بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | yoktur |
|
2 | خَيْرَ | hayır |
|
3 | فِي |
|
|
4 | كَثِيرٍ | çoğunda |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | نَجْوَاهُمْ | gizli konuşmalarının |
|
7 | إِلَّا | yalnız hariç |
|
8 | مَنْ | kimse |
|
9 | أَمَرَ | emreden |
|
10 | بِصَدَقَةٍ | sadakayı |
|
11 | أَوْ | yahut |
|
12 | مَعْرُوفٍ | iyiliği |
|
13 | أَوْ | ya da |
|
14 | إِصْلَاحٍ | düzeltmeyi |
|
15 | بَيْنَ | arasını |
|
16 | النَّاسِ | insanların |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | يَفْعَلْ | yaparsa |
|
19 | ذَٰلِكَ | bunu |
|
20 | ابْتِغَاءَ | amacıyle |
|
21 | مَرْضَاتِ | rızasını kazanmak |
|
22 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
23 | فَسَوْفَ | yakında |
|
24 | نُؤْتِيهِ | ona vereceğiz |
|
25 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
26 | عَظِيمًا | büyük |
|
Bu âyetin yukarıdakilerle alâkası, Übeyrık ailesinin hırsızlığı örtmek ve başkalarının üzerine atmak için yaptıkları gizli görüşmeler, fısıldaşmalar ve giriştikleri gizli tertiplerdir; âyet özelde bu davranışı, genelde de benzerlerini kınamaktadır.
Birkaç kişinin gizli olarak toplanıp konuşmaları veya başkalarının yanında bir tarafa çekilerek aralarında söyleşmeleri, fısıldaşmaları genellikle bunu gören, haber alan kimselerin tecessüslerini tahrik etmekte, meraklarını harekete geçirmekte, şüphe ve töhmetlerini celbetmektedir. Gerçekten de insanların içinde açıkça konuşulmayan konuların gizlenecek bir yönü olduğu ortadadır ve bunu açıklamak çoğu defa insanların hayrına değildir. Bu sebeple âyetler (Mücâdele 58/8-9, 12; Tâhâ 20/62; Tevbe 9/78) ve hadisler (Buhârî, “İsti’zân”, 47; Müslim, “Selâm”, 37-38) gizli görüşmeleri hoş görmemiş, gerektiren istisnalar dışında müminlerin açıklığı tercih etmelerini, içlerinin ve dışlarının bir olmasını; kitap, sünnet, yöneticiler ve halk karşısında ihlâslı olmalarını, içtenlikle davranmalarını, ikiyüzlülükten uzak durmalarını istemiştir.
Burada câiz olan gizli görüşmelere, fısıldaşmalara konu olabilecek üç istisnadan söz edilmiş ve bunların kulluk yönünden işe yaraması, ecre lâyık olması da bir şarta yani ihlâsa, Allah rızâsı için olmasına bağlanmıştır. İstisnaların birincisi olan sadaka, en geniş mânasıyla insanlara maddî ve mânevî yardımda bulunmak ve iyilik etmektir. “Ma‘rûf”, mâkul, meşrû ve makbul olan davranışlar ve ilişkilerdir. “İnsanların arasını düzeltmek” de Kur’ân’da ve Sünnet’te sık sık vurgulanan güzel bir davranış biçimi, bir iyilik çeşidi, bir sosyal ödev örneğidir. Birçok zaman ve mekânda mahkemelerin dolup taşması, ceza evlerinin mahkûmlara dar gelmesinin önemli sebeplerinden biri de toplumun bu vazifeyi ihmal etmesidir. Geleneğimizde mevcut olan, yerleşim yerinin büyükleri, ileri gelenleri tarafından Allah rızâsı için yerine getirilen, en önemli müeyyidesini toplumun tepkisinde bulan bu sosyal müessese tarihe karışmış; nemelâzımcılık, başına buyrukluk, aşırı bencillik ve sorumsuz bireysel özgürlük anlayışı bu güzel âdeti büyük ölçüde elimizden alıp götürmüştür. Öz değerlerine bağlı eğitimcilerin, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi yeni nesillere kazandırmak için gayret etmeleri zaruret haline gelmiştir.
Bu üç hayırlı, faydalı ve gerekli davranış, bazan gizli görüşmelerin yapılmasını, zamanından önce bazı bilgilerin ve haberlerin yayılmamasını kaçınılmaz kıldığı için yasak kapsamından çıkarıldığı gibi meselâ iki kişinin veya grubun arasını düzeltmek için yalan söylemeye bile izin verilmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58; Tirmizî, “Birr”, 26).
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 141-142
Ebu'd-derda radıyallahu anh anlatıyor:
"Rasûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah'ın Rasûlü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır." Tirmizi'de şu ziyade gelmiştir: "Ben saçı kazır demiyorum, velakin dini kazır (diyorum)."
Kaynak: Ebu Davud, Edeb 58, (4919); Tirmizi, Kıyamet 57, (2511)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Riyazus Salihin, 250 Nolu Hadis
Ümmü Külsûm Binti Ukbe İbni Ebû Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.”
Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 50; Tirmizî, Birr 26
Müslim’in rivayetinde şöyle bir fazlalık vardır:
Ümmü Külsûm dedi ki, Peygamber aleyhisselâm’ın halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:
Savaşta (düşmanı aldatmak için),
İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,
Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır
لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. خَيْرَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
ف۪ي كَث۪يرٍ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. مِنْ نَجْوٰيهُمْ car mecruru كَث۪يرٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisnâ edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , istisna-i münkatı’ olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اَمَرَ بِصَدَقَةٍ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَمَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِصَدَقَةٍ car mecruru اَمَرَ fiiline müteallıktır. مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ kelimeleri, atıf harfi اَوْ ile بِصَدَقَةٍ ’e matuftur.
بَيْنَ mekân zarfı, اِصْلَاحٍ ’e müteallıktır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَعْرُوفٍ kelimesi sülâsî mücerred olan عرف fiilinin ism-i mef’ûlüdür.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ meczum muzari fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.
ذٰلِكَ işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir.
ابْتِغَٓاءَ sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. مَرۡضَاتِ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar. ٱللَّهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edata tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
نُؤْت۪يهِ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا ise اَجْرًا’in sıfatıdır.لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ
وَ atıf veya istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi cinsini nefyeden لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَّا , فِی كَثِیرࣲ ‘nın genellikle mahzuf olan haberine müteallıktır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr مَنۡ ile لَاۤ ‘nın ismi olan خَیۡرَ kelimesi arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Burada إِلَّا ‘dan sonra gelen كَثِیرࣲ , مَنۡ kelimesinden bedel olmak üzere mecrurdur. مَنۡ ‘in istisnâ-i münkatı’ olarak mansub olması da caizdir. Bu durumda mana şöyle olur: Ancak sadakayı emreden hariç, çünkü onun fısıldaşmasında hayır vardır. (Keşşâf)
Müstesna olan ism-i mevsûl مِنْ ’in sılası …أَمَرَ بِصَدَقَةٍ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
بِصَدَقَةٍ - مَعۡرُوفٍ - إِصۡلَـٰحِۭ - خَیۡرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Emredilenlerin بِصَدَقَةٍ - مَعۡرُوفٍ - إِصۡلَـٰحِۭ بَیۡنَ ٱلنَّاسِۚ olarak sayılması taksim sanatıdır.
Bu ayet, her ne kadar o hırsızın (Tu’me) kavminin birbirleriyle fısıldaşmaları hakkında nazil olmuş ise de mana bakımından umum ifade eden bir ayettir. Buna göre mana, “İnsanların, hakkında fısıldaşıp sohbete daldıkları sözlerden, sadece hayır işlerine dair olanlar makbuldür.” şeklinde olur.
Daha sonra Cenab-ı Hak, hayır işlerinin üç çeşit olduğunu belirtmiştir:
a- Sadakayı emretmek,
b- Maruf olan şeyi emretmek,
c- İnsanların arasını ıslah etmek... Cenab-ı Allah sadece bu üç kısmı zikretmiştir, zira hayır işi ya bir menfaat ulaştırmak veya bir zararı gidermek şeklinde olur. Hayrı ulaştırmak ya maddi hayırlardan olur ki bu mesela mal vermektir; işte bu hususa Cenab-ı Hak, “Bir sadaka vermeyi emredenler müstesna…” ifadesiyle işaret etmiştir. Yahut manevi hayırlardan olur ki bu da nazarî kuvveti ilimlerle; amelî kuvveti de güzel fiillerle mükemmelleştirmekten ibaret olup her ikisi de ma’rûfu emretmekten ibarettir. İşte buna Cenab-ı Hak, “...ya da bir iyilik yapmayı…” ifadesiyle işaret etmiştir. Zararı gidermeye gelince, bu hususa da “Cenab-ı Allah veya insanların arasını düzeltmeyi…” ifadesiyle işaret etmiştir. Böylece bütün hayırların bu ayette zikredilmiş olduğu sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ma’rûf, dinin güzel saydığı ve aklın da reddetmediği her şeydir. Bu itibarla güzelin bütün sınıflarını ve hayır işlerinin bütün çeşitlerini kapsar.
Bu ayetteki ma’rûf,
- Karz-ı hasen (karşılıksız ödünç verme),
- Mazlumun yardımına koşma,
- Nafile sadaka verme olarak tefsir edilmiştir.
Bu görüşe göre ayetteki sadakadan, vâcip (farz) olan sadakalar kastedilmiştir.
İnsanlar arasını düzeltmek, insanlar arasında küslük ve düşmanlık meydana geldiği zaman, şeriat sınırları dışına çıkmadan aralarını bulmaktır. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ istînâfiyye, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan یَفۡعَلۡ ذَ ٰلِكَ, cümlesi مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
Mef’ûl olan işaret ismi ذَ ٰلِكَ ile emredilen şeylere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare oluşur. Câmî’, her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu zikredilenler pek yakında geçtiği halde onlar için uzak işareti olan ذٰلِكَ [işte onlar] kullanılması, onların mertebece yüksek olmasındandır. (Ebüssuûd)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَسَوۡفَ نُؤۡتِیهِ أَجۡرًا عَظِیمࣰا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan müstakbel harfi سَوۡفَ, vaat sıyakında tekid ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
أَجۡرًا ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder. أَجۡرًا ,عَظِیمࣰا için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱبۡتِغَاۤءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan ٱبۡتِغَاۤءَ ve مَرۡضَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
ٱبۡتِغَاۤءَ, mef’ûlün lieclih olarak mansubtur.
Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ gaib sıygasıyla gelmişken فَسَوۡفَ نُؤۡتِیهِ أَجۡرًا عَظِیمࣰا de mütekellime iltifat edilmiştir. (Âşûr)
Cenab-ı Hak, “Kim Allah’ın rızasını arayarak böyle yaparsa Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz.” buyurmuştur ki bu “Bu üç çeşit taat, her ne kadar şerefli ve son derece yüce ise de insan bunları, sırf Allah rızasını talep etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaptığı zaman bunlardan istifade edebilir. Ama bunları gösteriş ve kahramanlık olsun diye yaparsa bu durumda hüküm tersine döner, bütün bu taatler en büyük kötülüklerden olmuş olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Söz konusu hayırlı işler, Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle takyid edilmiştir. Çünkü ameller, niyetlere bağlıdır ve bu niyeti beslemeden bir hayır yapan kimse mahrumiyetten başka bir şey elde edemez. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim de |
|
2 | يُشَاقِقِ | karşı gelir |
|
3 | الرَّسُولَ | Elçi’ye |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِ | sonra |
|
6 | مَا |
|
|
7 | تَبَيَّنَ | belli olduktan |
|
8 | لَهُ | kendisine |
|
9 | الْهُدَىٰ | doğru yol |
|
10 | وَيَتَّبِعْ | ve uyarsa |
|
11 | غَيْرَ | başkasına |
|
12 | سَبِيلِ | yolundan |
|
13 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerin |
|
14 | نُوَلِّهِ | onu yöneltiriz |
|
15 | مَا |
|
|
16 | تَوَلَّىٰ | döndüğü (yola) |
|
17 | وَنُصْلِهِ | ve sokarız |
|
18 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
19 | وَسَاءَتْ | ne kötü |
|
20 | مَصِيرًا | bir gidiş yeridir |
|
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشَاقِقِ meczum muzari fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.
الرَّسُولَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ بَعْدِ car mecruru يُشَاقِقِ fiiline müteallıktır. مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
تَبَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru تَبَيَّنَ fiiline müteallıktır. الْهُدٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
يَتَّبِعْ fiili atıf harfi وَ ’la يُشَاقِقِ fiiline atfedilmiş meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. سَب۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى ’dır. نُوَلِّ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir ه۪ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlün sılası تَوَلّٰى ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
وَ atıf harfidir. نُصْلِه۪ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir ه۪ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. جَهَنَّمَ ikinci mef’ûlun bihtir.
يُشَاقِقِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi شقق ‘dur. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
تَبَيَّنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟
وَ istînâfiyyedir. سَٓاءَتْ zem anlamı taşıyan camid fildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
سَٓاءَتْ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri جهنم ‘dir. مَص۪يرًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِـعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً۟
وَ istînâfiyye, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …یُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ cümlesi مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
Burada resul unvanının kullanılması, ona muhalefet edip karşı gelmeye cüret etmenin vehametini ortaya koymak ve bir de ondan sonraki hükmün illetini belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
Masdariye olan مَا ’yı takip eden müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle بَعۡدِ ’nin muzâfun ileyhidir.
Tezat dolayısıyla makabline atfedilen وَیَتَّبِعۡ غَیۡرَ سَبِیلِ ٱلۡمُؤۡمِنِینَ cümlesi, şart cümlesi gibi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَبِیلِ ٱلۡمُؤۡمِنِینَ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Müminlerin inandıkları din anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. (Âşûr)
Bu izafette سَبِیلِ kelimesi tazim edilmiştir. Gayrının, yani başka dinlerin de tahkiri söz konusudur.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُوَلِّهِۦ مَا تَوَلَّىٰ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan müstakbel harfi سَوۡفَ, vaat sıyakında tekid ifade etmiştir.
