وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَيْفَ | ve nasıl |
|
2 | تَأْخُذُونَهُ | onu alırsınız |
|
3 | وَقَدْ | andolsun |
|
4 | أَفْضَىٰ | geçmiş(içli dışlı olmuş)ken |
|
5 | بَعْضُكُمْ | bazınız |
|
6 | إِلَىٰ |
|
|
7 | بَعْضٍ | bazınıza |
|
8 | وَأَخَذْنَ | ve onlar almışlardı |
|
9 | مِنْكُمْ | sizden |
|
10 | مِيثَاقًا | te’minat |
|
11 | غَلِيظًا | sağlam |
|
İslâm’dan önce, kadının kusuru bulunmadığı halde ondan ayrılmak ve bir başka kadınla evlenmek isteyen erkekler bir yolunu bulup ödedikleri mehri de geri almak isterlerdi. Bu durumda kadın hem eşini, yuvasını ve maişetini hem de bir süre geçimine medar olacak mehrini kaybetmiş olurdu. Erkeklerin bu amaçlarına ulaşabilmek için kullandıkları yollardan biri de kadına iftira atmak, onu birtakım kötü huy ve davranışlar içinde göstermekti. Kadınlar bu tehdit karşısında yılar, böyle bir lekeden kurtulabilmek için mehirlerini geri vermeye razı olurlardı. İslâm, bu zalimce davranışları yasaklamış, evlenme akdini “ağır sorumluluklar yükleyen bir ahid, sapasağlam bir sözleşme” olarak nitelemiş, evlilik birliği içinde geçen güzel günlerin hâtırasını kirletmenin çirkinliğine işaret etmiştir.
“Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi” ifadesindeki “yüklerle” kelimesi, âyette geçen kıntâr kelimesinin karşılığı olarak seçilmiştir. Arapça’da kıntâr, Türkçemiz’deki “çuvalla altın, bir çuval altın” deyiminde olduğu gibi çokluktan kinayedir. Kelimenin lugat mânaları arasında “bir öküzün derisi dolusunca” mânası da vardır. Tefsirci ve fıkıhçılar, “Kur’ân-ı Kerîm’de, câiz olmayan bir şey örnek olarak da zikredilmez” kaidesinden yola çıkarak ve bu âyete dayanarak kadınlara verilecek mehrin üst sınırının bulunmadığını ileri sürmüştür. Gerçi Hz. Peygamber mehir konusunda aşırı gidilmemesini istemişlerdir, fakat bu bir tavsiyeden ibarettir ve imkânı olanların çok mehir vermelerine engel değildir. İnsanların bu izni kötüye kullanmaları ve mehir ödeme konusunda âdeta yarışa girmeleri yoksulların evlenmelerini güçleştirdiği için Hz. Ömer, mehrin üst sınırını 400 dirhem (1280 gram) gümüş olarak belirlemiş, mescidde minbere çıkarak bu kararını açıklamıştı. Bunu işiten Kureyşli bir kadın mescide gelip halifeye itiraz etmiş, aralarında şu konuşma cereyan etmiştir:
– Ey müminlerin emîri! Allah’ın kitabı mı yoksa senin emrin mi uygulama önceliğine sahiptir?
– Tabii ki Allah’ın kitabı, niçin bunu soruyorsun?
– Sen biraz önce insanların fazla mehir ödemelerini yasakladın, halbuki Allah Teâlâ kitabında “... Onlardan birine yüklerle (çuvalla altın) mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın” buyurmaktadır.
Bunun üzerine Hz. Ömer, “Herkes Ömer’den daha bilgili”; bir başka rivayette “Doğru düşünen ve söyleyen bir kadın, hata eden bir başkan, Allah yardımcımız olsun!” demiş; ardından tekrar minbere çıkarak mescid tekilere şunları söylemiştir: “Sizi, kadınlara mehir verme konusunda aşırı gitmekten men etmiştim. Herkes kendi malında dilediğini yapsın, serbestsiniz” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, II, 4-5; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VI, 180).
Bu olay, yalnızca kadınlara verilecek mehrin üst sınırının belirlenmesi konusunda değil, İslâm’ın ilk yıllarında cemiyet içinde kadının konumu, rolü ve hakları konusunda da önemli ipuçları vermektedir.Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 38-39
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “ Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ederim. Çünkü siz onların Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namuslarını Allah adına helal kıldınız.”
(Müslim,Hac 147 ;Darimi,Menasik 34;Ahmed b. Hanbel,Müsned,V,72)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Fedâ; Geniş yer. أفْضَى إلى إمْرَأَتِهِ (Hanımına vardı) sözü kinaye konusunda mübalağalı ve açık söze daha yakın ifadedir. Yüce Allah Nisa 21. ayette bu manaya yakın şekilde kullanmıştır. (Müfredat)
Kur’ân’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli fezâdır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
وَ istînâfiyyedir. كَيْف istifham harfi olup hal olarak mahallen mansubtur.
تَأْخُذُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
قَدْ اَفْضٰى cümlesi تَأْخُذُونَهُ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. اَفْضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
بَعْضُكُمْ faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى بَعْضٍ car mecruru اَفْضٰى fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اَخَذْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisve bitişmiş sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru اَخَذْنَ fiiline müteallıktır. م۪يثَاقًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. غَل۪يظًا ise م۪يثَاقًا’ın sıfatıdır.
غَل۪يظًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. (Âşûr)
اَفْضٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi فضو’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقاً غَل۪يظاً
وَ ’la önceki ayete atfedilen ayet istifham üslubunda talebî inşâi isnaddır.
Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, inkâr ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
…قَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى cümlesi قَدْ ’la tekid edilmiş faide-i haber talebî kelam olan müspet mazi fiil cümlesidir. Hal konumundaki cümle hal وَ’ıyla gelmiştir.
وَقَدْ اَفْضٰى بَعْضُكُمْ اِلٰى بَعْضٍ [Birbirinizle karı-koca hayatı yaşadınız.] sözünde اَفْضٰى fiili müminlere yüksek ahlakı göstermek için cimadan kinaye olarak gelmiştir.
وَاَخَذْنَ مِنْكُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًا [Sizden kuvvetli bir söz aldılar.] cümlesinde istiare vardır. Allah Teâlâ burada م۪يثَاقًا lafzını şer’i akid manasında müstear olarak kullanmıştır.
تَأْخُذُونَهُ - اَخَذْنَ fiilleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَعْضٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
م۪يثَاقًا ,غَل۪يظًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Hakk Teâlâ’nın, “Onu nasıl alırsınız ki birbirinize karılıp katıldınız.” buyruğu bir taaccüb (hayret) ifadesidir. Yani “Hangi sebep ve şeyden dolayı böyle yapıyorsunuz!” Çünkü o kadın, kendisini sana adamış, kendisini senin için ve istifaden için sunmuş ve aranızda tam bir ülfet (yakınlık) ve sevgi meydana gelmiştir. Aklı olan kimseye, o hanımına gönül hoşluğu ile verdiği mehirden, kendisine bir şeyleri geri vermesini istemesi nasıl uygun düşer? Bu, hiç şüphe yok ki fıtratı bozulmamış ve dürüst kimselere kesinlikle uygun değildir, demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Müfessirler, bu ayetteki “اَفْضٰى” lafzının ne manaya geldiği hususunda şu iki görüşü zikrederler:
a) Buradaki “اَفْضٰى”, cima (cinsî münasebet)ten kinayedir. Bu, İbni Abbas, Mücahid ve Süddî'nin görüşü olup Zeccâc ve İbni Kuteybe’nin de tercihidir. Bu, aynı zamanda İmam Şafiî’nin görüşüdür. Çünkü Şafiî’ye göre koca, hanımıyla hiç cinsi münasebette bulunmadan önce onu boşarsa aralarında bir halvet-i sahîha (tam bir baş başa kalma) olsa dahi koca mehrin yarısını alabilir.
b) “اَفْضٰى”, hanımıyla cinsî münasebette bulunmasa bile kocanın onunla halvet-i sahihada kalması manasınadır. Kelbî, “اَفْضٰى, ister cinsi münasebette bulunsun, ister bulunmasın, kocanın hanımıyla birlikte bir örtü (yorgan-yatak) içinde bulunmalarıdır.” der. Bu, Ferrâ'nın tercihi olup Ebu Hanife’nin de görüşüdür. Çünkü halvet-i sahiha, mehrin verilmesini gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
Bundan önceki inkâr ve tenfirden (nefret ettirmekten) sonra bu da anılan kadınların mallarını almamak için inkâr üstüne inkâr ve tenfir üstüne tenfirdir. İlaveten burada inkâr, o malı almanın keyfiyetine tevcih edilmiştir ki bu, onun tahakkukuna asla imkân olmadığını belirtmek içindir. Şu halde eğer gerçekleşmesi hiçbir suretle mümkün değilse var olmaktan nasibi kesinlikle yok demektir. (Ebüssuûd)