11 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 135-140 (99. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 135. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ...


Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 كُونُوا olun ك و ن
5 قَوَّامِينَ ayakta tutarak ق و م
6 بِالْقِسْطِ adaleti ق س ط
7 شُهَدَاءَ şahidler ش ه د
8 لِلَّهِ Allah için
9 وَلَوْ bile olsa
10 عَلَىٰ aleyhinde
11 أَنْفُسِكُمْ kendinizin ن ف س
12 أَوِ veya
13 الْوَالِدَيْنِ ana babanızın و ل د
14 وَالْأَقْرَبِينَ ve yakınlarınızın ق ر ب
15 إِنْ eğer
16 يَكُنْ olsalar ك و ن
17 غَنِيًّا zengin غ ن ي
18 أَوْ veya
19 فَقِيرًا fakir de ف ق ر
20 فَاللَّهُ çünkü Allah ا ل ه
21 أَوْلَىٰ daha yakındır و ل ي
22 بِهِمَا ikisine de
23 فَلَا öyle ise sapmayın
24 تَتَّبِعُوا uyarak ت ب ع
25 الْهَوَىٰ keyfinize ه و ي
26 أَنْ
27 تَعْدِلُوا adaletten ع د ل
28 وَإِنْ ve eğer
29 تَلْوُوا eğip bükerseniz ل و ي
30 أَوْ ya da
31 تُعْرِضُوا doğruyu söylemezseniz ع ر ض
32 فَإِنَّ muhakkak ki
33 اللَّهَ Allah
34 كَانَ olandır ك و ن
35 بِمَا -dan
36 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل
37 خَبِيرًا haberdar خ ب ر

İnsan topluluklarının korunmaya, düzene ve adalete ihtiyaçları vardır; devlet de bu ihtiyaçlardan doğmuştur. Adaletin gerçekleşmesinde bağlayıcı hukuk kuralları kadar onları uygulayan yönetici ve hâkimlerle hakkın veya suçun ispatı için gerekli bulunan şahitler önemli rol oynamaktadırlar. Adalet görevlilerinin doğruluktan sapmalarına sebep olan âmilleri iki gruba ayırmak mümkündür: Maddî menfaat, mânevî eğilim ve değerler. Âyetin gerek “Kendiniz, ana-babanız veya akrabanız aleyhinede olsa” kısmı, gerekse “zengin olsunlar, yoksul olsunlar” kısmı bunları bir genel anlatım üslûbu içinde ihtiva etmektedir. Hâkim ve şahitler elde edecekleri veya elden kaçırmak istemedikleri şahsî menfaatleri veya yakınlarının menfaatleri sebebiyle adaletten sapabilmektedirler. Ayrıca davacı ve davalının sosyal, ekonomik ve siyasî durumu da şahit ve hâkimleri etkileyebilmektedir. Meselâ bir maddî menfaati dava eden kimsenin yoksul, davalının ise zengin olması durumunda, hak zenginin olduğu halde yoksul lehine şahitlik edildiği veya hüküm verildiği görülmektedir. Halbuki zengin de yoksul da Allah’ın kullarıdır, onları içinde bulundukları duruma göre değerlendirecek, haklarında hayırlı olanı lutfedecek, sorumluluklarını belirleyecek ve hikmetinin bir sonucu olarak dilediğinde özel lutuflarda bulunacak olan da Allah’tır. İnsanların O’nun yerine geçmeye, adaleti saptırma pahasına bazı kimseleri kayırmaya hakları yoktur. Bu sebeplerle gerek hâkimlerin ve gerekse şahitlerin haksız tarafa meyletmeleri veya hakkın ortaya çıkmasını, adaletin gerçekleşmesini engellemek için hükümden ve şahitlikten geri durmaları, mahkemeyi oyalayan davranışlar içine girmeleri de yalancı şahitlik ve hukuka aykırı hüküm kadar adalete aykırı bulunduğundan âyet bunları da yasaklamış, bazı şeyleri halktan gizlemek mümkün olsa bile Allah’tan gizlemenin imkânsız olduğunu vurgulamıştır.

 Âyetten açıkça anlaşılan hüküm, yakın akrabanın birbiri lehine ve aleyhine yapacakları şahitliklerin muteber ve geçerli olduğudur. Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre (V, 411), İslâm’ın ilk nesillerinde Allah korkusu hâkim ve güzel ahlâk yaygın bulunduğundan –bu âyete de dayanarak– yakınların birbirleri için şahitlikleri kabul ediliyordu, bu konuda hiçbir kimseden peşinen şüphe edilmiyordu. İslâm topluluğu sosyal ve kültürel değişmeler geçirdikçe yakınların birbirleri hakkında yapacakları şahitliklerin geçerliği tartışılmaya başlandı, birçok müctehid, “yakınlığın ve menfaatin saptırma ihtimali güçlü bulunduğu durumlarda” şahitliği geçerli saymadı.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 159-160

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? O kendisine sorulmadan şahitlik görevini yerine getiren kimsedir.”

( Müslüm , Akdiye 19, Ebu Davud , Aldiye 13; Tirmizi ,Şehadat 1)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Leva لوي :  İpi sarmak veya eğirmektir. لِوَاء ise sancak demektir, rüzgâr ile bükülerek dalgalandığından bu adı almıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli livâ (sancağı)dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  كُونُوا قَوَّام۪ينَ ’dır.  كُونُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. كُونُوا’nun ismi, cemi müzekker olan  و  merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. قَوَّام۪ينَ kelimesi  كُونُوا’nun haberidir.  Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي  ile nasb olurlar.

بِالْقِسْطِ  car mecruru  قَوَّام۪ينَ ’ye müteallıktır.  شُهَدَٓاءَ  kelimesi  كُونُوا ’nun ikinci haberidir. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.  لِلّٰهِ  car mecruru  شُهَدَٓاءَ ‘ye müteallıktır. 


وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir. لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  car mecruru mahzuf  كان ‘nin haberine müteallıktır.  كان’nin ismi  لَوْ ’den sonrasıdır. Takdiri,  ولو كانت الشهادة مستقرة على أنفسكم (Bu şahitlik sizin zararınıza olsa bile) şeklindedir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْوَالِدَيْنِ  kelimesi atıf harfi  اَوِ  ile  اَنْفُسِكُمْ  matuftur.  الْوَالِدَيْنِ  kelimesi müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur. الْاَقْرَب۪ينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْوَالِدَيْنِ ’ye matuftur.  الْاَقْرَب۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  لوجبت عليكم الشهادة (Şahitlik yapmak gerekir.) şeklindedir.


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  يَكُنْ  şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir.

İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.  يَكُنْ ’un ismi, müstetir هو  zamiridir.  غَنِيًّا  kelimesi  يَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubtur. 

فَق۪يرًا  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  غَنِيًّا’e matuftur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فلا تمتنعوا من الشهادة طلبا لرضا الغني أو ترحما على الفقير (Şahitlik etmekten, zenginin rızasını kazanmak ve fakire merhamet etmek için sakınmayın.) şeklindedir.

فَ  ta’lîliyyedir. Şartın cevabının başına gelen rabıta harfi de olması da caizdir.  اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَوْلٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  بِهِمَا  car mecruru  اَوْلٰى’ya müteallıktır.

فَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّبِعُوا۟  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

الْهَوٰٓى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

اَنْ  ve masdarı müevvel, mahzuf harfi cer ile  تَتَّبِعُوا  fiiline müteallıktır.  تَعْدِلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.


 وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَلْوُٓ۫ا  fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir.  تُعْرِضُوا  fiili atıf harfi  اَوْ  ile  تَلْوُٓ۫ا ‘ye matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرًا ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi gelecek habere dikkatleri çekmek içindir. Sılası  ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın,  ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

قَوَّام۪  mübalağalı ism-i faildir. Bu kelime Kur’an’da 3 kez geçmiştir. (Nisa Suresi, 34, 135 ve Maide Suresi, 8). Son ikisi aynı konudadır. Yönetici, bir işi üstlenen manasındadır.

قَوّامِينَ  kelimesi sıygası itibarıyla çokluğa delalet eder. Bundan murad da lâzımıdır. Yani hiçbir durumda bu görevi aksatmamasıdır. (Âşûr)

Adalet emrinin şahitlikten önce verilmesi:

a) İnsanların pek çoğunun âdeti, başkalarına ma’rûfu emretmektir. Ama iş kendilerine varıp dayandığında, ma’rûfu kendilerine de emretmeyi bırakırlar. Hatta kendilerinden en çirkin bir şey südur etmiş olsa dahi müsamaha görüp çok güzel bir şeymiş gibi kabul görür. Ama aynı fiil başkalarından südur ettiğinde bu, münakaşa mevzusu olur. Binaenaleyh Allah Teâlâ bu ayette, bu yolun kötü olduğuna dikkat çekmiştir. Zira Cenab-ı Hakk, insanlara ilk önce adaleti yerine getirmelerini emretmiş ve güzel yolun, insanın kendisini sıkıştırıp muaheze etmesinin, başkalarını sıkıştırıp muaheze etmesinden daha üstün olması olduğuna dikkat çekmek için, ikinci kez başkalarının aleyhine şehadette bulunmayı emretmiştir.

b) Adaleti bihakkın yerine getirmek, başkalarından, yani üzerinde hak bulunan kimselerden zararı gidermekten ibarettir. Halbuki kişinin kendi nefsinden zararı defetmesi, başkasından defetmesinden önce gelir.

c) Adaleti bihakkın yerine getirmek bir fiildir. Şehadet ise sözdür. Halbuki fiil, sözden daha kuvvetlidir.

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلٰئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ  [Allah şu hakikati, kendinden başka hiçbir tanrı olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. (Âl-i İmran Suresi, 18)] buyurmuş, böylece bu ayette şehadeti, adaleti yerine getirmekten önce zikretmiştir. Halbuki tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayette ise adaleti yerine getirmeyi daha önce zikretmiştir. Binaenaleyh aralarındaki fark nedir? denirse biz deriz ki:

Allah’ın şehadeti, kendisinin mahlûkatın yaratıcısı olmasından; O’nun adaleti yerine getirmesi ise o mahlûkat hakkında adaleti ifa edenleri görüp gözetmesinden ibarettir. (Âl-i İmran Suresi,18) Şehadetin, adaleti ifa etmeden önce zikredilmiş olması gerekir. Ama kullar hakkında kullanılan, “adaleti bihakkın yerine getirmek” buyruğu ise kulun adaleti görüp gözetmesi ve zulme karşı koymasından ibarettir. İnsanın, böyle olmaması halinde başkası hakkındaki şehadetinin makbul olmayacağı malumdur. Âl,i İmran Suresi, 18. ayetteki ifadesinde vacip olan, şehadetin adaleti yerine getirmekten önce zikredilmiş olması; burada vacip olanın ise şehadetin, adaleti bihakkın yerine getirmekten sonra olması olduğu sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Razi)

 

وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ

 

Hal  وَ ’ı ile gelen cümle şart üslubunda inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ  takdir edilen  كان  fiilinin mahzuf haberine müteallıktır. Bu şart cümlesinin cevabı da mahzuftur. 

الْوَالِدَيْنِ  ve  الْاَقْرَب۪ينَۚ  tezayüf sebebiyle  عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ’e atfedilmiştir.

الْوَالِدَيْن - الْاَقْرَب۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا 

 

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen şartın cevabı mübtedası lafza-i celâl olan isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması, durumun önemini vurgulamak, konuya dikkat çekmek amacına matuftur.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

İsim cümlesi zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.

غَنِيًّا - فَق۪يرًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

الغني: Kelimedeki asıl anlam fakirin mukabili (zıddı) olmasıdır. Yani ihtiyaçsızlık halidir. Allah'tan başkasına izafe edildiğinde  عن  harfi ile kullanılırken Allah Teâlâ’ya nispet edildiğinde harf vasıtası olmaksızın kullanılır. Allah Teâlâ’nın zenginleştirmesi bir hususiyete, hadde (sınır) ve kayda ihtiyacı olmayan bir durumdur. O neyi nasıl dilerse öyle yapan mutlak kudret sahibidir. Allah’tan gayrı herhangi bir şey için söz konusu olduğunda kullanımına gelince; o şey ancak hususi (spesifik) bir cihetten ihtiyacı giderebilir. Ameli, tesiri ve kudreti sınırlıdır.  ّالغني  Kur’an-ı Kerim’de 4 sıfatla vasıflanmıştır:

2/267  كَر۪يمٌ  6/133  - وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ  2/263 -  وَٱللَّهُ غَنِىٌّ حَلِيمٌ  27/40 -  وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ    وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَة  (Tahkik)


 فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel mahzuf  ل  harfiyle birlikte لَا تَتَّبِعُوا  fiiline müteallıktır.

بِالْقِسْطِ - تَعْدِلُواۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Furuk’da الْهَوٰٓى ve şehvetin farkı hususunda şunlar söylenmiştir: “Hevâ nefsin kendisini ilgilendirmeyen bir şeye meylederek uygun olmayacak bir biçimde yaklaşmasıdır. Bu nedenle genellikle hevâ bir yergi nitelemesi olarak kabul edilir. İnsan yemeğe karşı şehvet (aşırı arzu)  duyabilir, ancak yemeğe karşı hevâ (za’f) göstermez.”

Kur’an-ı Kerim’de bir defa geçmiş ve cehennem isimlerinden olan “Hâviye” kelimesi de bu kökten gelir.

 

وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً


Cümle وَ ’la öncesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî isnad olmak bakımından mutabakat vardır.  وَ ‘ın  istînâfiyye olduğu da söylenmiştir.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart cümlesi  تَلْوُٓ۫ا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ ’la makabline atfedilmiş  تُعْرِضُوا  cümlesi de aynı üslupta gelmiş haberî isnaddır. İki cümle arasında tezayüf vardır. 

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi tecessüm ve teceddüt ifade eder. 

Rabıta harfi   فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir.

Lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi,  كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır

اِنّ ’nin haberinin,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olarak gelmesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. 

Cümlede car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızdan haberdardır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَكُنْ - كُونُوا - كَانَ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

تَلْوُٓ۫ا  kelimesi burada yalan söylemek manasında istiare olarak gelmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41) 

فَإنَّ اللَّهَ كانَ بِما تَعْمَلُونَ خَبِيرًا  cümlesi vaîdden kinayedir. Çünkü o kötülük yapanı bilir ve ona azap etmeye kādirdir ama azap etmez. Bu yüzden cümle  إنَّ  ve  كانَ  ile tekid edilmiştir. (Âşûr)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.




Nisâ Sûresi 136. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً  ...


Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 امِنُوا inanın ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 وَرَسُولِهِ ve Elçisine ر س ل
7 وَالْكِتَابِ ve Kitaba ك ت ب
8 الَّذِي o ki
9 نَزَّلَ indirdi ن ز ل
10 عَلَىٰ
11 رَسُولِهِ Elçisine ر س ل
12 وَالْكِتَابِ ve Kitaba (inanın) ك ت ب
13 الَّذِي o ki
14 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
15 مِنْ
16 قَبْلُ daha öncekilere ق ب ل
17 وَمَنْ ve kim
18 يَكْفُرْ inkar ederse ك ف ر
19 بِاللَّهِ Allah’ı
20 وَمَلَائِكَتِهِ ve meleklerini م ل ك
21 وَكُتُبِهِ ve Kitaplarını ك ت ب
22 وَرُسُلِهِ ve elçilerini ر س ل
23 وَالْيَوْمِ ve gününü ي و م
24 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
25 فَقَدْ muhakkak
26 ضَلَّ sapıtmıştır ض ل ل
27 ضَلَالًا sapıklıkla ض ل ل
28 بَعِيدًا uzak bir ب ع د

“Ey iman edenler!... iman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman etmeye çağırmaktadır. Burada bir çelişki bulunmadığını göstermek için tefsirciler tarafından “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”, “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”, “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Biz âyeti şöyle anlıyoruz: Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır. Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır. Bu bilgi kaynağı (Allah’tan gelen vahiy) muteber bir imanın nitelik ve niceliğini açıklamakta; inanmak isteyen, imana meyleden, kendisine ait bilgilenme ve bir kanaate ulaşma kapasitesini kullandıktan sonra imana karar veren kimselerin, bu mânada iman edenlerin nelere, nasıl inanmaları gerektiğini bildirmektedir, bu anlamda “iman edin” demektedir.

Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar. Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak dinden sapmış sayılırlar.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 160-161

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمِنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اٰمِنُوا بِاللّٰهِ  وَرَسُولِه۪’dir.  اٰمِنُوا  fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır.  رَسُولِه۪  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْكِتَابِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.  الَّذ۪ي  müfret has ism-i mevsûlu, الْكِتَابِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  عَلٰى رَسُولِه۪ car mecruru  نَزَّلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْكِتَابِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.  الَّذ۪ي  müfret has ism-i mevsûlu, الْكِتَابِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

اَنْزَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نزل’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يَكْفُرْ  fiiline müteallıktır.

مَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  اللّٰهِ  lafza-i celâline matuftur.  الْاٰخِرِ kelimesi  الْيَوْمِ’nin sıfatıdır. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدِ  tahkik harfidir.  ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

ضَلَالًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  بَع۪يدًا  kelimesi  ضَلَالًا ’in sıfatıdır.


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  اٰمِنُوا بِاللّٰهِ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ  makabline temasül nedeniyle atfedilmiştir.  الْكِتَابِ ,الَّذ۪ي ’nin sıfatı olarak gelmiştir. İkinci  الَّذ۪ٓي’de ikinci  الْكِتَابِ’nin sıfatıdır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

اٰمَنُٓوا - اٰمِنُوا ,نَزَّلَ -  اَنْزَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

Bu inşa cümleleri  irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

اٰمِنُو  - اللّٰهِ  - رَسُولِه۪ - الْكِتَابِ - مَلٰٓئِكَتِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الَّذ۪ينَ  ve  الَّذ۪ٓي  ism-i mevsûlleri tevcih ifade eder.

Allah’ın müminlere yönelerek “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara bir iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا  [İman edenler, iman edin.] cümlesi dikkat çekicidir. Önceki ayetle aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu cümle 5 şekilde yorumlanmıştır. Bunlardan biri de o fiil üzere devamlı olmak manasıdır. (Âşûr) “İman etmeye devam edin ve ömrünüzün sonuna kadar iman üzere olun.” demektir. Demek ki imanı korumak ve ibadetleri yerine getirmek lazımdır. Taklidi bile olsa farzlardan kaçınmayacağız. Zira taklit insanı zamanla tahkike götürür.

Kur’an-ı Kerim’de  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  hitabından sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir. Çünkü “iman” kelimesi fiil olarak gelmiş, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir, bu da o iman henüz tam olarak yerleşmemiş demektir. Mümin kelimesinden sonra gelen konular ise böyle değildir. Mümin isim olduğu için o iman yerleşmiş demektir. (Taberî)

Daha önceki kitaplar tek seferde indirilmiş, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de  اَنْزَلَ  fiiliyle ifade edilmiştir. Peygamber Efendimize (s.a.) indirilen kitap ise 23 yılda kısım kısım indirilmiştir. Buna delalet etmek üzere de burada نَزَّلَ  fiiliyle ifade edilmiştir.

وَالْكِتَابِ الَّذٖى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ  ifadesindeki “kitap” sözü, müfret bir lafızdır. Binaenaleyh bundan hangi kitaplar kastedilmiştir?

Cevap: Bu lafız, ism-i cinstir. Dolayısıyla genel olarak bütün fertlere şamil olabilir. Umumi manaya da uygundur. (Fahreddin er-Razi)

 

وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً


Nidanın cevabına matuf olan cümle şart üslubunda faide-i haber inkarî kelamdır.

Şart cümlesi  يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi,  قَدْ  ve mef’ûlü mutlak ile tekid edilmiş ile faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip  مَن ’in haberidir.  

Az sözle çok anlam ifade eden  مَلٰٓئِكَتِه۪ - كُتُبِه۪ - رُسُلِه۪  izafetleri, lafza-i celâle muzâf olan meleklere, kitaplara ve resullere şan ve şeref kazandırmıştır 

اٰضَلَّ - ضَلَالًا  ve  رَسُولِه۪ - رُسُلِه۪  ve  الْكِتَابِ - كُتُبِه۪  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمِنُوا - يَكْفُرْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْكِتَابِ - رَسُولِه۪ - الَّذ۪ٓي  kelimelerinin ayette tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Dalaletin  بَع۪يدًا  [uzak] kelimesiyle vasıflanması masdara isnad kabilindendir. Failin hidayetten uzaklaşması “sapkınlık” masdarına isnad edilmiştir. Aslında dalalet değil, dalalete düşen uzak kalır. Bu ifade aynı zamanda istiaredir. İman eden kişi fıtrata yaklaşmış, doğru yola yakınlaşmıştır. İnkâr eden ise fıtratından, hidayetten, Allah’tan, resulden uzaklaşmıştır. Uzaktaki kişi ile irtibat kurulamaz. Ne fikir, ne duygu, ne maddi alış-veriş yapılır. Bazen iletişim bile kurulamaz. Bağlar kopar. İnkâr eden de Allah ile arasındaki iman bağını koparmış, kulluk halkasından çıkmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Rivayet edildiğine göre Yahudi hahamlarından bir topluluk, Resulullah’a gelmişler: “Ey Allah’ın Resulü, biz, Sana, kitabına, Musa’ya, Tevrat’a ve Uzeyr’e iman ediyoruz ve bunlardan başka kitapları ve peygamberleri tanımıyoruz.” demişlerdi. Peygamberimiz de: “Hayır, Allah’a, bütün peygamberlerine, Muhammed’e ve kitabı Kur’an’a ve ondan önceki her kitaba iman ediniz.” buyurdu. “Yapmayız.” dediler. Bu ayet nazil oldu ve hepsi iman ettiler. Dikkate şayandır ki iman fıkrasında “Allah’a, Resulüne, Resulüne indirilen kitaba, ondan önce indirilmiş olan kitaba” diye dört şeye iman belirtilmiştir. Bu da “Allah’a iman, Peygambere iman, kitaplara iman” diye üç mertebede özetlenebilir. Halbuki küfür fıkrasında, “Allah’ı inkâr, meleklerini inkâr, kitaplarını inkâr, peygamberlerini inkâr, ahiret gününü inkâr” diye melekler ve ahiret günü de eklenerek beş şey açıklanmış, hem de Resul’e diğer resuller de eklenerek cemi  رُسُلِه۪  şeklinde buyurulmuştur. Bununla Allah ve Peygambere, bütün kitaplara imanın, herhalde bütün peygamberlere, meleklere ve ahiret gününe imanı içine aldığı gösterilmiş ve bir insanın Allah’a, Peygambere ve kitaplara iman iddia edip de peygamberlerden birini, melekleri veya ahireti inkâra kalkışması ve bu hususta gelmiş olan ayetleri tevile çalışması ihtimali bulunduğundan, bunları inkâr edenlerin Allah’ı da inkâr etmiş oldukları bilhassa açıklanmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bil ki Allah Teâlâ, bu ayette dört şeye iman etmeyi emretmiştir. Birincisi, Allah’a; ikincisi, peygamberine; üçüncüsü, bu peygamberine indirdiği kitaba; dördüncüsü de daha önce indirilmiş olan kitaplara iman.

Hakk Teâlâ beş çeşit de küfür zikretmiştir. Birincisi, Allah’ı inkâr; ikincisi, meleklerini inkâr; üçüncüsü, kitaplarını; dördüncüsü, peygamberlerini; beşincisi de ahireti inkâr. (Fahreddin er-Razi)

İmanın mertebelerinde niçin peygamber kitaptan önce zikredilmiş, küfür hususunda da tersi olarak kitap peygamberlerden önce gelmiş?

Cevap: Çünkü Yaratıcının bilgisinden, mutlaka nüzul mertebesinde kitap, peygamberden öncedir; mahlûkattan yaratıcıya yükselme mertebesinde ise peygamber kitaptan önce gelir.

Bunların birini inkâr eden bir kimse artık bir daha yolunu bulamayacak kadar hedeften sapmıştır. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 137. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ  ...


İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ o kimseler
3 امَنُوا inandılar ا م ن
4 ثُمَّ sonra
5 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
6 ثُمَّ sonra
7 امَنُوا inandılar ا م ن
8 ثُمَّ yine
9 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
10 ثُمَّ sonra
11 ازْدَادُوا arttı ز ي د
12 كُفْرًا inkarları ك ف ر
13 لَمْ
14 يَكُنِ değildir ك و ن
15 اللَّهُ Allah
16 لِيَغْفِرَ bağışlayacak غ ف ر
17 لَهُمْ onları
18 وَلَا
19 لِيَهْدِيَهُمْ iletmeyecektir ه د ي
20 سَبِيلًا (doğru) yola س ب ل

İslâm tarihinin ilk döneminde iman ile inkâr arasında gidip gelenler, bunu kötü maksatla yapanlar veya iman henüz yeterince kafalarına ve gönüllerine yerleşmemiş bulunduğu için böyle hareket edenler olduğu gibi tarihin başka devirlerinde de benzeri durumlara rastlanmıştır. Önemli ve muteber olan son durumdur; insanlar sonunda imana karar verir, bunda sebat ederlerse kurtulurlar, daha önceki inkârları da bağışlanır. Çünkü “İman, kendisinden önceki sayfayı siler, inanç bakımından sabıka kaydını ortadan kaldırır” (Müsned, IV, 199, 204; İbn Mâce, “Zühd”, 30). Sonu inkâr olan ve bu halde ölenler (inkârlarını arttıranlar) bağışlanmazlar, inkârcıların doğru yolda oldukları da iddia edilemez. İnkâr ile –iman bakımından– doğru yolda olmak çelişkilidir, ikisi bir arada bulunamaz.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 161

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  آمَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.  ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا  cümleleri atıf harfi  ثُمَّ ile sıla cümlesine matuftur. 

ازْدَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur. كُفْرًا  temyiz olup fetha ile mansubtur. 

لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ  cümlesi  اِنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli,  يَكُنِ’un ismi olup lafzen merfûdur.

لِيَغْفِرَ  fiiline dahil olan  لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

أن  ve masdar-ı müevvelلِ  harf-i ceriyle birlikte  يَكُنِ’un mahzuf haberine müteallıktır.  يَغْفِرَ; mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُمْ  car mecruru  يَغْفِرَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِيَهُم  fiiline dahil olan لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

أن  ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte birinci masdarı müevvele matuftur. يَهْدِيَ  fiili mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سَب۪يلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن  fiilidir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ


İstînâf cümlesi fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Akabindeki aynı üslupla gelen  ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا  cümlesi sılaya  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. 

اِنَّ ’nin haberi, menfi كانِ ’nin dahil olduğu لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلًاۜ cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Lâm-ı cuhudun dahil olduğu  لِيَغْفِرَ لَهُمْ  müspet muzari fiil  cümlesi, masdar tevilinde  كانِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümledeki ikinci lâm-ı cuhûd nedeniyle masdar tevilinde olan  لِيَهْدِيَهُمْ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.

Burada ateşe yaslanmalarının sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. 

لِيَغْفِرَ - لِيَهْدِيَهُمْ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır 

اٰمِنُوا -  كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اٰمَنُوا - ثُمَّ - كَفَرُوا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَفَرُوا - كُفْرًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin  لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلً  kısmındaki fiillerin başına getirilmiş olan  لِ  mübalağa ifade etmektedir.  (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)

لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاً  [Hiçbir şekilde Allah’ın bunları affetmesine ve doğru yola sevk etmesine ihtimal yoktur.] Yani iman ederlerse kabul etmez değil, fakat çoğunlukla bunlar kalpleri mühürlü olduklarından can çekişme zamanına gelmedikçe iman etmezler ve belki o zaman bile etmezler. (Elmalılı)

Bu ayette bahsedilenler, iman ettikten sonra tekrar tekrar ve defalarca kâfir olanlardır. Bu durum bu gibi insanların kalplerinde imanın yer etmemiş olduğunu gösterir. Çünkü eğer onların kalplerinde imanın bir ağırlığı, kıymeti olsaydı, onu en ufacık bir sebeple bırakmazlardı. İmanında böyle bir ağırlık bulunmayan herkesin zahiri hali, Allah’a geçerli ve sahih bir şekilde iman etmemiş olduğunu gösterir ki işte Cenab-ı Hakk’ın, “Allah onlara mağfiret edecek değildir.” sözünden murad budur. (Fahreddin er-Razi)

Ayet, küfrün artıp eksilebileceğine delalet etmektedir. Binaenaleyh imanın da aynı şekilde artıp eksilebilmesi gerekir. Çünkü bu ikisi, birbirinin zıddıdır. 

اَلَّذٖينَ  lafzını istiğraka (umum mana ifade etmeye) değil, aksine daha önce geçmiş olan malum kimselere hamlederiz. (Fahreddin er-Razi)

لِيَغْفِرَ لَهُمْ  ifadesindeki lâm, tekid için getirilmiş bir lâmdır. (Fahreddin er-Razi)

Ve rivayet olunduğuna göre bunun asıl iniş sebebi Yahudilerdir. Çünkü Yahudiler, önce Hz. Musa’ya iman ettiler, sonra buzağıya taptıkları zaman küfrettiler, sonra Hz. Musa dönünce yine iman ettiler, sonra Hz. İsa’yı inkâr ettiler, sonra da Hz. Muhammed’e (s.a.) küfretmekle inkârlarını artırdılar ki ayet bunların bu hallerini tasvir edip böyle olanları da bunlara katmış. Münafıklar da bunlara benzediği ve bunlara dost oldukları için بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ “Münafıklara müjde et!” diye inzar yerinde tebşir (müjdeleme) ile tehekküme tabi tutulmuşlardır.

Demek oluyor ki bu gibi döneklik ve kararsızlıklar sadece fertler hakkında değil, toplumlar hakkında da felaket sebebidir. Çünkü Yahudilerin ayette tasvir olunan bu durumları fertlerinin değil, toplum ve milletlerinin durumudur. Çünkü Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed’e küfreden fertler ile buzağıya tapan ve ondan önce iman eden fertlerin aynı olmadığı malumdur. Fakat bu değişim ve kararsızlık, o milletin genel bir karakteri olmuştur. (Fahreddin er-Razi, Ebüssuûd, Elmalılı Hamdi Yazır)

Nisâ Sûresi 138. Ayet

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ  ...


Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَشِّرِ müjdele ب ش ر
2 الْمُنَافِقِينَ Münafıklara ن ف ق
3 بِأَنَّ şüphesiz
4 لَهُمْ kendilerinin olacağını
5 عَذَابًا bir azabın ع ذ ب
6 أَلِيمًا acıklı ا ل م

Daha önce iman ve küfür kavramları üzerinde durulmuş, muteber bir imanın şartları açıklanmıştı. Buradaki on âyette ise açık ve gizli kâfirlere karşı Allah’ın muamelesiyle müminlerin karşılıklı ilişkilerde uyacakları ilkeler ve kurallar ortaya konmaktadır.

Münafığın “ikiyüzlü, inananların arasında onlardan gözüken kimse” mânasına geldiği bilinmektedir. Âyette münafıkların acı âkıbeti haber verildikten sonra iki özelliklerinden daha söz ediliyor: Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmek, güçlü ve şerefli olabilmek için onların himayesine sığınmak, beraberliklerini tercih etmek. Bu iki niteliğin özellikle zikredilmesinde müminler için bir işaret sezinlememek mümkün değildir. Müminlerin asıl güvenecekleri, dayanacakları, kader birliği yapacakları kimseler iman kardeşleridir. Başka din ve ideoloji mensuplarına bu ölçüde güvenmek doğru değildir. Eşyanın tabiatına göre onlara bel bağlamak risklidir. Bunun da ötesinde “mümini bırakıp kâfiri dost ve veli edinen” kimsenin imanında, müminlerle ilişkilerinde bir ârıza bulunması, imanının nifaka yakın olması ihtimali vardır.

 Aynı şekilde güçlü ve saygın olmak için müminleri bırakıp kâfirlere sarılan, onların himayelerine sığınan kimselerde de aşağılık duygusu, özgüven eksikliği ve iman zayıflığı bulunması ihtimali kuvvetlidir. Mutlak güç ve üstünlük Allah’a aittir. Başka hiçbir kimse Allah’a dayanan ve güvenen mümin kadar güçlü ve şerefli olamaz. Müminler de Allah’a güvendikleri, O’na sığındıkları, şerefi ve saygınlığı O’na kul olmakta aradıkları ve buldukları için mânevî bakımdan güçlü ve şereflidirler. Maddî bakımdan da güçlü olmamaları için bir sebep yoktur. Buna rağmen onları bırakıp kâfirlerle beraber olmakta şeref ve güç arayanların imanlarında zaaf, kendilerinde münafıklıktan bir iz bulunduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 164-165

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ

 

بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.  الْمُنَافِق۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dâhil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  بَشِّرِ  fiiline müteallıktır.

لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  عَذَابًا  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  اَل۪يمًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اَنَّ ,لَهُمْ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde  بَشِّرِ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ ’nin muahhar ismi olan  عَذَابًا ’deki tenkir, tahayyül edilemeyecek derecede korkunç ve çok olduğunu ifade eder.

Ayet emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı ve korkutma manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiştir. Tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de surûra kavuşmak olmasıdır. İnzâr masdarı tebşîr masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi ve Safvetü't Tefasir)

[Azap müjdelemek] tabirinde tehekkümî istiare veya kinaye vardır. (Safvetü't Tefasir - Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

يَقْتُلُونَ - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

عَذَابًا - اَل۪يمًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azabın sıfatı olan  اَل۪يمًاۙ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ  [Münafıkları müjdele!] Onlarla alay etmek için “haber ver” yerine [müjdele] demiştir. (Keşşâf)

عَذَاب’ın lügat manası bir şeyin haline uygun durumdur. (Tahkik)

بَشِّرِ  tabiri, tehekküm içindir. (Fahreddin er-Razi)
Nisâ Sûresi 139. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ  ...


Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 يَتَّخِذُونَ tutuyorlar ا خ ذ
3 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر
4 أَوْلِيَاءَ dost و ل ي
5 مِنْ
6 دُونِ bırakıp د و ن
7 الْمُؤْمِنِينَ mü’minleri ا م ن
8 أَيَبْتَغُونَ mi arıyorlar? ب غ ي
9 عِنْدَهُمُ onların yanında ع ن د
10 الْعِزَّةَ şeref ع ز ز
11 فَإِنَّ şüphesiz
12 الْعِزَّةَ şeref ع ز ز
13 لِلَّهِ Allaha aittir
14 جَمِيعًا tamamen ج م ع

اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ


Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, önceki ayetteki  الْمُنَافِق۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَتَّخِذُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda  اء yani elif-i memdude olan isimlerdendir.

مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ


Hemze inkârî istifhamdır.  يَبْتَغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عِنْدَهُمُ  mekân zarfı,  يَبْتَغُونَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْعِزَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْعِزَّةَ kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اِنَّ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

جَم۪يعًا  hali müekkede olup fetha ile mansubtur.


اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ


Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, önceki  ayetteki  الْمُنَافِق۪ينَ ’nin sıfatıdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Sılası  يَتَّخِذُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri tahkir amacına matuftur.

الْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[Onlar ki…] ism-i mevsulü ya  اريد الذين  (o kimseleri kastediyorum ki) takdirinde zemme konu olarak mahallen mansub ya da  هم الذين (onlar o kimselerdir ki) takdirinde haber olarak mahallen merfûdur. Bunlar kâfirlerle yardımlaşıyor, onları velî ediniyorlardı. Birbirlerine de “Muhammed’in işinden bir şey çıkmaz! Yahudileri velî edinmeye bakın!” diyorlardı. (Keşşâf)

 

اَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ 


Fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru, tahkir ve taaccüb manası taşıdığı için va’zedildiği anlamdan çıkmıştır. Bu  nedenle terkip mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 


 فَاِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۜ


فَ  istînâfiyye, istifhama cevap sadedindeki cümle ta’lîliyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ ,لِلّٰهِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

الْعِزَّةَ  zamir makamında zahir isim gelerek zihne yerleştirilmek istenmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْعِزَّةَ  kelimesindeki marifelik ahd-i ilmîdir.

جَم۪يعًاۜ  manevi tekid olarak gelmiştir, haldir. Hal  anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Vahidî şöyle der: “Arapçada ‘izzet’, şiddet ve güç demektir. Münafıklar, Yahudilerle birleşmek suretiyle güç ve kuvvet arıyorlardı. Kâmil ve mükemmel kudret, Allah’a aittir. O’nun dışında kalan herkes ise O’nun kudret vermesiyle kadir, O’nun aziz kılmasıyla aziz, izzet sahibi olurlar. Binaenaleyh gerek peygamber gerekse müminler için söz konusu olan izzet, ancak Allah’ın vermesiyle olmuştur. Bu sebeple durum iyice incelendiğinde, bütün izzetin, kudretin Allah’a ait olduğu ortaya çıkmış olur.” (Fahreddin er-Râzî)

Bu cümle, inkârî istifhamın ifade ettiği görüşün bâtıl  ve o görüşte olanların sonlarının hüsran olduğunun sebebini vuzuha kavuşturur. Çünkü bütün kuvvet, kudret ve galibiyet Allah Teâlâ’ya münhasırdır. (Ebüssuûd)

Bir diğer görüşe göre ise bu cümle, mahzuf bir şart cümlesinin cevabıdır. Yani eğer onların yanında kuvvet arıyorlarsa bilsinler ki bütün kuvvet Allah’ındır. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 140. Ayet

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ  ...


Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَدْ muhakkak
2 نَزَّلَ indirmiştir ن ز ل
3 عَلَيْكُمْ size
4 فِي
5 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
6 أَنْ diye
7 إِذَا zaman
8 سَمِعْتُمْ işittiğiniz س م ع
9 ايَاتِ ayetlerinin ا ي ي
10 اللَّهِ Allah’ın
11 يُكْفَرُ inkar edildiğini ك ف ر
12 بِهَا onların
13 وَيُسْتَهْزَأُ ve alay edildiğini ه ز ا
14 بِهَا onlarla
15 فَلَا
16 تَقْعُدُوا oturmayın ق ع د
17 مَعَهُمْ onlarla beraber
18 حَتَّىٰ kadar
19 يَخُوضُوا onlar dalıncaya خ و ض
20 فِي
21 حَدِيثٍ bir söze ح د ث
22 غَيْرِهِ başka غ ي ر
23 إِنَّكُمْ siz de
24 إِذًا o zaman
25 مِثْلُهُمْ onlar gibi olursunuz م ث ل
26 إِنَّ şüphesiz
27 اللَّهَ Allah
28 جَامِعُ bütün ج م ع
29 الْمُنَافِقِينَ iki yüzlüleri ن ف ق
30 وَالْكَافِرِينَ ve kafirleri ك ف ر
31 فِي
32 جَهَنَّمَ cehennemde
33 جَمِيعًا toplayacaktır ج م ع

İslâm’ı kabul etmemiş bulunan kimselerin bir kısmı bunu açıkça ifade ederken diğer kısmı –menfaatleri böyle gerektirdiği için– durumlarını gizler, müminlerin arasında yaşar, sinsice onlara maddî ve mânevî zarar vermeye çalışırlar. Kâfirlerin müminlere verdikleri zararlardan biri de dini inkâr etmek, aleyhinde konuşmak, dinin kurallarını ve dindarları alaya almaktır. Bu inkâr, hakaret ve alay, açık veya kapalı bir şekilde devam ettiği sürece müminlerin vazifesi sükût etmemek, buna rızâ göstermemek, evrensel mânada ahlâkî olmayan bu davranışı engellemektir. Eğer müminlerin gücü böyle bir tepki göstermeye yetmiyorsa bulunduğu meclisi ve beraberliği terketme vazifesi vardır. Dinin inkâr edildiği, aleyhinde bulunulduğu ve alaya alındığı yerde –bunu engellemeye gücü yetmeyen mümin– oturmayacak, bunları yapanlarla beraberliğini sürdürmeyecek, o yeri ve o kimseleri terkedecek, onlardan uzaklaşacaktır.

 Çünkü beraberliğin devamında üç önemli zarar vardır:

 a) Bunu yapanların cüret ve cesaretlerinin artması.

b) Böyle bir davranış karşısında tepkisiz kalan müminlerin giderek buna alışmaları, hatta etkilenmeleri; kutsal değerlerine yönelik hassasiyetlerinin zaafa uğraması.

c) Güçlerinin yettiği ölçüde tepki göstermedikleri, bu mânada olup bitene razı oldukları için günahkâr olmaları.

Nitekim âyette geçen “Aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz” şeklindeki ağır suçlama ve uyarı bir yandan müminlerin bu zararlı sonuçtan kurtulmalarını hedeflerken diğer yandan zâhirde olanı tasvir etmektedir. Çünkü bir mecliste dine hakaret edildiği, mukaddeslerle alay edildiği halde hiçbir kimse tepki göstermiyorsa “orada olanların tamamının kâfir olduğuna” hükmedilebilir, yani burada hiçbir müminin bulunmadığı zannı hâsıl olabilir.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 165

Havd خوض : Suya girmek ve sudan geçmektir. İstiare yoluyla pek çok şey için kullanılır. Kur’ân-ı Kerim'de kullanıldığı yerlerin çoğunda, başlanması yerilen şeyleri anlatmak manasında kullanılmıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli havuzdur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ 

 

وَ  istînâfiyye,  قَدْ  tahkik harfidir.  نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  نَزَّلَ  fiiline müteallıktır.  فِي الْكِتَابِ  car mecruru  نَزَّلَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi mahzuf şan zamiridir. Şart fiili ve cevabı اَنْ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  سَمِعْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَمِعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  اٰيَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُكْفَرُ بِهَا  cümlesi  اٰيَاتِ اللّٰهِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.  يُكْفَرُ  meçhul, muzari fiildir.  بِهَا car mecruru naib-i fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  يُسْتَهْزَاُ  meçhul muzari fiildir.  بِهَا car mecruru naib-i fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْعُدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  تَقْعُدُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَخُوضُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَقْعُدُوا  fiiline müteallıktır.  يَخُوضُوا  fiili  نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي حَد۪يثٍ  car mecruru  يَخُوضُوا  fiiline müteallıktır.  غَيْرِه۪  kelimesi  حَد۪يثٍ  kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir  ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Tahir b. Âşûr’un  حَتّٰى ’nın atıf harf-i olarak gelişine  فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ [Başka bir söze geçmedikleri müddetçe onlarla oturmayın. (Nisa Suresi, 140)]  ayetini delil gösterir. Bu ayette  حَتّٰى  gaye bildiren atıf harfidir. Dolayısıyla onlarla beraber oturmanın men edilmesinin gayesi, onların ayetleri inkârlarına veya alaylarına mani olmaktır. (Aboubacar Mohamadou /İbni Âşûr’un Et-Tahrîr ve’t-Tenvîr Adlı Eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihleri) 

 

اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ


اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اِذًا  cevap harfidir.  مِثْلُهُمْ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.

جَامِعُ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  الْمُنَافِق۪ينَ  muzâfun ileyh olup  cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.  الْكَافِر۪ينَ kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru  جَامِعُ’ya müteallıktır. Gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.

جَم۪يعًا  kelimesi  الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ  kelimelerinin hali olup fetha ile mansubtur.

الْمُنَافِق۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.


وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ

 

وَ  istînâfiyye, قَدْ  tekid ifade eden tahkik harfidir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

اَنْ  muhaffefe  انّ ’dir. Şan zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Akabindeki  şart üslubundaki cümle masdar tevilindedir.  نَزَّلَ  fiilinin mef’ulü konumundaki cümle şart üslubunta talebî inşâî isnaddır.

اِذَا ’ya muzâfun ileyh olan şart fiili  سَمِعْتُمْ, mazi sıygada haber cümlesidir. 

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  اٰيَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Fasılla gelen  يُكْفَرُ بِهَا  cümlesi haldir. Müspet meçhul muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki müteakip cümle  وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا  bu cümleye tezayüf sebebiyle atfedilmiştir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cevap cümlesi … فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Gaye bildiren cer harfi  حَتّٰى’yı takip eden  يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ  cümlesi masdar tevilindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle  لَا تَقْعُدُوا  fiiline müteallıktır.

Kâfir ve münafıklar hakkında gaib zamirle bahsedilirken bu ayette tevbihin şiddetini artırmak için muhatap zamirine iltifat edilmiştir.

ف۪ي حَد۪يثٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla hadîs yani konuşma içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  حَد۪يثٍ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin başka bir konuda konuşmaya başlamalarını etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

لَا تَقْعُدُوا  [Oturmayın] nehyi ikaz, irşad, tedip ve tehdit içindir. Sebep; oturmayın, müsebbep; ortamı terk edin, demektir. لَا تَقْعُدُوا [Oturmayın] cüz olup bu kelimeyle kül olan tüm beraberlikler kastedilmiştir. “Oturmayın ama ayakta durabilirsiniz.” manası alınamaz. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ  [Başka bir söze dalıncaya kadar] ibaresinde istiare vardır. Boş sözler; derinliği olan, dalanı içine çeken bir mekâna benzetilmiştir. Câmi’; çokluk, sonunun bulunmayışı, bulanık-belirsiz oluşudur. Söyleşiye dalan kişi, suyun durgunluğunu harekete geçiren, derinliğini yoklayan kişiye benzetilmiştir. (Kur’an Öecazları, Şerif er Radi)

İlim erbabı şöyle demiştir: Bu, küfre razı olan kimsenin kâfir olacağına ve yine dinî yönden hoş olmayan bir münkeri görüp de ona razı olan ve o münkeratı yapanların arasına karışan, bilfiil o münkeri yapmasa bile günah bakımından yapanlardan bir farkı olmadığına delalet eder. (Fahreddin er-Razi)

أنْ إذا سَمِعْتُمْ  cümlesi tefsiriyedir. (Âşûr)


 اِنَّكُمْ اِذاً مِثْلُهُمْۜ 


İstînâfa ta’lîl olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cevap harfi  اِذً  amel etmemiştir. Müsnedin izafetle gelişi tahkir amacına matuftur.

مِثْلُ  kelimesini zikretmiş olması, oturan kimsenin orada oturmaya razı olması halinde böyledir. Ama onların sözlerine (içten) kızıp da korkarak ve takiyye yaparak oturması halinde ise durum böyle değildir. İşte bu incelikten dolayı biz diyoruz ki Yahudilerle oturup kalkan ve Kur’an’ı ve Resulullah’ı ta’n edip eleştiren o münafıklar da tıpkı o Yahudiler gibi kâfirdirler. Ama Medine’de bulunup da daha önce Mekke’de iken Kur’an’ı ta’n eden kâfirlerle oturup kalkmış olan Müslümanlar ise imanları üzere devam etmişlerdir. Bu iki mesele arasındaki fark şudur: Münafıklar Yahudilerle kendi irade ve arzularıyla oturup kalkıyorlardı. Ama Müslümanlar ise zarurete binaen kâfirlerle birlikte bulunuyor, oturup kalkıyorlardı. (Fahreddin er-Razi)

Bu cümle istinâfî olup indirilen şeye dahil değildir; nehyin illetini belirtir. Yani o lafların konuşulduğu sırada onlarla beraber oturmayın; eğer bunu yaparsanız küfürde ve azaba istihkakta onlar gibi olursunuz. (Ebüssuûd)


 اِنَّ اللّٰهَ جَامِـعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعاًۙ

 

Cümle fasılla gelmiş tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki  cümleyi tekid için gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl  اِنَّ’nin ismi,  …جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye ve hudûs ifade eder. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ise teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma amacına matuftur. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah Teâlâ’nın münafık ve kâfirleri zikrettikten sonra onları cehennemde toplayacağını belirtmesi cem’ ma’at-taksim sanatıdır.

جَم۪يعًاۙ  hal olarak ıtnâb sanatıdır.

جَهَنَّمَ - الْكَافِر۪ينَ - الْمُنَافِق۪ينَ - يُكْفَرُ - يُسْتَهْزَاُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki  يُكْفَرُ - الْكَافِر۪ينَ  ve  جَم۪يعًاۙ -  جَامِعُ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bursevî cehennem maddesiyle ilgili “Cehennem'in lügatte aslı  جِهانَم’dir. Cihânem ise derin kuyu demektir.” demiştir. Tahkik’te ise kelimeyle ilgili şu cümleler geçmiştir: “Cehennem mefhumunun cennet mefhumunun mukabili olduğu ortadadır. Nûn’un ziyadesi ve şeddeli oluşu sertlik ve çatık kaşlılığın şidddetine delalet eder.”

جَهَنَّمَ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 77 defa geçmektedir.

Münafıkların kâfirlerden önce zikredilmesi, muhataplara olan ceza vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
Allah'ın müminlere yönelerek "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bir iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا [İman edenler, iman edin] cümlesi dikkat çekicidir. İman edin emrinden maksat iman etmeye devam etmek manasıdır. 'İman etmeye devam edin ve ömrünüzün sonuna kadar iman üzere olun' demektir. Demek ki imanı korumak ve ibadetleri yerine getirmek lazımdır. Taklidi bile olsa farzlardan kaçınmayacağız. Zira taklid insanı zamanla tahkike götürür. Kur’ân-ı Kerim'de bu hitaptan sonra gelen konular genellikle imanı iyice yerleştirmeye yönelik meselelerdir. Çünkü 'iman' kelimesi fiil olarak gelmiş, hudus ve teceddüd ifade etmiştir, bu da o iman henüz tam olarak yerleşmemiş demektir. Mümin kelimesinden sonra gelen konular ise böyle değildir. Mümin isim olduğu için, o iman yerleşmiş demektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Yanan odunun çıtırtısı, ninemin sallandığı sandalyesinin gıcırtısı ve yatağında yatan dedemin dudaklarının kıpırtısı. Okuldan bir arkadaşım: ‘Ölüm gelmeden önce sessizliğini gönderirmiş.’ demişti. Odanın içi farklı seslerle ve fısıltıyla edilen sohbetlerle dolu olsa da. Tuhaf bir sessizlik de hakimdi çünkü asıl söylenmek istenenler, dile getirilmiyordu. Dedem, nineme elini salladı. Mesaj alınmıştı. Dedemin sevdiği adalet hikayesini anlatmaya başladı:

Bizim memleketin bir kadısı vardı. Gelen her davayı uygun kararlarla kapatırdı. Bir gün, önüne, hanımının dahil olduğu bir dava geldi. Adamın hanımına olan sevgisi dillere destandı. Kadıya arkadaşları dediler ki: ‘Gel çekil bu davadan. Kurtar kendini, haksızlığa bulaşmadan.’ Kadı dinlemedi. ‘Yaparım.’ dedi. Gururuna yediremedi ve inat etti. Verilen seçim hakkını, elinin tersiyle itti. Halbuki biraz düşünseydi, o uyarılar, hep Allah katındandı.

Kanıtlar, hanımının suçlu olduğunu gösteriyordu. İşlenen suç ise ne affedilir, ne de anlatılacak cinstendi. Davanın son günü, mahkemenin önü doluydu. Kadı kararını açıkladı. İnsanlar şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemedi. Karar, hanımının lehineydi.

Eskiler dermiş ki: ‘Adaletsizliğin olduğu yerde, intikam yangını çıkar. Yakınında duran masumu da, beraberinde yutar.’ Öyle de oldu. Kadıyla hanımının ölüm haberi bomba gibi düştü memlekete. Kısa bir süre içerisinde, delikanlılık çağındaki tek evlatları da çekip gitti. Kendisini tanıyanların arasında, annesiyle babasının yükünü taşımaktan yorulmuş olacaktı.

Giderken, bir dua bıraktı, memleketinin dağlarına. Rivayet edilir ki; oraya gidenler, hala o duanın yankılarını duyarmış:

‘Ey adaletine iman ettiğim Rabbim! İnsanlardan ve yaptıklarından Sana sığınırım. Haksızlığın açtığı yaraların acısını ancak Sen dindirirsin. Halimi tek Sen bilir, tek Sen anlarsın. İman edip inkar edenlere, elindeki gücü yanlış kullanıp zulmedenlere benzemekten ve nefsimin beslediği duygu ve düşüncelerimden Sana sığınırım, Senden sakınırım. Derdimi bilen Sensin, Sana teslim oldum. Her hakkı, ya dünyanda, ya da ahiretinde sahibine geri vereceksin bilirim. Her gelenin gideceği bir dünyadayım. Nefes alan her varlığın ve her türlü imtihanın bir sonu var bilirim. Senden yardımını ve merhametini dilerim. Yürüdüğüm bu yolu kolaylaştırmanı, varacağım yeri ise hayırlı kılmanı isterim. Adil bir hayat yaşamamı, adil bir şekilde ölmemi nasip et. Ömrümün kalanında, her türlü adaletsizlikten, beni ve sevdiklerimi koru.

Ninem ‘amin’ diyerek susunca, dedem aniden dönüp, bizlere bakarak, son öğüdünü verdi:

‘Allah’a itaatten ayrılmayın. Adil olun. Adaletsizlikten sakının. Adil olamayacağınızı bildiğiniz her halden, koşarak kaçın. Çünkü insan bir haksızlık yaptığında, o adaletsizlik illa ki sayısı belirsiz çocuklarını da getirir beraberinde.’

Yıllardır dedeme sormaktan çekindiğim soruyu, sormak için başka bir fırsatımın olmayacağı hissiyle doldum. Tam ağzımı açtım ki babam, artık çocukların gitmesi gerektiğini söyleyerek, beni kapıya doğru iteledi. Dedemin çocukları yatağa yaklaşırken, torunları dışarı çıkarıldı. Soracağım sorunun cevabı, halbuki çok kısaydı. ‘Dede, o delikanlı sen miydin?’

***

Yaşananlara ve yapılanlara bakıldığı zaman şöyle bir gerçek anlaşılır. Belki de, gelişme potansiyeline sahip olduğu kadar sığlaşma kapasitesi olan insandan başka bir varlık yoktur. Kabiliyetleriyle beraber kendisini fazlasıyla yücelten, özünde kafasını yordukları kadardır. Dünyaya gömülen nefse, dünyevi ve uhrevi hakikat bilgilerinin kapılarını, onu düşünmeye teşvik ederek açan İslam dinidir.

Allah’a teslim olmayan ve O’nun rızası için yaşamayan ya da İslam dinini doğru düzgün öğrenmeyen ve uygulamayan her kul ve savunduğu fikirleri, sığ kalmaya mahkumdur. Bunun sebebi gayet açıktır: dünya için yaşayan her insanın maddi ve manevi kalıbı, yalnız kendisine hizmet edecek kadar genişler. Zira, onun için sahip olduklarından ya da olmak istediklerinden başkasının kıymeti yoktur.

Tuhaftır ki, herkesin en sığ anlamda bile olsa bir adalet anlayışı ve pis işlerle meşgul olanların bile konuşulmayan kuralları vardır. En basitinden, aldatan aldatılmak ve kandıran kandırılmak istemez. Hatta sahtekar, kurduğu adaletsiz düzen tarafından yutulmamak ve ihanete uğramamak için zamanla şiddetlenen adaletsiz önlemlerle kendisini korumaya çalışır.

Allah’tan ve O’nun sınırlarından uzaklaşan kul, adaleti ve izzeti yanlış yerlerde arar çünkü her seferinde kendi çıkarını da hesaba katar. Görünürde elde ettiğini sandığı menfaatleri, eninde sonunda kaybettiği zaman ise sığlığı ile başbaşa kalır. Tükenen gücü ve ömrüyle beraber, dünyada çıktığı herhangi üstünlük makamlarına başkalarının oturduğuna şahit olur.

Ey Allahım! Bizi ve sevdiklerimizi, Seni ve Senin sevdiklerini dost edinenlerden eyle. Hayatının her alanında (evinde, okulunda ve işinde) adil kullarından eyle ve adaletsizliğin bilinir bilinmez şerlerinden koru. Maddi ve manevi kapasitesini, Senin rızan için geliştirenlerden ve sığlıktan uzaklaşanlardan eyle. Senin yolunda sağlam adımlarla ilerlemek için doğru ilimleri, doğru şekilde öğrenenlerden ve öğrendikleriyle amel edenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji