Nisâ Sûresi 125. Ayet

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً  ...

Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 أَحْسَنُ daha güzeldir? ح س ن
3 دِينًا din yönünden د ي ن
4 مِمَّنْ kimseden
5 أَسْلَمَ teslim eden س ل م
6 وَجْهَهُ yüzünü و ج ه
7 لِلَّهِ Allah’a
8 وَهُوَ o
9 مُحْسِنٌ iyilik edici olarak ح س ن
10 وَاتَّبَعَ ve tabi olan ت ب ع
11 مِلَّةَ dinine م ل ل
12 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
13 حَنِيفًا dosdoğru ح ن ف
14 وَاتَّخَذَ edinmişti ا خ ذ
15 اللَّهُ Allah
16 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’i
17 خَلِيلًا dost خ ل ل
 

Her dinin, her ideolojinin mensubu kendine ait olanın diğerinden üstün ve güzel olduğunu iddia eder. Özellikle din konusunda en doğruyu, en güzeli tesbit edebilmek için dinin mahiyet ve amacı bakımından objektif sayılabilecek ölçülere ihtiyaç vardır. Kur’ân’ın öngördüğü ölçü dinin iman, İslâm ve ihsan’ı ihtiva etmesidir. İmandan maksat tevhid inancıdır, Allah’ı bir bilmek ve yalnızca O’na ibadet etmektir. Nitekim Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği din de bu anlamda “hanîf” olarak isimlendirilmiştir. Bu sebeple Allah onu kendisine dost kılmış, ona Allah’a dost olma şerefini bahşetmiştir. İslâm’dan maksat kul olarak bütün bağlantılardan sıyrılmak, kulluk şuuruyla yalnız Allah’a yönelmek, kendini O’na teslim etmektir. İhsandan maksat ise bir yönüyle ihlâstır; kulluğa başka bir beklentiyi karıştırmamaktır, bir yanıyla da hayırdır, güzelliktir, kişinin her yaptığını güzel ve mükemmel yapma iradesidir. Bu üç unsuru ihtiva eden din hak dindir, güzel dindir, ondan daha üstünü olamaz. Çünkü hak birdir, en güzel de bir tanedir.

 “Dost” diye çevirilen halîl kelimesi Arapça’da, “kişinin devamlı beraber olduğu, sırlarını paylaştığı, huyu huyuna, suyu suyuna uyan samimi arkadaşı” demektir. 125. âyette açıklandığı üzere her şeyin sahibi olan ve her şeyi kuşatan Allah’ın kulları arasından birini, insanlar arasında olan ve bilinen mânada dost edinmesi düşünülemez. Şu halde burada dostluk özel bir mânada kullanılmıştır. Yapılan tanım ve yorumlardan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: “Gönlünde Allah’tan başkasına yer vermeyecek kadar O’nu seven ve O’nun tarafından da sevilen, rızâsına mazhar olan, peygamberlik başta olmak üzere üstün hasletler, özellikler ve lutuflarla şereflendirilen kimse” Allah’ın dostudur. Biz insanlar, başkalarına karşı beslediğimiz duyguları ve aramızdaki ilişkinin mahiyet ve biçimini biliriz. Bu mânada bir kimseyi severiz; o, habîb (sevgili, sevilen) olur. Bir başkasını sevmenin ötesinde dost ediniriz, o da halîl olur. Allah Teâlâ bize bizim dilimizle, bizim tahayyül, tasavvur ve idrak kapasitemize uygun bir üslûpla hitap ettiği için kendinden bize yönelik ilgiyi de bu kelimelerle ifade buyurmuştur. O’nun zâtını bilemediğimiz gibi bu ilgi ve ilişkinin mahiyetini de (O’nun sevmesinin ve dost edinmesinin ne demek olduğunu da) bilemeyiz. Ancak insanlar arası ilişkiden yola çıkarak, bunu beşer planında bir örnek, kısmen de olsa anlama aracı kılarak Allah’a habîb ve halîl olmanın büyük bir mazhariyet olduğunu, keyfiyeti bilinemez bir yakınlık ifade ettiğini –her birimiz irfan derecemize göre– anlarız, bununla mutlu oluruz.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 150-151

 

Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:

  • İslam Nedir?

- Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:

- Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:

  • İman Nedir?

- Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gü-nüne inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.

Adam tekrar:

- Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:

  • İhsan Nedir?

- Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor buyurdu.

Adam yine:

- Doğru söyledin dedi, sonra da:

- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.

Adam:

- O halde alâmetlerini söyle, dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.

Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:

- Allah ve Resûlü bilir, dedim.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu. (Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9)

 

Henefe حنف : Şaşkınlıktan kurtulmak için istikamete meyletmektir. Zıddı olan جَنَف ise istikametten şaşkınlığa meyletmektir. حَنِيفٌ bu yönde bir eğilim gösteren kişidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (Ebu) Hanife ve haniftir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haberdir.  د۪ينًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَحْسَنُ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَسْلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  وَجْهَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِلّٰهِ  car mecruru  اَسْلَمَ  fiiline müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُحْسِنٌ  haber olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اتَّبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.   مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır.

حَن۪يفًا  kelimesi  اِبْرٰه۪يمَ ’nin hali olup fetha ile mansubtur.

مُحْسِنٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 


 وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  اِبْرٰه۪يمَ  mef’ûlun bihtir.  خَل۪يلًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اتَّخَذَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
 

وَمَنْ اَحْسَنُ د۪يناً مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ


وَ  istînâfiyyedir. Cümle inkarî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesinde istifham harfi  مَنْ, mübtedadır.  

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, takrir kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ’in sılası müspet mazi fiil sıygasında haber cümlesidir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

د۪ينًا ’deki tenvin tazim içindir.

اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir. 

Cenab-ı Hakk’ın,  مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ [Kendisini Allah'a teslim eden…] sözü, “hasr” (sadece) manasını ifade eder. Buna göre “kendisini sadece Allah’a teslim eden, Allah’tan başkasına teslim etmeyen…” demektir. Bu durum mükemmel bir imanın, bütün işlerin yaratıcıya havale edilmesi ve insanın kendi gücü ile kuvvetinin bir rolü olmadığını bilmesi halinde tahakkuk edeceğine bir dikkat çekmedir. (Fahreddin er-Râzî)

“Teslim olursa” yerine [teslim ederse] buyrulması dolayısıyla tecrîd söz konusudur.

Yüzünü teslim etmek, teveccüh etmek, kalben bağlanıp meyletmek anlamında istiare-i tebeiyyedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اَسْلَمَ وَجْهَهُ [Yüzünü teslim etmek] ifadesi, tam itaat ve kulluğu itiraftan kinayedir. Kinayelerin en güzelidir. Çünkü yüz azaların en şereflisidir. (Âşûr)

İslam, iki şey üzerine kurulmuştur: İnanç ve amel. Bunlardan birincisine, “kendisini Allah’a teslim edip hakka yönelen” ifadesiyle diğerine ise “iyilik yaparak (muhsin)” ifadesiyle işaret edilmiştir. (Ruhu’l Beyan)

هُوَ مُحْسِنٌ  cümlesi haldir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

Sılaya  وَ ’la atfedilen  وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ  cümlesi müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle  اِبْرٰه۪يمَ ’den haldir.

 اَسْلَمَ - اتَّبَعَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَحْسَنُ - مُحْسِنٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِلَّةَ  kelimesi Kur’an’da çoğunlukla “din” anlamında kullanılmıştır.

Cümledeki  مَّنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’a yüzünü teslim etmesi söylendikten sonra İbrahim’in milletine tabi olmanın zikredilmesi umumdan sora hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

حَن۪يفًا, “meyleden, sapan” demektir. Buna göre mana, “(İslam’ın dışındaki) bütün dinlerden meyleden, sapan” şeklinde olur. Çünkü hak dinin dışında kalan, her din bâtıldır. Doğru olan bu kelimenin, zahir ve batın herşeyden dönen manasına olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Allah Teâlâ, kurtuluşun ve cenneti elde etmenin gerçekleşmesini, insanın mümin olmasına bağlayınca imanı iyice izah etmiş ve onun şu iki bakımdan faziletini beyan buyurmuştur: 

a) İman, Allah’a tam olarak ubudiyyeti, itaati ve inkıyadı ortaya koymayı ifade eden bir dindir.

b) İman, Hazreti İbrahim’in (a.s.) de üzerinde olduğu bir dindir. İşte bu iki faziletten her biri İslam dinine teşvik hususunda, başlı başına birer sebeptir. (Fahreddin er-Râzî)


وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلاً


وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayette İbrahim’in (a.s.) adının ikinci kez geçişi hususunda;  zamir makamında olduğu halde zahir (açık) olarak zikredilmesi, onun şanını tazim ve bu itirazî (bağlantısız) cümlenin istiklâlini tekid içindir. (Ebüssuûd - Beyzâvî)

Ayetteki  خَل۪يلًا  kelimesi hakkında şunları söyleyebiliriz:

1- Halil kelimesinin masdarı olan  خُلّة, hilal (karışmak) anlamındadır. Çünkü dostluk, nefse ve ruha karışan bir sevgidir.

2- Halil, “halel” anlamındadır. Zira iki dost, birbirinin halelini (eksiğini) tamamlar.

3- Halil, “hall” veya “kumdaki yol” demektir. Çünkü iki dost, aynı yolda, uyum içinde olurlar.

4- Halil, “hallet” yani haslet anlamındadır. Zira iki dostun hasletleri birbirine benzer.

Bu ârızî (bağlantısız) cümlenin büyük faydaları vardır. Şöyle ki:

İbrahim’in (a.s.) dinine uymaya teşvik eder. Zira Allah Teala katında “Halil” olarak isimlendirilmeye hak kazanacak kadar O’na yakın olan bir kimsenin yoluna uymak, en büyük himmet ve gayretin hedefi ve gözlerin dikildiği en yüksek şeref olmaya layıktır. (Ebüssuûd)

Demek ki Allah’ın bizi dost edinmesi için bunları yapmamız gerekmektedir. Kendimizi Allah’a teslim edeceğiz ve muhsin olacağız.