Nisâ Sûresi 20. Ayet

وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً  ...

Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 أَرَدْتُمُ almak isterseniz ر و د
3 اسْتِبْدَالَ başka ب د ل
4 زَوْجٍ bir eş ز و ج
5 مَكَانَ yerine ك و ن
6 زَوْجٍ bir eşin ز و ج
7 وَاتَيْتُمْ vermiş olsanız (dahi) ا ت ي
8 إِحْدَاهُنَّ onlardan birine ا ح د
9 قِنْطَارًا kantarlarca (mal) ق ن ط ر
10 فَلَا
11 تَأْخُذُوا geri almayın ا خ ذ
12 مِنْهُ ondan (verdiğinizden)
13 شَيْئًا hiçbir şeyi ش ي ا
14 أَتَأْخُذُونَهُ verdiğinizi alacak mısınız? ا خ ذ
15 بُهْتَانًا iftira ederek ب ه ت
16 وَإِثْمًا ve günaha girerek ا ث م
17 مُبِينًا açıkça ب ي ن
 

İslâm’dan önce, kadının kusuru bulunmadığı halde ondan ayrılmak ve bir başka kadınla evlenmek isteyen erkekler bir yolunu bulup ödedikleri mehri de geri almak isterlerdi. Bu durumda kadın hem eşini, yuvasını ve maişetini hem de bir süre geçimine medar olacak mehrini kaybetmiş olurdu. Erkeklerin bu amaçlarına ulaşabilmek için kullandıkları yollardan biri de kadına iftira atmak, onu birtakım kötü huy ve davranışlar içinde göstermekti. Kadınlar bu tehdit karşısında yılar, böyle bir lekeden kurtulabilmek için mehirlerini geri vermeye razı olurlardı. İslâm, bu zalimce davranışları yasaklamış, evlenme akdini “ağır sorumluluklar yükleyen bir ahid, sapasağlam bir sözleşme” olarak nitelemiş, evlilik birliği içinde geçen güzel günlerin hâtırasını kirletmenin çirkinliğine işaret etmiştir.

“Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi” ifadesindeki “yüklerle” kelimesi, âyette geçen kıntâr kelimesinin karşılığı olarak seçilmiştir. Arapça’da kıntâr, Türkçemiz’deki “çuvalla altın, bir çuval altın” deyiminde olduğu gibi çokluktan kinayedir. Kelimenin lugat mânaları arasında “bir öküzün derisi dolusunca” mânası da vardır. Tefsirci ve fıkıhçılar, “Kur’ân-ı Kerîm’de, câiz olmayan bir şey örnek olarak da zikredilmez” kaidesinden yola çıkarak ve bu âyete dayanarak kadınlara verilecek mehrin üst sınırının bulunmadığını ileri sürmüştür. Gerçi Hz. Peygamber mehir konusunda aşırı gidilmemesini istemişlerdir, fakat bu bir tavsiyeden ibarettir ve imkânı olanların çok mehir vermelerine engel değildir. İnsanların bu izni kötüye kullanmaları ve mehir ödeme konusunda âdeta yarışa girmeleri yoksulların evlenmelerini güçleştirdiği için Hz. Ömer, mehrin üst sınırını 400 dirhem (1280 gram) gümüş olarak belirlemiş, mescidde minbere çıkarak bu kararını açıklamıştı. Bunu işiten Kureyşli bir kadın mescide gelip halifeye itiraz etmiş, aralarında şu konuşma cereyan etmiştir:

– Ey müminlerin emîri! Allah’ın kitabı mı yoksa senin emrin mi uygulama önceliğine sahiptir?

 – Tabii ki Allah’ın kitabı, niçin bunu soruyorsun?

 – Sen biraz önce insanların fazla mehir ödemelerini yasakladın, halbuki Allah Teâlâ kitabında “... Onlardan birine yüklerle (çuvalla altın) mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın” buyurmaktadır.

Bunun üzerine Hz. Ömer, “Herkes Ömer’den daha bilgili”; bir başka rivayette “Doğru düşünen ve söyleyen bir kadın, hata eden bir başkan, Allah yardımcımız olsun!” demiş; ardından tekrar minbere çıkarak mescid tekilere şunları söylemiştir: “Sizi, kadınlara mehir verme konusunda aşırı gitmekten men etmiştim. Herkes kendi malında dilediğini yapsın, serbestsiniz” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, II, 4-5; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VI, 180).

Bu olay, yalnızca kadınlara verilecek mehrin üst sınırının belirlenmesi konusunda değil, İslâm’ın ilk yıllarında cemiyet içinde kadının konumu, rolü ve hakları konusunda da önemli ipuçları vermektedir.Kaynak :  Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 38-39

 

Malın bir ölçüsü olarak kullanılan kantar lafzı ise köprüye benzetilerek, hayatın geçimini sağlayacak kadar olanına denir. (Müfredat) İbranice ve Aramice'den geçmiştir. (Et-Tahkik)

Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 4 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kantardır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ


وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir.  اَرَدْتُمُ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

اسْتِبْدَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  زَوْجٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَكَانَ  mekân zarfı, masdar olan  اسْتِبْدَالَ  kelimesine müteallıktır.

زَوْجٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  اٰتَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اِحْدٰيهُنَّ  mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قِنْطَارًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَأْخُذُوا  fiili  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مِنْهُ  car mecruru  تَأْخُذُوا  fiiline müteallıktır.  شَيْـًٔا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِحْدٰيهُنَّ ’deki zamir kadınlara racidir. O, kocasının kendisinden ayrılmak istediği kadındır. (Âşûr) 


 اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً

 

Hemze istifham harfidir.  تَأْخُذُونَهُ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بُهْتَانًا  hal olup fetha ile mansubtur.  اِثْمًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  بُهْتَانًا ’e matuftur.  مُب۪ينًا  ise اِثْمًا’in sıfatıdır.

بُهْتَانًا  kelimesi, الشُّكْرانِ والغُفْرانِ gibi masdardır. (Âşur)

Ayetteki  بُهْتَانًا  kelimesi niçin mansub kılınmıştır? Bu hususta şu ihtimaller vardır:

a) Zeccâc, bu kelimenin “hal” makamında kullanılmış bir mefûl-ü mutlak olduğunu söylemiştir. Buna göre mana, “Siz o malı, bühtan edici ve günaha girici olarak mı alırsınız?” şeklinde olur.

b) Keşşâf sahibi ise şöyle demektedir: “Bu kelimenin her ne kadar hakikatta bir sebep olmasa da mef’ûl-un leh olduğu için mansub olmuş olması da muhtemeldir. Bu, tıpkı senin “Korktuğu için savaştan geri durdu.” sözünde olduğu gibidir.

c) Bu kelime, başındaki harfi cer hazfedilmiş olduğu için mansub kılınmıştır yani "bühtan ile” takdirindedir.

d) Burada bir hazif vardır ve takdiri, “O malı bir bühtan ve bir günah olarak alıyorsunuz.” şeklindedir.  (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


 
 

وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ  


وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ  şeklinde mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَارًا  cümlesi, وَ ’la şart cümlesine atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـًٔاۜ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir şey” demektir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

قِنْطَارًا  kelimesinin nekreliği teksir içindir. 

وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَارًا  [Onlardan birine yığınla mal vermiş olsanız.] ibaresinde mübalağa sanatı vardır. İşin önemini vurgular.

زَوْجٍ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur’an’da zevc kelimesinin kullanımı için dört unsur gereklidir: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, üreme imkânı bulunmak ve nikâhlı olmak.

بَعْل: put adıdır, koca için de kullanılıyor. Bir kocanın bu isimle anılabilmesi için cinsel ilişkinin gerçekleşmesi şarttır. 

 

اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً

 


Ayetin ikinci cümlesi istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. 

Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, inkâr ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

بُهْتَانًا  ve  اِثْمًا  kelimeleri arasında mürâât- nazîr  sanatı,  اَتَأْخُذُونَ -  لَا تَأْخُذُوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır

اِثْمًا  ,مُب۪ينًا  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Bühtan, şükran ve gufran gibi mastardır ve iftira atmak manasındadır. Bakara Suresi’nde  فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ  (Kâfir şaşırıp kaldı.) şeklinde geçmiştir.

Beyzâvî, erkeklerin, boşadıkları hanımlarına verdikleri mehri geri almamalarının istendiği bu ayetteki istifhamın inkâr ve tevbih anlamında olduğunu, devamındaki ayette de “كَيْفَ” soru edatının “mehrin geri alınmasını inkâr” manasına kullanıldığını ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Hakk Teâlâ’nın, “Nasıl olur da onu alırsınız!” buyruğunun başındaki istifham, “Böyle şey olmaz.” manasında istifham-ı inkârî olup “Şer’an ve aklen kabîh (kötü ve çirkin) olduğu ortada iken siz böyle bir şeyi nasıl olur da yaparsınız!” demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)