بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | يَتَرَبَّصُونَ | gözetleyip dururlar |
|
3 | بِكُمْ | sizi |
|
4 | فَإِنْ | eğer |
|
5 | كَانَ | (nasib)olursa |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | فَتْحٌ | bir fetih |
|
8 | مِنَ |
|
|
9 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
10 | قَالُوا | derler |
|
11 | أَلَمْ | değil miydik? |
|
12 | نَكُنْ | biz de |
|
13 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
14 | وَإِنْ | ve eğer |
|
15 | كَانَ | olursa |
|
16 | لِلْكَافِرِينَ | kafirlerin |
|
17 | نَصِيبٌ | (savaşta) bir payı |
|
18 | قَالُوا | derler |
|
19 | أَلَمْ |
|
|
20 | نَسْتَحْوِذْ | biz üstünlük sağlamadık mı |
|
21 | عَلَيْكُمْ | size |
|
22 | وَنَمْنَعْكُمْ | ve sizi korumadık mı? |
|
23 | مِنَ |
|
|
24 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerden |
|
25 | فَاللَّهُ | artık Allah |
|
26 | يَحْكُمُ | hükmedecek |
|
27 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
28 | يَوْمَ | gününde |
|
29 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
30 | وَلَنْ | ve asla |
|
31 | يَجْعَلَ | vermeyecektir |
|
32 | اللَّهُ | Allah |
|
33 | لِلْكَافِرِينَ | kafirlere |
|
34 | عَلَى | karşı |
|
35 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
36 | سَبِيلًا | bir yol |
|
Rasûlullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri yeryüzünü benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır. Bana iki hazine verildi: Kırmızı ve beyaz hazineler. Ben Rabbimden, ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini, ümmetime kendi nefislerinden başka bir düşman musallat edip çoğunluğu helak etmelerine meydan vermemesini talep ettim. Rabbim Teala hazretleri bu isteklerime şöyle cevap verdiler: "Ey Muhammed! Bir hüküm verdim mi artık o geri alınmaz. Ben senin ümmetine "Onları umumi bir kıtlıkla helak etmeyeceğim, kendileri dışında, çoğunu helak edecek bir düşman da musallat etmeyeceğim, hatta yeryüzünün her tarafında bulunanlar, onlar aleyhinde toplansalar da. Ama kendi aralarında birbirlerini helak edecekler."
Ravi: Sevban
Kaynak: Müslim, Fiten 19, (2889); Tirmizi, Fiten 14, (2177); Ebu Davud, Fiten 1, (4252)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Rabesa ربص : İster pahalı ya da ucuz olmasını beklediği bir mal olsun, ister yok olmasını yada meydana gelmesini beklediği bir iş olsun, bir şeyi gözetlemek demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ
Cemi müzekker has ismi mevsûl اَلَّذ۪ينَ, bundan önce geçen 139. ayetin başındaki اَلَّذ۪ينَ يَتَّخِذُونَ kavlinden bedeldir veya الْمُنَافِق۪ينَ kelimesinin sıfatıdır. Ya da onlardan zem (yerme) ifadesi olarak mansub kılınmıştır. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
İsm-i mevsûlun sılası يَتَرَبَّصُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَرَبَّصُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِكُمْ car mecruru يَتَرَبَّصُونَ fiiline müteallıktır.
يَتَرَبَّصُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, şart cümlesidir.
لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. فَتْحٌ kelimesi
كَانَ ’nin muahhar ismidir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru فَتْحٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
Şartın cevabı قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ ’dur. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَلَمْ نَكُنْ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. نَكُنْ meczum muzari fiildir. نَكُنْ ’un ismi müstetir olup takdiri نحن ’dur. مَعَ mekân zarfı, نَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْۘ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Cemi müzekker salim olan الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
نَص۪يبٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
Cümle şartın cevabıdır. Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. نَسْتَحْوِذْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَلَيْكُمْ car mecruru نَسْتَحْوِذْ fiiline müteallıktır.
نَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. نَمْنَعْكُمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru نَمْنَعْكُمْ fiiline müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌ [Eğer kâfirler için bir nasip olursa] savaştan, çünkü zafer nöbetledir, “üstünlüğünüzü temin etmedik mi?” derler. Yani kâfirlere: Sizi galip kılmadık mı, öldürmenizi temin etmedik mi, hayatta kalmanıza sebep olmadık mı, derler? İstihvaz; istila etmektir. Kıyasa göre اِسْتِحَاذَ - يَسْتَحِذُ - اِسْتِحَاذً denmeli idi, ancak değiştirmeden aslı üzere gelmiştir. (Beyzâvî)
نَسْتَحْوِذ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili حوذ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
فَ istînâfiyyedir. الله lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَحْكُمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَ mekân zarfı, يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı mef’ûlün fih olup يَحْكُمُ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟
وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri هُو’dir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru يَجْعَلَ fiiline müteallıktır. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru سَب۪يلًا’in mahzuf haline müteallıktır. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
سَب۪يلًا kelimesi يَجْعَلَ fiilinin mef’ûlun bihidir.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i faili olup çoğuldur.اَلَّذ۪ينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْۚ
Ayet kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsm-i mevsûl önceki ayetteki الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ için sıfattır.
Sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
اَلَّذ۪ينَ şeklindeki ism-i mevsûl; muhatabı hatadan kurtarmak, müminlere münafıkların iç yüzünü ayrıntılarıyla haber vermek içindir.
التَّرَبُّصُ hakikatta bir mekânda kalmak demektir. Daha önce يَتَرَبَّصْنَ بِأنْفُسِهِنَّ (Bakara Suresi, 227) ayetinde geçmiştir. Burada beklemek ve hadiseleri gözetmekten mecazdır. Açıklaması da فَإنْ كانَ لَكم فَتْحٌ مِنَ اللَّهِ ayetidir. Kâfirlerden murad, şüphe yok ki Mekke ehli ve gayrısıdır. Nasîb kelimesinden murad ise savaştaki galibiyettir. (Âşûr)
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ
فَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden şart cümlesi كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِنَ اللّٰهِ’de îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
كَانَ ,لَكُمْ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. فَتْحٌ muahhar ismidir. فَتْحٌ ’daki tenvin tazim ve kıllet ifade eder.
Mazi fiil sıygasındaki cevap cümlesi قَالُٓوا اَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْۘ faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا fiilinin mekûlü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümlede de كَانَ ’nin haberinın hazfi söz konusudur. Îcâz-ı hazif sanatıdır.
İstifham gerçek manada soru olmayıp takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Müminler, onların neler yaptığından haberdar olduklarından soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَانَ - نَكُنْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌۙ قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
وَ atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi, كان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz- hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كَانَ ,لِلْكَافِر۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
نَص۪يبٌۙ muahhar mübtedadır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen …قَالُٓوا اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham gerçek manada soru olmayıp takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Kâfirler onların neler yaptığından haberdar olduklarından soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَلَمْ نَسْتَحْوِذْ cümlesi takriri istifhamdır. (Âşûr)
وَنَمْنَعْكُمْ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi mekulü’l-kavle temasül sebebiyle atfedilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِلْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İki şart cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Müminlerin kazancı için فَتْحٌ , kâfirlerin kazancı içinse نَص۪يبٌۙ kelimesi kullanılmıştır. Zira müminlerin bu kazancı fethe götüren bir kazançtır. Bu yüzden kevn-i lâhik alakasıyla mecaz- mürsel sanatı vardır.
وَاِنْ كَانَ لِلْكَافِر۪ينَ نَص۪يبٌ [Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa…] Dikkat edilirse yüce Allah Müslümanların zaferini فَتْحٌ [fetih] olarak isimlendirdi. Maksat Müslümanların şanını yüceltmek ve onlara tazimdir. Çünkü Müslümanların zaferi gerçekten önemli bir olaydır, buna tüm gök kapıları açılmaktadır. Kâfirlerin kazanımı ise نَص۪يبٌ [nasip] ifadesiyle değerlendirildi. Çünkü Rabbimiz böylece onların kazanımların da tıpkı kendileri gibi basit ve önemsiz olduğunu belirtmek istemiştir.(Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, Âşûr)
نَسْتَحْوِذْ kelimesinde istiare vardır. اسْتَحْوِذْ; sürücünün hayvanı kontrole alarak istediği yöne sevk etmesidir. Mahmuz kelimesi de bu köktendir. Mahmuzda bulunan yıldız gibi sivri bir aletle ata yön verilip yönetilir. O yüzden bu ayete, “Biz sizi kışkırtmadık mı?” ve “Yönlendirmedik mi?” şeklinde değişik manalar verilir. Ayette zarar gibi bir kelime hazfolmuş olabilir.
فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
فَ istînâfiyyedir. Âşûr’a göre ise fasihadır. Kelam, münafıkları uyarır. Münafıkların hile ve uydurmalarına karşı cezalarının Allah Teâlâ’ya emanet edilmiş olmasıyla, müminleri üzüntüden kurtarmak içindir. (Âşûr)
Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟
Atıfla gelen cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için haşyet duyguları uyandırma kastıyla tekrar edilen lafza-i celâllerde tecrîd, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لِلْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَانَ - الْمُؤْمِن۪ينَ - لِلْكَافِر۪ينَ - قَالُٓوا kelimelerinin ayette tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَب۪يلًا۟ (yol) kelimesinde de istiare vardır. Bu sözcük ayette fırsat ve galip olmak manasında kullanılmıştır. Allah Teâlâ, kâfirlere hiçbir fırsat vermeyecektir.
Buradaki sebilden murad, عَلى harfiyle birlikte gelmesi dolayısıyla galibiyet ve hezimet durumlarında müminlere ulaştıracak yoldur yani onlarla birlikte olmak manasıdır. (Âşûr)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الْمُنَافِقِينَ | iki yüzlüler |
|
3 | يُخَادِعُونَ | aldatmağa çalışırlar |
|
4 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
5 | وَهُوَ | oysa O |
|
6 | خَادِعُهُمْ | onları aldatır |
|
7 | وَإِذَا | zaman |
|
8 | قَامُوا | kalktıkları |
|
9 | إِلَى |
|
|
10 | الصَّلَاةِ | namaza |
|
11 | قَامُوا | kalkarlar |
|
12 | كُسَالَىٰ | üşene üşene |
|
13 | يُرَاءُونَ | gösteriş yaparlar |
|
14 | النَّاسَ | insanlara |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | يَذْكُرُونَ | anmazlar |
|
17 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
18 | إِلَّا | ancak |
|
19 | قَلِيلًا | biraz |
|
142-143. Ayet tefsirleri;
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/635/142-143-ayet-tefsiri
Munafiklarla ilgili;
http://www.sonpeygamber.info/kararsiz-ve-karaktersiz-insan-munafik
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) münafığın halini şöyle tarif etmiştir:
“Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Kah koşar bu sürüye gelir , kah koşar ötekine gider. Hangi sürüye katılacağını bilmez.”(Müslim, Sıfatül münafikîn,17; nesai, İman 31).
Peygamber Efendimiz (sav) bazı hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Öylesi namaz münafığın namazıdır.Oturup güneşi gözetler. Güneş tam bayacağı sırada kalkar, tavuğun yem yediği gibi dört rekat bir ikindi namazı kılıverir. O namazda Allah’ı pek az zikreder.”
(Müslim,Mesacid 195; Ebu Davud, Salat 5; Tirmizi , Salat 129; Nesai ,Mevakit 9)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. Nasb alameti ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. يُخَادِعُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُخَادِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَادِعُهُمْ haberdir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُنَافِق۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
يُخَادِعُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi خدع’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
خَادِعُ kelimesi sülâsî mücerred olan خدع fiilinin ism-i failidir.
وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
قَامُٓوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَامُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَى الصَّلٰوةِ car mecruru قَامُٓوا fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı قَامُوا كُسَالٰى ’dır. قَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كُسَالٰى hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur. يُرَٓاؤُ۫نَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كُسَالٰى kelimesi فُعالى vezninde كَسْلانَ kelimesinin çoğuludur. (Âşûr)
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَذْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, إلا ذكرا قليلا şeklindedir.اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ
اِنَّ ile tekid edilmiş istînâf cümlesidir. Faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’in haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümlesi lafza-i celâlin hali olarak hal وَ ’ı ile gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet uyandırmak içindir
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ cümlesiyle وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
خَادِعُهُمْۚ - يُخَادِعُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ [O onları aldatır.] sözünde müşâkele ve istiare sanatları vardır. Allah Teâlâ hile yapmaktan münezzehtir. Bu cümle, “Hilelerinin cezasını verir.” anlamındadır.
Bu sanatlar münafıkların, aldatma işinde, gösterişçilikte çok ileri gittiklerine işaret eder.
İlk cümlede يُخَادِعُونَ ifadesi müsneddir ve muzari fiil olarak gelmiştir. خَادِعُهُمْ ise hal cümlesinin müsnedidir. Kelimenin kök anlamını İsfehânî, “Bir kişiyi peşinde olduğu şeyden, ona gizlediği şeyin tersini göstererek vazgeçirmek” şeklinde açıklamıştır. Önce ana cümlenin müsnedini ele alalım. Muzari fiil olarak teceddüt manasında olması ayette bahsedilen münafıkların aldatmak maksadıyla zaman zaman faaliyette bulunduklarını ve hilekârlıklarını tekrarladıklarını göstermektedir. Buna göre onlar her ne zaman aldatmak için hilekârlık yapsalar Allah, onların bu davranışlarını karşılıksız bırakmaktadır. Hal cümlesinin müsnedini de buna göre düşündüğümüzde onların bu davranışları karşısında Allah’ın onların hilekârlıklarını sürekli olarak boşa çıkaran bir durumda olduğu anlatılmıştır.
Hal cümlesinin müsnedi ise ism-i fail kalıbında isim olarak gelmiştir. Mana
olarak muzari gibi amel etse de aldatma manasındaki خدع kelimesinin bu şekilde
gelmesi teceddüt olmadığını, onların bu davranışları karşısında Allah’ın her zaman bu tür davranışları boşa çıkarmakta olduğunu muhataplara anlatmaktadır. Aslında Allah, bir bakıma bu ifade ile onların ümitlerini kırmak da istemiş, her ne zaman böyle bir davranış için kalkışsalar onların hilekârlıklarını karşılıksız bırakmayacağını hatırlatmıştır. (Ali Karataş, Kur’an’daki Yüklemlerin (Müsnedlerin) İsim Ve Fiil Olarak Kullanımları ve Bazı Meallere Yansıma Sorunu)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ İstînâf cümlesinde kötülüklerini ziyadeleştirme manası vardır. اِنَّ gelmesi acayip tavırlarını vurgulamak içindir. Münafıkların aldatıcı yapılarına dair beyan daha önce Bakara Suresi 9. ayette de geçmiştir. Buraya Allah Teâlâ’nın da onlara yaptıklarının misliyle karşılık vermesi eklenmiştir. Allah onlara mühlet vermektedir ve onları müminlere galip getirmeyecektir. Müminleri hileleri konusunda uyarmaktadır ama Allah Teâlâ onların oyunlarına gelmeyeceğini bildirmektedir. (Âşûr)
الخِداعِ kelimesinin seçiminde istiare-i temsiliyye vardır ve bu kelimenin kullanılmasında müşâkele dolayısıyla bir güzellik vardır. Çünkü müşâkelede bir lafız başka bir mana taşıması dolayısıyla müstear lafza benzese de daha başka münasebetlerin de olması dolayısıyla farklıdır. Müşâkele telmihe dahil olur. Yani
müşâkelede murad edilen mana ile lafzın manası arasında lafzî benzerlikten başka bir alâka olmaz. (Âşûr)
وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ
Cümle اِنَّ ’nin haberine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. Şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ, şart manalı zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Aynı üsluptaki cevap cümlesi قَامُوا كُسَالٰى’de mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap fiillerinin mazi sıygada gelişi kesinlik ifadesi içindir.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Sâmerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ cümlesi قَامُوا fiilinin failinden haldir.
قَامُٓوا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُخَادِعُونَ ve يُرَٓاؤُ۫نَ fiilleri muzari sıygada gelerek bu işlerin devamlı yapıldığına delalet etmiştir.
Cem’ ma’at-taksim sanatı ile münafıkların halleri anlatılmıştır.
Bu ayetten çıkarılacak derslerden biri şudur: Eğer biz de namaza üşenerek kalkıyor, kısa namazlar kılıyorsak bunun münafıklık özelliği olduğunu bilelim. Bu; bizim münafık olduğumuz göstermez ama bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. Namazı vaktinde kılmaya çalışalım. Çünkü geciktikçe onu eda etmek zorlaşır.
Münafıklar namaza kalktıkları zaman tekâsül gösterirler, zoraki kalkıyorlarmış gibi ağır davranırlar ve kendilerini mümin sansınlar diye gösteriş yaparlar.
يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ [İnsanlara gösteriş yaparlar.] cümlesi, ya istînafî beyaniyye olup kelamdan doğan bir sualin, başka bir deyişle “Onların üşenerek kalktıkları namazdan maksatları nedir?” şeklindeki bir sualin cevabıdır ya da önceki cümle ile bağlantılı olup onların halini anlatmaktadır. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلاًۘ
Öncesindeki hal cümlesine matuftur. Tezayüf sebebiyle atfedilen cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
لَا ve اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. يَذْكُرُونَ maksûr, قَل۪يلًاۘ maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
قَل۪يلً mahzuf zarfın sıfatıdır. Takdiri, إلا وقتا قليلا (Sadece kısa bir zaman dışında) şeklindedir. Kelimedeki tenvin kıllet ifade eder.
يُرَٓاؤُ۫نَ النَّاسَ [İnsanlara gösteriş yaparlar] yani namaz kılarken insanların görmesini ve işitmesini hedeflerler. [Allah’ı pek az anarlar] yani çok az namaz kılarlar, çünkü insanların gözünden uzakta, gösteriş söz konusu olmadığında asla namaz kılmazlar. Gösteriş için kıldıkları namaz da azdır çünkü içlerinde olmayan bir şeyi yapmama fırsatını buldukları sürece bu külfete de katlanmazlar. (Keşşâf)
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مُذَبْذَبِينَ | yalpalayıp dururlar |
|
2 | بَيْنَ | arada |
|
3 | ذَٰلِكَ | bu |
|
4 | لَا | ne |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | هَٰؤُلَاءِ | bunlara |
|
7 | وَلَا | ne de |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | هَٰؤُلَاءِ | onlara |
|
10 | وَمَنْ | ve kimseye |
|
11 | يُضْلِلِ | şaşırttığı |
|
12 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | فَلَنْ |
|
|
14 | تَجِدَ | bulamazsın |
|
15 | لَهُ | ona |
|
16 | سَبِيلًا | bir (çıkar) yol |
|
مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
مُذَبْذَب۪ينَ kelimesi يُرَٓاؤُ۫نَ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur. (Âşûr) Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
بَيْنَ mekân zarfı, مُذَبْذَب۪ينَ kelimesine müteallıktır. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ car mecruru مُذَبْذَب۪ينَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. هٰٓ tenbih harfidir. ؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi kesra üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.
لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. يُضْلِلِ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يُضْلِلِ şart fiili olup meczum muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. لَهُ car mecruru تَجِدَ fiiline müteallıktır. سَب۪يلًا kelimesi تَجِدَ fiilinin mef’ûlun bihidir.مُذَبْذَب۪ينَ بَيْنَ ذٰلِكَۗ لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
Münafıkların hali olarak fasılla gelmiştir. Hal-i müekkidedir.
مُذَبْذَب۪ينَ münafıkların dönekliklerini gözler önüne seren tecessüm sanatı ve istiare-i asliyedir. Fikirlerindeki tutarsızlık, din konusundaki tereddütlü halleri, bir o tarafa bir bu tarafa giden kimseye benzetilmiştir. Câmi’i, kararsızlıktır. Nasıl ki iki nokta arasında sürekli gidip gelen kişi, oturup bir yerde karar kılmadığı için sabit bir iş yapamaz, münafık da ne kâfirlerden ne müminlerden tam anlamıyla istifade edemez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Ayette kullanılan مُذَبْذَب۪ينَ kelimesinin hece tekrarından ötürü münafıkların içinde bulunduğu iman ve küfür arasında “tekrarlanan-süregelen ikilem” etkisini ek bir unsur olarak değerlendirir. Anlam ve lafızdaki ikilem etkisi, ayetin devamında da sürdürülmekte ve لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ yapısıyla pekiştirilmektedir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları )
Küfür ve imanı işaret eden işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ Car mecruru ve ona matuf olan وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, mahzuf hale müteallıktır.
وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Biriyle müminler, diğeriyle kâfirler kastedilmiştir. (Âşûr)
لَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [Ne onlara] mensupturlar ki mümin olsunlar, وَلَٓا اِلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [ne de bunlara] mensupturlar ki müşrik diye adlandırılsınlar! (Keşşâf)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi şarttır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا cümlesi şartın cevabıdır.
Fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
سَب۪يلًا۟ kelimesinde istiare vardır. Yol demektir. Cümlede kurtuluş, çare anlamında kullanılmıştır.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ [Allah kimi saptırırsa] ifadesinde sebebe isnad şeklinde bir mecaz-ı mürsel vardır. Sapma fiilini kullar tercih etmiş, Allah da sonucu yaratmıştır.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
6 | الْكَافِرِينَ | kafirleri |
|
7 | أَوْلِيَاءَ | dost |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | دُونِ | bırakıp |
|
10 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
11 | أَتُرِيدُونَ | mi istiyorsunuz? |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَجْعَلُوا | vermek |
|
14 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
15 | عَلَيْكُمْ | aleyhinizde olacak |
|
16 | سُلْطَانًا | bir delil |
|
17 | مُبِينًا | apaçık |
|
Çeşitli vesilelerle tekrar edilen “müminleri bırakıp kâfirleri veli edinmeme, müminleri ihmal ederek kâfirleri dost tutmama” tâlimatı, müminlerle gayri müslimler arasındaki bütün iyi ilişkileri yasaklayan bir hüküm olarak anlaşılmamalıdır. “Müminleri bırakıp” kaydında ısrar edilmesi bu kaydın önemli olduğunu göstermektedir. Müminleri bırakmamak, onları birinci planda dost, veli, taraf saymak şartıyla gayri müslimler ile de, taraflar ve bütün insanlık için hayırlı olacak, faydalar sağlayacak, kötülükleri önleyecek ilişkiler kurmak, anlaşmalar yapmak ve dayanışmalarda bulunmak yasak değildir, hatta teşvik edilmiştir (Âl-i İmrân 3/28; Mümtehine 60/7-8).
Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onlarla düşüp kalkanlar, dinleri ve dindaşları aleyhine de olsa kâfir dostlarının yapıp ettiklerine ses çıkaramayanlar, kâfirlerin kendilerine hâkim olmasına itiraz etmeyenler; bütün bunları –ki hepsi “velâyet, veli edinme” kavramına dahildir– mecbur olmadıkları halde yapanlar, kâfirlere dünyada ve âhirette verilecek cezaya katılmaya lâyık ve müstehak olurlar. Allah vereceği cezaya –âdeti gereği– bu yapılanları gerekçe gösterir.
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 168-169)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَافِر۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile mansub olmuştur. اَوْلِيَٓاءَ ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda اء yani elif-i memdude olan isimlerdendir.
مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Hemze istifham harfidir. تُر۪يدُونَ fiili, نَ harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَجْعَلُوا fiili, نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru تُر۪يدُونَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. عَلَيْكُمْ car mecruru سُلْطَانًا ’in mahzuf haline müteallıktır.
سُلْطَانًا kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مُب۪ينًا kelimesi سُلْطَانًا ’in sıfatıdır.
مُب۪ينًا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
تُر۪يدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara, “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
الْكَافِر۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Münafıkların hali açıklanırken müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmek yasaklanmıştı. Şimdi burada kâfirlerden dost edinmek sarahatle nehyediliyor. Amaç yasaklama ve sakındırmayı kuvvetlendirmektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Burada kâfirler ile kastedilen Medine halkından kitap ehli ve Mekkeli müşriklerdir. Çünkü münafıklar çoğunlukla kitap ehli ile dostluk kuruyorlardı. (Âşûr)
اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً
Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i itiisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tevbih ve taaccüb amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.
اَنْ ve akabindeki تَجْعَلُوا لِلّٰهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُب۪ينًا cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
سُلْطَانًا ,مُب۪ينًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
سُلْطَانًا kelimesinin nekreliği efraddan herhangi bir ferdi ifade eder. Sıfat tamlaması keşif ve tekid içindir.
İstifham, tenbih ve uyarı manasında mecaz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
فِي الدَّرْكِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْاَسْفَلِ kelimesi الدَّرْكِ ’nin sıfatıdır. مِنَ النَّارِ car mecruru الدَّرْكِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
الْاَسْفَلِ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
الدَّرْكِ kelimesi دَرَكَةٍ ‘nin çoğuludur. Zıttı الدَّرَجِ ’dir. الدَّرَجِ kelimesi دَرَجَةٍ’nin çoğuludur. (Âşûr)
Dahhâk, “Bir şey üst üste yığıldığında, onun her katına ‘derece’ denir. Bir şey alt alta (aşağıya doğru) sıralanırsa onun her katına da ‘dereke’ denilir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ
وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir. لَهُمْ car mecruru نَص۪يرًا ’e müteallıktır.
نَص۪يرًا kelimesi تَجِدَ fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir. اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümlede اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ izafeti, az sözle çok anlam yanında tahkir de ifade eder.
اِنَّ ’nin haberine matuf olan وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
نَص۪يرًاۙ ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. “Hiçbir” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
142. ayet gibi başlamıştır. Dolayısıyla iki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Gelecekte vaki olacak hadiseler isim cümlesiyle ifade edilmiştir. Bu da kesinlik ve sübut ifade eder. Aynı zamanda tecessüm sanatıdır.
فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ ibaresinde tecrîd vardır. Sanki bu ibareyle “Nâr”ın içinde farklı bir yermiş gibi ifade edilmiştir.
الدَّرْكِ; aşağı doğru inen, دَرَج; yukarı doğru çıkan basamaklara denir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِلَّا | ancak hariçtir |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | تَابُوا | tevbe edenler |
|
4 | وَأَصْلَحُوا | ve uslananlar |
|
5 | وَاعْتَصَمُوا | ve yapışanlar |
|
6 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
7 | وَأَخْلَصُوا | ve yapanlar |
|
8 | دِينَهُمْ | dinlerini |
|
9 | لِلَّهِ | sırf Allah için |
|
10 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
11 | مَعَ | beraberdir |
|
12 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlerle |
|
13 | وَسَوْفَ | yakında |
|
14 | يُؤْتِ | verecektir |
|
15 | اللَّهُ | Allah da |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
17 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
18 | عَظِيمًا | büyük |
|
İnsanların şuuru yerinde bulunduğu müddetçe tövbe kapısı açıktır. İşlenen günah büyük de olsa, sapılan inkâr ve küfür şirk ve nifak da olsa tövbe kapısı açıktır. Münafıklar durumlarını düzeltir, gücü ve şerefi Allah’ta ve O’nun hak dinine girmekte, müminlerle beraber olmakta arar, dinlerini gösteriş için değil, Allah’a olan iman, sevgi, saygı ve bağlılıklarından dolayı yaşarlarsa müminlerle eşit hale gelirler. Unutmamak gerekir ki Allah müminlere, hayallerin eremediği büyüklük ve çekicilikte nimetler hazırlamıştır.
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 169)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
اِلَّا istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَابُوا۟ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَابُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا cümleleri atıf harfi وَ ’la, تَابُوا۟ fiiline atfedilmiştir.
اعْتَصَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru اعْتَصَمُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اَخْلَصُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
د۪ينَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِلّٰهِ car mecruru اَخْلَصُوا fiiline müteallıktır.
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ, mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ atıf harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edata tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid /vurgu olurlar.
يُؤْتِ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا’in sıfatıdır.اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ
وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ cümlesinden istisna edilenlerin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir. Tevcih anlamı ihtiva eden, has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ müstesnadır. İstisna-i munkatıadır. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki müteakip üç cümle sılaya matuftur. Cümlelerin atıf sebebi, tezayüftür.
Cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
تَابُوا [Tövbe edenler] - وَاَصْلَحُوا [Kendilerini düzeltenler] - وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ [Allah’a yapışanlar] (Allah’ın ipine, kitabına yapışanlar) ve وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ [dinlerini sadece Allah’a has kılanlar] arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Sağlam kulpa tutunmuştur] şeklindeki Bakara Suresi 256. ayetinde iktibas vardır. وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ [Allah'a sarılanlar] cümlesi, hem tecessüm hem de istiaredir. Allah Teâlâ’nın dinine tam manasıyla bağlanıp hayata geçirmek, derin karanlık kuyuya düşüp imdat bekleyenin kendisine uzatılan şefkat eline, habl-ül metine (sağlam ip) veya sağlam bir kulpa sıkıca tutunup yapışmasına benzetilmiştir. Kuyudan kurtulup gün yüzüne çıkarak normal hayatına dönen kimse gibi dine tutunan kimse de nefsin, hevânın zindanından kurtulup İslam’ın nurlu hayatına kavuşmuş olur.
وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ [Allah'a sarılmak] vasıtalı kinayedir. Kişi Allah'ın dinini önce fark eder, onun kendini kurtaracak tek çare olduğunu anlar, sonra onu hiç bırakmamak üzere sımsıkı tutunur.
Asame (عصم); tutmak; إعْتِصَام; sımsıkı tutmaktır. عِصَام; kendisiyle korunan yani bağlanılan şeydir. Peygamberlerin ismeti; Allah’ın onların ayaklarını sağlamlaştırmasıdır. (Müfredat) Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemu’l Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âsım, mâsum ve ismet'tir. (Kur’an-ı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
فَ istînâfiyye veya zaiddir. Bu cümlenin الَّذ۪ينَ için haber olduğu da söylenmiştir.
Sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ, mahzuf habere müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi işaret edilenlere tazim ifade eder.
فَاُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti, onların müsnedün ileyhi takip eden birtakım sıfatların neticesine layık olacakları mükâfata tenbih için gelmiştir.
فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ [Onlar müminlerle beraberdir.] cümlesi; onların dünyada elde edecekleri mükâfata, [Müminlere ecirlerini verecektir.] cümlesi de ahirette elde edecekleri mükâfata işarettir.
[Allah müminlere mükâfatını verecektir.] cümlesinde zamir yerine “Müminler” açık isminin tekrar zikri; zihne yerleştirmek ve mümin olmaya teşvik içindir.
Ayetteki الْمُؤْمِن۪ينَ kelimelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ atıf, سَوْفَ istikbal harfidir. Cümle makabline matuftur. Atıf sebebi tezayüftür.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Vaat siyakında olan cümleyi istikbal harfi سَوْفَ tekid etmiştir.
Müsnedün ileyh, muhabbet ve teşvik duyguları uyandırmak için tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla للّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cümlenin tek tek saydığı sınıflar taksim, “Müminlerle beraberlerdir.” ifadesi cem’, “Allah müminlere mükâfatını verecektir.” cümlesi de tetmim kısmıdır. (Medine Balcı)
“Büyük mükâfat” şeklinde sıfatın zikri tazim ve tekid içindir.
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | ne? |
|
2 | يَفْعَلُ | yapacak |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | بِعَذَابِكُمْ | size azabetmeyi |
|
5 | إِنْ | eğer |
|
6 | شَكَرْتُمْ | siz şükreder |
|
7 | وَامَنْتُمْ | ve inanırsanız |
|
8 | وَكَانَ | ve |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | شَاكِرًا | şükrün karşılığını verendir |
|
11 | عَلِيمًا | (herşeyi) bilendir |
|
Allah kullarına lutufta bulunmakla büyümez, ceza vermekle de küçülmez. O, mutlak büyüktür, mutlak kâmildir. O’nun vahiy yoluyla bildirdiği sıfatları ve fiillerine genel bir bakış yapıldığında rahmetinin gazabına galip olduğu, kullarını sevdiği, onlardan iman, ibadet ve güzel davranışlar beklediği, bunlardan hoşnut olduğu, dünyayı imtihan için yarattığından iyilerin mükâfatı, kötülerin ise cezayı hak etmelerinin hikmet gereği bulunduğu, hak edilenin üstündeki lutfu için sınır bulunmamakla beraber azabının, kulların günahlarına ve suçlarına uygun ve bunlarla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ilke çerçevesinde iman eden ve verilen imkânları yerinde kullanan, buna ek olarak diliyle de nimetin sahibini zikredip O’na şükranlarını sunan kula rabbi niçin azap etsin? İman yerine küfre, ibadet ve iyilik yerine kötülüğe sapan kimseler, bunların karşılıklarını gördüklerinde kusuru Allah’ta değil, kendilerinde arasınlar!
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 169)
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ
مَا istifham ismi يَفْعَلُ fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubtur. يَفْعَلُ merfû muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بِعَذَابِكُمْ car mecruru يَفْعَلُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. شَكَرْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنْتُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la شَكَرْتُمْ cümlesine atfedilmiştir.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن شكرتم فما يفعل الله بعذابكم (Şükrederseniz Allah size azap etmez.) şeklindedir.
وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
شَاكِرًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. عَل۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek soru kastı taşımayıp taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْۜ
Fasılla gelen cümle müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, إن شكرتم فما يفعل الله بعذابكم. [Şükrederseniz Allah size azab etmez.] şeklindedir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayet-i kerimede imandan önce şükür zikredilmiştir. Çünkü şükür imana ulaştıran bir yoldur.
Tövbe ettikleri için şükretmeleri gerekir. Zira bu onlara Allah’ın bir lütfudur.
اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْ [Eğer şükreder ve iman ederseniz] şart fiillerinin muzari yerine mazi gelişi, vukuuna rağbetin izharı içindir. Allah Teâlâ kullarını şükür ve imana teşvik etmektedir.
شَكَرْتُمْ - اٰمَنْتُمْ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Beyzâvî burada şükrün (شَكَرْتُمْ ) imana ( اٰمَنْتُمْ) takdimini son derece ince bir nükteyle şu şekilde izah eder: Ayette, şükrü imandan önce zikredilmesi şundandır: Bakan biri önce nimeti görür ve belli belirsiz bir şekilde şükreder, sonra dikkatli bakar nimet vereni görür (bilir) ve ona iman eder. (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu ayette şükrün imandan önce getirilmesinin hikmeti:
Ayette, şükrün imandan önce gelmesi hususunda üç izah şekli vardır:
1. Bu ifadede, bir takdim-tehir bulunmaktadır. Bu, “Eğer iman eder ve şükrederseniz…” demektir. Çünkü iman diğer bütün taatlardan önce gelir.
2. Biz, buradaki atıf vavının, tertip (sıra) ifade etmediğini söylersek böyle bir sual ortadan kalkar.
3. Bunun bir üçüncü izahı da şöyledir: İnsan kendisine baktığında, yaratılışında ve düzenlenişinde büyük bir nimetin yatmakta olduğunu görür. Böylece de icmalî (genel) bir şükür ile Allah’a şükreder. Sonra kendisine nimet vereni tanıma hususundaki araştırmasını tamamlayınca O’na iman eder ve tafsilatlı bir şekilde şükreder. Buna göre o genel şükür, imandan önce bulunmuş olur. Bundan dolayı Hakk Teâlâ, şükrü imandan önce zikretmiştir.
Sonra Cenab-ı Hakk, “Allah, şâkir ve alimdir.” buyurmuştur. Çünkü Allah Teâlâ, onlara şükrü emredince o şükrün mükâfatını da istiare yoluyla “şükür” diye ifade etmiştir. Şâkir kelimesi Allah Teâlâ hakkında “şükrün mükafatını veren” manasına; Alîm olması da “O bütün cüziyatı (teferruatı, detayları) bilir, binaenaleyh O’ndan, kesin olarak bir hata sadır olmaz.” manasına gelir. İşte bundan dolayı Hakk Teâlâ, şükredene mükâfat verir, yüz çevireni de cezalandırır. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِراً عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde muhabbet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Haber olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
شَاكِرًا ,عَل۪يمًا sıfatları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
شَكَرْتُمْ - شَاكِرًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Alîm ve Şâkir isimlerinin nekre gelişi; tazim ve teksir ifade eder. Yani Allah Teâlâ amellere öyle bir karşılık verir ki künhüne akıl ermesi mümkün değildir. O’nun ilmi öyle muazzamdır ki kimse o ilmi tam anlamıyla ihata etmeye bir yol bulamaz.
Ayetin son cümlesindeki lâzım olan “Allah, Şâkir ve Alîm'dir.” cümlesinin melzûmu; “Amellerinizin karşılığını verir, gerçekten iman edenleri ve şükredip etmeyenleri bilir, imanınızı zayi etmez. Bu nedenle şükredin, iman edin ve hiçbirinin boşa gideceğini düşünmeyin.” şeklindedir. (Medine Balcı) Yani lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Sevgili Nefsim;
Mü’min, her adımını bilinçli atmaya çalışandır. Gözüne ve gönlüne, her hoş gelenin peşinden koşmayacak kadar kıymetlidir. İnsanın nefsi ise Allah katında kendisine biçilmiş değerden habersizdir. Mü’min, Rabbinin her emir ve yasağında bir hikmet olduğuna inanandır. Her kural, kişiyi bildiği veya bilmediği sıkıntılardan korumakta ve nice mükafatlara ulaştırmaktadır. Bazen, insanın nefsi kibirlenir ve der ki: ‘ben kendimi korurum, bazı kurallar var ya, işte onlar zayıflar içindir.’ Gün gelir, zorladığı sınırlardan dolayı ayağı kayar. Aklı varsa, tövbe edip, Hakk’a döner. Yok ise gafletin sıcak yorganına sarılır.
Cahil nefsim, Allah’ın helal kıldıkları, haram kıldıklarından çok daha fazlayken, haram dairesindekilere takılırsın. Yürüyebileceğin alan geniş iken, ısrarla sınırlarda dolanırsın. Fıtratına aykırı olanlara yakın durdukça, mutsuzlukla boğuşursun. Yine de kendine, mutluluğunun orada gizlendiğine inandırırsın. Akılsız nefsim, Rabbinin dost olma dediklerine kalbinle yanaşır, bir de dersin ki: ‘inandığını söyleyip de şöyle şöyle yapandan iyidir.’ Dinini hakkıyla yaşamaya çalışanı aramaktansa, inanmadığını açıkça söyleyende, hangi dostluğu ararsın? Allah’ın rızası dışında, dünyalık sebeplerle kurulan her dostluk, bitmeye mahkumdur. Dostluğu Allah yolunda arayan kul ise, iki cihanda da bütün yalnızlıklardan kurtulandır.
Rabbim! Nefsimin geçici zevkler uğruna, kalıcı saadeti gözden çıkaran halinden Sana sığınırım. Halimin; namaza üşenerek kalkanların, gösteriş yapanların, emirlerin karşısında ukalalık taslayanların ve Seni zikretmeyenlerin hallerine benzemesinden koru. Namazlarımdaki ve diğer ibadetlerimdeki kusurlarımı affet. Doğrusunu öğrendiğim yanlışlarımı düzeltmemde, yanlış yaptıklarımın da doğrusunu öğrenmemde yardımcım ol.
Rabbim! Beni cahilliğime ve aceleciliğime bırakma. Beni, bana terk etme. Beni yanlış kararlarla ve yanlış insanlarla meşgul etme. Nefsimle merhametine ve yardımına muhtacım. En güzel dost Sensin ve benim için en hayırlı olacak dostları da bilensin. İki cihanda da göz aydınlığım olacak, bana Senin rızanı kazanmayı kolaylaştıracak ve beni Sana daha da yaklaştıracak dostlar nasip et.
Hamd olsun, kullarına yeten ve Vekîl olan Rabbe!
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji