بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseleri |
|
2 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
3 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
5 | سَنُدْخِلُهُمْ | sokacağız |
|
6 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
7 | تَجْرِي | akan |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
10 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
11 | خَالِدِينَ | kalacaklardır |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | أَبَدًا | ebedi |
|
14 | وَعْدَ | bu va’didir |
|
15 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
16 | حَقًّا | gerçek |
|
17 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
18 | أَصْدَقُ | daha doğru |
|
19 | مِنَ | -tan |
|
20 | اللَّهِ | Allah- |
|
21 | قِيلًا | sözlü |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıftır. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا fiili atıf harfi وَ ’la اٰمَنُوا ’ye matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
سَنُدْخِلُهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. سَنُدْخِلُهُمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَنُدْخِلُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. الْاَنْهَار kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir.
خَالِد۪ينَ hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. اَبَدًا zaman zarfı, خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
وَعْدَ mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri, وعدهم الله وعدا (Allah onlara bir vaad vermiştir) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقًّا kelimesi mahzuf حق fiilinin mef’ûlu mutlakıdır.
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْدَقُ haberdir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَصْدَقُ’ya müteallıktır. ق۪يلًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
اَصْدَقُ ism-i tafdil kalıbındadır.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi iman edenleri tazim amacına matuftur. Müspet mazi fiil sıygasındaki اٰمَنُوا cümlesi sıladır.
الَّذ۪ينَ’de tevcîh sanatı vardır. Müteakip وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, aynı üslupla gelerek sıla cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.
Haber olan سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ cümlesine dahil olan istikbal harfi سَ vaat siyakında tekid ifade etmiştir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabı etkiler.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. خَالِد۪ينَ ise سَنُدْخِلُهُمْ’daki cemi mütekellim zamirinden haldir. Hal ve sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Allah Teâlâ’nın vaadini ifade eden ayetlerin çoğunda ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ [İçlerinde ebedi kalıcı olarak] tabirine yer vermiştir. Eğer خَلِوَد۪, ebedi ve devamlı kalma manasında olsaydı, bu ifade de gereksiz bir tekrar olmuş olurdu. Halbuki tekrar aslın hilafıdır, yani asıl olan tekrar yapılmamasıdır. Böylece biz, خَلِوَد۪’un devamlı kalma manasına değil, uzun bir süre kalma manasına geldiğini anlarız. Fakat Allah Teâlâ, vaîd ile ilgili ayetlerinde خَلِوَد۪’u zikretmiş, ebedî kalışı ise sadece kâfirler hakkında kullanmıştır. İşte bu da günahkâr müminlerin cezasının sona ereceğine bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Kâfirlere yönelik vaîdin hemen ardından müminler için mükâfat ve vaadin gelmesi, müminlerin sevincini kâfirlerin ise üzüntüsünü arttırmak içindir. Dolayısıyla beliğ bir şekilde öncesindeki manayı tekid eder.
اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
عَمِلُوا fiilinin mef’ûlun bihi olan “ameller” kelimesi hazfolmuş, bu kelimenin sıfatı olan الصَّالِحَاتِ kelimesi kalmıştır. Bu da amellerin salih olma özelliğinin ne kadar kuvvetli olduğunu ifade eder. Genel olarak bu mana Kur’an’da hep böyle ifade edilmiştir. Fussilet Suresi 33. ayette Muhammed Ebu Musa bu grup insanlar için özetle şunları söylemiştir: “Bu ayette bahsedilenler hem salih olan hem de başkalarını salih hale getirenlerdir. Bunların başka bir meşguliyetleri yoktur. Kendilerini Allah’ın gazabından kurtardıkları gibi bütün güçlerini başkalarını da Allah’ın azabından kurtarmaya harcarlar. İtaat ve davetle Allah’a yaklaşırlar. Bunlar itaati tatmışlardır ve bütün güçlerini başkalarının da bu lezzeti tatmaları için harcamaktadırlar.”
“Altından nehirler akma” tabiri otoritenin onlara ait olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf/51, S. 239)
وَعْدَ اللّٰهِ حَقاًّۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلاً
Beyanî istînâf olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَعْدَ, mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, وعدهم الله وعدا [Allah onlara bir vaad vermiştir.]’dir. Mahzufla birlikte cümle faide-i haber talebî kelamdır.
حَقًّا’da mahzuf حَقًّ fiilinin mef’ûlü mutlakıdır. Mahzufla birlikte beyanî istînâf olan fiil cümlesidir.
وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّا [Allah’ın gerçek bir vaadi olarak…] ifadesinde, birincisi وَعْدَ اللّٰهِ kendi anlamını, ikincisi حَقًّاۜ kendinden başka bir anlamı pekiştirmektedir. [Kim Allah’tan daha doğru sözlü olabilir?] ifadesi de etkili üçüncü bir pekiştirmedir. Bu kadar vurgu üstüne vurgunun faydası, şeytanın yandaşlarına yönelik o yalan vaatlerinin ve verdiği asılsız kuruntuların karşısına Allah’ın, velîlerine yönelik doğru vaadini göstermektir. Böylece, sonunda şeytanın sözünden dönmesinin vereceği acıları yudumlamak yerine Allah’ın kullarına vaadini gerçekleştirmesini sağlayacak [taat nev‘inden] şeyleri tercihe sevk etmektedir. (Keşşâf-Ebüssuûd)
İstînâfiyye olan مَنْ اَصْدَقُ cümlesi istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
ق۪يلًا temyiz olarak cümleyi tekid eden ıtnâb sanatıdır.
ق۪يلًا ismi; فِعْلٍ vezninde hayır ve şer hakkında gelen masdar isimdir. (Âşûr)
سَنُدْخِلُهُمْ fiilindeki cemi mütekellim zamirinden sonra bu cümlede gaib zamire dönüş, iltifat sanatıdır.
Burada inkârî bir soru vardır. Söz ve vaat bakımından Allah’tan daha doğru hiçbir kimse yoktur. Allah, her söz söyleyenden daha doğru söz söyler. O’nun vaadi, kabul edilmeye en layık olandır. (Ruhu’l Beyan - Âşûr)
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | (İş) olmaz |
|
2 | بِأَمَانِيِّكُمْ | sizin kuruntularınızla |
|
3 | وَلَا | ve olmaz |
|
4 | أَمَانِيِّ | kuruntularıyla |
|
5 | أَهْلِ | ehlinin |
|
6 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
7 | مَنْ | kimse |
|
8 | يَعْمَلْ | yapan |
|
9 | سُوءًا | kötülük |
|
10 | يُجْزَ | cezalandırılır |
|
11 | بِهِ | onunla |
|
12 | وَلَا |
|
|
13 | يَجِدْ | ve bulamaz |
|
14 | لَهُ | kendisine |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | دُونِ | başka |
|
17 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
18 | وَلِيًّا | (ne) bir dost |
|
19 | وَلَا | ne de |
|
20 | نَصِيرًا | bir yardımcı |
|
Bir önceki âyetten itibaren 126. âyete kadar iman yolunu seçen, şeytana değil, Rahmâna kulak veren, imanını ibadetlerle, iyi ve güzel işlerle güçlendiren kimselerin dünyada ve âhirette elde edecekleri meyvelerden, güzel sonuçlardan söz edilmekte, bunların başında gelen cennet ve ebedî saadet vaadinin Allah’a ait bulunduğu ve hiçbir kimsenin sözüne O’nun kadar sadık olamayacağı vurgulanmaktadır.
Bazı Ehl-i kitap gruplarıyla bir kısım müslümanlar veya müşrik Araplar, boş kuruntulara, delilsiz, dayanaksız kanaatlere kapılarak Allah’ın kendilerine farklı muamele edeceğini, günah işleseler bile âhirette cezalandırmayacağını iddia etmişlerdir. Âyetler bu gibi boş sözleri ve kuruntuları reddettikten sonra şu evrensel kanunu ilân etmektedir: Dünya hayatında sa‘y (emek, çaba, eser) kanunu geçerlidir. Kötülük eden cezasını görür, hakça bir düzende kimse onu koruyamaz. Mümin olup iyi işler yapan, güzel davranışlarda bulunanlar da, cinsiyetleri ne olursa olsun cennete girerler, kendi seçimleri ve eserleri olmayan farklılıklardan dolayı zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 149-150
Riyazus Salihin, 147 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallanu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.” Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28
Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”
Buhârî, Rikâk 18
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ ’nin ismi mahzuftur. Takdiri, الأمر veya الحال (Durum veya hal) şeklindedir.
بِاَمَانِيِّ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek içindir. اَمَانِيِّ kelimesi birinci اَمَانِيِّكُمْ ’e matuftur. اَهْلِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
سُٓوءًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı يُجْزَ بِه۪ ’dir. يُجْزَ illet harfinin hazfiyle meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪ car mecruru يُجْزَ fiiline müteallıktır.
وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَجِدْ meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru وَلِيًّا ’in mahzuf haline müteallıktır.
مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيًّا ’in mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَلِيًّا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek içindir. نَص۪يرًا lafzı وَلِيًّا kelimesine matuftur.لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ
Ayet beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
بِاَمَانِيِّكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin الأمر veya الحال şeklinde takdir edilen mahzuf isminin, mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ليس الأمر متعلقا بأمانيكم [Durum sizin kuruntularınızla alakalı değildir.]’dir. Veya بِ harfi, zaiddir. بِاَمَانِيِّكُمْ lafzen mecrur mahallen mansub olarak لَيْسَ’nin haberidir.
بِاَمَانِيِّكُمْ kelimesindeki بِ harf-i ceri zaid değil mülabese içindir. (Âşûr)
لَٓا اَمَانِيِّ - اَمَانِيِّكُمْ kelimeleri arasında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ehl-i Kitabın bilinen kuruntularının yanında Müslümanların kuruntularının da zikredilmesi, her halükârda Müslümanların dahi kuruntularının hiç yarar sağlamayacağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءاً يُجْزَ بِه۪ۙ
Ta’lîliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade ederler. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْمَلْ سُٓوءًا cümlesi, şarttır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.
سُٓوءًا ’deki tenvin “herhangi bir kötülük” manasındadır.
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ [Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.]
Ayetindeki “kötülük”ten kasıt, şirktir. (Kurtubi)
Cumhur şöyle demektedir: Ayetin lafzı umumidir. Kâfir de mümin de kötü amelinin karşılığını görür. Kâfirin cezası cehennemdir. Çünkü küfrü kendisini helak etmiştir. Mümin ise dünyada çektiği sıkıntılarla cezasını görür. Nitekim, Müslim Sahih’inde Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” ayeti nazil olunca Müslümanlar üzerinde büyük bir etki yaptı. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “İtidali kaybetmeyin, doğruluktan ayrılmayın. Şunu bilin ki Müslümanın karşı karşıya kaldığı her bir musibette küçük sıkıntıları ve ayağına batan bir diken de dâhil olmak üzere günahlarına bir keffaret vardır.” (Kurtubi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُجْزَ بِه۪ۙ cümlesi şartın cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Makabline matuf olan cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. نَص۪يرًا’e dahil olan لَا, olumsuzluğu tekid etmiştir.
وَلِيًّا - نَص۪يرًا kelimelerindeki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakda nekre, selbin umumuna delalet eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve her kim |
|
2 | يَعْمَلْ | yaparsa |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الصَّالِحَاتِ | güzel işler |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | ذَكَرٍ | erkekten |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | أُنْثَىٰ | kadından |
|
9 | وَهُوَ | ve onlar |
|
10 | مُؤْمِنٌ | inanarak |
|
11 | فَأُولَٰئِكَ | işte öyle kimseler |
|
12 | يَدْخُلُونَ | girerler |
|
13 | الْجَنَّةَ | cennete |
|
14 | وَلَا |
|
|
15 | يُظْلَمُونَ | ve haksızlığa uğratılmazlar |
|
16 | نَقِيرًا | zerre kadar |
|
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
مِنَ الصَّالِحَاتِ car mecruru mahzuf mef’ûlun bihinin sıfatına müteallıktır. Takdiri, شيئا من الصالحات şeklindedir veya يَعْمَلْ fiiline müteallıktır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
مِنْ ذَكَرٍ car mecruru يَعْمَلْ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. اُنْثٰى kelimesi atıf harfi اَوْ ile ذَكَرٍ ’e matuftur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنٌ haberdir. مُؤْمِنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَدْخُلُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَدْخُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْجَنَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا cümlesi atıf harfi وَ ’la يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ cümlesine matuftur.
يُظْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
نَق۪يرًا mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur. Takdiri, لا يظلمون ظلما قدر نقير (Nekir kadar bir zulme uğramazlar.) şeklindedir.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ, umum ifade eden şart ismidir.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى cümlesi, şarttır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.
مِنَ الصَّالِحَاتِ ifadesindeki مِنْ ba'diyet içindir, “Kim bazı yararlı işler yaparsa…” demektir. Çünkü durumlar farklı farklı olduğundan, herkesin tüm yararlı işleri yapması mümkün değildir. Bilakis ancak yükümlülüğü ve kapasitesi kapsamına girenleri yerine getirebilir. مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى ifadesindeki ikinci مِنْ’de وَمَنْ يَعْمَلْ’deki belirsizliği açıklamak içindir. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ, sübut ifade eden, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin, ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tazim amacına matuftur. اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi ister.
Yine اُو۬لٰٓئِك (işte onlar) kelimesinin kullanılması, işaret edilenlerin, derecelerinin ve şeref mertebelerinin çok yüksek olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا cümlesi cevap cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
نَق۪يرًا’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ cümlesiyle وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ……لَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا
cümlesi arasında mukabele vardır.
ذَكَرٍ - اُنْثٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu ayetteki مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى ve وَهُوَ مُؤْمِنٌ ifadeleri tetmîm için gelmiştir. Birincisiyle cennete girme hükmüne hem erkek hem de kadınların, ikincisiyle de sadece mümin olanların dahil olduğu ifade edilerek مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ [kim iyi işler yaparsa] hükmü daraltmıştır. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Önceki ayette “kötülük” kelimesi direkt nesne olmuştu. Burada ise الصَّالِحَاتِ’nin başında مِنَ edatı kullanılmıştır. Bu da şu demektir: Az bir şey bile yapsak bu mükâfata nail oluruz. Küçük kötülüklerin affedildiğini umabiliriz. Salih amellerin hepsini yapamıyorum diye de ümitsizliğe düşmeye gerek yoktur. Bu manalar, tebyiz manasındaki مِنَ harfinden elde edilir.
نَق۪يرًا, hurma çekirdeğinin çukurundaki, hurmanın kendisinden çıkıp bittiği noktadır. Buna göre mana, [Onlar, çekirdeğin o noktası kadar bile amelleri hususunda haksızlığa uğratılmayacaklardır.] şeklinde olur. نَق۪يرًا ölçüler ve düşük miktarlardan kinayedir. (Fahreddin er-Râzî - Elmalılı)وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | أَحْسَنُ | daha güzeldir? |
|
3 | دِينًا | din yönünden |
|
4 | مِمَّنْ | kimseden |
|
5 | أَسْلَمَ | teslim eden |
|
6 | وَجْهَهُ | yüzünü |
|
7 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَهُوَ | o |
|
9 | مُحْسِنٌ | iyilik edici olarak |
|
10 | وَاتَّبَعَ | ve tabi olan |
|
11 | مِلَّةَ | dinine |
|
12 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
13 | حَنِيفًا | dosdoğru |
|
14 | وَاتَّخَذَ | edinmişti |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’i |
|
17 | خَلِيلًا | dost |
|
Her dinin, her ideolojinin mensubu kendine ait olanın diğerinden üstün ve güzel olduğunu iddia eder. Özellikle din konusunda en doğruyu, en güzeli tesbit edebilmek için dinin mahiyet ve amacı bakımından objektif sayılabilecek ölçülere ihtiyaç vardır. Kur’ân’ın öngördüğü ölçü dinin iman, İslâm ve ihsan’ı ihtiva etmesidir. İmandan maksat tevhid inancıdır, Allah’ı bir bilmek ve yalnızca O’na ibadet etmektir. Nitekim Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği din de bu anlamda “hanîf” olarak isimlendirilmiştir. Bu sebeple Allah onu kendisine dost kılmış, ona Allah’a dost olma şerefini bahşetmiştir. İslâm’dan maksat kul olarak bütün bağlantılardan sıyrılmak, kulluk şuuruyla yalnız Allah’a yönelmek, kendini O’na teslim etmektir. İhsandan maksat ise bir yönüyle ihlâstır; kulluğa başka bir beklentiyi karıştırmamaktır, bir yanıyla da hayırdır, güzelliktir, kişinin her yaptığını güzel ve mükemmel yapma iradesidir. Bu üç unsuru ihtiva eden din hak dindir, güzel dindir, ondan daha üstünü olamaz. Çünkü hak birdir, en güzel de bir tanedir.
“Dost” diye çevirilen halîl kelimesi Arapça’da, “kişinin devamlı beraber olduğu, sırlarını paylaştığı, huyu huyuna, suyu suyuna uyan samimi arkadaşı” demektir. 125. âyette açıklandığı üzere her şeyin sahibi olan ve her şeyi kuşatan Allah’ın kulları arasından birini, insanlar arasında olan ve bilinen mânada dost edinmesi düşünülemez. Şu halde burada dostluk özel bir mânada kullanılmıştır. Yapılan tanım ve yorumlardan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: “Gönlünde Allah’tan başkasına yer vermeyecek kadar O’nu seven ve O’nun tarafından da sevilen, rızâsına mazhar olan, peygamberlik başta olmak üzere üstün hasletler, özellikler ve lutuflarla şereflendirilen kimse” Allah’ın dostudur. Biz insanlar, başkalarına karşı beslediğimiz duyguları ve aramızdaki ilişkinin mahiyet ve biçimini biliriz. Bu mânada bir kimseyi severiz; o, habîb (sevgili, sevilen) olur. Bir başkasını sevmenin ötesinde dost ediniriz, o da halîl olur. Allah Teâlâ bize bizim dilimizle, bizim tahayyül, tasavvur ve idrak kapasitemize uygun bir üslûpla hitap ettiği için kendinden bize yönelik ilgiyi de bu kelimelerle ifade buyurmuştur. O’nun zâtını bilemediğimiz gibi bu ilgi ve ilişkinin mahiyetini de (O’nun sevmesinin ve dost edinmesinin ne demek olduğunu da) bilemeyiz. Ancak insanlar arası ilişkiden yola çıkarak, bunu beşer planında bir örnek, kısmen de olsa anlama aracı kılarak Allah’a habîb ve halîl olmanın büyük bir mazhariyet olduğunu, keyfiyeti bilinemez bir yakınlık ifade ettiğini –her birimiz irfan derecemize göre– anlarız, bununla mutlu oluruz.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 150-151
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
- Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
- Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
- Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gü-nüne inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
- Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
- Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
- Doğru söyledin dedi, sonra da:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
- O halde alâmetlerini söyle, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
- Allah ve Resûlü bilir, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu. (Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9)
Henefe حنف : Şaşkınlıktan kurtulmak için istikamete meyletmektir. Zıddı olan جَنَف ise istikametten şaşkınlığa meyletmektir. حَنِيفٌ bu yönde bir eğilim gösteren kişidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (Ebu) Hanife ve haniftir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ
وَ istînâfiyye, مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haberdir. د۪ينًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَحْسَنُ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَسْلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. وَجْهَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلّٰهِ car mecruru اَسْلَمَ fiiline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُحْسِنٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِلَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِبْرٰه۪يمَ kelimesi muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır.
حَن۪يفًا kelimesi اِبْرٰه۪يمَ ’nin hali olup fetha ile mansubtur.
مُحْسِنٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. اِبْرٰه۪يمَ mef’ûlun bihtir. خَل۪يلًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اتَّخَذَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle inkarî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesinde istifham harfi مَنْ, mübtedadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, takrir kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ’in sılası müspet mazi fiil sıygasında haber cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
د۪ينًا ’deki tenvin tazim içindir.
اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Cenab-ı Hakk’ın, مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ [Kendisini Allah'a teslim eden…] sözü, “hasr” (sadece) manasını ifade eder. Buna göre “kendisini sadece Allah’a teslim eden, Allah’tan başkasına teslim etmeyen…” demektir. Bu durum mükemmel bir imanın, bütün işlerin yaratıcıya havale edilmesi ve insanın kendi gücü ile kuvvetinin bir rolü olmadığını bilmesi halinde tahakkuk edeceğine bir dikkat çekmedir. (Fahreddin er-Râzî)
“Teslim olursa” yerine [teslim ederse] buyrulması dolayısıyla tecrîd söz konusudur.
Yüzünü teslim etmek, teveccüh etmek, kalben bağlanıp meyletmek anlamında istiare-i tebeiyyedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi, tam itaat ve kulluğu itiraftan kinayedir. Kinayelerin en güzelidir. Çünkü yüz azaların en şereflisidir. (Âşûr)
İslam, iki şey üzerine kurulmuştur: İnanç ve amel. Bunlardan birincisine, “kendisini Allah’a teslim edip hakka yönelen” ifadesiyle diğerine ise “iyilik yaparak (muhsin)” ifadesiyle işaret edilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
هُوَ مُحْسِنٌ cümlesi haldir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
Sılaya وَ ’la atfedilen وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ cümlesi müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle اِبْرٰه۪يمَ ’den haldir.
اَسْلَمَ - اتَّبَعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَحْسَنُ - مُحْسِنٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِلَّةَ kelimesi Kur’an’da çoğunlukla “din” anlamında kullanılmıştır.
Cümledeki مَّنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah’a yüzünü teslim etmesi söylendikten sonra İbrahim’in milletine tabi olmanın zikredilmesi umumdan sora hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.
حَن۪يفًا, “meyleden, sapan” demektir. Buna göre mana, “(İslam’ın dışındaki) bütün dinlerden meyleden, sapan” şeklinde olur. Çünkü hak dinin dışında kalan, her din bâtıldır. Doğru olan bu kelimenin, zahir ve batın herşeyden dönen manasına olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, kurtuluşun ve cenneti elde etmenin gerçekleşmesini, insanın mümin olmasına bağlayınca imanı iyice izah etmiş ve onun şu iki bakımdan faziletini beyan buyurmuştur:
a) İman, Allah’a tam olarak ubudiyyeti, itaati ve inkıyadı ortaya koymayı ifade eden bir dindir.
b) İman, Hazreti İbrahim’in (a.s.) de üzerinde olduğu bir dindir. İşte bu iki faziletten her biri İslam dinine teşvik hususunda, başlı başına birer sebeptir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayette İbrahim’in (a.s.) adının ikinci kez geçişi hususunda; zamir makamında olduğu halde zahir (açık) olarak zikredilmesi, onun şanını tazim ve bu itirazî (bağlantısız) cümlenin istiklâlini tekid içindir. (Ebüssuûd - Beyzâvî)
Ayetteki خَل۪يلًا kelimesi hakkında şunları söyleyebiliriz:
1- Halil kelimesinin masdarı olan خُلّة, hilal (karışmak) anlamındadır. Çünkü dostluk, nefse ve ruha karışan bir sevgidir.
2- Halil, “halel” anlamındadır. Zira iki dost, birbirinin halelini (eksiğini) tamamlar.
3- Halil, “hall” veya “kumdaki yol” demektir. Çünkü iki dost, aynı yolda, uyum içinde olurlar.
4- Halil, “hallet” yani haslet anlamındadır. Zira iki dostun hasletleri birbirine benzer.
Bu ârızî (bağlantısız) cümlenin büyük faydaları vardır. Şöyle ki:
İbrahim’in (a.s.) dinine uymaya teşvik eder. Zira Allah Teala katında “Halil” olarak isimlendirilmeye hak kazanacak kadar O’na yakın olan bir kimsenin yoluna uymak, en büyük himmet ve gayretin hedefi ve gözlerin dikildiği en yüksek şeref olmaya layıktır. (Ebüssuûd)
Demek ki Allah’ın bizi dost edinmesi için bunları yapmamız gerekmektedir. Kendimizi Allah’a teslim edeceğiz ve muhsin olacağız.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ atıf harfidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِكُلِّ car mecruru مُح۪يطًا۟ ’e müteallıktır.
شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُح۪يطًا۟ kelimesi كَانَ ’nin haberidir. مُح۪يطًا۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilen bu ayet, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلّٰهِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Tevcîh manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor, diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir.
Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk sebebi, sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir.
لِلّٰهِ’deki ل harf-i cerinin anlamları:
1- Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.
2- إلى anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.
3- Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.
4- Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)
فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِۜ [Yerdekiler]’in atfedilmesi tecrîddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.
الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazîdir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebe ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi 12. ayette آراض yerine مثلهن kelimesi kullanılmıştır.
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطاً۟
Cümle makabline matuftur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ amili olan مُح۪يطًا۟ ‘e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın herşeyi kuşattığını vurgulamıştır.
“Allah her şeyi kuşatıcıdır.” cümlesinde müsnedün ileyhin açık isim gelişi tazim ve tahsis ifade eder. Zamir yerine özel ismi olarak geçmesi de zihne yerleştirmek içindir.
Müsned olan مُح۪يطًا۟ kelimesinin nekre gelişi; tazim ve teksir bildirir.
Cümle “Allah her şeyi kuşatıcıdır.” şeklinde sadece mübteda-haber şeklinde gelse yine anlam aynı olurdu. Fakat nakıs fiil olan كَانَ’nin ismi ve haberi şeklinde gelmesi, ıtnâbtan îgāldir. كَانَ fiilindeki ezeliyet anlamı için bu şekilde gelmiştir.
Gök ve yerdekilerin Allah’ın olması ifadesi, bütün her şeyi kuşatıcı olması manasının altında Allah’ın sonsuz kudretini belirtmek, vurgulamak anlamı vardır. Yani idmâc vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَفْتُونَكَ | senden fetva istiyorlar |
|
2 | فِي | hakkında |
|
3 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
4 | قُلِ | de ki |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | يُفْتِيكُمْ | size hükmünü açıklıyor |
|
7 | فِيهِنَّ | onlar hakkında |
|
8 | وَمَا | vardır |
|
9 | يُتْلَىٰ | okunan(ayet)ler |
|
10 | عَلَيْكُمْ | size |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْكِتَابِ | Kitapta |
|
13 | فِي | hakkında |
|
14 | يَتَامَى | öksüz |
|
15 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
16 | اللَّاتِي | onlar ki |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تُؤْتُونَهُنَّ | onlara vermiyorsunuz |
|
19 | مَا | olanı |
|
20 | كُتِبَ | yazılmış |
|
21 | لَهُنَّ | kendilerine |
|
22 | وَتَرْغَبُونَ | ve istiyorsunuz |
|
23 | أَنْ |
|
|
24 | تَنْكِحُوهُنَّ | kendileriyle evlenmek |
|
25 | وَالْمُسْتَضْعَفِينَ | ve zavallı |
|
26 | مِنَ | hakkında |
|
27 | الْوِلْدَانِ | çocuklar |
|
28 | وَأَنْ | ve hakkında |
|
29 | تَقُومُوا | yerine getirmeniz |
|
30 | لِلْيَتَامَىٰ | öksüzlere karşı |
|
31 | بِالْقِسْطِ | adaleti |
|
32 | وَمَا |
|
|
33 | تَفْعَلُوا | yapacağınız |
|
34 | مِنْ | her |
|
35 | خَيْرٍ | hayrı |
|
36 | فَإِنَّ | muhakkak ki |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | كَانَ |
|
|
39 | بِهِ | onu |
|
40 | عَلِيمًا | bilir |
|
Rağibe رغب : رَغْبَة Bu kelimenin asıl anlamı, bir şeyin geniş olmasıdır. رَغْبٌ kelimesi في ve إلى edatlarıyla geldiğinde, bir şeyi arzulamak anlamına gelir. رَغِيبٌ çokça bağış ve lutuf anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rağbet, Regaib ve Ragıb'dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَسْتَفْتُونَكَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي النِّسَٓاءِ car mecruru يَسْتَفْتُونَكَ fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, شأن النساء (Kadınların durumu) şeklindedir.
يَسْتَفْتُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İstif’âl babındadır. Sülâsîsi فتي’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يُفْت۪يكُمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُفْت۪يكُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ف۪يهِنَّ car mecruru يُفْت۪يكُمْ fiiline müteallıktır.
يُفْت۪يكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فتي’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsul مَا, lafza-i celâle matuf olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُتْلٰى meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يُتْلٰى fiiline müteallıktır.
فِي الْكِتَابِ car mecruru يُتْلٰى ’daki zamirin mahzuf haline veya يُتْلٰى fiiline müteallıktır. ف۪ي يَتَامَى car mecruru فِي الْكِتَابِ car mecrurunun müteallakının müteallıkı veya ondan bedeldir. يَتَامَى kelimesinin cer alameti elif üzerine mukadder kesradır. النِّسَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الّٰت۪ي müfret müennes has ism-i mevsûlu, يَتَامَى ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsulun sılası لَا تُؤْتُونَهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُؤْتُونَهُنَّ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كُتِبَ لَهُنَّ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُتِبَ meçhul, fetha üzere mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُنَّ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır.
وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. تَرْغَبُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf bir عَنْ harf-i ceriyle birlikte تَرْغَبُونَ fiiline müteallıktır. تَنْكِحُوهُنَّ mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ye matuftur. الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مِنَ الْوِلْدَانِ car mecruru الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf في harfiyle cer mahallindedir. Takdiri, وفي أن تقوموا لليتامى şeklindedir. تَقُومُوا fiili نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلْيَتَامٰى car mecruru تَقُومُوا fiiline müteallıktır. بِالْقِسْطِ car mecruru aynı şekilde تَقُومُوا fiiline müteallıktır.
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. مَا iki fiili cezmeden şart ismidir. Mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
تَفۡعَلُوا۟ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنۡ خَیۡرࣲ car mecruru mahzuf zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, ما تفعلوه من خير (Hayır olarak yaptığınız şey) şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir هو zamiridir. بِه۪ car mecruru عَل۪يمًا ’e müteallıktır. عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vahidî (ra) şöyle demiştir: اِستِفتَى, fetva istemek manasındadır. Mesela, Arapçada “Adamdan, mesele hakkında fetva sordum, o da bana tam olarak, fetva verdi.” denir. Bu fiilin masdarı اِفْتَى olup فَتْوَى ve فُتْيا kelimeleri de اِفْتَى manasına kullanılan iki isimdir. اِفْتَى kelimesi, müşkil olan bir şeyi açıklığa kavuşturmak manasındadır. Kelimenin aslı, kuvvetlenen ve kemale eren genç manasındaki فتى kelimesidir. Sanki bir kimsenin müşkilini (problem) halleden, onu dinç bir genç gibi kuvvetlendirmiş olur. Fetva, zor bir olayda doğru hükmü açıklamakla, amel edecek kimsenin kalbine bir kuvvet vermektir. مُفْتيِ (müftü) de bu kuvveti verebilmek için ehliyetine ve salahiyetine, ahlâk ve gücüne hakkıyla güvenilir bir zat olması gerekir ki bu da (Bakara Suresi, 112) ayetinin delaleti üzere islâm ve ihsan sahibi olmak ve (Nisa Suresi, 83) ayetinin delaleti üzere istinbata (dini delillerden sonuç çıkarmaya) gücü yeten alimlerden olmakla mümkün olur. (Fahreddin er-Râzî - Elmalılı)
قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celal mübteda, يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, emre itaate teşvik içindir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يَسْتَفْتُونَكَ - يُفْت۪يكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ
Atıfla gelen cümle sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda, …يُتْلٰى عَلَيْكُمْ haberidir.
Resulüm; senden kadınlar hakkındaki hükümleri soruyorlar. Onların sordukları özellikle kadınların mirastaki payları değildi. Peygambere kadınlarla ilgili birçok şey sormuşlardı. Sorulan konulardan bir çoğuna ilişkin hükümlerin beyanı, Kur’an’ın ilgili ayetlerine havale edilmiştir. Bazı hükümler de burada açıklanıyor.
وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ [Kitapta size okunan] ifadesi, bir arızi (ara) cümle olabilir. Buna göre Kitap’tan maksat, Levh-i Mahfûz’dur ve amaç okunan ayetlerin yüceliğini ortaya koymak, Kitab’ın tesis ettiği hukuka göre adaleti ve hakkaniyeti sağlamaktır. Bu tefsire göre مَا يُتْلٰى [okunanlar] kavramı hem daha önce geçen ayetlerde okunanları hem de bundan sonraki ayetlerde okunacakları kapsar.
مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَاب [Kitapta size okunan] cümlesi, yemin cümlesi de olabilir. Buna göre üzerine yemin edilenin şanını tazim için zikredilmiş olur. Yani “De ki: Ve Kitapta size okunanlara yemin ederim.” anlamına gelir. (Ebüssuûd)
Tevcih anlamı ihtiva eden mevsûl, lafza-i celâle atfedilmiştir. ف۪يهِنَّۙ’deki mecrur zamire matuf olduğu da söylenmiştir.
Sılası müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Has ism-i mevsûl يَتَامَى ,الّٰت۪ي için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
Mevsûlün sılası menfi muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki üçüncü ism-i mevsûl, لَا تُؤْتُونَهُنَّ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Lâzım-ı faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
الْكِتَابِ Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
يُتْلٰى [Okunan] tabirinde Kur’an’ın dinlenmesine işaret vardır.
Bahsedilen fetva verme şunlar hakkındadır: Kadın yetimler yahut yetim kızlar ve kadınlar hakkında ki siz onlara yazılmış farz olan miras, mehir ve diğerleri gibi haklarını vermezsiniz, bir de onları kendinize nikâh etmeyi arzu edersiniz veya kimseye nikâh etmek istemezsiniz ve her iki şekilde sefalete düşürürsünüz. Bunun nüzul sebebi (Nisa Suresi, 3) ayetinde Hazreti Âişe’den rivayet olarak nakledilmiştir.
Fetva verme, bir de baliğ olmayan (ergenlik çağına ermeyen) küçük çocuklar hakkındadır ki bunlara miras vermiyorlardı, (Nisa Suresi, 11) buyuruldu. Bir de bütün yetimler hakkında adaletli olmanız, işlerine adalet ile bakmanız hakkındadır. Ki (Nisa Suresi, 2) gibi ayetlerdir. (Elmalılı - Fahreddin er-Râzî - Ebüssuûd)
وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ
Cümle لَا تُؤْتُونَهُنَّ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle تَرْغَبُونَ fiilinin mefûlüdür. الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi tezayüf sebebiyle يَتَامَى النِّسَٓاءِ’ye atfedilmiştir.
مِنَ الْوِلْدَانِۙ’deki مِنَ harfi ba'diyet ifade eder.
وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi يَتَامَى النِّسَٓاءِ ‘ye atfedilmiştir. Tekmil ve idmâcdır. Çünkü hususi olarak kadınların durumu hakkındadır. وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ’den murad, müstad’afaddır. Lakin müzekker sıygasıyla tağlîb olarak gelmiştir. (Âşûr)
اَنْ ve masdar-ı müevvel takdir edilen في harfiyle birlikte ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ’ye matuftur. Atıf sebebi temasüldür. Harf-i cerin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ - لْيَتَامٰى - الْوِلْدَانِۙ ve يُتْلٰى - الْكِتَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْكِتَابِ - اَنْ - مَا - لْيَتَامٰى - النِّسَٓاءِ - هُنَّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَرْغَبُونَ fiili hem istediğiniz hem de istemediğiniz manasında tezdaddandır, tevcih sanatı vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
الْقِسْطِ her şeye “hakkını” vermek demektir. Belki birisinin hakkı azdır, ona çok vermek adil olmaz. Bu kelimenin iki manası vardır: 1- Taksit taksit, 2- Payını vermek.
الْقِسْطِ; güzel taksim etmek, hak sahibine malını vermek demektir.
عدل ise eşitlik demektir. Cevizi herkese birer tane verilirse adalet olur ama daha çok ihtiyacı olana daha çok verilmesi kıst olur.
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يماً
Ayetin fasılası şart üslubunda haberî isnaddır. وَ istînâfiyye, مَا şart ismidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Şart fiili تَفْعَلُوا’nun mef’ûlu olan مَا, amiline takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
Bu cümlede car mecrurun, كَانَ ’nin haberi olan عَل۪يمًا’e takdimi söz konusudur.
Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin اِنَّ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip faide-i haber inkârî kelamdır.
[Hayırdan ne yaparsanız Allah bilir.] cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûmu yani “karşılığını verir” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecâz-ı mürseldir.İnsan, bazen sadece durmak ister. Hayat etrafında aksın gitsin. Kızgınlıklarını ve kırgınlıklarını da alıp götürsün ister. Susuz kalmış toprak üstünde, bulutsuz gökyüzünün güneşi altında bekler. Ne gelen vardır, ne de giden. Ne uçan vardır, ne de konan. Bir nevi, hayatın yaşanmadığı bir zaman dilimine hapsolmuştur. Hareketsiz kaldıkça, alışır uyuşukluğa. Haline teslim oldukça, mislinlik yerleşir kalbine. Bu durumdan kurtulma ihtimalini bile unutur. Başlangıçta, sadece biraz dinleneceğim sözleri artık bir hayale dönüşmüştür.
Bir gün yine nemden ağırlaşmış havasının içinde yüzerken. Arkasından bir davul sesinin yaklaştığını duyar. Şaşkınlıkla dönüp baktığında, gelen adamı görür. Ses ise attığı adımlarından gelmektedir. Dudaklarından ise en güzel davet dökülmektedir:
Rabbim Allah. Kitabım Kur’ân. Rasûlum Muhammed. Var mısın, Rabbinin halîli olan İbrahim’e benzemeye?
Zaman akmakta. Ömrün kısalmakta. Ecel yaklaşmakta. Var mısın, cennete koşanlardan olmaya?
Kalbin coşsun. Halin ferahlasın. Ruhun güzelleşsin. Var mısın, hanifler gibi yaşamaya ve ölmeye?
Var mı, Rabbe iman etmekten güzeli? Var mı, müslümanım demekten güzeli? Var mı, hanif dininden güzeli?
Elhamdulillah. Rabbim Allah dedirtene. İslam üzerine yaşamayı nasip edene. Bizi cennetine çağırana. Yaptığımız her ameli mükafatlandıracağını müjdeleyene.
Ey daveti işiten! Kararın nedir? İyi düşün. Hiçlik içinde, hiçliğe doğru bekleyecek misin? Ya da kurtuluş için, Rabbine ve cennetine, inananlarla beraber koşacak mısın?
Miskinlikten ve tembellikten uzak bir hayat yaşayanlardan. Gün içerisinde, Rabbinin her davetine icabet eden kullardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Hayatın her alanı, sosyal ilişkiler ve işler, nice beklentilerle doludur. Çoğu insanın, kimi tanıdığı ya da hiç tanımadığı başkalarından olan beklentisi, kendisinden olanınkinden daha fazladır.
Kişi, dünyalık heveslere yenik düştüğünde, kendisi ya da sevdikleri için daha kolay omuz silkebilir. Suç işlediğinde, cezayı hafiflettirici ya da cezadan kaçacak sebeplerin arayışına çıkabilir ve hatta ısrar ettiğinde her türlü yola başvurabilir.
İnsan evladı, genel itibariyle ayrımcılık ile beslenmeye meyillidir. Türlü sebeplerden dolayı; kendisini, cinsiyetini, ten rengini, ırkını, milletini, soyunu ya da yürüdüğü dünyevi bir yolu daha üstün ilan eder.
Kendisi dışında kalanları ve onların işlerini küçümsemeye başlar. Önemsemediği diğerlerinden olan beklentileri şöyle yükselir: onlar ayağını denk alarak üstün olanı kabul etmeli ve ortalama bir hayat için daha çok çaba göstermelidir.
İslam ise dünyalık temellere dayanarak biçilen değerlerin hepsini yıkmıştır. Hala doğru şekilde tartışılmayan hakları teslim etmiştir. Adalet, herkes için geçerlidir ve kişinin değeri niyet ve amellerine göredir.
Ey Allahım! Bizi, kendisini Sana teslim edenlerden ve Senin için yaşayanlardan eyle. Herhangi bir sebepten dolayı kendisini üstün gördüğü için kibirlenme ve başkalarını küçümseme gafletinden muhafaza buyur. Bizi, her an Senin huzurunda yaşadığı bilinciyle haddini bilenlerden, yeryüzünde tevazuyla yürüyenlerden ve Senin katındaki değerini yükseltmek için çabalayanlardan eyle. Başkalarını çekiştirmek ya da işlerini konuşmak yerine; yeryüzünde yürüdüğü her yolda rızana uygun hareket edenlerden, her işinde elinden geleni yapanlardan ve her ilişkisinde adil davrananlardan eyle.
Amin.