi müstetir olup, takdiri أنت ’dir.
عَلَيْكَ zamiri Resulullah’a (sav) râcidir. (Beyzâvî)
تَعْلَمُ fiili تَكُنْ ‘un haberi olarak mahallen mansubtur. تَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.
عَلَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
فَضْلُ اللّٰهِ kelimesi كَانَ ’nin ismidir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكَ car mecruru فَضْلُ kelimesine müteallıktır. عَظ۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ وَرَحْمَتُهُ لَهَمَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ اَنْ يُضِلُّوكَۜ
İstînâfiyye olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden şart cümlesi لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ , faide-i haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir.
Cevap cümlesi لَهَمَّت طَّاۤىِٕفَةࣱ مِّنۡهُمۡ أَن یُضِلُّوكَ rabıta لَ ‘ı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır.
Masdar harfi أَن ve akabindeki muzari fiil cümlesi takdir edilen بَ harfi nedeniyle cer mahallinde olup هَمَّت fiiline müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
فَضْلُ اللّٰهِ ve رَحْمَتُهُ izafetleri muzâfın şanı içindir. Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğundan lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
فَضْلُ ve رَحْمَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
طَّاۤىِٕفَةࣱ ‘ deki tenvin tahkir ifade eder.
لَوْ edatı aslında bir şey bulunmadığı için başka bir şeyin de bulunmaması manası içindir. لَا edatının başına geçerse ispat manası ifade eder; o da başkası bulunduğu için bir şeyin olmamasıdır. Ondan sonra gelen isim Sîbeveyh’e göre mübtedadır, haberinin hazfi de vaciptir. Çünkü kelam ona delalet eder ve cevap onun yerini tutar. Kûfelilere göre ise mahzuf fiilin failidir. (Beyzâvî)
وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ
وَ ’la gelen cümle یُضِلُّوكَ ‘nin failinin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. مَا ve إِلَّاۤ ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.
یُضِلُّونَ - یُضِلُّوكَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Başka mef’ûllere değil. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ayette dalalet fiili, onların nefislerine tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَضُرُّونَكَ مِنْ شَيْءٍۜ
Cümle makabline matuftur. وَ ’ın istînâfiyye olması da caizdir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
یَضُرُّونَكَ - یُضِلُّوكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
شَیۡءࣲۚ ’deki tenvin “hiçbir şey” anlamında taklîl ve nev ifade eder.
Ayetteki beyanî üsluptan umum anlaşılmaktadır. شَیۡءࣲۚ kelimesi nefy siyakında nekra olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekre, umuma delalet eder. İki farklı şekilde umumi mana ifade edilmiştir:
وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
ٱلۡكِتَـٰبَ , Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
Aynı üslupta gelen عَلَّمَكَ مَا لَمۡ تَكُن تَعۡلَمُۚ cümlesi makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
Müşterek ism-i mevsul مَا , iki mef’ûle müteaddi olan عَلَّمَ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. Sılası menfi muzari كان ’nin dahil olduğu لَمۡ تَكُن تَعۡلَمُۚ cümlesidir.
كان ‘nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini canlı tutar.
ٱلۡكِتَـٰبَ - ٱلۡحِكۡمَةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَلَّمَكَ - تَعۡلَمُۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يماً
وَ atıftır. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.
كَانَ ’nin isminin izafetle marife olması veciz ifade kastıyladır.
فَضۡلُ ٱللَّهِ izafedinde فَضۡلُ, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâle muzâf olmasıyla şan ve şeref kazanmıştır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَیۡكَ car mecruru كَانَ ’nin haberi olan عَظِیمࣰا ‘e takdim edilmiştir. Bu takdim, Allah’ın Hz. Peygambere olan fazlını vurgulamıştır.
عَلَیۡكَ - عَلَّمَكَ , فَضۡلُ - یُضِلُّونَ kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs sanatı vardır.
كَانَ - لَمۡ تَكُن ve مَا یُضِلُّونَ - یُضِلُّوكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin başında geçen فَضۡلُ ٱللَّهِ عَلَیۡكَ ifadesinin, sonunda da zikredilmesinde reddü’l-acüz ale’s-sadr ve teşâbüh-i etrâf sanatları vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Gözlerimi açtığımda. Daha önce hiç şahit olmadığım müthişlikte bir manzara duruyordu, karşımda. Fakat sanki ben, bir hiçliğe hapsolmuştum. Güzelliklerin hepsi, içimdeki bir boşluğa girip kayboluyordu, adeta. Bir kulağından girdi, ötekisinden çıktı derler ya hani. İşte bütün güzellikler, hiçbir iz bırakmadan terk ediyordu zihnimi.
Aniden, ağaçların arasından, iki adam çıktı. Omuzlarımdan tutup, sürüklediler. Büyük bir alana gelince, bıraktılar. Hiçbir şeyi sorgulamıyordum. Sanki ben, her şeyin bilincindeydim de, olacaklara istemeden razı olmuştum. İtiraz hakkımın olmadığı bir kabullenmişlik, bir çaresizlik içindeydim. Koca alanda, zerre boşluk yoktu. İğne atsam, yerin yolunu bulamazdı. Önce, her şey çok karışık geldi. Sonra, netleşmeye başladı. Gözlerim, yerdekileri seçtikçe, bir panik dalgası yükseldi.
Önümdekiler, bana ait özel bilgilerdi. İnsanlardan özenle sakladıklarımdı. Kendimi kandırdıklarımdı. Önemli ve önemsiz bulduklarımdı. Bütün günahlarım, dalga geçer gibi bana göz kırpıyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa koşuyordum. Kimsecikler görmeden, üzerlerini örtmeye çalışıyordum. Çabaladıkça, inadına daha da belirginleşiyorlardı. Adamlar ise bir oyun izler gibi beni seyrediyordu.
Hırsımdan ağlamaya başladığımda, güldüklerini duydum. ‘İnsan, tövbe etmediği ve ısrar ettiği günahlarının yüzüne çarpılacağına inanır da, kendisinin başına geleceğini tam idrak edemez.’ dediler. O zaman, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. ‘Telafi etme imkanım yok mu?’ diye sordum. Yine güldüler. Cevap vermeden yanıma geldiler. Omuzlarımdan tutup yine kaldırdılar. Bağırdım. Hiç kimsenin gelmeyeceğini bilmeme rağmen. Çırpındım. Durmayacaklarından emin olmama rağmen. Direndim. Gitmek istemediğim yere, varacağımı bilmeme rağmen.
Gözlerimi defalarca kapatıp açtım. ‘Allahım! N’olursun bir rüya olsun. N’olursun. Öldüysem de beni geri gönder.’ diye yalvardım. Yorgun düşmüş göz kapaklarımı, son bir kez daha kaldırmaya çalışırken, aradan odamı gördüm. Ne dehşet vücudumu terk etmişti, ne de rahatlamanın verdiği huzur henüz vücuduma yerleşmişti. Tir tir titriyordum. Titremelerin arasında, Allah’a hamd ediyordum. Sonu gelmemiş nefeslerimin ve tükenmemiş fırsatlarımın şükründeydim.
Ğafûr ve Rahîm olan Allahım. Senden, tövbe etmesini bilen ve Senin affettiğin kullarından olmayı isteriz. O son nefesteki, faydasız pişmanlıktan Sana sığınırız.
Emanete hıyanet edenleri sevmeyen Rabbim. İmtihan dünyasında bizlere emanet ettiğin sorumluluğu, hakkıyla sahip çıkıp yerine getirenlerden. İnsanların ise en ufak emanetlerini, layıkıyla muhafaza edenlerden olmamızda yardımcımız ol. Başkalarının sırlarına, hallerine veya mallarına, ne sözle, ne de hareketle hıyanet etmemize izin verme. Ki huzuruna geldiğimizde, Senin de bizim günahlarımızı ve ayıplarımızı affedeceğine, üzerlerini örteceğine dair umudumuz, istemeye de yüzümüz olsun.
Alîm ve Hakîm olan Allahım. Ğafur ve Rahîm olan Rabbim. Merhametine muhtacız. Bizleri affet. Nefesi tükenmeden, akıllananlardan. Af dileyenlerden. Ve sahip olduğu her fırsatı değerlendirenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Attığı yalanlar anlaşılmadığında ya da hakkettiği cezalardan kurtulduğunda kendisini tebrik ediyordu. Saptığı batıl yollardan kazançlı çıktığı zaman seviniyor ve zaten başkaları da yapıyor diyerek avunuyordu. Halbuki, Allah’ın sınırlarından taviz verildiğini gördüğü zaman; ne kendi nefsinin, ne de bir başkasının yanında durmaması ve olmayan haklarını savunmaması gerektiğini biliyordu.
Yeri geldiğinde, başkasının hakkına girmenin sonucunda elde ettiği geçici nimetlere bakarak gururlanıyordu. Allah’ın rızasına uygun olmayan işlerin, lehine sonuçlanmasının dünya imtihanı oluşuna aklını kapatıyordu. Değer verdiklerine benzer yollarla haksızlık yapıldığı zaman ise şiddetli tepkiler gösteriyordu. Halbuki, adaletin keyfine göre işleyen bir kavram olmadığını gayet iyi anlıyordu.
Yeryüzünde anlık yaşamak kolay olduğu kadar da tehlikeliydi. Zira, böylece elde etme heveslerini ve kaybetme korkularını büyüten nefsi tarafından yönetiliyordu. Belki de bu yüzden tüketmeye teşvik edenlerin işlediği ana tema: ‘Bulunduğun anı, geç kalmadan yaşa!’idi. Halbuki, insan ancak sadece tövbe etmeye, ölümü hatırlamaya ve aklını başına toplayarak Allah için yaşamaya geç kalıyordu.
Ey Allahım! Dünyevi meselelerde acele etmekten, uhrevi işlerde ise geç kalmaktan; görünürde lehimize ya da aleyhimize sonuçlanan imtihanlarımız karşısında cahilce davranarak kaybetmekten muhafaza buyur. Kendimize ya da bir başkasına verdiğimiz nefsani değerden dolayı herhangi bir zulmü ve adaletsizliği savunma gafletine düşmekten muhafaza buyur. Ey Allahım! Bizi affet. Bizi hiçbir ayetini ve emrini ayırt etmeden, tavizden ve şüpheden uzak samimiyet ile iman ve teslimiyet ile Sana kulluk edenlerden eyle.
Amin.