Sılası müsbet muzari fiil cümlesi olan müşterek ism-i mevsul نُوَلِّهِ , مَا fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Tevcih ihtiva eder. Aynı üsluptaki وَنُصۡلِهِۦ جَهَنَّمَۖ cümlesi نُوَلِّهِ cümlesine tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.
نُوَلِّهِۦ - تَوَلَّىٰ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نُوَلِّهِ sözünde müşâkele vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin fasılası olan zem fiili سَاۤءَ ’nin dahil olduğu, وَسَاۤءَتۡ مَصِیرًا cümlesi, gayrı talebî inşâî isnaddır. سَاۤءَتۡ fiilinin takdiri جَهَنَّمَۖ olan mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَسَاۤءَتۡ مَصِیرًا [O ne kötü yerdir] mübalağa ve göze çirkin gösterme nüktesine binaen îgāl ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Bu ayet-i kerime, icmanın hüccet ve icmaya muhalefetin haram olduğuna delalet etmektedir. Zira ayet, müminler camiasına muhalefet etmemeyi, onların yoluna uymayı emretmektedir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüpheiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَغْفِرُ | bağışlamaz |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يُشْرَكَ | ortak koşulmasını |
|
7 | بِهِ | kendisine |
|
8 | وَيَغْفِرُ | ve bağışlar |
|
9 | مَا | herşeyi |
|
10 | دُونَ | başka |
|
11 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
12 | لِمَنْ | kimseye |
|
13 | يَشَاءُ | dilediği |
|
14 | وَمَنْ | ve kim |
|
15 | يُشْرِكْ | ortak koşarsa |
|
16 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
17 | فَقَدْ | muhakkak |
|
18 | ضَلَّ | sapıklığa düşmüştür |
|
19 | ضَلَالًا | bir sapkınlıkla |
|
20 | بَعِيدًا | uzak |
|
"Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." Yukarda ve yine bu sûrede bu âyetin benzeri kitap ehli hakkında geçmiş ve açıklanmıştı.
Burada da Tu'me gibi dönmelerle beraber kitap ehlinden başka olan küfür ve şirk ehli açısından sevkolunmuştur. Bunun için orada "Mesih Allah'ın oğludur", "Uzeyr Allah'ın oğludur" gibi, oğul isnat ve iftirasına işaretle "Kim Allah'a şirk koşarsa mutlaka büyük bir günah ile iftira etmiş olur." (Nisâ, 4/48) buyurulduğu halde, burada şöyle buyuruluyor: Her kim Allah'a ortak koşarsa artık derin bir sapıklık ile sapıklığa düşer gider.
Yani öyle sapıtır öyle sapıtır ki, doğru yoldan pek uzaklara düşer, ilâhî mağfiret ve rahmetten uzaklaştıkça uzaklaşır. Şu halde şirk (Allah'a ortak koşmak), hem Hakk'a bir iftira ve büyük günah, hem de derin bir sapıklıktır. Ve her iki şekil de büyük zulümdür. Bununla beraber bazı müşrik (Allah'a ortak koşan)lerde iftira durumu açık, bazılarında da sapıklık durumu açıktır. Bunun için her birinde affedilmemek, yerine göre bir sebebe bağlanmıştır. Kitap ehlinin şirki, sapıklıktan çok, bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapıklık eseridir.
Şu halde biri ahlâksızlığa, biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tevbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde, sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapıklığını artırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur.
Bundan dolayıdır ki, kitap ehli hakkında "O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur." (Âl-i İmran, 3/19) buyurulmuştur. Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade ve ihtisas işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi, ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç bir kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi.
Bir gaflet, bir şehvet, bir öfke, bir haset, bir alışkanlık, bir ümit, bir ümitsizlik, bir gurur, bazan bir kimseye pek iyi bildiği bir gerçeğin ve hatta bütün bildiklerinin tersini yaptırmaya yeterli olur. "İnsan bir hakkı anlar da kabul etmez olur mu?" diyenler, herhangi bir yalancının, doğrusunu bilip dururken yalancılık ettiğini ve herhangi bir dolandırıcının bilerek dolandırdığını düşünemeyenlerdir.
Bunlara, "Öyle ise kesenizi önünüze gelen adama teslim eder misiniz?" denirse, "hayır" diyeceklerinde şüphe yoktur. Aynı şekilde, "bütün kötülüğün başı bilgisizlikte ve eğitimsizliktedir" diyenler, zeki veya tahsil görmüş şerlilerin şerrinden daha çok korktuklarını hesap etmeyenlerdir. İblis bunun en büyük örneği, şeytanlık da bu mânânın menba ve kaynağıdır.
Cahillerin şirki de esasında böyle şeytanlık yapan hainlerin hakkı bozmakla tezvir (yalan-dolan) ve iftiralarına aldanıp kapılmalarının eseridir. Aldatma araçlarının en tesirlisi şehvet ve şehvete çağıranın en heyecan vericisi ise kadındır. "İnsanlara, kadınlardan gelen şehvet sevgisi süslü gösterildi" (Âl-i İmran, 3/14).
Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir.
لَا; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.
يَغْفِرُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَغْفِرُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُشْرَكَ meçhul mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِه۪ car mecruru يُشْرَكَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَغْفِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Mekân zarfı دُونَ , mahzuf sılaya müteallıktır. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte يَغْفِرُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُشْرَكَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُشْرِكْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُشْرِكْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ضَلَالًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. بَع۪يدًا kelimesi ضَلَالًا ’in sıfatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪
Müstenefe cümlesidir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsim cümlesi zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi أَن ve akabindeki fiil cümlesi أَن یُشۡرَكَ بِهِ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle لَا یَغۡفِرُ fiilinin mef’ûlüdür.
وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ
Cümle tezat dolayısıyla makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsulün sılası يَشَٓاءُۜ da müspet muzari fiil sıygasındadır. Mevsuller tevcih ihtiva ederler.
وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesiyle لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَغْفِرُ- لَا يَغْفِرُ fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat vardır.
وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً
وَ istînâfiyye, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُشْرِكْ بِاللّٰهِ , cümlesi مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan tahkik harfi قَدْ ‘la tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak olan ضَلَالًا ‘deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. ضَلَالًا , بَع۪يدًا için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
يَغْفِرُ - يُشْرِكْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ضَلَّ - ضَلَالًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yukarıda ve yine bu surede bu ayetin benzeri kitap ehli hakkında geçmiş ve açıklanmıştı. Burada da Tu’me gibi dönmelerle beraber kitap ehlinden başka olan küfür ve şirk ehli açısından sevk olunmuştur. Bunun için orada “Mesih, Allah’ın oğludur.”, “Üzeyir Allah’ın oğludur.”” gibi oğul isnat ve iftirasına işaretle “Kim Allah’a şirk koşarsa mutlaka büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48) buyurulduğu halde burada şöyle buyuruluyor: Her kim Allah’a ortak koşarsa artık derin bir sapkınlık ile sapkınlığa düşer gider. Yani öyle sapıtır öyle sapıtır ki doğru yoldan pek uzaklara düşer, ilâhî mağfiret ve rahmetten uzaklaştıkça uzaklaşır. Şu halde şirk (Allah’a ortak koşmak), hem Hakk’a bir iftira ve büyük günah hem de derin bir sapkınlıktır. Ve her iki şekilde büyük zulümdür. Bununla beraber bazı müşriklerde (Allah’a ortak koşan) iftira durumu açık, bazılarında da sapkınlık durumu açıktır. Bunun için her birinde affedilmemek, yerine göre bir sebebe bağlanmıştır. Kitap ehlinin şirki, sapkınlıktan çok bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapkınlık eseridir. Şu halde biri ahlâksızlığa biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tövbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapkınlığını arttırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur. Bundan dolayıdır ki kitap ehli hakkında “O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur.” (Âl-i İmran Suresi, 19) buyurulmuştur. Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade ve ihtisas işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi. Bir gaflet, bir şehvet, bir öfke, bir haset, bir alışkanlık, bir ümit, bir ümitsizlik, bir gurur, bazen bir kimseye pek iyi bildiği bir gerçeğin ve hatta bütün bildiklerinin tersini yaptırmaya yeterli olur. (Elmalılı)
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ
Dişi putlar” diye tercüme edilen inâs kelimesi sözlükte “dişiler” anlamına gelmektedir. Bunu “dişi putlar” şeklinde çevirmemizin sebebi, bunlardan maksadın “Lât, Uzzâ ve Menât” şeklindeki dişil isimlerle anılan meşhur putlar olduğuna dair açıklamalardır (Taberî’nin de tercihi bu yöndedir, V, 280). Burada Araplar’ın, kadınları aşağıladıkları halde putlarını dişilere mahsus isimlerle anmalarındaki çelişkiye de işaret edilmiştir. Kelimeyi doğrudan “put” manasına gelen vesen kelimesinin çoğulu olarak “vüsünen” şeklinde okuyanlar da olmuştur.
Gerek bu okuyuşu ve gerekse inâs kelimesinin kökünde bulunan “edilgenlik” mânasını göz önüne alarak âyeti daha genel çerçevede yorumlayan tefsirciler, şu ilgi çekici açıklamayı getirmişlerdir: Allah’tan başka hiçbir varlık, kendisine tapanlara bir fayda sağlayamaz, onlara yönelen bir kötülüğü engelleyemez; aksine tapanlar taptıklarına birtakım özellikler verir, menfaatler sağlarlar.
Bu bakımdan “Allah’tan başka bir varlığın tanrı kabul edildiği” hiçbir din farklı ve müstesna değildir, buradaki “Allah’ı bırakıp...” ifadesi bu gerçeği dile getirmektedir.
İnsanın bilgi edinmesini, karar vermesini, arzu etmesini ve eyleme geçmesini sağlayan psikolojik yapı içinde yanıltıcı, olumsuz, çirkin ve günah olan kararlara, eylemlere götüren, iten unsurlar da vardır. Her bir fert psikolojik hayatında, şahsî tecrübesinde içindeki iyi ile kötüyü, iyiliğe çeken güçle kötülüğe çeken gücü tanır, hisseder, yaşar.
Bunlar akıl denilen melekeyi de etki altına alır, yanlış bilgi ve kanaat üretmesine, yanlış yöne gitme kararı almasına sebep olabilirler. İnsanın ruh yapısında mevcut olan bu ikilinin iyi olanı rahmâna, O’nu dinlemeye, O’na itaat etmeye; kötü olanı ise şeytana, onu dinlemeye ve onunla iş birliğine açıktır, yatkındır.
Şeytanların başı İblîs Allah’ın emrine karşı gelmiş, onun hemcinsleri de bu özelliği devralmışlardır. Başta putperestlik olmak üzere hak ve hakikate ters düşen dinlere intisap eden kimseler olsun, müslüman oldukları halde günah işleyen, amelde kusuru olan şahıslar olsun bu inanış ve davranışlarıyla günaha girmiş olmaktadırlar. Onları bu günaha iten güçler arasında şeytan da vardır. Şu halde puta tapan aslında şeytana tapmakta, ona itaat etmektedir. Çünkü putların insanları etkileme güçleri yoktur, etkileyenlerin başında Allah’ın buyruğuna karşı gelen şeytan vardır.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 147-148
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ
اِنْ nefy harfidir. يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru يَدْعُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اِنَاثًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ
وَ atıf, اِنْ nefy harfidir. يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. شَيْطَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَر۪يدًا kelimesi شَيْطَانًا ‘in sıfatıdır.
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثاًۚ
Fasılla gelmiş ayet müstenefedir. Nefy harfi اِنْ ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, fiil ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. يَدْعُونَ maksûr, اِنَاثًاۚ sıfattır. Yani ‘onlar sadece dişilere ibadet ederler, başka hiçbir şeye değil’ demektir.
Bu kasr, kasr-ı iddiâî’dir. (Âşûr)
اِنْ ve اِلَّٓا ile kurulan kasr cümleleri, اِنْ harfindeki hemzenin kuvveti dolayısıyla ما ve اِلَّٓا ile kurulan kasr cümlelerinden daha kuvvetlidir.
اِنَاثًاۚ ’deki tenvin tahkir ifade eder.
اِنَاثًاۚ dişi kabul ettikleri putlardan kinayedir.
مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti gayrının tahkiri içindir.
وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَاناً مَر۪يداًۙ
وَ istînâfiyyedir. Nefy harfi اِنْ ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. Kasr, fiil ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. يَدْعُونَ maksûr, شَيْطَانًا sıfattır. Yani ‘onlar sadece şeytana ibadet ederler, başka hiçbir şeye değil’ demektir.
شَيْطَانًا ’deki tenvin tahkir ifade eder.
شَيْطَانًا ,مَر۪يدًاۙ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Ayette geçen مَر۪يدًاۙ kelimesi, “taattan iyice uzak olma” manasında, “isyanda (azgınlıkta) ileri giden” demektir. Nitekim böylesi kimselere, “marid” ve “merîd” denilir.
Yine Zeccac, üzerinde birşey olmayan dümdüz duvar, yaprakları tamamen dökülmüş olan ağaç, sakal mahalli dümdüz ve parlak olduğu için sakalı çıkmayan kimseye de, binaenaleyh taatten iyice uzak olan kimseye de taattan iyice soyunmuş ve taatten kendisine birşey bulaşmamış olduğu için “merîd” ve “marîd” denildiğini söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثًاۚ cümlesiyle وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَانًا مَر۪يدًاۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اِنْ يَدْعُونَ اِلَّا ibaresinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
[Ama] bu putlara tapmakla [aslında, inatçı bir şeytandan başkasına dua] yani kulluk [etmiş olmuyorlar!] Çünkü onları putlara tapmaya kışkırtan odur. Onlar da ona itaat ediyorlar. Dolayısıyla ona itaatleri kulluk etmek olarak değerlendirilmiş oluyor. (Keşşâf)
Ayette yer alan, (çağırırlar, dua ederler) kelimesi, “ibadet ederler” manasınadır. Çünkü bir şeye tapan kimse ona muhtaç olduğu zaman ona dua eder. Çünkü bir şeye tapan kimse ona muhtaç olduğu zaman ona dua eder. (Fahreddin er-Râzî)
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
118-121 Arasi Diyanet tefsiri;
Burada şeytanın diğer özellikleri ve insanlara etkileri açıklanmaktadır:
a) Şeytan Allah tarafından lânetlenmiş, huzurundan kovulmuş ve rahmetinden mahrum kılınmıştır.
b) O bütün insanları değil, ancak belli bir kısmını etki altına alabilecektir. Allah Teâlâ şeytana, kullarını saptırmak için çabalama hürriyeti vermiştir. Ancak onun, kullar üzerinde cebredici bir etkisi yoktur. Rabbine samimiyetle kulluk eden müminlerin şeytandan yana bir korkuları olamaz (Hicr 15/40; Sâd 38/83).
c) Şeytan, imanı zayıf, ibadeti eksik, bu sebeple aklı ve iradesi yalnız, desteksiz ve zayıf kalmış insanları doğrudan, iyiden, haktan saptırmaya çalışır, onları olmayacak kuruntularla, tatlı hayallerle oyalar, aldatır; iyi davranışlardan, faydalı uğraşlardan alıkoyar.
d) Şeytanın insanlara yaptırdığı yanlışların en önemlileri iki örnekle anlatılmıştır: 1. Puta adanan devenin gözünü kulağını yarmak. Bu örnek bütün akıl ve ilim dışı kabullere ve hurafelere işaret etmektedir. 2. Allah’ın yaratış düzenini değiştirmek. Bu örnek de fıtrata ve selim tabiata aykırı sapmalara dikkat çekmektedir.
İbn Âşûr bu münasebetle kadınların ve erkeklerin vücutlarında yaptıkları bazı değiştirme, güzelleştirme ve düzeltmeleri değerlendirerek şu sonuca varmıştır: Sünnet olmak, belli yerlerdeki kılları almak ve gidermek, tıraş olmak, tırnak kesmek, küpe takmak için kulağı delmek gibi İslâm’ın izin verdiği, hatta teşvik ettiği güzelleştirme ve düzeltmeler “yaratılış düzenini değiştirme” mânası taşımaz. Bunlar temizlik, kolaylık ve güzellik sağlayan, tabii ve fıtrî güzelliğin ortaya çıkmasını temin eden işlemlerdir. Kaş aldırma, saç taktırma, dişleri düzeltme konusunda rivayet edilen ve “sertlik ve ağır ceza tehdidi taşıyan” hadisler yalnızca bu küçük şeylere yönelik olmamalıdır. Bu tür uygulamalar ya o zaman iffetsiz kadınların veya müşriklerin özellikleri idi ya da şeytanın tesiri bulunan, şeytanî maksatlarla sergilenen davranışlardı (V, 205-206).
Günümüzde tıbbın mümkün hale getirdiği estetik ameliyatlarla yapılan değiştirmeleri de ikiye ayırmak gerekecektir: a) Normal olana göre biçimsiz, yersiz, aşırı hacimde, maddî veya psikolojik olarak rahatsızlık verici oluşumların düzeltilmesi. Bunlar tedavi sayılır ve câizdir. b) Normal olanı ya daha ziyade güzelleştirmek veya değişiklik arzusuyla değiştirmek. Yaratılış düzenini değiştirmeyi hedefleyen bu tür uygulamalar dinen tasvip edilmez.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 148-149
Merade : İnsanlardan ve cinlerden olan şeytanların مارِد ve مَرِيدٌ olanları iyiliklerden tamamen soyutlananlardandır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri meret ve temerrüttür. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Fiil cümlesidir. لَعَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Yani şeytandır.
Mekulü’l-kavl cümlesi; mahzuf olan kasem cümlesidir.
ل mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâmdır. اَتَّخِذَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
مِنْ عِبَادِ car mecruru اَتَّخِذَنَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَص۪يبًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَفْرُوضًا kelimesi نَص۪يبًا kelimesinin sıfatıdır. مَفْرُوضًا kelimesi sülâsî mücerred olan فرض fiilinin ism-i mef’ûludur.
اَتَّخِذَنَّ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir. İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يباً مَفْرُوضاًۙ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi kesinlik ifadesi için müspet mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle haber üslubunda gelmiş olmasına rağmen beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümlenin istînâfiyye veya شَيْطَانًا için sıfat veya hal olduğu da söylenmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması haşyet hissettirme ve kalplere korku salmak kastına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Şeytanın sözleri, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Hal, sıfat veya istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasemin cevabı لَ ve نَّ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır.
عِبَادِكَ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait كَ zamirine muzâf olmasıyla عِبَادِ, şan ve şeref kazanmıştır.
نَص۪يبًا , مَفْرُوضًاۙ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مَفْرُوضًاۙ kelimesi, maktu (kesin) demektir. Yani benim için belirlenmiş bir nasibi alacağım anlamındadır. (Ebüssuûd)
نَص۪يبًا ’deki tenvin teksir ve nev ifade eder.
لَاَتَّخِذَنَّ cümlesindeki iki tekid (لَ ve şeddeli نَّ harfi) mütekellimin nefsi için gelmiştir.
[Kullarından] tabirinde geçen مِنْ harf-i cerinin on altı manası vardır. Burada onlardan uygun olanları alırsak şu manalar çıkar:
1- İbtida,
2- Tebyin,
3- Ba’z: Hepsini kandıramayacağının farkındadır.
4- Nev: Kendine benzeyen, kendi nevine yakın olanları kandıracağına işaret ediyor.
5- Tekit: Zaten kendi cin sınıfından, “kullarından” derken başka grup değil sadece kullarından diye tekit ediyor.
6- Ta’lîl anlamında, kulların sebebiyle yani onlardan dolayı bu payı edineceğim.
7- Mücaveze: Kullarının haddi aşıp doğru yoldan sapıp geçmelerini sağlayacağım.
8- İstiane: Onlara vesvese vererek eğri yollara gitmelerine yardımcı olacağım.
9- İstila: İçlerini, dışlarını her taraflarını saracağım.
10- Zarflyet: Senin kulların benim iş alanım olacak!
11- Sana kulluğa bedel olarak onları kendime kul yapacağım.
[Pay edineceğim] lâzım, melzûmu ise onları kandıracağım, aldatıp kendime bağlayacağım, onlar da benimle birlikte cehenneme gidecekler, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu ayetin manası şöyledir: “Allah’ın laneti üzerine olasıca şeytan, bu durumda ‘Celâlin hakkı için kullarından muayyen bir miktar, bir pay edineceğim.’ dedi. İşte şeytanın kendisine pay edindiği o muayyen miktar, onun izinde gidip vesveselerine uyan kimselerdir.
Bu ayetin tefsiri hususunda Hazreti Peygamberin (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Her bin kişiden biri Allah’ın diğerleri de insanların ve İblis’in (hissesidir).”
Buna göre “Gerek naklî gerekse aklî delil, şeytanın ordusunun, sayıca Allah’ın taraftarlarından daha çok olduğunu göstermektedir. Bu hususta naklî delil, Allah Teâlâ’nın, ‘Birazınız müstesna muhakkak şeytana uyup gittiniz.’ (Nisa Suresi, 83); yine Allah Teâlâ’nın, şeytandan hikâye ederek buyurmuş olduğu, ‘...Onun zürriyetini birazı müstesna olmak üzere behemehal kendime bend ederim.’ (İsra Suresi, 62) ve ‘Dedi: Senin izzetine and ederim ki ben de artık onların hepsini muhakkak azdıracağım. İçlerinden ihlasa erdirilmiş kulların müstesna…’ (Sad Suresi, 82-83) ayetleridir. Hiç şüphe yok ki ihlaslı olanlar azdırlar.
Aklî delil ise şudur: Fâsıklar ve kâfirler, ihlaslı müminlerden sayıca daha fazladırlar. Fâsık ve kâfirlerin, İblisin ordusu olduğunda şüphe yoktur.
Bu böyle olunca biz deriz ki ‘نَص۪يبًا kelimesi, ekseriyeti teşkil eden kısmı içine almayıp aksine daha azını içine aldığı halde daha niçin şeytan, ‘O da (şöyle) dedi: ‘Celâlin hakkı için kullarından muayyen bir nasip edineceğim.’ demiştir?’
Cevap: Bu farklılık ancak, beşer türüne göredir. Son derece çok oldukları halde melekler zümresi müminlere eklendiğinde, çoğunluk, ihlaslı müminler için söz konusu olur. Hem yine müminler, sayıca her ne kadar az iseler de onların Allah katındaki makam ve mevkileri son derece büyüktür. Halbuki kâfirler ve fâsıklar, her ne kadar sayıca çok iseler de onlar yok gibidirler, bir hiçtirler. İşte bu sebepten dolayı İblis’in taraftarlarına ‘nasîb’ ismi ıtlak edilmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَأُضِلَّنَّهُمْ | ve onları mutlaka saptıracağım |
|
2 | وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ | ve mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım |
|
3 | وَلَامُرَنَّهُمْ | ve onlara emredeceğim |
|
4 | فَلَيُبَتِّكُنَّ | yaracaklar |
|
5 | اذَانَ | kulaklarını |
|
6 | الْأَنْعَامِ | hayvanların |
|
7 | وَلَامُرَنَّهُمْ | ve onlara emredeceğim |
|
8 | فَلَيُغَيِّرُنَّ | değiştirecekler |
|
9 | خَلْقَ | yaratışını |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَمَنْ | ve kim |
|
12 | يَتَّخِذِ | tutarsa |
|
13 | الشَّيْطَانَ | şeytanı |
|
14 | وَلِيًّا | dost |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | دُونِ | yerine |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | فَقَدْ | muhakkak ki |
|
19 | خَسِرَ | ziyana uğramıştır |
|
20 | خُسْرَانًا | bir ziyanla |
|
21 | مُبِينًا | açık |
|
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. لَ mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm’dır. لَاُضِلَّنَّهُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Tekid نَّ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
وَ atıf harfidir. لَ mahzuf kasemin cevabına dahil olan lâm’dır. لَاُمَنِّيَنَّهُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. لَاٰمُرَنَّهُمْ cümlesi de bu iki cümle gibidir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن أمرتهم بالبتك فليبتّكنّ (Onlara kesmelerini emredersem, keserler.) şeklindedir.
لۡ , emir lâm’ıdır. يُبَتِّكُنَّ fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
اٰذَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاَنْعَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَاُمَنِّيَنَّهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi مني ‘dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَّخِذِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
الشَّيْطَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَلِيًّا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ دُونِ car mecruru يَتَّخِذِ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدِ tahkik harfidir. خَسِرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
خُسْرَانًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. مُب۪ينًا kelimesi مُب۪ينًا’in sıfatıdır.
مُب۪ينًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ
Ayet وَ ’la …لَاَتَّخِذَنَّ cümlesine atfedilmiştir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kasemin cevabı لَ ve نَّ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ ve وَلَاٰمُرَنَّهُمْ cümleleri وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
Yine kasemin cevabına temasül sebebiyle فَ ile atfedilen فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ cümlesi
emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Makabline وَ ’la atfedilen وَلَاٰمُرَنَّهُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Makabline فَ ile atfedilen فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şeytanın insanları ifsad etme yollarının sayıldığı bu ayette taksim sanatı vardır.
خَلْقَ اللّٰهِ izafeti خَلْقَ ’nın şanı içindir.
Arka arkaya altı tane şeddeli نَّ ile tekid edilmiş cümleler gelmiştir.
فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ [Hayvanların kulaklarını yaracaklar.] tabirinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Yani sadece kulak yarmak değil, bedendeki değişiklikler kastedilmiştir.
Vahidî (ra), “Burada bahsedilen ‘tebtîk’in manası, müfessirlerin ittifakıyla ‘behîra’ adını verdikleri develerin kulaklarını kesmektir. Onlar, deve beş batın doğurup beşincisinde erkek yavru doğurduğunda, o devenin kulağını diliyor ve ondan istifade etmeyi kendilerine haram kılıyorlardı.” demiştir. Diğer alimlere göre ise bundan maksat şudur: “Onlar, putlara ibadette dinî bir uygulama olsun diye ‘enam’ (deve, sığır, ve davar)'ın kulaklarını diliyor; aslında bir küfür ve fısk olmasına rağmen bunu bir ibadet sayıyorlardı.” (Fahreddin er-Râzî)
فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ [Allah'ın yarattığını değiştirmek] kapsamına nelerin girdiği üzerinde düşünmeliyiz. Bugünkü genetik çalışmaların bir kısmı da bu kapsama giriyor olabilir.
Muzari fiiller hudûs ve teceddüt ifade eder. Yani bu emirler yenilenerek tekrar edip duracaktır.
Bir şeye zarar ve hastalık şu üç şekilde gelir; karışma, noksanlaşma ve bâtıl olma (bozulma)... İşte bu nedenle şeytan (Allah ona lanet etsin), insanların çoğunu, dinî hastalık ve zararlara düşüreceğini iddia etmiştir ki bu, onun “Onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım.” sözünden anlaşılmaktadır. Karışma şekline gelince şeytan buna, “Onları mutlaka olmayacak kuruntulara boğacağım.” sözü ile işaret etmiştir. Çünkü kuruntulu kimselerin aklı fikri, birtakım şehevî ve gazabı istekleri elde etmek için birçok ince manalar, hileler ve çok hassas yollar aramakla meşguldür. İşte bu, bir şeyin karışması ile meydana gelen ruhî bir hastalıktır.
Noksanlaşma ile meydana gelen hastalığa, şeytan, “Onlara katiyen emredeceğim de davarların kulaklarını yaracaklar.” sözü ile işaret etmiştir. Hayvanların kulaklarını dilmek, bir çeşit noksanlaştırmadır. Çünkü insanın aklı-fikri dünyayı elde etme peşinde olunca ahireti istemedeki azmi zayıf ve isteği gevşek olur.
Bozulma ile meydana gelen hastalığa ise şeytan, “Onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” sözü ile işaret etmiştir. Çünkü değiştirme, uzun müddet mevcut olan bir sıfatı bozup yok etme demektir. Halbuki dünyevî lezzetler peşinde devamlı koşan ve ruhî mutluluklardan yüz çeviren kimsenin kalbinde, dünyaya karşı bir istek, ahirete karşı ise bir nefret gittikçe artar ve çoğalır. Bu durum o insanın kalbi tamamen değişinceye kadar devam eder. Böylece insan öyle bir noktaya gelir ki artık kalbinde ahiret duygusu kesinlikle yer atmaz ve aklından dünya sevgisi hiç çıkmaz. Böylece de bütün hareketleri, duruşları, sözleri ve fiilleri hep dünya için olur. İşte bu da Allah’ın yarattığı şeyin değiştirilmesini gerektiren bir şeydir. Çünkü insanlar, bu maddî aleme bir yolculuk için gelmişlerdir. Aslında onlar ahiret alemine yöneliktirler. Fakat ahiret alemini unutup yok olup son bulacak olan, şu hissedilen (maddî) alem ile iyice ünsiyet (sevgi) kesbedince işte bu da gerçek manada bir yaratılışı değiştirme olmuş olur. Bu tıpkı, “Hem kendisi Allah’ı unutmuş hem (Allah) kendilerini kendilerine unutturmuş olanlar gibi olmayın.” (Haşr Suresi, 19) ve “Şüphesiz gözler kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac Suresi, 46) ayetlerinde, ifade edilen husus gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِياًّ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُب۪يناًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Bilindiği gibi şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade ederler. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ cümlesi, şarttır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُب۪ينًاۜ cümlesi şartın cevabıdır. Rabıta harfi فَ karinesiyle gelmiş, tahkik harfi قَدْ ve mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir. Cevabın mazi fiil sıygasıyla gelmesi kesinlik ifade eder.
Mazi fiil sübuta, temekküne ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti gayrının tahkiri içindir.
مُب۪ينًاۜ kelimesi خُسْرَانًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Mef’ûlü mutlak olan خُسْرَانًا ’deki tenvin tahkir, teksir ve nev ifade eder.
خَسِرَ - خُسْرَانًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Şeytanı dost edinmek] tabirinde istiare vardır. Kimse şeytanı dost edinmek istemez. Şeytanın dediklerini yapmak, onunla dostluğa benzetilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Hiç kimse Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinmek istemez. Fakat insan, şeytanın emirlerini yerine getirip Rahman olan Allah’ın emirlerini yapmayınca sanki şeytanı kendisine dost edinip Allah’ın himayesini ve dostluğunu bırakmış gibi olur. Allah Telâlâ, “Şüphesiz açıktan açığa büyük bir ziyana düşmüştür.” buyurmuştur; zira Allah'a itaat etmek, zarar ihtimallerinden uzak, devamlı ve çok büyük menfaatlar ihtiva eder. Şeytana itaat ise kederlerle, üzüntülerle ve ezici elemlerle karışık ve sonlu olan durumları ihtiva eder. Bu iki itaatin aynı olduğunu söylemek, aklen imkânsızdır. Binaenaleyh kim şeytanın dostluğuna gönül verirse şeytanın vereceği makam ve mevkilerin çok adi ve değersiz oluşları sebebi ile en şerefli yüce makam ve mevkileri elden kaçırmış olur. Hiç şüphe yok ki bu, kesin ve apaçık bir ziyandır. (Fahreddin er-Râzî)
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
Meni مني : Takdir demektir. مَنِيٌّ Canlıların kendisiyle yaratıldığı maddeye de denmiştir. تَمَنِّي ise bir şeyi gönülde değerlendirip düşünmektir. Bu da bazen tahmin ve zan ile, bazen de bilgiden ve bir asla dayanarak meydana gelir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri temenni etmek, meni ve istimnâdır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ
Fiil cümlesidir. يَعِدُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Yani şeytandır. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, طول العمر (Ömrü boyunca) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. يُمَنّ۪يهِمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri; نيل الآمال (emellere kavuşmak) şeklindedir.
وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعِدُهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. غُرُورًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen يَعِدُهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki يُمَنّ۪يهِمْۜ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Fiillerin muzari sıyga ile gelmeleri teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Yani bu fiiller yenilenerek tekrar edilecektir.
وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً
İstînâfiyye veya hal olan cümle وَ ’la gelmiştir. Nefy harfi مَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır.
Kasır fail ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. الشَّيْطَانُ maksûr-mevsuf, غُرُورًا maksûrun aleyh- sıfattır. Yani şeytan sadece aldatandır, başka hiçbir şey değildir
Rûhu’l Meânî’de başına olumsuzluk ifade eden مَا harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Sâmerrâî, Ala Tariki’t Tefsiri’l Beyani, c. 2, s. 49)
يَعِدُهُمْ - مَا يَعِدُهُمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İlk cümlede olduğu gibi ikinci cümlede de failin zikredilmesi gerekmiyordu. Şeytan isminin açıkça zikredilmesi onun ismini zihne yerleştirmek ve tahkir içindir.
Ayette geçen غُرُورًا kelimesi ‘aldanma’ demektir. Türkçede bir anlam kaymasına uğradığını söyleyebiliriz.
O inatçı melun şeytan lanetlenince Allah’a karşı bu beş sözü haliyle veya sözlü olarak yemin ile söyledi. Bu şekilde Allah’ın kullarına musallat olarak onlardan belli bir hisse almaya karar verdi ki işte şirkin başı ve sapkınlığın kaynağı budur. Kâinat içinde insanlara düşman olan ve insanların kalbine nüfuz ederek onları hak ve hayırdan şaşırtan melun bir geçici kuvvet vardır ki Allah’ın emrine ilk isyan eden ve insanların aklını şaşırtan odur. Ve o inatçı şeytan Allah’ın lanetini ve bu sözleri söylemek kötülüğünü üzerinde toplayan böyle bir melundur. Ve müşrikler dişiye tapmakla veya dişi durumuna düşmekle böyle bir şeytana tapmış olmaktan başka bir şey yapmazlar. Halbuki Allah’ı bırakıp da şeytanı veliyyü’l-emr (amir) edinenler, Allah’ın emrini dinlemeyip şeytana itaat edenler, artık çok açık bir şekilde zarar ederler. Zira şeytan onlara devamlı vaatlerde bulunur, arzular verir, ağızlarının suyunu akıtır, fakat o melun şeytan onlara gururdan başka bir şey vadetmez.
“Gurur”, insanın pek hoş bir şey buldum sanarak keyiflenip sonra onun çok fena bir şey olduğunu anlayarak acı duyması, önceden yalan yere sevinip sonradan ciddi olarak yerinmesi yani aldanmasıdır ki şeytanın bütün vaatleri ve aldatmacaları hep böyle bir gururdan başka bir şey ifade etmez. (Elmalılı)
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ cümlesi mübtedanın haberi olarak gelmiştir.
مَأْوٰيهُمْ ikinci mübtedadır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ kelimesi bu ikinci mübtedanın haberidir.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْهَا car mecruru مَح۪يصًا’a müteallıktır. مَح۪يصًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصاً
Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, işaret edilenleri tahkir kastına matuftur.
مَأْوٰيهُمْ haber olarak gelen cümlenin mübtedasıdır. جَهَنَّمُ haberdir. Mübteda ve haberden müteşekkil bu isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir.
Cehennemin sığınılacak yer olması ifadesinde istiare vardır. Alay içindir. Sığınılacak yer insanın sıkıntılardan kaçarak kurtulduğu yerdir. Kaçacak hiçbir yeri olmayan azabı haketmiş kişiler, adeta kurtuluş yeri olarak cehenneme giderler.
أْوٰي kelimesi lügatta ‘başkasına eklendi, katıldı’, demektir. Bir kişiye acımayı ve bağrına basmayı ifade eder. İf’al babından geldiğinde ‘himaye etti, sığındırdı’ manasındadır. [Onların barınacakları yer cehennemdir] cümlesi kelimenin bu anlamlarıyla düşünüldüğünde istiare-i tehekkümiyedir. Onlar dünyada cihaddan geri kalmış, kâfirlerin içinde sığınmacı gibi yaşamışlardı. Allah Teâlâ da onların tavrına uygun bir ceza olarak cehennemi onlara sığınak kıldı. (Medine Balcı)
وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصًا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
مَح۪يصًا ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Menfi siyaktaki nekre olumsuzluğun umumuna işaret eder.
Ayette geçen [Cehennem] kelimesinin lügat manası ‘dipsiz uçurum’dur. Türkçede bir çok kelimeyi cehennem şeklinde tercüme ediyoruz. Bu da bir anlam karmaşası oluşturuyor.
Kur’an-ı Kerim’de geçen cehennem isimleri hakkında detaylı bilgi almak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:
https://www.dunyabizim.com/profil/19/fatma-serap-Karamollaoğlu
مَأْوٰي [Sığınak] bir ümitle kurtulmak isteği ile gidilen yerdir. Burada istiare vardır. Daha etkili bir ifade tercih edilmiştir. Yani orada kaçacak bir delik bulamazlar.
Allah’ın dediğini bırakıp başkasının dediğini yapmak, şirk koşuyor olmak, demektir.
Allah Teâlâ, “İşte onlar (böyle). Onların varacakları yer cehennemdir.” buyurmuştur. Bil ki aldanma, insanın zahiren güzel bulduğu bir şeyin insan için gerçekleşip fakat onun iç yüzü ortaya çıkınca büyük elem duyacağı bir halden ibarettir. İnsana dünyevî lezzetlere iyice gark olup Allah Teâlâ’ya isyana iyice batmak, her ne kadar o an için hoş ve güzel gelse bile neticesi cehennem azabıdır, gazab-ı ilahîdir ve rahmet-i ilahiyeden uzaklaşmadır. Binaenaleyh işte bu durum da şeytanın vaatlerinin bir aldatma olduğuna dair, daha önce geçen delillere bir takviyedir.
Daha sonra Cenab-ı Hak, “Oradan kaçacak bir yer de bulamayacaklardır.” buyurmuştur. Ayette geçen “مَح۪يصًا”, “kaçış ve kurtuluş yeri” demektir. (Fahreddin er-Râzî)Sevgili Nefsim;
Senin yüzünden, dilimle kavgalıyız. Kendisini tutması gerektiğini hatırlattığımda, ergen triplerine girdi. Onu anlamadığımı, aslında bütün suçun sende olduğunu, artık gerçekten sıkıldığını ve daha bir sürü şey söyledi. Çekip gitmeden önce de atasözü havasında; ‘Nefsini terbiye etmeyen, gıdıklanan bir çocuğun illa ki güleceğini unutur.’ dedi. Kulağa komik geliyor ama ne demek istediğini biliyorum. Konuşmadan önce, senden yayılan duygulardan bahsediyor. Birini çekiştirme, birilerinin arkasından bir şeyler tasarlama, başkalarından gizli bir şeye ortak hissetme ve farkedileni ilk söyleyen olma hazırlığı esnasında, yaydığın tatlı heyecan dalgalarını kastediyor. Söylenenlere verilecek tepkilerin hayaliyle, kıvırdığın dudaklarımı ve gözlerimdeki yaramazlık parıltısını ima ediyor.
Canım nefsim. Her yaşadığını anlatmak, her istediğini de elde etmek isteyen tarafım. Varlığını hatırlatmak, takdir edilmek ve haklı bulunmak isteyen çocuksu yanım. Senin aceleciliğin yüzünden, susmam gereken zaman ve yerlerde konuştum. Pişman olduğum şeyler söyledim. Geri saramadığım ve dilimi ısırdığım anlar yaşadım. Belki, ben çoğunu unuttum bile ama hepsinin kayıt altında tutulduğunu biliyorum ve oldukça kabarık bir defterimiz olduğunu da tahmin ediyorum. Dilimi tutmam gerektiğini kendime işlemek için; her aynaya baktığımda göreceğim alnıma ‘SANANE’ ve her konuşurken heyecandan salladığım elime de ‘SUS’ yazmak isterdim.
Allahım! Bana verdiğin her nimet ve yarattığın ben için hamd olsun. Bana nasip ettiğin bu bedenin, zihnin, kalbin ve bu hayatın, benim için en hayırlısı olduğuna iman ettim. Kendimi, Senin yolunda, en güzel şekilde geliştirmemi ve Sana yaklaşmamı nasip et. Rabbim! Nefsimi terbiye edebilmem için yardımına ve merhametine muhtacım. Nefsini hizaya getirmeyenlerin, yerin dibine batıp kaybolmayı dileyecekleri günden sakınırım. Dilim yalnız hayrı konuşsun. Hayırlı işlere vesile olsun. Kelamınla ve zikrinle meşgul olsun. Yaşadığım her duygu değişikliğinde, bana, Seni hatırlama nimetini bahşet. Şeytanın etkisi altına aldığı, saptırdığı ve boş kuruntularla oyaladığı insanlara benzemekten Sana sığınırım. Şeytanın etkisi dışında kalan ve onun her saptırma çabasında Rabbini hatırlayan; imanı sağlam, gözü açık ve ibadeti tam müslümanlardan olmamda yar ve yardımcım ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji