19 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 34-37 (83. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 34. Ayet

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً  ...


Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الرِّجَالُ erkekler ر ج ل
2 قَوَّامُونَ yöneticidirler ق و م
3 عَلَى üzerinde
4 النِّسَاءِ kadınlar ن س و
5 بِمَا zira
6 فَضَّلَ üstün kılmıştır ف ض ل
7 اللَّهُ Allah
8 بَعْضَهُمْ bir kısmını ب ع ض
9 عَلَىٰ üzerine
10 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
11 وَبِمَا ve çünkü
12 أَنْفَقُوا infak ederler ن ف ق
13 مِنْ -ndan
14 أَمْوَالِهِمْ malları- م و ل
15 فَالصَّالِحَاتُ iyi kadınlar ص ل ح
16 قَانِتَاتٌ ita’atkar olup ق ن ت
17 حَافِظَاتٌ korurlar ح ف ظ
18 لِلْغَيْبِ gizliyi غ ي ب
19 بِمَا karşılık
20 حَفِظَ kendilerini korumasına ح ف ظ
21 اللَّهُ Allah’ın
22 وَاللَّاتِي kadınlara
23 تَخَافُونَ korktuğunuz خ و ف
24 نُشُوزَهُنَّ hırçınlık etmelerinden ن ش ز
25 فَعِظُوهُنَّ öğüt verin و ع ظ
26 وَاهْجُرُوهُنَّ onlara sokulmayın ه ج ر
27 فِي
28 الْمَضَاجِعِ yataklarda ض ج ع
29 وَاضْرِبُوهُنَّ ve onları dövün ض ر ب
30 فَإِنْ eğer
31 أَطَعْنَكُمْ size ita’at ederlerse ط و ع
32 فَلَا
33 تَبْغُوا artık aramayın ب غ ي
34 عَلَيْهِنَّ onların aleyhine
35 سَبِيلًا başka bir yol س ب ل
36 إِنَّ çünkü
37 اللَّهَ Allah
38 كَانَ ك و ن
39 عَلِيًّا yücedir ع ل و
40 كَبِيرًا büyüktür ك ب ر

https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/527/34-ayet-tefsiri

Nüşuz, tepe demektir. Uzaktan görülen, ortaya çıkan, kabarmış damar (Sinirlenince damarlar kabarır ve ortaya çıkar) demektir. Bunu sadakatsizlik, kadının kocasına tepeden bakması şeklinde yorumlamışlar. Bu kelime Nisa suresi 128. ayette erkek için kullanılmış. Kadına mahsus bir şey değildir. Genel anlamda evlilikte problem çıkarma olarak anlayabiliriz. Evliliğin huzurunu kaçıracak boyutta olan problem, mesela kadının soy sopu ile övünmesi ve erkeğe tepeden bakması, erkeğin gücüne gölge düşürür. Sadakatsizlik de düşünülmüştür. Ayetin sadakatsizlik durumunda son çözüm yolu olarak kadını dövmeyi tavsiye ettiği düşünüldüğünde bugün böyle durumlarda daha ileri gidilip kadının öldürüldüğünü görüyoruz.

Kavvam, kalktı manasındaki kâme fiilinin türevidir. Kavvam, mübalağalı ismi faildir. Kâme ale’l mer’eti; kadını gözetmek, geçimini üstlenmek demektir. Parayı kazandığı için evin yönetimi de erkeğe aittir.

Altın, gitti manasındaki zehebe ile aynı kökten gelir. Çabuk harcandığı ve diğer dünya malları gibi geçici olduğu içindir.

Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır. Bunun için Kadı Beydâvînin tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır. zamirinin delalet ettiği mana ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber ayetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. (Elmalılı)


 

 

 

Kadını yatağında terk etmek çok evliliklerde kadına ceza oluyor. Yoksa erkek yatağı terk etmekten daha çok zarar görür.

Allah’ın koruduğunu korumak; eşi yokken de kendisine emanet edilen şeyi korumak demektir.

Darabe fiiline Cumhurun verdiği mana dövmektir. Bunun sınırları vardır: Yüze vuramaz, iz bırakamaz. Yani dövmenin fonksiyonu burada bu hareketi bir daha yapmaması için kişiliğini zedelemektir.

Bazınız bazınıza üstün kılınmıştır: Her cins farklı alanlarda yetenekli yaratılmış ki dünya hayatı rahat bir şekilde yaşansın. Bir cinse mensup kişiler arasında da farklılıklar var. Yeteneklerimizi keşfedip onun üzerine çalışmak gerekir..

Saliha kadının özellikleri: itaatkar olmak, koruyucu olmak, her açıdan, evini, çocuğunu vs, çıkıntı yapmamaktır. Ahzâb/33'te geçen La teberrecne kelimesi de burçtan gelir ve bu nüşuz fiili gibi sivrilmek, ortaya çıkmak, göze çarpmak tarzı bir anlamı vardır

Kanete; kavramı, gönülden bağlılıkla beraber olan sürekli itaattir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kunut (duası)dır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَلرِّجَالُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  قَوَّامُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

عَلَى النِّسَٓاءِ  car mecruru  قَوَّامُونَ ‘ye müteallıktır.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  قَوَّامُونَ ’ye müteallıktır.

فَضَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.   بَعْضَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  فَضَّلَ  fiiline müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte önceki masdar-ı müevvele müteallıktır. 

اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ اَمْوَالِهِمْ  car mecruru  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْضَهُمْ ’daki zamir erkeklere ve kadınlara birlikte râcidir. Yani erkeklerin kadınlara egemen olmasının sebebi, Allah’ın onlardan bazılarını -yani erkekleri- bazılarına -yani kadınlara- avantajlı kılmasıdır. Burada yöneticiliğin zorla, ezerek ve haksız atama ile değil, ancak üstün meziyetlerle hak edildiğine delil vardır. (Keşşâf) 

 

فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  الصَّالِحَاتُ  mübtedadır.  قَانِتَاتٌ  haberdir.  حَافِظَاتٌ  ikinci haberdir. 

لِ  zaiddir.  اَلْغَيْبِ  lafzen mecrur olup  حَافِظَاتٌ ’un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  حَافِظَاتٌ  veya  قَانِتَاتٌ ’e müteallıktır.  حَفِظَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 


وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ

 

وَ  atıf harfidir. Müfret müennes has ism-i mevsûl  الّٰت۪ي, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَخَافُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَخَافُونَ  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  نُشُوزَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَعِظُوهُنَّ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

فَ  zaiddir.  عِظُوهُنَّ  fiili  ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اهْجُرُوهُنَّ  fiili  ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فِي الْمَضَاجِعِ  car mecruru  اهْجُرُوهُنَّ  fiiline müteallıktır.

اضْرِبُوهُنَّۚ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  عِظُوهُنَّ ‘ye atfedilmiştir.


فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اَطَعْنَكُمْ  şart fiili olarak mahallen meczumdur. Nûnu’n-nisve  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir 

 كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَبْغُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِنَّ  car mecruru  تَبْغُوا  fiiline müteallıktır.  سَب۪يلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.   

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ  ’nin ismidir.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  عَلِيًّا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  كَب۪يرًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ

 

Ayetin fasılla gelen ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mecrur mahaldeki  مَا ’lar masdariyedir. 

İlk  مَا  ve akabindaki  اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ  cümlesi masdar teviliyle haber olan  قَوَّامُونَ ’ye müteallıktır.

İkinci  مَا  ve masdar-ı müevvel önceki masdar-ı müevvele matuftur. Her iki masdar cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.

İlk masdar cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

لِلرِّجَالِ - لِلنِّسَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır. 

بَعْضٍۜ  kelimesinde tam cinas tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَوَّام ; mübalağa sıygasıdır. Süreklilik ifade etmesi için gelmiştir. (Sâbûnî)

Ayette isim cümlesi ve mübalağa sıygası ile قَوَّامُونَ [hâkimler] kelimesinin kullanılması, erkeklerin bu vasfının köklü ve kalıcı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ  [Erkekler kadınların sorumluluğunu üstlenmektedir] yani yöneticinin halkı yönetmesi gibi buyurucu ve yasaklayıcı olarak kadınların işlerini erkekler üstlenirler [kavvâm], onlara bu yüzden kavim denilmiştir.  بَعْضَهُمْ ’daki zamir erkeklere ve kadınlara birlikte râcidir. Yani erkeklerin kadınlara egemen olmasının sebebi, Allah’ın onlardan bazılarını -yani erkekleri- bazılarına -yani kadınlara- avantajlı kılmasıdır. Burada yöneticiliğin zorla, ezerek ve haksız atama ile değil, ancak üstün meziyetlerle hak edildiğine delil vardır.  (Keşşâf)


فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الصَّالِحَاتُ , قَانِتَاتٌ ‘nun birinci,  حَافِظَاتٌ  ikinci haberidir.

Haber olan sıfatların arasında  و  olmaması, mübtedada bu iki vasfın birden mevcudiyetine işaret eder. 

الصَّالِحَاتُ - قَانِتَاتٌ - حَافِظَاتٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , haber olan  قَانِتَاتٌ ’a veya  حَافِظَاتٌ ‘a müteallıktır. Sılası olan  حَفِظَ اللّٰهُۜ  cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, telezzüz ve teberrük içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

 حَافِظَاتٌ - حَفِظَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

قَانِتَاتٌ  [İtaatkârdırlar], kocalarına yönelik yükümlülüklerini yerine getirirler ve gaybı korurlar. Gayb, şehadetin [görülenin] zıttıdır, yani “salih kadınlar, kocalarının yokluğunda, onların bulunmamasının gerektirdiği görevleri yerine getirirler; korumaları gereken namus, ev ve mal gibi şeyleri korurlar.”

بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ  ifadesi ise Allah’ın kendilerini korumasına mukabil demektir. Bu, kadınların haklarını gözetmelerini kitabında erkeklere tavsiye etmesi ve erkeklere bu konuda titiz davranmalarını emretmesini resûlüne söylemesidir. (Keşşâf)

Kocası yanında iken kadının durumunu "قَانِتَاتٌ" (itaatkâr)" diye tavsif etmiştir. "Kunût" kelimesinin asıl manası, devamlı itaattir. Buna göre mana, "Onlar, kocalarının hakkını hakkıyla yerine getirirler" şeklinde olur. Her ne kadar bu ifade zahiren bir haber ise de, bundan kadınların kocalarına itaat etmelerinin zımnen emredildiği anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette, isyan eden ve bu tutumlarını sürdüren kadınlara karşı nasıl bir yol izleneceğine değinilmemesi, bunun beklenen bir sonuç olmadığını ve özellikle bunca tedbirlerden sonra onların şânına yaraşan şeyin itaat olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ [Salih (iyi) kadınlar, itaatli olanlardır] buyurmuştur ki cemi kelimenin başında bulunan elif-lam, "istiğrak" ifade eder. Bu da her saliha kadının, kocasına itaat etmesi gerektiğini gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

Vahidî (r.h) ise: "Kunût, taat manasınadır. Bu kelime, hem Allah'a itaate, hem de kocalara itaate şamil olan umumi bir ifadedir." (Fahreddin er-Râzî)

Hak Teâlâ'nın, بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ  ifadesindeki hakkında şu iki izah yapılmıştır:

1- Bu kelime, الَّذِى (ki o) manasına ism-i mevsûl olup, kendisine râci olacak zamir hazfedilmiştir. Bunun takdiri; بِمَا حَفِظُ اللَّهُ لَهُنَّ "Allah'ın onlar için koruduğu şey sebebi ile..." şeklindedir. Buna göre mana, "Allah'ın, erkeklere kadınlar hakkında adil olmalarını, onları iyi bir şekilde tutmalarını ve onlara mehirlerini vermelerini emrederek, kocaları üzerindeki haklarını muhafaza etmesine karşılık, kadınların da kocalarının haklarını muhafaza etmeleri gerekir" şeklindedir. Binaenaleyh ayetteki   بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ  tabiri, sanki "Bu, şuna karşılıktır" yani "Bu, şunun mukabilindedir" denilmesi gibidir.

2- Bu  مَا  lafzı, mâ-i masdariyyedir ve takdiri, بِحِفْظِ الَّلهِ  "Allah'ın muhafazası sebebi ile..." şeklindedir. Böyle olması halinde de şu iki izah söz konusudur:

a) "Onlar, Allah'ın kendilerini muhafaza etmesi sebebi ile, gaybta da kendilerini korurlar." Yani, "Allah'ın yardım ve muvaffakiyeti olmadan, onların kendilerini korumaları kolay olmaz." Bu, masdarın failine izafesi babındandır.

b) "Kadın, Allah'ın hudutlarını (hükümlerini) ve emirlerini muhafaza edip riayet etmesi sebebi ile, Allah da kendisini korur. Allah onu koruduğu için de, kadın kendisini gaybta da muhafaza edebilir. Zira kadın, Allah'ın mükellef tuttuğu şeylere gayret etmek ve Allah'ın emirlerini muhafaza edip tutma hususunda say-u gayret göstermeseydi, kocasına itaat edemezdi." Bu izaha göre de bu, masdarın mefûlüne muzâf olması babından olmuş olur.(Fahreddin er-Râzî)


وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ

 

Cümle  اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sonradan gelecek habere dikkat çekmek içindir.

Haber olan  فَعِظُوهُنَّ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Haber cümlesine  فَ , mübtedanın şart anlamından ötürü zait ya da şartın başına gelen rabıtadır. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ  cümlesi ve  وَاضْرِبُوهُنَّۚ  cümlesi habere matuftur.

تَخَافُونَ  ibaresinde muhataba iltifat vardır.

وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ  [Yatakta yalnız bırakmak], cinsel birliktelikten kinayedir. (Sâbûnî)

 

 فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ


فَ  istînâfiyye  اِنْ  şartiyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  اَطَعْنَكُمْ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen  فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًاۜ  şeklindeki cevap cümlesi ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًاۜ  [Aleyhlerinde yol aramayın] yani nüşûzu bırakıp itaat ve inkıyada döndükleri takdirde onlara kötü davranarak, azarlayarak, incitip suçlayarak saldırmayı bırakın, tövbe [ve özür]lerini kabul edin, yaptıklarını yapmamış gibi kabul edin. “Allah gerçekten yücedir, büyüktür.” Dolayısıyla O’ndan çekinin ve şunu bilin ki O’nun gücü sizin idareniz altındaki kimselere olan gücünüzden çok daha fazladır. (Keşşâf)


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir.  Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ عَلِيًّا كَب۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin iki haberi olan  عَلِيًّا - كَب۪يرًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında  mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında vav olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Nisâ Sûresi 35. Ayet

وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً  ...


Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 خِفْتُمْ endişe duyarsanız خ و ف
3 شِقَاقَ açılmasından ش ق ق
4 بَيْنِهِمَا aralarının ب ي ن
5 فَابْعَثُوا gönderin ب ع ث
6 حَكَمًا bir hakem ح ك م
7 مِنْ -nden
8 أَهْلِهِ erkeğin ailesi- ا ه ل
9 وَحَكَمًا ve bir hakem ح ك م
10 مِنْ -nden
11 أَهْلِهَا kadının ailesi- ا ه ل
12 إِنْ eğer
13 يُرِيدَا isterlerse ر و د
14 إِصْلَاحًا uzlaştırmak ص ل ح
15 يُوَفِّقِ bulur و ف ق
16 اللَّهُ Allah
17 بَيْنَهُمَا onların arasını ب ي ن
18 إِنَّ çünkü
19 اللَّهَ Allah
20 كَانَ ك و ن
21 عَلِيمًا (herşeyi) bilendir ع ل م
22 خَبِيرًا haber alandır خ ب ر

شَقٌّ Bir şeyde meydana gelen yarıktır.شَقَّةٌ Yarılan parçadır. شِقَاقٌ muhalefet, anlaşmazlık(Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şakak, müştak, meşakkat ve şık(seçenek)dir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  خِفْتُمْ  şart fiili olarak mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

شِقَاقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.  بَيْنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ابْعَثُوا  fiili  ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حَكَمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْ اَهْلِه۪  car mecruru  حَكَمًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَكَمًا مِنْ اَهْلِهَاۚ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  حَكَمًا ’e matuftur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel / karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

     

  اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ

 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يُر۪يدَٓا  fiili  ن ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.  اِصْلَاحًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Şartın cevabı  يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا ’dır.  يُوَفِّقِ  meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بَيْنَهُمَا  mekân zarfı,  يُوَفِّقِ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحًا  [Eğer düzeltmek isterlerse) ifadesindeki elif yani tesniye zamiri, hakemlere,  يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا  [Allah o ikisinin arasını bulur] ifadesindeki tesniye zamiri ise karı kocaya racidir. Yani eğer o iki hakem, o karı kocanın arasını düzeltmek isterlerse, düşünceleri düzgünse ve kalpleri Allah için hüsn-i niyete sahipse Allah onların aracılığını mübarek kılar. Onların güzel yürekleri ve hoş çabaları sebebiyle Allah karı koca arasında bir uzlaşı ve kaynaşma meydana getirir.

Her iki zamirin de iki hakeme ait olduğu da söylenmiştir. Yani, aralarını bulmak isterlerse, karı kocaya hüsn-i niyet beslerlerse Allah o iki hakemi uzlaştırır ve hakemler söz birliği ederler ve amaç gerçekleşinceye, maksat hasıl oluncaya kadar dayanışma içine girerler.

Her iki zamirin de iki eşe ait olduğu da söylenmiştir. Yani karı koca, aralarındaki bozukluğu düzeltmek isterlerse, hayır arzu ederlerse ve aralarındaki tartışmayı gidermek isterlerse Allah aralarında ülfet meydana getirir; onların kopukluğunu uzlaşıya, düşmanlığını sevgiye dönüştürür. (Keşşâf)   

 اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  عَل۪يمًا  lafzı  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  خَب۪يرًا  ise ikinci haberdir. 

عَل۪يمًا , خَب۪يرًا  kelimeleri mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet mazi fiil cümlesi şeklindeki  خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا  şarttır.

بَيْنِهِمَا  kelimesindeki  هِمَا  zamiri kelamın siyakındaki 34. ayette geçen  اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ  sözündeki iki eşe aiddir. (Âşûr)  

Rabıta harfi  فَ ‘nin dahil olduğu cevap cümlesi  فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِه۪ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

شِقَاقَ بَيْنِهِمَا  izafeti az sözle çok anlam ifade etmek içindir.

حَكَمًا - مِنْ - اَهْلِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ابْعَثُوا - خِفْتُمْ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Ayetteki, شِقَاقَ بَيْنِهِمَا  [aralarının açılması] ifadesi,  بَيْنَهُمَا شِقَاقًا  takdirindedir. Fakat masdar zarfa muzâf olmuştur. Masdarların zarfa muzâf oluşu, masdarın ifade ettiği şey, zarfın ifade ettiği zamanda meydana geldiği için caizdir. Nitekim  يُعْجِبُنِى صَوْمُ يَوْمِ عَرَفَةَ  (Arefe günün orucu, çok hoşuma gider) denilmesi gibi. (Fahreddin er-Râzî)

 

اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet mazi fiil cümlesi olan  يُر۪يدَٓا اِصْلَاحًا  şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ , şartın cevabıdır. 

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَانَ ’nin  dahil olduğu  كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin iki haberi olan  عَل۪يمًا , خَب۪يرًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında vav olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın her şeyden haberdar olduğuna, her şeyi bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.

Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemalata delalet eder. Burada nekre gelmiştir. Onun işitici ve bilici oluşunun bir şeref olduğunu ifade etmiştir. 

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.

عَل۪يمًا  ve  خَب۪يرًا  isimleri birbirine yakın manalara sahiptir.  خَب۪يرًا  : İşin iç yüzünü de bilir.  عَل۪يمًا  daha vurguludur. Umumdan sonra husus mesabesindedir. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

Ayette, hakemlerin, karı-kocanın arasını bulmak istememeleri haline temas edilmemesi, hakemlerden beklenenin bu olmadığını, onların şânına yaraşanın ıslah iradesi olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bu da, hakemleri, karı-kocanın arasını bulmaya ziyadesiyle teşvik etmek ve onları kolaycılığa kaçmaktan sakındırmak anlamını taşır. Ta ki işin bozulması, onların isteksizliğine nispet edilmesin. Çünkü ayette, muvaffakiyetin iradeye bağlı olduğunu ifade eden şart cümlesi, başarısızlığın da iradesizliğe bağlı olduğunu bildirir. Bir diğer görüşe göre ise ayetteki her iki zamir de hakemlere râcidir. Yani hakemlerin amacı ıslah ise Allah da hakemler arasına uyuşma verir; böylece söz birliği yaparlar; ihtilafa düşmezler ve maksatları hasıl olur.Bir başka görüşe göre her iki zamir de, karı-kocaya râcidir. Yani karı-koca aralarındaki uyuşmazlığı gidermek isterlerse, Allahu Teâlâ da, aralarına ülfet ve uyum verir. Bu da, kişinin ihlaslı bir niyetle bir amaç için gayret sarf ettiği takdirde, Allahu Teâlâ'nın onu muvaffak kılacağına dikkati çekmek içindir.(Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 36. Ayet

وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ  ...


Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْبُدُوا ve kulluk edin ع ب د
2 اللَّهَ Allah’a
3 وَلَا
4 تُشْرِكُوا ortak koşmayın ش ر ك
5 بِهِ O’na
6 شَيْئًا hiçbir şeyi ش ي ا
7 وَبِالْوَالِدَيْنِ ve ana babaya و ل د
8 إِحْسَانًا iyilik edin ح س ن
9 وَبِذِي ve
10 الْقُرْبَىٰ akrabaya ق ر ب
11 وَالْيَتَامَىٰ ve öksüzlere ي ت م
12 وَالْمَسَاكِينِ ve yoksullara س ك ن
13 وَالْجَارِ ve komşuya ج و ر
14 ذِي
15 الْقُرْبَىٰ yakın ق ر ب
16 وَالْجَارِ ve komşuya ج و ر
17 الْجُنُبِ uzak ج ن ب
18 وَالصَّاحِبِ ve arkadaşa ص ح ب
19 بِالْجَنْبِ yan(ınız)daki ج ن ب
20 وَابْنِ ve ب ن ي
21 السَّبِيلِ yolcuya س ب ل
22 وَمَا ve
23 مَلَكَتْ altında bulunanlara م ل ك
24 أَيْمَانُكُمْ ellerinizin ي م ن
25 إِنَّ şüphesiz
26 اللَّهَ Allah
27 لَا
28 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
29 مَنْ kimselerin
30 كَانَ ك و ن
31 مُخْتَالًا kurumlu خ ي ل
32 فَخُورًا böbürlenen ف خ ر

Riyazus Salihin, 305 Nolu Hadis: Komşuya İyilik Etmek

İbni Ömer ve Hz. Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”

Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb

وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اعْبُدُوا  fiili  ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   اللّٰهَ  lafza-i celâli,  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُشْرِكُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 بِه۪  car mecruru  تُشْرِكُوا  fiiline müteallıktır.  شَيْـًٔا  mef’ûlun bih veya mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıftır.  بِالْوَالِدَيْنِ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri  استوصوا (Tavsiye ettiler.) şeklindedir.  وَالِدَيْنِ  kelimesi müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur.  اِحْسَانًا  mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakıdır.

وَ  atıf harfidir.  بِذِي  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır.  ذِي  harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ي ’dır.  الْقُرْبٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ  atıf harfi  وَ ’la  بِذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.  ذِي  ismi  الْجَارِ ’ın sıfatı olarak mecrurdur. Cer alameti  ي ’dır.  الْقُرْبٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. İkinci  الْجَارِ  kelimesi  ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.  الْجُنُبِ  kelimesi  الْجَارِ ’nin sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir.  الصَّاحِبِ  kelimesi  ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.  بِالْجَنْبِ  car mecruru  الصَّاحِبِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  ابْنِ السَّب۪يلِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.

 

وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ

 

وَ  atıf harfidir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , öncesine matuf olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i mevsûlun sılası  مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  اَيْمَانُكُمْ  faildir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  لَا ; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.

يُحِبُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مُخْتَالًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.

فَخُورًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.

مُخْتَالًا  kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

فَخُورًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.   

یُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.




وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  لَا تُشْرِكُوا  cümlesi makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

شَيْـًٔا ’deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.

Mef'ûlun bihin, amir yerine bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. 

‘’Kulluk edin ve şirk koşmayın’’ sözünde yine umumdan sonra husus ifade edilmiştir. Çünkü kulluk etmenin içinde şirk koşmamak da vardır.

Şirk koşmak; Allah’ın sıfatını başka birine vermek demektir. Yahudiler ve Hristiyanlar ayetleri değiştirince Allah’ın koyduğu hükmü değiştirdikleri, yok saydıkları için şirk koşmuş olurlar.

Şirk koşmak fiil olarak gelmiş, ana babaya iyilik vs isim olarak gelmiş. Demek ki şirkin belirli zamanlarda, belirli olaylarda yenilenme ihtimali var. Ana babaya vs iyiliğe gelince; onlara her zaman iyi davranış üzere olmalıyız.

اعْبُدُوا - لَا تُشْرِكُوا   kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

 

Hitap müminleredir. Bunun için ibadet emri, şirkten nehyetmeye takdim edilmiştir. Çünkü şirkin inkârına karar verilmiş, Allah’a ibadete devam ve daha fazlasının yapılması istenmiştir. İslam öncesi dönemde yaptıkları konusunda bir uyarı olarak şirk yasaklanmıştır. İki cümle bir arada hasr sıygası kuvvetindedir. ‘’Allah’a kulluk edin ve ondan başkasına kulluk etmeyin’’ manasındadır. Bu şekilde ispat ve nefy manası içerir. Sanki: ‘’Allah’tan başkasına ibadet etmeyin’’ manasında  لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ denilmiştir. (Âşûr) 

 

 وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ

 

وَ ’la gelen cümle, istînâfa tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.  بِالْوَالِدَيْنِ  takdiri  استوصوا [tavsiye edin] olan mahzuf fiile müteallıktır. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İyilikle davranılması tavsiye edilenlerin sayılması taksim sanatıdır.

الْجَارِ - ذِي الْقُرْبٰى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

الْجَارِ - الْجُنُبِ - الْقُرْبٰى , الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ana-babaya, yakın akrabalara ve devamında sayılan yetim ve yoksullara iyilik yapılmasını emreden bu ayette onlarla güzel ilişki içinde olunmasının Allah’ın kendisine kulluğu emretmesinden ve şirk koşulmasını yasaklamasından sonra gelmesiyle kulluğun ne kadar önemli olduğu idmâc edilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi )

الْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى : Akraba, yakın komşu demektir. Terim olarak; Yakın-uzak akrabalık bağını ifade eder.

الْجَارِ الْجُنُبِ : Akraba olmayan çevredeki kişiler ( جنب  ‘yan’ demek, daha uzak komşu) demektir. Terim olarak; çevredeki akraba olmayan kişileri ifade eder.

الصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ : Yanından ayrılmayan demektir. Sahib; ister insan veya hayvan olsun, ister yer veya zaman olsun bir şeyden ayrılmayan demektir. (Müfredat)

İyilik yapılacak kişilerin sayılmasında istiksa vardır.

Hak Teâlâ'nın  رَجُلٌ جُنُبٌ ; [.. ve uzak komşuya.. İyilik edin] emridir. Vahidî şöyle demektedir: " الجُنُبُ kelimesi, فُعُلٌ  vezninde bir sıfat olup, kelimenin aslı, yakınlığın zıddı olan uzaklığı ifade eden  الجَنَابَةُ  kelimesidir. Mesela: çoluk-çocuğundan uzak olan kimse için,  رَجُلٌ جُنُبٌ  yakınlık bakımından sana uzak olan kimse içinse, رَجُلٌ اَجْنَبِىٌّ  denilmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak,  وَاجْنُبْنِى وَبَنِىَّ  buyurmuştur. ["Beni ve çoluk çocuğumu (putlara tapmaktan) uzaklaştır"] (ibrahim, 35) buyurmuştur. Birbirlerinden uzak olduğu için, iki tarafa  الجَانِبَانِ  denilmektedir. Yıkanmadığı sürece, taharet ve mescitlerde bulunmaktan uzak olduğu için, cimâdan dolayı meydana gelen büyük abdestsizliğe de cünüplük denilmesi de bundandır. Yine, birbirlerinden uzak olduğu için iki yana, böğüre de  الجَنْبَانِ  denilmektedir. 

İbadet  emrinden sonra ana-babaya iyi davranmanın emredilmesi ana-babanın önemini gösterir. Bunun için  إحْسانًا  kelimesi takdim edilmiştir. (Âşûr)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle  اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faide-i haber inkarî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin  bütün esmayı bünyesinde toplayan  اللّٰهَ  ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Lafzâ-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder.

لَا يُحِبُّ  fiilinin failinin müşterek ismi mevsûl  مَنْ ’ le gelmesi sonraki habere dikkat çekmenin yanında bahsi geçen kişileri tahkir içindir.

Mevsulün sılası  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

كَانَ ‘nin haberi olan iki sıfatın aralarında  و  olmadan gelmesi bu vasıfların ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

مُخْتَالًا  ve  فَخُورًاۙ  [Kibir ve övünme] özellikleri tek kişide olabilir. Atıf harfi olmadan gelmiştir. Genelde bir arada olan iki özelliktir. Kibirli olan kişi övünür ve övünen kişide kibir vardır.

Kişileri yüzüne karşı övmek yanlıştır. Abartılmamalıdır. Hatta dalkavukluk şeklindeki övgü yapanların yüzüne toprak atılması söylenir. Ahlakını övmek bazen kişiyi o konuda daha gayretli olmaya itebilir.

مُخْتَالًا فَخُورًاۙ  [Kendini beğenen ve böbürlenen]  ifadesinde tariz var­dır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yer­miştir. (Safvetü't Tefasir)

Bu, şirk ehlinin ahlakına tarizdir. (Âşûr)

"Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" buyurulmuştur. مُخْتَالًا , kendini beğenen ve kibirlenen demektir. İbn Abbas (ra): "Cenab-ı Hak,  مُخْتَالًا  sözü ile, hiç kimsenin hakkını vermeyen ve kendini beğenen kimseleri kastetmiştir" der. Zeccâc da, "Cenab-ı Hak burada, مُخْتَالًا ‘dan bahsetmiştir. Zira muhtâl, fakir olan akrabalarına burun büküp onlara kötü davranır, düşkün komşularına tenezzül etmeyip onlara iyi davranmaz" demiştir.

فَخُورًاۙ  ise büyüklenmek ve övünmek için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir. İbn Abbas (ra), bu kelimenin "Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetler ile diğer insanlara karşı övünen kimse" manasına olduğunu söylemiştir. Allahu Teâlâ, bu ayette bu iki vasfı bilhassa zemm için kullanmıştır. Çünkü  مُخْتَالًا , kibirlenen demektir. Kibirlenen de, haklara çok az riayet eder. Sonra bunun peşi sıra, gösteriş ve kahramanlık duygusu ile değil, sırf Allah rızası için haklara riayet edilsin diye  فَخُورًاۙ  olanları zemmetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)




Nisâ Sûresi 37. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ  ...


Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ bunlar
2 يَبْخَلُونَ cimrilik ederler ب خ ل
3 وَيَأْمُرُونَ ve emrederler ا م ر
4 النَّاسَ insanlara ن و س
5 بِالْبُخْلِ cimriliği ب خ ل
6 وَيَكْتُمُونَ ve gizlerler ك ت م
7 مَا şeyi
8 اتَاهُمُ kendilerine verdiği ا ت ي
9 اللَّهُ Allah’ın
10 مِنْ -nden
11 فَضْلِهِ bol hazinesi- ف ض ل
12 وَأَعْتَدْنَا (biz de) hazırlamışızdır ع ت د
13 لِلْكَافِرِينَ inkarcılar için ك ف ر
14 عَذَابًا bir azab ع ذ ب
15 مُهِينًا alçaltıcı ه و ن

Riyazus Salihin, 804 Nolu Hadis

Amr İbni Şuayb babasından, o da dedesi radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah, verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”

Tirmizî, Edeb 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 14

Azâb (عذاب): Hâle ve tabiata münâsib demektir. Mekrûh şeyler ve cezâ için kullanılması da o kişinin hâline cezânın uygun olması sebebiyledir.  Kökünde şiddet mânâsı olmadığı için Kur’ân’da çoğunlukla makâma uygun bir sıfatla gelmiştir (et-Tahkîk). Kur’ân’da 373 kez geçer (Kur’ân-ı Kerîm Lugatı)..

اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  مَنْ  ism-i mevsûlunun bedeli olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  يَبْخَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَبْخَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  يَأْمُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

بِالْبُخْلِ  car mecruru  يَأْمُرُونَ  fiiline müteallıktır.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık / bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  يَكْتُمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰيهُمُ  mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ فَضْلِه  car mecruru  اٰتٰيهُمُ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. 

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel / karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.

اَعْتَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  اَعْتَدْنَا  fiiline müteallıktır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker salim  الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir. Cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

عَذَابًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مُه۪ينًا  ise  عَذَابًا ’in sıfatıdır.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ 

 

Ayet, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki  مَنْ  ism-i mevsûlunun bedeli olan ism-i mevsûl, bahsi geçen kişileri tahkir için gelmiştir.

Tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası  يَبْخَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  يَأْمُرُونَ  ve  يَكْتُمُونَ  cümleleri sılaya matuftur. 

Bu cümlenin ibtidaî istînâfiye olması caizdir. Önceki cümlede zikredilenlere iyilik yapma emrinden sonra gelmiştir. Aralarındaki münasebet iyiliğe teşvik, zıddı olan kötülükten men etmektir. (Âşûr)

يَكْتُمُونَ  fiilinin mef’ûlü müşterek ism-i mevsûl olan  مَٓا ‘nın sılası  اٰتٰيهُمُ  şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife oluşu ikaz etmek ve korku uyandırmak içindir.

فَضْلِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  فَضْلِ  için şan ve şeref ifade eder.

مِنْ فَضْلِه۪ۜ  tabirindeki  مِنْ , ba’diyet içindir.

الْبُخْلِ  kelimesi  فَرِحَ  babından olan  بَخِلَ  fiilinin masdarıdır. (Âşûr)

يَبْخَلُونَ - الْبُخْلِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَكْتُمُونَ -  يَبْخَلُونَ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

[Onlar ki cimrilik ederler] ifadesi [böbürlenen cimri]den (Nisâ 4/36) bedeldir. Zem etme amaçlı olarak da mansub olabilir. Zem etme amaçlı merfû olması, ayrıca haberi hazfedilmiş bir mübteda olması da caizdir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: ‘’Cimrilik edenler, bunu işleyip ustalıkla yapanlar her tür kınamaya layıktırlar!’’ (Keşşâf) 

يَكْتُمُونَ - يَأْمُرُونَ -  يَبْخَلُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Âşûr’a göre bu cümle itiraz cümlesidir.

عَذَابًا - فَضْلِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَعْتَدْنَا  fiilinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Azabın özel olarak hazırlandığını vurgular.

Azabın nekre gelişi ve  مُه۪ينًاۚ  olmakla vasıflanması, bilmeyeceğimiz kadar zor olduğunu ifade eder. Hor-hakir eden azap ibaresinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı mürsel vardır. Azaba giren bu hale düşer.

Bu sayılanlar kâfirlerin özelliğidir. O halde bunlardan kurtulmalıyız.

Cehennem kâfirin tabiatına, cennet de müminin tabiatına uygun bir karşılıktır. Burada zamir makamında zahir isim (nankörler) kullanılması bize zımnen şunları bildirir: Bu vasıflara sahip kimse, Allahu Teâlâ'nın nimetlerine nankörlük etmiştir. O'nun nimetlerine nankörlük edenler de, cimri davranmak ve nimetleri gizlemek suretiyle nimete ihanet etmiştir. İşte onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Ebüssuûd)

Burada azap gurur ve kibirlerine karşılık olarak aşağılayıcı olmakla nitelendirilmiştir. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
34. Ayeti kerimede geçen "kavvam" kelimesi gözetmek, koruyup kollamak ve sorumluluk yüklenmek demektir. Allah kadınlara da erkeklere de farklı kabiliyetler vermiş ve bu doğrultuda sorumluluklar yüklemiştir. Peygamber efendimizin sav "bir topluluğun efendisi, idarecisi ona hizmet edendir" hadisi şerifinde olduğu gibi "kavvam" olan erkeğe evin ve eşinin hizmetini görme, sahip çıkma, koruma, evin dirlik ve düzenini sağlama sorumluluğu verilmiştir. Yine ayeti kerimede geçen "nüşûz" kelimesi; tümsek, çıkıntı demek olup isyan, geçimsizlik manasında kullanılır. Sadakatsizlik göstererek evlilik düzenini sarsmak manasındadır. Bu ayeti bu manalar eşliğinde okuyup doğru anlamaya çalışalım.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allahım! Senin rızan için seveyim sevdiklerimi. Yaptığım iyilikleri ve fedakarlıkları, Senin rızan için yapayım. Sustuğumda Senin rızan için susayım, konuştuğumda Senin rızan için konuşayım. Attığım her adımı Senin yolunda daha fazla ilerleme, Sana daha fazla yaklaşma umuduyla atayım.

İbadetlerimde ve tevbelerimde gevşekliğe sebep olacak her türlü ümitten uzak dursun gönlüm. Bana boş umut veren, gereksiz ve sadece kafa karıştırıcı konuları tartışarak nefislerini yarıştıranlara kapalı olsun kulaklarım.

Korktuğumda ya da bir ihtiyacım olduğunda ilk dünyalıkların kapısını çalma cehaletinden koru beni. İlk Senin kapına koşayım. Yalnız Senin kapına koşmak yetsin bana.

Rabbim yardım et! Gönlüm huzurunla dolsun ve taşsın. Senin zikrinle terbiye bulsun kalbim ve nefsim. Senin kelamınla; dünyalık hüzünlere, hasretlere, hayallere, hüsranlara karşı duvar örülsün yüreğimin etrafına.

Allahım! Sana teslim olmaktaki, Senin için yaptığım ibadetlerdeki huşuyla tanıştır beni. "Rabbim için sever, yine O'nun için buğz ederim" ve "Allah'tan gelen her şey ne hoştur, ne güzeldir, haktır." cümlelerinin hakiki manasıyla buluştur beni.

Vesveseler, gidecek dünyalık çok kapı var gibi gösterip kandırsa ve oyalasa da Senin kapından başkası yok. Sana geldik. Kabul buyur ve bizi yolundan ayırma.

Salihalardan ve Salihlerden olmak duasıyla.

Amin.

***

“Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır.” cümlesini okuduktan sonra düşündü. Aklına, gözler kalbin aynasıdır ifadesi geldi. Sözleriyle ve hareketleriyle, gerçek düşünce ve duygularını gizleyen kişinin gözleri, iç dünyasındaki gerçekleri yansıtıyordu. Belki de insan karşısındakinin gizlediği gerçekleri açıkça anlamasa bile paylaşılan bakışlarla, bir kısmı kendi kalbine akıyor ve halini etkiliyordu.

Dünyayı sadece maddi boyutunda yaşarken, maneviyatı önemsemeyişiyle yorduğu kalbine üzüldü. Ona karşı ne kadar cimri davrandığını farketti. Başkalarının iyiliklerinden etkilendiği kadar, kötü ya da yanlış davranış ve düşünce kalıplarından saçılan tohumları gördü. Halinin düzelmesini isteyen kişinin, doğru tohumları ekmesi gerekiyordu.

Zira, insan ancak değer verdikleriyle karşılıklı oturup, muhabbetle fikir alışverişinde bulunuyordu. Etrafına topladıklarının ve arkadaşlık yaptıklarının yüzlerini gözünün önüne getirdikten sonra cimriliğin manasıyla meşgul olurken, unuttuğunu sandığı bir anısına döndü. Çocukken, annesi ona cimriliği şöyle anlatmıştı: 

‘Cimri, Allah’ın nasip ettiği her iyi ve güzel olanı başkalarından kaçırmaya çalışandır. Öğrendiklerini tutar, selamını yutar ve en kötüsü ihtiyaç sahibinden ihtiyacını saklar. Bu yüzden, insan sadece başkalarına değil, kendisine de cimrilik eder. Allah’ın emirlerinden ve ibadetlerinden uzaklaşan kişi, kendisini asıl ihtiyacı olan huzurdan mahrum bırakandır.’

Ey Allahım! Bizi, cimriliğin her halinden ve cimrilerin şerrinden ve hem kendimize, hem de etrafımızdakilere cimrilik yapmaktan muhafaza buyur. Kusurlarımızı bağışla ve bize yanlışlarımızı düzeltme yolunu kolaylaştır. Bizi, Senin rızan için cömert davranan takva sahibi kullarından eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji