10 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 128-134 (98. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 128. Ayet

وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ...


Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنِ ve eğer
2 امْرَأَةٌ bir kadın م ر ا
3 خَافَتْ korkarsa خ و ف
4 مِنْ
5 بَعْلِهَا kocasının ب ع ل
6 نُشُوزًا huysuzluğundan ن ش ز
7 أَوْ yahut
8 إِعْرَاضًا yüz çevirmesinden ع ر ض
9 فَلَا yoktur
10 جُنَاحَ günah ج ن ح
11 عَلَيْهِمَا ikisine de
12 أَنْ
13 يُصْلِحَا düzeltmelerinde ص ل ح
14 بَيْنَهُمَا aralarını ب ي ن
15 صُلْحًا anlaşma ile ص ل ح
16 وَالصُّلْحُ ve barış ص ل ح
17 خَيْرٌ daima iyidir خ ي ر
18 وَأُحْضِرَتِ ve hazırdır ح ض ر
19 الْأَنْفُسُ nefisler ن ف س
20 الشُّحَّ cimriliğe ش ح ح
21 وَإِنْ eğer
22 تُحْسِنُوا güzel geçinir ح س ن
23 وَتَتَّقُوا ve sakınırsanız و ق ي
24 فَإِنَّ şüphesiz
25 اللَّهَ Allah
26 كَانَ ك و ن
27 بِمَا şeyleri
28 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
29 خَبِيرًا haber alır خ ب ر

Şuh شحَّ : Adet haline getirilen hırsla birlikte olan cimrilik anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şûh kelimesi işari olarak bu kökü anımsatmaktadır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ


وَ  istînâfiyyedir.  اِنِ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  امْرَاَةٌ  kelimesi mahzuf fiilin failidir. Takdiri,  خافت (Korkarsa) şeklindedir.

خَافَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mahallen meczumdur.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

مِنْ بَعْلِهَا  car mecruru  نُشُوزًا ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نُشُوزًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اِعْرَاضًا  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  نُشُوزًا ’e matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  جُنَاحَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.  عَلَيْهِمَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  في  harf-i ceriyle birlikte mahzuf habere müteallıktır.  يُصْلِحَا  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمَا  mekân zarfı,  يُصْلِحَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صُلْحًا  mef’ûlu mutlaktan naibtir.


 وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir.  الصُّلْحُ  mübtedadır.  خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اُحْضِرَتِ  meçhul mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْاَنْفُسُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الشُّحَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُحْسِنُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  تُحْسِنُوا  fiiline matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرًا ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

تَتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ 


Ayetin ilk cümlesi müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  امْرَاَةٌ, mahzuf fiilin failidir. Takdiri,  خَافَتْ’tir. 

خَافَتْ  cümlesi fasılla gelmiş tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

فَ  karinesiyle gelmiş cevap cümlesi …فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا, menfi isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَلَا جُنَاحَ  ibaresi zahiren ibaha ifade eden bir sıygada gelmiştir. Bu, aralarında gelişen bir olaydan sonra sulh için eşlerin aralarında bir anlaşmaya varmalarına izin verildiğini gösterir. Bilindiği gibi caizlikten, sadece yasak zannedilen yerde bahsedilir. Dolayısıyla hul’ ile olan bir uzlaşma ile izin verilmek istenmektedir: Yani kadın tarafından verilecek herhangi bir maddi tazminat veya bazı haklarından feragat etmesi anlamındadır. (Âşûr)

فَلا جُناحَ  Barışı teşvik etmek için kullanılır. Yani barış ve iyi bir birliktelik kurarak işlerini uzlaştırmak anlamındadır. Günahın nefy edilmesinde istiare-i temlihiye vardır. Barıştan ayrılan ve itaatsizlik etmeye devam eden birinin durumu, barışın günah olduğunu düşündüğü için kasıtlı olarak barıştan ayrılan biriyle karşılaştırılmıştır. O halde kastedilen, insanları uzlaştırmak anlamındaki sulhtur ve bu mana en çok ıslah kelimesiyle ifade edilir. Burada kastedilen barışın nedenleridir. Yani kusurlara göz yummak ve sertliğe yumuşaklıkla karşılık vermektir ki bu, ayetin devamına daha uygundur. (Âşûr)

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا  masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel takdir edilen  فَي  harfiyle habere müteallıktır.

امْرَاَةٌ - بَعْلِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

نُشُوزًا - اِعْرَاضًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin nev ve tahkir ifade eder.

يُصْلِحَا - صُلْحًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا  [Bir kadın kocasının nüşuzundan korkarsa] sözüyle aynı surenin 34. ayetinde geçen  وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ [bir erkek karısının nüşuzundan korkarsa] arasında mukabele sanatı vardır.  نُشُوزَ; çıkıntılık yapmak, huzursuzluk çıkarmak, geçimsizlik, tepeden bakmak, söz ve hareketlerinde sert davranmak ve eşinden başkasına bakmak manalarındadır.

نُشُوزَ  kelimesinde istiare düşünülebilir. Tepeye çıkmak nasıl zor ise  نُشُوزَ yani geçimsizlik de zordur.

بَعْلِ  kelimesi de koca için kullanılan ifadelerdendir. Bu mana için erkek ile kadının cinsel birlikteliği gerekir. Nikâhlanmış ama birliktelik gerçekleşmemiş ise o durumda  بَعْلِ  denemez.

Bursevi’de bu kelimeyle ilgili şöyle bir tarif yapmıştır:  بَعْلِ; esasen efendi, sahip demektir. Koca karısının işlerini yerine getirdiği için böyle isimlendirilmiştir. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır. Bu anlamdan hareketle hurma ağacına kendi su ihtiyacını kendi karşılayıp sulanmaya ihtiyaç hissetmediği için  بعل  denir. Yine bu kelime Kur’an-ı Kerim’de bir kez “put” anlamında geçmiş, diğer geçişlerde “eş” anlamında kullanılmıştır. Tahkik isimli sözlükte  بَعْلِ  maddesinde Mustafavi özetle şöyle bir açıklama getirmiştir: Bu kelimenin hayret ve sıkıntı anlamına gelince bu, mefhumun kişi üzerindeki tesirlerindendir. Çünkü efendi, çoğunlukla üzerindeki mesuliyet ve sadece ona ait vazifeler sebebiyle bunlarla karşı karşıya kaldığında  hayrete düşer, sıkılır ve üzülür.

الصُّلْحُ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de üç kere geçmiştir. Burada; kadın ile erkek sanki birer devlet ve onlar arasında barış sağlanması gerekiyor anlamını hatırımıza getirebiliriz.

اِعْرَاضًا  kelimesi hayır, şer, cedelleşme, eziyet yapmadan sükut etmek demektir. Konuşmayarak ülfeti kesmek, yok gibi davranmaktır.

 

 وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ 


وَ  itiraziyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı kısar sanatı vardır. Az lafızla çok anlam ifade edilmiştir.

İtiraz cümlesine matuf olan وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ  cümlesi ise müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّ  [Her nefse لشُّحَّۜ  (cimrilik) yerleştirilmiştir.] cümlesinde istiare vardır. Cimrilik nefislerden ayrılmayan ve uzaklaşmayan bir özellik olduğu için sanki Allah o özelliği nefislerde hazırlamış ve ayrılmamak üzere yerleştirmiştir. اُحْضِرَتِ  fiili mülâzemet (ayrılmamak) manasında kullanılmıştır. (Sâbûnî) 

الشُّحَّ  cimrilik, kıskançlık manalarını taşır. Cimrilik kıskançlıkla alakalıdır. Ben cimrilik yapıyorsam, bende olan şeyin bende kalmasını istiyorum, o şeyi başkasından kıskanıyorum demektir. Kıskançlıkta da cimrilik vardır. İnsan ilişkileri ve eş kıskançlığı da aynıdır. Tamamen bana ait olsun isteriz.

وَالصُّلْحُ خَيْرٌ ibaresindeki lâm-ı tarif ahd için değil, cins içindir. Çünkü maksat, barışın mahiyetinin insanlar için iyi olduğunu kanıtlamaktır. Barış yapma ve onu teşvik etme emrine bir tezyîl mahiyetindedir. (Âşûr)

“Nefisler ise bencilliğe hazırdır.” cümlesi de önceki gibi makabli için bir açıklamadır. Yani nefsin yaratılışında bencillik vardır. Bu vasıf, ebedi olarak ondan ayrılmaz. Bu da birçok uyuşmazlığın sebeplerinden biridir. Geçimsizlik belirtileri baş gösterince sulh ve anlaşma tesis etmek için eşler birbirini teşvik etmelidir. Hep kendini düşünmemelidir. Çünkü bu, mevcut durumun ve geçimsizliğin devamını mûcibtir. Fakat her biri arkadaşının halini düşünmelidir. (Ebüssuûd)

 وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

وَاِنْ تُحْسِنُوا  ayetin başındaki  اِنِ امْرَاَةٌ ’a matuftur.  وَتَتَّقُوا, şart cümlesi  تُحْسِنُوا’ya وَ ’la atfedilmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Bu cümlede car mecrurun,  كَانَ’nin haberi olan  خَب۪يرًا’e  takdimi söz konusudur.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  اِنَّ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

“Eğer iyi geçinir ve sakınırsanız.” ayeti bir şarttır. “Şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” ayeti de onun cevabıdır. Bu, cimrilik yapıp iyilik yapmamaları haline dair kocalara bir hitaptır. Yani eğer iyilik yapar onlarla birlikte olmaktan hoşlanmamanıza rağmen kadınlarla geçiminizde kötülük yapmaktan sakınır, onlara zulmetmekten kendinizi uzak tutarsanız bu sizin için daha faziletlidir. (Kurtubî)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip faide-i haber inkârî kelamdır.

[Yaptığınız şeyleri Allah bilir.] cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûmu yani “karşılığını verir” manası kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

   تُحْسِنُوا - الصُّلْحُ - خَيْرٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Nisâ Sûresi 129. Ayet

وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً  ...


Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنْ
2 تَسْتَطِيعُوا ve yapamazsınız ط و ع
3 أَنْ
4 تَعْدِلُوا (tam) adalet ع د ل
5 بَيْنَ arasında ب ي ن
6 النِّسَاءِ kadınlar ن س و
7 وَلَوْ ne kadar
8 حَرَصْتُمْ isteseniz de ح ر ص
9 فَلَا
10 تَمِيلُوا öyle ise meylemeyin م ي ل
11 كُلَّ (birine) tamamen ك ل ل
12 الْمَيْلِ yönelişle م ي ل
13 فَتَذَرُوهَا ötekini bırakmayın و ذ ر
14 كَالْمُعَلَّقَةِ askıda (kocasızmış) gibi ع ل ق
15 وَإِنْ eğer
16 تُصْلِحُوا arayı düzeltir ص ل ح
17 وَتَتَّقُوا sakınırsanız و ق ي
18 فَإِنَّ şüphesiz
19 اللَّهَ Allah
20 كَانَ ك و ن
21 غَفُورًا bağışlayandır غ ف ر
22 رَحِيمًا esirgeyendir ر ح م

Sûrenin başında (3. âyet), eşler arasında âdil davranamamaktan korkan kimselere bir kadınla yetinmeleri tavsiye edilmişti. Burada ne kadar istense, üzerine düşülse, gayret edilse de birden fazla eş arasında her yönden âdil davranmanın mümkün olmadığı açık ve kesin bir ifadeyle dile getirilmiştir. Bu gerçek karşısında beklenirdi ki birden fazla kadınla evlenmek yasaklansın. Ancak Allah Teâlâ zaruretleri, mübrem ihtiyaçları, fevkalâde halleri bildiği için bunu yasaklamadı; kullarının uygulamada zorlanacakları bir yasak hükmü koymak yerine, iki alternatifli bir tavsiye ile yetindi: a) Tek hanımla evli olanlar –bir zaruret bulunmadıkça– bununla yetinmelidirler. Çünkü Allah ilgili âyetlerde adalet ve hakkaniyete vurgu yapmaktadır. Oysa erkekler birden fazla kadınla evlenmeleri halinde haksızlıklar olacak ve bundan dolayı günaha girebileceklerdir. b) 3. âyetin tefsirinde açıklanan zaruretler neticesinde birden fazla kadınla evli bulunan erkekler ise gönül ilişkisi, sevgi ve bağlılık gibi insanın elinde olmayan durum ve farklılıklar dışında, kadınlarına maddî konularda objektif, ölçülebilir hak ve menfaatlerde eşit davranacak, biriyle evlilik hayatını fiilen yaşarken diğerini askıda (yalnız bırakılmış, ilgi ve ilişkiden dışlanmış, ihtiyaç içinde veya maddî bakımdan diğerlerinden aşağı durumda) bırakmayacaklardır.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 155-156

Hırs حرص : Aşırı biçimde arzu etmek ve aşırı biçimde istemektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hırs, hırslı, haris, ihtiras ve muhteristir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

تَسْتَط۪يعُٓوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَسْتَط۪يعُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  تَعْدِلُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَيْنَ  mekân zarfı,  تَعْدِلُوا  fiiline müteallıktır.  النِّسَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

حَرَصْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لو حرصتم على العدل فلن تستطيعوا ذلك (Adaletli olmak konusunda hırslı da olsanız buna gücünüz yetmez.) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن وقع منكم التفريط في شيء من المساواة فلا تميلوا أو تجوروا (Herhangi bir konuda eşitsizlik yaparsanız, sapmayın ve haksızlık etmeyin.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَم۪يلُوا  fiili  نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  كُلَّ  kelimesi masdara muzâf olduğu için masdardan naib mef’ûlu mutlaktır.  الْمَيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri,  لا يكن منكم ميل عنها فترك لها (Ona karşı bir meylin yoksa bırak!) şeklindedir.

تَذَرُوهَا  fiili  نَ  harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  كَالْمُعَلَّقَةِ  car mecruru تَذَرُوهَا ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.

الْمُعَلَّقَةِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.


وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُصْلِحُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  تُصْلِحُوا  fiiline matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  غَفُورًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. رَح۪يمًا  kelimesi ise ikinci haberdir. 

تَتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ 


وَ  istînâfiyyedir. Cümle menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan  لَنْ  tekid ifade eder.

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki  تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ  cümlesi, masdar teviliyle  لَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا  fiilinin mef’ûlüdür. 

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

لَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا  [Adil davranmaya güç yetiremezsiniz.] cümlesindeki ْ ُلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا  fiili  adaletin güç isteyen, kaldırılması zor ağır bir şeye benzetildiğini gösteren, istiare-i mekniyyedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Hal وَ’ı ile gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.  حَرَصْتُمْ  müspet  mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  لو حرصتم على العدل فلن تستطيعوا ذلك  [Adaletli olmak konusunda hırslı da olsanız buna gücünüz yetmez.] şeklindedir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

ف  mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf şartın takdiri,  لا يكن منكم ميل عنها فترك لها (Ona karşı bir meylin yoksa bırak) olabilir.

Cevap cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Masdardan naib mef’ûlu mutlak olan  كُلَّ الْمَيْلِ  mef’ûlun bih konumundadır.

تَم۪يلُوا - الْمَيْلِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كَالْمُعَلَّقَةِ  [askıda kalmış gibi] ifadesi, teşbih edatı zikredildiği için teşbih-i mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için teşbih-i mücmel, kolay anlaşıldığı ve müşebbehün bih hissi olduğu için garib-i mübtezel bir teşbihtir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


 وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُوراً رَح۪يماً

 

وَاِنْ تُصْلِحُوا  cümlesi ayetin başındaki  اِنِ امْرَاَةٌ ’a matuftur.  وَتَتَّقُوا, şart cümlesi  تُصْلِحُوا’a  وَ ’la atfedilmiştir. 

فَ  ta’lîliyyedir.  فَ ’nin mahzuf şartın başına gelmiş rabıta harfi olduğu da söylenmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin haberi olan  غَفُورًا ,رَح۪يمًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında  mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

تُصْلِحُوا -  تَتَّقُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Eğer halinizi düzeltir ve takva sahibi olursanız Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.] mefhum-u mutabakatı; sizi bağışlar, kalbinizdeki duygunun fazlalığından dolayı sizi hesaba çekmez, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)




Nisâ Sûresi 130. Ayet

وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً  ...


