وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاعْبُدُوا | ve kulluk edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَلَا |
|
|
4 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayın |
|
5 | بِهِ | O’na |
|
6 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
7 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve ana babaya |
|
8 | إِحْسَانًا | iyilik edin |
|
9 | وَبِذِي | ve |
|
10 | الْقُرْبَىٰ | akrabaya |
|
11 | وَالْيَتَامَىٰ | ve öksüzlere |
|
12 | وَالْمَسَاكِينِ | ve yoksullara |
|
13 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
14 | ذِي |
|
|
15 | الْقُرْبَىٰ | yakın |
|
16 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
17 | الْجُنُبِ | uzak |
|
18 | وَالصَّاحِبِ | ve arkadaşa |
|
19 | بِالْجَنْبِ | yan(ınız)daki |
|
20 | وَابْنِ | ve |
|
21 | السَّبِيلِ | yolcuya |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | مَلَكَتْ | altında bulunanlara |
|
24 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
25 | إِنَّ | şüphesiz |
|
26 | اللَّهَ | Allah |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُحِبُّ | sevmez |
|
29 | مَنْ | kimselerin |
|
30 | كَانَ |
|
|
31 | مُخْتَالًا | kurumlu |
|
32 | فَخُورًا | böbürlenen |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
Riyazus Salihin, 305 Nolu Hadis: Komşuya İyilik Etmek
İbni Ömer ve Hz. Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”
Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اعْبُدُوا fiili ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْرِكُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline müteallıktır. شَيْـًٔا mef’ûlun bih veya mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur.
وَ atıftır. بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri استوصوا (Tavsiye ettiler.) şeklindedir. وَالِدَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur. اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakıdır.
وَ atıf harfidir. بِذِي car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. ذِي harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ atıf harfi وَ ’la بِذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. ذِي ismi الْجَارِ ’ın sıfatı olarak mecrurdur. Cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. İkinci الْجَارِ kelimesi ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. الْجُنُبِ kelimesi الْجَارِ ’nin sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. الصَّاحِبِ kelimesi ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. بِالْجَنْبِ car mecruru الصَّاحِبِ ’nin mahzuf haline müteallıktır. ابْنِ السَّب۪يلِ kelimesi atıf harfi وَ ’la ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.
وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ atıf harfidir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , öncesine matuf olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. لَا ; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.
يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مُخْتَالًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.
فَخُورًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
مُخْتَالًا kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
فَخُورًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً
وَ , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تُشْرِكُوا cümlesi makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
شَيْـًٔا ’deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.
Mef'ûlun bihin, amir yerine bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
‘’Kulluk edin ve şirk koşmayın’’ sözünde yine umumdan sonra husus ifade edilmiştir. Çünkü kulluk etmenin içinde şirk koşmamak da vardır.
Şirk koşmak; Allah’ın sıfatını başka birine vermek demektir. Yahudiler ve Hristiyanlar ayetleri değiştirince Allah’ın koyduğu hükmü değiştirdikleri, yok saydıkları için şirk koşmuş olurlar.
Şirk koşmak fiil olarak gelmiş, ana babaya iyilik vs isim olarak gelmiş. Demek ki şirkin belirli zamanlarda, belirli olaylarda yenilenme ihtimali var. Ana babaya vs iyiliğe gelince; onlara her zaman iyi davranış üzere olmalıyız.
اعْبُدُوا - لَا تُشْرِكُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Hitap müminleredir. Bunun için ibadet emri, şirkten nehyetmeye takdim edilmiştir. Çünkü şirkin inkârına karar verilmiş, Allah’a ibadete devam ve daha fazlasının yapılması istenmiştir. İslam öncesi dönemde yaptıkları konusunda bir uyarı olarak şirk yasaklanmıştır. İki cümle bir arada hasr sıygası kuvvetindedir. ‘’Allah’a kulluk edin ve ondan başkasına kulluk etmeyin’’ manasındadır. Bu şekilde ispat ve nefy manası içerir. Sanki: ‘’Allah’tan başkasına ibadet etmeyin’’ manasında لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ denilmiştir. (Âşûr)
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ ’la gelen cümle, istînâfa tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. بِالْوَالِدَيْنِ takdiri استوصوا [tavsiye edin] olan mahzuf fiile müteallıktır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İyilikle davranılması tavsiye edilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
الْجَارِ - ذِي الْقُرْبٰى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْجَارِ - الْجُنُبِ - الْقُرْبٰى , الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ana-babaya, yakın akrabalara ve devamında sayılan yetim ve yoksullara iyilik yapılmasını emreden bu ayette onlarla güzel ilişki içinde olunmasının Allah’ın kendisine kulluğu emretmesinden ve şirk koşulmasını yasaklamasından sonra gelmesiyle kulluğun ne kadar önemli olduğu idmâc edilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi )
الْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى : Akraba, yakın komşu demektir. Terim olarak; Yakın-uzak akrabalık bağını ifade eder.
الْجَارِ الْجُنُبِ : Akraba olmayan çevredeki kişiler ( جنب ‘yan’ demek, daha uzak komşu) demektir. Terim olarak; çevredeki akraba olmayan kişileri ifade eder.
الصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ : Yanından ayrılmayan demektir. Sahib; ister insan veya hayvan olsun, ister yer veya zaman olsun bir şeyden ayrılmayan demektir. (Müfredat)
İyilik yapılacak kişilerin sayılmasında istiksa vardır.
Hak Teâlâ'nın رَجُلٌ جُنُبٌ ; [.. ve uzak komşuya.. İyilik edin] emridir. Vahidî şöyle demektedir: " الجُنُبُ kelimesi, فُعُلٌ vezninde bir sıfat olup, kelimenin aslı, yakınlığın zıddı olan uzaklığı ifade eden الجَنَابَةُ kelimesidir. Mesela: çoluk-çocuğundan uzak olan kimse için, رَجُلٌ جُنُبٌ yakınlık bakımından sana uzak olan kimse içinse, رَجُلٌ اَجْنَبِىٌّ denilmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, وَاجْنُبْنِى وَبَنِىَّ buyurmuştur. ["Beni ve çoluk çocuğumu (putlara tapmaktan) uzaklaştır"] (ibrahim, 35) buyurmuştur. Birbirlerinden uzak olduğu için, iki tarafa الجَانِبَانِ denilmektedir. Yıkanmadığı sürece, taharet ve mescitlerde bulunmaktan uzak olduğu için, cimâdan dolayı meydana gelen büyük abdestsizliğe de cünüplük denilmesi de bundandır. Yine, birbirlerinden uzak olduğu için iki yana, böğüre de الجَنْبَانِ denilmektedir.
İbadet emrinden sonra ana-babaya iyi davranmanın emredilmesi ana-babanın önemini gösterir. Bunun için إحْسانًا kelimesi takdim edilmiştir. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder.
لَا يُحِبُّ fiilinin failinin müşterek ismi mevsûl مَنْ ’ le gelmesi sonraki habere dikkat çekmenin yanında bahsi geçen kişileri tahkir içindir.
Mevsulün sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
كَانَ ‘nin haberi olan iki sıfatın aralarında و olmadan gelmesi bu vasıfların ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
مُخْتَالًا ve فَخُورًاۙ [Kibir ve övünme] özellikleri tek kişide olabilir. Atıf harfi olmadan gelmiştir. Genelde bir arada olan iki özelliktir. Kibirli olan kişi övünür ve övünen kişide kibir vardır.
Kişileri yüzüne karşı övmek yanlıştır. Abartılmamalıdır. Hatta dalkavukluk şeklindeki övgü yapanların yüzüne toprak atılması söylenir. Ahlakını övmek bazen kişiyi o konuda daha gayretli olmaya itebilir.
مُخْتَالًا فَخُورًاۙ [Kendini beğenen ve böbürlenen] ifadesinde tariz vardır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yermiştir. (Safvetü't Tefasir)
Bu, şirk ehlinin ahlakına tarizdir. (Âşûr)
"Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" buyurulmuştur. مُخْتَالًا , kendini beğenen ve kibirlenen demektir. İbn Abbas (ra): "Cenab-ı Hak, مُخْتَالًا sözü ile, hiç kimsenin hakkını vermeyen ve kendini beğenen kimseleri kastetmiştir" der. Zeccâc da, "Cenab-ı Hak burada, مُخْتَالًا ‘dan bahsetmiştir. Zira muhtâl, fakir olan akrabalarına burun büküp onlara kötü davranır, düşkün komşularına tenezzül etmeyip onlara iyi davranmaz" demiştir.
فَخُورًاۙ ise büyüklenmek ve övünmek için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir. İbn Abbas (ra), bu kelimenin "Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetler ile diğer insanlara karşı övünen kimse" manasına olduğunu söylemiştir. Allahu Teâlâ, bu ayette bu iki vasfı bilhassa zemm için kullanmıştır. Çünkü مُخْتَالًا , kibirlenen demektir. Kibirlenen de, haklara çok az riayet eder. Sonra bunun peşi sıra, gösteriş ve kahramanlık duygusu ile değil, sırf Allah rızası için haklara riayet edilsin diye فَخُورًاۙ olanları zemmetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)