Eğer ayrılırlarsa, Allah bol lütuf ve nimetiyle onların her birini zengin kılar (başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 يَتَفَرَّقَا (eşler) ayrılırlarsa ف ر ق
3 يُغْنِ zengin eder غ ن ي
4 اللَّهُ Allah
5 كُلًّا onların her birini ك ل ل
6 مِنْ
7 سَعَتِهِ bol ni’metiyle و س ع
8 وَكَانَ ك و ن
9 اللَّهُ Allah(ın)
10 وَاسِعًا (ni’meti) geniştir و س ع
11 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Bütün çabalara rağmen evlilik hayatını sürdürmek mümkün olmuyorsa sırf ekonomik zaruretler sebebiyle, aç ve açık kalma korkusuyla buna katlanmak gerekmez. İslâm’da kadının çalışması, para kazanması, mal-mülk sahibi olması yasaklanmış değildir. Ancak bundan maksat kadını, basit sebeplerle aile hukukunu, huzur ve mutluluğunu ihlâle sevkeden, aile hayatını bozmaya yönelten bir “ekonomik özgürlük” de değildir. Kadın tıpkı erkek gibi Allah’a kulluğunu bu alanda da ispat etmek için kazanır, servet sahibi olur. Çalışamayan, kazanamayan veya bunu tercih etmemiş bulunan kadınlara gelince, bunların sırf aç ve açıkta kalma korkusuyla istemedikleri, mutlu olmadıkları, haksız ve kötü muameleye uğradıkları bir evliliği sürdürme mecburiyetleri yoktur. Âyet topluma görev yüklemekte, böyle kadınların geçimini sağlayacak yakınları yoksa toplumu yükümlü ve sorumlu kılmaktadır. Çünkü Allah, darlığı genişleten lutfunu, esirgemeden dağıttığı rızkını; hayır sever kulları aracılığı ve onların eliyle muhtaçlara ulaştırmakta, onları darlıktan bolluğa çıkarmaktadır.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 156

وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَتَفَرَّقَا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye  ا ’i fail olup mahallen merfûdur.

يُغْنِ  şartın cevabı olduğu için illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

كُلًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muzâfun ileyhi mahzuf olduğu için tenvinli gelmiştir.  مِنْ سَعَتِه۪  car mecruru  يُغْنِ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُغْنِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  غني’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَتَفَرَّقَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

وَاسِعًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.

وَاسِعًا ,حَك۪يمًا  kalıpları mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلاًّ مِنْ سَعَتِه۪ۜ

 

Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki  اِنْ تُصْلِحُوا  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Şart üslubunda haberî isnad olan cümlede  يَتَفَرَّقَا  şart fiilidir. 

Cevap cümlesi olan  يُغْنِ اللّٰهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِه۪  şart cümlesi gibi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.

كُلًّا ’in muzâfun ileyhinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Tenvinli gelerek muzâfun ileyhin hazf olduğunu haber verir. Bu tenvine “avz tenvini” denir. Nekre gelişi efraddan her bir ferde yani hem kadına hem erkeğe şamil olduğunu ifade eder.

سَعَتِه۪ ’deki tenvin kesret ve tazim,  مِنْ  ba’diyet ifade eder.

يَتَفَرَّقَا  fiili, tefa’ul babı dolayısıyla boşanmanın iyice düşünülmesi gereken bir karar olduğuna delalet eder. [Allah her birini zenginleştirir.] Yani eski eşinden daha hayırlı bir eş, eski yaşantısından daha huzurlu daha afiyetli bir yaşantı nasip eder.   سَعَتِه۪  zenginlik ve güç kuvvet demektir.  وَاسِعًا  ise zengin ve muktedir anlamındadır. (Keşşâf)


وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi hem tekid ifade eder hem de zamandan bağımsız bir mana taşır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

وَاسِعًا ,حَك۪يمًا  şeklinde mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَاسِعًا ,حَك۪يمًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعًا حَك۪يمًا  cümlesi kadınların hükmüyle ilgili bir sonuç ve tezyîldir. (Âşûr)

Ayet-i Kerime rızkın Allah katından olduğunu hatırlatmaktadır. Biz ise çoğu zaman bunu unutup vesilelere bağlanmaktayız.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 131. Ayet

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, zengindir, övülmeye lâyıktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’ındır
2 مَا olanlar
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَمَا ve olanlar
6 فِي
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 وَلَقَدْ muhakkak
9 وَصَّيْنَا tavsiye ettik و ص ي
10 الَّذِينَ kimselere
11 أُوتُوا verilen(lere) ا ت ي
12 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
13 مِنْ
14 قَبْلِكُمْ sizden önce ق ب ل
15 وَإِيَّاكُمْ ve size de
16 أَنِ diye
17 اتَّقُوا korkun و ق ي
18 اللَّهَ Allah’tan
19 وَإِنْ eğer
20 تَكْفُرُوا inkar ederseniz ك ف ر
21 فَإِنَّ şüphesiz
22 لِلَّهِ Allah’ındır
23 مَا olanlar
24 فِي
25 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
26 وَمَا ve olanlar
27 فِي
28 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
29 وَكَانَ ك و ن
30 اللَّهُ Allah
31 غَنِيًّا zengindir غ ن ي
32 حَمِيدًا övgüye layıktır ح م د

Çünkü "göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır." Demek olur ki ayrılık, iki tarafın rızasıyla olmaz. Birinin diğerinde gözü bulunursa bu iğna (muhtaç etmeme) vaad edilmiş değildir. Kadın ayrılmak istemez, geçinmek arzu ederse, erkeğin onu boşaması günahtır. Aynı şekilde erkek bırakmak istemez, geçinmek arzu ederse, ayrılmaya zorlamak veya zor kullanmakla ayırmak da günahtır. O zaman bir taraf zalim durumunda kalır ki, bundan son derece sakınmak gerekir.

 Ey müslümanlar, yemin olsun ki, hem sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlara ve hem size Allah'tan gereğince sakınınız, azabından korkunuz diye tavsiye ettik ve eğer inkâr edecek olursanız biliniz ki, göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah her şeyden zengin ve sizin ibadetinize muhtaç değildir, o kendi zatında hamîd (övgüye layık)dir. Siz gerek hamdediniz, gerek etmeyiniz, o hadd-i zatında mahmud (hamdedilen) ve hamde layık olandır. Ne yaratılmışların küfür ve günahlarıyla zarar eden, ne de şükür ve itaatleriyle menfaat görendir. Ve hamîd (övgüye layık) olduğundan dolayı sırf rahmetiyle menfaatlerinizi temin ve sizi zarardan korumak için Allah'tan gereğince korkmayı ve inkâr ve küfürden sakınmayı emreder diye tavsiye ettik.

Hakikatte göklerde her ne var ve yerde her ne varsa bütün bunlar yaratılış ve mülk, öncelik ve sonralık bakımından Allah'ındır. Bütün bunlarda Allah'ın hükmüyle var etmek ve yok etmek, diriltmek ve yok etmek, sevindirmek ve azarlamak, sevab ve ceza ve diğerleri ile istediği gibi tasarruf eden ancak O'dur. Ve bu tasarruf ancak O'nun hakkıdır. Allah bunların hepsine bizzat sahip olduğu gibi, hepsinin işlerini ve işlerin hepsini tedbir ve idare etmekte ve her birini kendi hesabına görüp gözetmekte vekil olarak da Allah yeterlidir. Şu halde herkes O'na tevekkül ve itimat etmeli ve kendi işlerinde başarılı olmak için O'na müracaat edip teslim olmalıdır.

(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ


وَ  atıf harfidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ


وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  وَصَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اُو۫تُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  اُو۫تُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِيَّاكُمْ  munfasıl zamiri atıf harfi  وَ ’la ism-i mevsûle matuftur, mahallen mansubtur.

اَنِ  tefsiriyye harfidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَنْ  tefsir harfinden sonra gelen  اتَّقُوا اللّٰهَۜ  cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder.  تَكْفُرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

لِلّٰهِ  car mecruru  إِنّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin ismi olarak mahalen mansubtur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

غَنِيًّا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَم۪يدًا  ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.

غَنِيًّا ,حَم۪يدًا  kalıpları mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi kendisinden önceki takvaya, ihsan etmeye ve amelleri ıslah etmeye teşvik etmek için gelen 128. ayetteki  وإنْ تُحْسِنُوا وتَتَّقُوا  ve 129. ayetteki  وإنْ تُصْلِحُوا وتَتَّقُوا  cümleleri ile  ولَقَدْ وصَّيْنا  cümlesi arasında gelmiş itiraz cümlesidir. (Âşûr)

130. ayette geçen  يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِن سَعَتِهِ  cümlesi göklerde ve yerde ne varsa her birini kendi gücünden zenginleştirmeye kadir olduğuna işarettir. Bu Allah Teâlâ’yı yüceltmek, O’nun alemlerin Rabbi olduğunu hatırlatmak, büyük saltanatına ve takvaya layık olduğuna dair kinayedir. (Âşûr)

لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Tevcîh manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَا , hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ  [Gökler] kelimesinde zımnen  الْاَرْضِ  [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir. Arzın çoğulu fesahata aykırı olduğu için Kur’an’da hiç geçmemiştir.  الارضين, kulağı rahatsız eder.  Talak Suresi 12. ayette çoğul olması gereken arz lafzı  مِثۡلَهُنَّ  denilerek bu durum önlenmiştir. 

Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk sebebi, sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. 

لِلّٰهِ’deki  ل  harf-i cerinin anlamları:

1. Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.

2. إلى  anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.

3. Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.

4. Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)

فِي السَّمٰوَاتِ  [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِۜ [Yerdekiler]’in atfedilmesi tecrîddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِۜ  arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.

الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazîdir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebe ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi, 12. ayette آراض  yerine مثلهن  kelimesi kullanılmıştır.

Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/sıfattır. 



 وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder.

Mef’ûl mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. Sılası olan …اُو۫تُوا الْكِتَابَ,  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  وَاِيَّاكُمْ  mevsûle matuftur.

الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ  terkibinden murad Yahudi ve Hristiyanlardır. الْكِتَابَ  kelimesindeki harfi tarif cins içindir. (Âşûr)

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır. 

Azamet zamiriyle başlayan ve sonunda  اللّٰهَۜ  lafzı zikredilen bu cümlede, iltifat ve tecrîd sanatları vardır.

اَنِ  ve akabindeki اتَّقُوا اللّٰهَۜ  cümlesi masdar tevilindedir. Mahzuf  ب  harfi ile birlikte  وَصَّيْنَا  fiiline müteallıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan bu cümlenin tefsiriyye olduğu da söylenmiştir.

الْكِتَابَ  [Kitap] cins isim olup bütün semavî kitapları kapsamaktadır.  اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَ  ifadesi, باَنِ اتَّقُوا اللّٰهَ  takdirinde olup  اَنِ, söz’ü açıklayıcıdır/ tefsiriyedir, çünkü tavsiye de söz ile yapılır. …وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ  [Nankörlük ederseniz şüphesiz ki… Allah’ındır.] ifadesi  اتَّقُوا  [sakının] fiiline ma’tuf olup [Onlara da size de takvayı emrettik ve onlara da size de şöyle dedik: [Nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz… Allah’ındır.] anlamındadır. (Keşşâf)

وَاِيَّاكُمْ  [Size de..] sözü, “kendilerine kitap verilenler” sözü üzerine atfedilmiştir. Ayetteki “Kitap” kelimesi, cins isim olup bütün semavî kitapları ifade etmektedir. Kitap verilenlerden maksat, Yahudi ve Hristiyanlardır. (Fahreddin er-Râzî)

اُو۫تُوا - اتَّقُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyye veya cümle tefsiriye cümlesine matuftur. 

Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَكْفُرُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

اِنَّ  لِلّٰهِ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede mezheb-i kelâmî sanatı vardır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.

فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi kendisine isyan edenlerin isyanından zarar görmemek manasından kinayedir. Bu sebeple onu şarta cevap kılmıştır. Takdiri şöyledir: “O zengindir, size ihtiyacı yoktur.” Bu manayı  وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَم۪يدًا  tezyîl cümlesiyle kuvvetlendirmiştir. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/sıfattır. 


السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ  [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِۜ  [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir. 

الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazidir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebe ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi, 12. ayette آراض  yerine مثلهن kelimesi kullanılmıştır.

Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk, sebebi sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. 

Bu tekrar da ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لِلّٰهِ’deki  ل  harf-i cerinin anlamları:

1. Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.

2. إلى  anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.

3. Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.

4. Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)

فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِ [Yerdekiler]in atfedilmesi tecriddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.

السَّمٰوَاتِ  ve الْاَرْضِ  arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.

Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevnî ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)

 

 وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً


وَ  istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

غَنِيًّا ,حَم۪يدًا  şeklinde mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

غَنِيًّا ,حَم۪يدًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 132. Ayet

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’ındır
2 مَا olanlar
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَمَا ve olanlar
6 فِي
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
9 بِاللَّهِ Allah
10 وَكِيلًا vekil olarak و ك ل

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur olup  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  وَك۪يلًا  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.


وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  atıftır.  Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/sıfattır. 


Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Tevcih manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَا, hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ  [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِۜ  [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor, diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir. 

الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazîdir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebi ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi, 12. ayette آراض  yerine مثلهن  kelimesi kullanılmıştır.

Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk, sebebi sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinad ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. 

Allah Teâlâ, “Göklerde ve yerde olan şeyler Allah’ındır; vekil olarak Allah yeter. Eğer O dilerse ey insanlar, sizi giderir de (yerinize) başkalarını getirir. Allah buna hakkıyla kadirdir.” buyurmuştur. Bu, şu manadadır: “Allah hem yok etmeye hem de var etmeye kadirdir. Dolayısıyla eğer O’na isyan ederseniz, bilin ki sizi tamamen yok edip ortadan kaldırmaya ve kendisine ibadet ve tazim ile meşgul olacak başka bir topluluğu getirmeye kadirdir.” Binaenaleyh bu sözün, bu ayette yer almasından maksad, Hakk Teâlâ’nın, her şeye gücünün yettiğini iyice ortaya koymaktır. Bu tek bir delil, birçok manaya delâlet edince kendisi ile o manalardan herbirine istidlal olunsun diye, bunu burada zikretmek güzel ve yerinde olmuştur. Sonra Cenab-ı Hakk, bu delili, ikinci manaya istidlal edilsin diye, ikinci kez; üçüncü bir manaya istidlal edilsin diye de üçüncü kez zikretmiştir. İşte bu tekrar, delili bir defa söylemekten daha güzel ve daha uygundur. Çünkü delil zikredilince hatıra medlûlu bilmeyi gerektiren şeyler gelir. Binaenaleyh bu medlûl ile elde edilen ilim, daha kuvvetli ve daha açık olmuş olur. Böylece bu tekrarın, son derece güzel ve mükemmel olduğu ortaya çıkmış olur. Hem, sen bu delili üç kez tekrar edip her defasında da Allah’ın bir başka celâl sıfatının ispatını O’na dayandırdığın zaman, zihin Allah’ın, gökleri ve yeri yaratmasının, çok yüce birtakım esrara ve gayelere delâlet ettiği hususunda gafletten uyanır. İşte o zaman da insan, göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür edip onların halleri ve sıfatları ile yaratıcının sıfatlarına istidlal etme gayretine girer. Bu kerim olan Kur’an’ın genel ve esas maksadı, akılları ve fehimleri, Allah’tan başkası ile meşgul olmaktan kurtarıp, marifetullaha gark olmaya sevk etmek olup, bu tekrar da bu gayenin tahakkukunu ifade edip, onu kuvvetlendirince, hiç şüphesiz ki bu tekrar son derece güzel ve yerinde olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

لِلّٰهِ’deki  ل  harf-i cerinin anlamları:

1. Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.

2. إلى  anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.

3. Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.

4. Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)

فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِ [Yerdekiler]in atfedilmesi tecriddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِ  arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.

Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevnî ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)

Bu ibtidaî kelâm, bundan önce hikâye edilen söze dahil olmadığını fakat muhatapları gelecek şart cümlesine hazırlamak için olduğunu belirtmek içindir. Yani göklerde ve yerde olan bütün mahluklar, yaratılış olarak da mülk olarak da yalnız Allah’ındır. Allah Teâlâ, icat, idam, diriltmek ve öldürmek fiilleri ile mahlûkatı üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. (Ebüssuûd)

 

وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid  بِ harfi cümleyi tekid etmiştir. 

Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla  للّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı, haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

[Vekil olarak Allah yeter.] cümlesinde zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zahirin hilafına kelamdır. Zihne yerleştirmek ve tazim içindir.

وَك۪يلًا  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Allah’ın vekil olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece vekil  olarak değil, basîr, semî, hafîz vs. olarak da yeter.

Ayet-i kerimenin sonunda gelen Allah ismi, hükmün illetini belli eder. Ulûhiyet vasfından dolayı O vekil olarak kâfidir.

[Allah vekil olarak yeter.]  Melzûmu bizi korur, gözetir demektir. Lâzım- melzûm alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

(Âşûr) 

Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 133. Ayet

اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً  ...


Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 يَشَأْ (Allah) dilerse ش ي ا
3 يُذْهِبْكُمْ sizi götürür ذ ه ب
4 أَيُّهَا ey
5 النَّاسُ insanlar ن و س
6 وَيَأْتِ ve getirir ا ت ي
7 بِاخَرِينَ başkalarını ا خ ر
8 وَكَانَ ve ك و ن
9 اللَّهُ Allah
10 عَلَىٰ
11 ذَٰلِكَ buna
12 قَدِيرًا hakkıyla kadirdir ق د ر

Çünkü ey insanlar, bilmiş olunuz ki Allah dilerse sizi ortadan kaldırır, def eder ve yerinize diğerlerini getirir. Allah buna da kadirdir, hem pek kadirdir. "Eğer haktan yüz çevirirseniz, Allah yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar." (Muhammed, 47/38) Rivayet olunuyor ki bu âyet indiği zaman Rasûlullah (s.a.v.) mübarek elini Selman-ı Farisi'nin arkasına vurmuş, "onlar bunun kavmi" buyurmuştur.

(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ

 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَشَأْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.

يُذْهِبْكُمْ  şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Nida cümlesi itiraziyyedir. Nida harfi mahzuftur.  اَيُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya onun sıfatıdır.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِ  fiili atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına matuftur.  يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِاٰخَر۪ينَ  car mecruru  يَأْتِ  fiiline müteallıktır.

 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَلٰى ذٰلِكَ  car mecruru  قَد۪يرًا ’ e müteallıktır.  ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

قَد۪يرًا  kelimesi  كَانَ’nin haberi olup lafzen mansubtur.


اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يَشَأْ şart,  يُذْهِبْكُمْ  cevap fiilidir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

اَيُّهَا النَّاسُ  cümlesi fasılla gelmiş, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin ve nidanın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَأْتِ - يُذْهِبْكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يراً

 

Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafz-ı celâlde tecrîd sanatı vardır.

“Allah buna hakkıyla kadirdir.” Kudret yüce Allah’ın ezelî bir sıfatıdır. O’nun malumatının nasıl sonu yoksa makdûrâtının (güç yetirdiği şeylerin) da sonu olmaz. O’nun sıfatları hakkında geçmiş, gelecek ve halihazırdaki durum aynıdır, Ayet-i kerimede bunun özel olarak mazi (di'li geçmiş zaman) ifadesiyle zikredilmesi, O’nun zat ve sıfatında herhangi bir şeyin sonradan hâdis olduğu vehmine kapılmamak içindir. Kudret ise fiilin kendisiyle meydana geldiği sıfattır. Kudret ile birlikte acizliğin varlığı mümkün değildir. (Kurtubî)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Tüm yaratılmışlar Allah’ındır, hepsinin yaratıcısı, hükümdarı, tüm nimet çeşitleriyle onlara ihsanda bulunan O’dur. Dolayısıyla yarattıklarının O’na itaat edip karşı gelmemesini hak etmektedir. Herkes O’nun azabından sakınmalı ve mükâfatını ümit edebileceği işler yapmalıdır. (Keşşâf)

[Muhakkak ki Allah buna kadirdir.] Buna inanarak yaşamayan insanlar olmakla birlikte Allah’ın kudreti o kadar açıktır ki tekid edilmeye gerek yoktur. Ayrıca bu cümle isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da manayı kuvvetlendirir.

Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. Tezyîl  cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki  cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 134. Ayet

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟  ...


Kim dünya sevabı (nimeti) istiyorsa (bilsin ki), dünya sevabı da, ahiret sevabı da Allah katındadır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ك و ن
3 يُرِيدُ isterse ر و د
4 ثَوَابَ sevabını ث و ب
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 فَعِنْدَ (bilsin ki) katındadır ع ن د
7 اللَّهِ Allah
8 ثَوَابُ sevabı ث و ب
9 الدُّنْيَا dünya د ن و
10 وَالْاخِرَةِ ve ahiret ا خ ر
11 وَكَانَ ك و ن
12 اللَّهُ Allah
13 سَمِيعًا işitendir س م ع
14 بَصِيرًا görendir ب ص ر

Her kim dünya sevabı isterse, bilmeli ki dünyanın da ahiretin de sevabı ancak Allah'ın katındadır. Dünya sevabını da verecek olan başkası değil, yine Allah'dır. Bunun için de Allah'a ve Allah'ın kanunlarına müracaat etmek gereklidir. Fakat bunun karşısında bir de ahiret sevabı vardır. Şu halde Allah'a müracaat edip de yalnız dünya sevabına göz dikmek ne kadar himmet (gayret) sizlik, ne kadar budalalıktır. Akıllı olan -hiç olmazsa- "Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, ahirette de" diye ikisini de istemeli veya en şerefli ve en yükseğine göz dikip dünyayı kâle almayarak ahireti istemelidir. "Kim ahiret menfaatini isterse, onun mükafatını artırırız" (Şûra, 42/20) âyetinin delaletince, ahireti isteyen, fazla olarak, dünyadan da hissedar olur. Nitekim Allah için mücahede eden dünya ganimetinden mahrum kalmaz, onunla beraber ahiret sevabına da erer. Fakat ganimet için harbe gidenler gibi sırf dünya peşinde koşanlar bunu bulurlarsa diğerlerinden mahrum kalırlar. Çünkü Allah semî (işitici) ve basîr (görücü)dir. Söylenenleri işitir, yapılanları görür, herkesin niyyet ve maksadını bilir ve ona göre muamele eder. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.  كَانَ يُر۪يدُ  cümlesi  مَنْ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ ’nin ismi müstetir  هو  zamiridir.  يُر۪يدُ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

ثَوَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الدُّنْيَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Mekân zarfı  عِنْدَ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ثَوَابُ  muahhar mübtedadır.  الدُّنْيَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الدُّنْيَا’ya matuftur.

يُر۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

سَم۪يعًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  بَص۪يرًا۟  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ


وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنْ  mübteda,  كانِ’nin dahil olduğu isim cümlesi, şarttır.

Cevap cümlesi olan  فَ  karinesiyle gelen  فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا  cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْدَ اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkip aynı zamanda  مَنْ ’in haberidir.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  ثَوَابُ الدُّنْيَا ’nın tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا  [Kim dünyanın nimetini isterse…] cümlesindeki sevap; karşılık demektir, ama burada “nimet” olarak çevirmek daha uygun düşer.

Önceki ayette geçen  كُمْ  zamirinden sonra burada  مَنْ كَانَ يُر۪يدُ  [kim isterse] buyurularak iltifat yapılmıştır.

Ayette mükâfattan maksat hukukî değil, dilsel anlamdır. (Âşûr)

Allah, onlara dünyanın en hayırlısının da ahiretin de en hayırlısının da Allah’ın elinde olduğunu bildirerek uyarmıştır. (Âşûr)


وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Haber olan iki vasfın, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

سَم۪يعًا ,بَص۪يرًا۟ şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

Eğer “Allah katında, insanın ister böyle bir isteği olsun ister olmasın, hem dünya hem ahiret mükâfatı olduğu halde niçin şartın cevabının başına  فَ  gelmiştir?” denir ise biz deriz ki: Kelamın takdiri şöyledir:

فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَهُ اِنْ اَرَادَهُ اللّٰهُ تَعَالَى

“Eğer Allah isterse o kimse için hem dünyanın hem de ahretin mükâfatı Allah katındadır.” Bu takdire göre, cevap (ceza), “Allah’ın irade etmesi” şartına bağlanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)


وَكَانَ اللّٰهُ سَمٖيعًا بَصٖيرًا  [Allah, semî ve basîrdir.] buyurmuştur. Yani Allah onların sözlerini duyar. Çünkü onlar, cihad yapmakla, ganimet elde etmekten başka bir gaye gütmezler. Yine Cenab-ı Hakk onların sadece ganimet elde etmek için yaptıkları savaşlarda say’u gayret gösterdiklerini görüp bilir. Bu ifade adeta Allah’tan onları, bu gibi işlerden bir men etme manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)


Günün Mesajı
128. ayet, 34. ayette geçen kadının nüşûzunun mukabili olarak erkeğin nüşûzundan bahsetmektedir. Bu iki ayeti birlikte düşünmek gerekir. Şuh kelimesi; cimrilik, kıskançlık demektir. Cimrilik kıskançlıkla alakalıdır. Ben cimrilik yapıyorsam, bende olan şeyin bende kalmasını istiyorum, o şeyi başkasından kıskanıyorum demektir. Kıskançlıkta da cimrilik vardır. İnsan ilişkileri ve eş kıskançlığı da aynıdır. Tamamen bana ait olsun isteriz. 130. ayeti kerime rızkın Allah katından olduğunu hatırlatmaktadır. Biz ise çoğu zaman bunu unutup vesilelere bağlanmaktayız.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hz. Ali (r.a.): “Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has çocukları var. Siz ahiret çocuklarından olun; dünya çocuklarından olmayın! Bugün çalışma günüdür, hesap günü değil. Yarın hesap günüdür, çalışma günü değil.”

 Dünyanın gelip geçiciliğini bilmesine ve geçmişlerin kalmadığına defalarca şahit olmasına rağmen, insan yine de dünyanın peşinden koşar durur. Neden?

 İmam Gazzali - Kimya-yı Saadet’te sebeplerini şöyle açıklar:

Dünya büyücü gibidir.

Büyücülüğünün birincisi: devamlı gitmeye yönelik hareket etmesine rağmen, kendini hep sende kalacakmış gibi gösterir. Onun bu haline kanarsın çünkü gidişi çok yavaştır. İlerleyip ilerlemediğinden emin olamazken, bir bakarsın ömür dediğin bitmiş gitmiş.

İkincisi: kendini sadece sana aitmiş gibi gösterir. Sahip olduklarıyla da bu yüzden övünür insan. Halbuki; yetenek, mal, evlat diye övündükleri, daha nicelerinde de vardır. Seni, kendisine bağladıktan sonra, bir gün sana düşman kesilir.

Üçüncüsü: dünya seni kendisine bağlarken bütün çirkinliklerinin üzerini örter ve sadece güzel tarafını gösterir.

Dördüncüsü: dünyadan önceki ve sonraki zaman sonsuz iken, dünya bulunduğun geçici anın, geçiciliğini unutturur sana. Hiç geçmeyecekmiş gibi üzülür veya sevinirsin. Öyle ki yıllar sonra olma ihtimali olan şeylerle bile meşgul eder seni. Halbuki o güne ulaşıp ulaşmayacağından emin bile değilsindir.

Beşincisi: az görünen dünya işleriyle, belki sadece bir işle, bir ömür meşgul tutar seni. Zamanından çalar.

Altıncısı: sahip olduklarını sanki beraberinde götürebilecekmişsin gibi kandırır seni.

Dünyaya köle olmadan yaşayanlardan,

Dünyaya geliş sebebini hatırlayanlardan,

Dünyanın oyunlarına karşı gözü açık olanlardan,

Dünyadaki zamanını en güzel şekilde değerlendirmeye çalışanlardan,

Dünyalıklara saplanıp kalmadan, Allah’tan hem dünya, hem de ahiret mükafatını isteyenlerden,

Ahiretini kazananlardan ve ahiret çocuklarından olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji