بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah |
|
2 | يُرِيدُ | istiyor |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | يَتُوبَ | tevbenizi kabul etmek |
|
5 | عَلَيْكُمْ | sizin |
|
6 | وَيُرِيدُ | ve istiyorlar |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | يَتَّبِعُونَ | uyan(lar) |
|
9 | الشَّهَوَاتِ | şehvetlerine |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تَمِيلُوا | sizin düşmenizi |
|
12 | مَيْلًا | bir sapıklığa |
|
13 | عَظِيمًا | büyük |
|
Bu kısa ayet, yüce Allah’ın insanlara önerdiği sistemi ve yolu aracılığı ile onlar için ne istediğini, buna karşılık nefislerinin arzuları peşinden giderek yüce Allah’ın sisteminden sapanların istediklerinin ne olduğunu son derece yalın ve gerçekçi bir ifade ile açıklıyor. Bir kere şunu belirtelim ki, yüce Allah’ın sistemine yan çizen herkes nefsinin arzuları peşinden gidiyor demektir. Buna göre ortada tek sistem vardır ki, o da; ciddiyet, rotadan çıkmama ve bağılık yoludur. Bunun dışında kalan her yol nefis köleliği, ihtiras ve şehvet tutsaklığı, sapıklık, yoldan çıkmşlık ve şaşkınlık yoludur.
Acaba yüce Allah insanlara sistemini anlatmakla ve onlar için yasalar koymakla neyi murad ediyor? İstediği şey onların tevbelerini kabul ederek günahlardan arınmalarını sağlamak, doğru yola girmelerini özendirmek, bu yolda yürürken tökezlemelerini önlemek ve yüce doruğa tırmandıran merdivenin basamaklarını bir bir çıkmalarına yardımcı olmaktır.
Peki, nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenlerin, Allah’ın iznine dayanmayan ve O’nun yasaları ile bağdaşmayan düşünce akımlarını ve sosyal düzen kaynaklarını insanlara cazip göstermeye çalışanların istedikleri nedir? Onlar da insanları bu doğru yoldan, doruğa ulaştırıcı merdivenin basamaklarından ve bu sapmasız rotadan büyük oranda saptırmak isterler.
Şimdi yukarda okuduğumuz ayetlerin konu edindikleri özel bir alam ele alalım. Bu alan; aile yuvasını düzenleme, toplumu fuhuş mikroplarından arındırma, yüce Allah’ın hoşlandığı tek temiz kadın-erkek arası birleşme biçimini belirleme, bunun dışında kalan kadın-erkek arası birleşme biçimlerini yasaklama, yüce Allah’ın istemediği bu birleşme şekillerini insanların gözlerinde ve kalplerinde kınama ve değersizleştirme alanıdır. Acaba bu özel alan ile ilgili olarak yüce Allah’ın murad ettikleri ile nefislerinin arzuları peşinde sürüklenenlerin istedikleri nelerdir?
Yüce Allah’ın bu alandaki muradının ne olduğunu bu sûrenin konu ile ilgili ayetleri açık açık ortaya koyuyor. Bu ayetlerde dile gelen istek; aile yuvasını belirli bir düzene oturtmak, toplumu fuhuş mikroplarından arındırmak, yaşamayı kolaylaştırmak ve her durumda müslüman cemaatin yararını sağlama bağlamaktır.
Nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenler ise bu alanda şu amaçları güdüyorlar: Onlar içgüdüleri, her türlü dinî, ahlâki ve sosyal bağdan çözmek, koparmak istiyorlar. Onlar ateşli cinsiyet içgüdüsünün taşkınlığı önündeki bütün engelleri, her türden dizginleyici mekanizmayı ortadan kaldırıp bu içgüdüyü tamamen başıboş bırakmak istiyorlar. Oysa eğer bu ateşli içgüdü başıboş biçimde taşmaya bırakılırsa onun azgınlığı karşısında ortada; ne kalp huzuru, ne sinir sağlığı, ne ev dirliği, ne ırz dokunulmazlığı kalır ve ne de aile yuvası ayakta durabilir. Bu adamlar insanların birer hayvan sürüsü olmasını istiyorlar. Kuvvet üstünlüğünden, kurnazlıktan veya kör tesadüften başka hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeklerin dişileri üzerine çullandıklarını gördüğümüz birer hayvan sürüsü! Bu adamlar, bütün bu yıkıcılığı, bütün bu bozgunculuğu, bütün bu kötülüğü özgürlük adına yaparlar. Oysa bu anlamdaki bir özgürlük sadece şehvet tutsaklığının ve içgüdü köleliğinin başka bir adıdır.
İşte yüce Allah’ın, müminleri sakındırdığı büyük sapıklık budur. Yüce Allah, müminleri şehevi arzularının tutsağı olmuş bu kişilerin kendilerine yönelik emellerine kapılmamaya çağırıyor. Bu adamlar İslâm toplumunu sözünü ettiğimiz ahlâk alanında tekrar cahiliye dönemine döndürmek için olanca gayretlerini her dönemde sarf etmişlerdir. Oysa İslâm toplumu tutarlı ve temiz ilâhi sistem sayesinde bu ahlâk alanında diğer toplumlara karşı kesin bir üstünlük sağlamış, parmakla gösterilir bir rakipsizliğe ulaşmıştır. Günümüzün seviyesiz kalemlerinin ve güdümlü propaganda araçlarının amacı da aynıdır. Bunlar toplumda hayvanî başıboşluğa karşı direnen son engelleri de ortadan kaldırmak istiyorlar. Oysa insanlığı bu hayvanî başıboşluktan, bu içgüdü anarşisinden yüce Allah’ın sisteminden başka hiçbir şey kurtaramaz. Bu kurtuluş ne zaman? İnşaallah; yüce Allah’ın bu sistemi, mümin topluluklar eli ile yeryüzünde egemenliği gerçekleştiği zaman.
(Fizilalil Kur’ân/Seyyid Kutub)
Şehvet شَهْوَة kelimesinin anlamı; nefsin istediği şeye meyletmesidir. Bu da dünyada iki kısma ayrılır: sâdık/doğru şehvet, kâzib/yalancı şehvet. Sâdık şehvet onsuz bedenin zedeleneceği şehvettir. Acıktığımızdaki yemek şehveti gibi. Kâzib şehvet onsuz bedenin zedelenmeyeceği şehvettir. (Müfredat)
Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şehvet ve iştahtır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُ fiili haber olarak mahalllen merfûdur. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَتُوبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يَتُوبَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَتَّبِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَّبِعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الشَّهَوَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَم۪يلُوا fiili نَ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَيْلًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا ise مَيْلًا ’in sıfatıdır.
يَتَّبِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلاً عَظ۪يماً
وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilen cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi konunun önemini vurgulamaktadır. Haber muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiştir.
Müsnedin muzari fiil oluşu hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği de muhatabın dikkatini canlı tutar.
Masdar harfi اَنْ’i takip eden يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesi masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Tövbe konusu önceki ayette de geçmişti, reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesi, “Tövbe etmenizi sadece Allahu Teâlâ ister.” anlamında tahsise delalet eder. Çünkü fiil olan müsnedün ileyhe müsned takdim edilmiştir. İzâfî bir tahsistir. Yani sizi sadece Allah affeder, bunun için de tövbeye teşvik eder ve masiyeti terk etmenizi ister demektir. (Âşûr)
Bu ibtidaî cümle, Allahu Teâlâ'nın sizin için irade buyurduğu her şeyin faydalı, fasık ve günahkârların istediklerinin ise zararlı olduğunu beyan eder.Yoksa bu cümle, bir önceki ayette geçen وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْۜ [ve tevbenizi kabul etmek ister] cümlesinin tekrarı kabilinden değildir. İşte bundan dolayıdır ki burada üslup değişmiş fiil cümlesinden isim cümlesine geçilmiştir. Bu da bu konudaki ilâhî iradenin devamını belirtmek içindir. (çünkü isim cümlesi devamlılık ifade etmektedir) (Ebüssuûd - Ruhul Beyan)
Haber olan cümleye matuf olan …وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci يُر۪يدُ fiilinin faili mahallindeki ism-i mevsûl olan الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَتَّبِعُونَ cümlesi de muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Ayetteki ikinci masdar-ı müevvel cümlesi اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا ikinci يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü yerindedir. مَيْلًا mefûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
مَيْلًا için sıfat olan عَظ۪يمًا dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا [Şehvetlerine (hevâ ve heveslerine) uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler.] mealindeki cümlede, üslup değişikliği olmamıştır. Bu da o fasık ve günahkâr kişilerin, müminler hakkındaki olumsuz dileklerinin, ilâhî irade gibi devamlı olmadığını ifade etmek ve bir de iki cümle arasındaki tam zıtlığa işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)
يَتَّبِعُونَ - اَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, تَم۪يلُوا - مَيْلًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ [Şehvetlerine tabi olanlar] ibaresinde istiare vardır. Şehvet; arkasına takılıp takip edilen birine benzetilmiştir. Câmi’; taklittir.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ cümlesiyle وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Kötü insanlar herkesin kendi gibi kötü olmasını ister. Aslında her insan başkalarının kendisine benzemesini ister. Bunun için çevremizdeki kişileri dikkatli seçmeliyiz. En çok beraber olduğumuz kişilerin ortalaması olduğumuzu unutmayalım.
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
Bir önceki ayetin çözüm alanına giren konulardaki içerdiği yasal düzenlemelerde, hükümlerde ve direktiflerdeki hafifletmeye yönelik ilâhi irade son derece belirgindir. Bu irade, fıtrî içgüdülerin birer psikolojik realite olarak tanınmasında, bu içgüdülerin isteklerini karşılayan yasal düzenlemelerin getirilmesinde enerjilerinin verimli, güvenli ve yararlı alanlara yöneltilmesinde ortaya çıkar. Ayrıca tatminlerinin temiz, arınmış ve yücelmiş bir ortamda gerçekleştirilmesinde, bunalıma ve sapık davranışlara yol açacak biçimde baskı altında tutulmalarından kaçınılmasında ve bunun yanında sınırsız ve kayıtsız tatmin arama yollarında başıboş bırakılmamalarında somutlaşır.
İnsan hayatını düzenleyen ilâhi sistemin kapsamına aldığı genel hayat alanına gelince, bu alandaki hafifletmeye yönelik ilâhi irade de belirgindir. Bunun somut göstergesi yüce Allah’ın insan fıtratını, insanın gücünün sınırlarını ve gerçek ihtiyaçlarını bir bütün olarak gözetmesi, yapıcı insan enerjilerini özgür bırakması, bu insan enerjilerinin etrafında heder olmalarını ve kötüye kullanılmalarını önleyecek koruyucu duvarlar örmesidir.
Çoğu kimse, -özellikle kadın-erkek ilişkilerinde- yüce Allah’ın sistemine bağlı kalmanın zor ve sıkıntılı, buna karşılık nefislerinin arzuları peşinden sürüklenenlerin başıboşluk yolunu izlemelerinin kolay ve mutluluk verici olduğunu sanır. Bu kocaman bir saplantıdır. Farz edelim ki, içgüdüleri bütün sınırlayıcı engellerden kurtarılarak tamamen başıboş bırakılmış; insan her davranışında sırf içgüdüsel hazzı arar olmuştur. Hazzın. tek belirleyici faktör olarak baş köşeye kurulduğu böyle bir ortamda “sorumluluk” bilincinin adı anılmaz olmuş; insanlar dünyasında kadın-erkek ilişkilerinin amacı, bu ilişkilerin hayvanlar dünyasındaki amacı ile tamamen özdeşleşmiş; karşı cinsler arasındaki ilişkiler her türlü ahlâkî sınırlamadan ve sosyal sorumluluktan soyutlanmış olsun. Bütün bunlar ilk bakışta kolaylık rahatlık ve özgürlük olarak görünürler. Oysa aslında birer sıkıntı, zorluk, bunalım ve ağır yüktürler. Bunların sarsıcı sonuçları sosyal hayatta -hatta bireysel hayatta- üzücü, yıkıcı ve mahvedicidir.(Fizilalil Kur’ân/Seyyid Kutub)
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُخَفِّفَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. عَنْكُمْۚ car mecruru يُخَفِّفَ fiiline mütealliktir.
يُخَفِّفَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi خفف ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. خُلِقَ fetha üzere meçhul mazi fiildir. الْاِنْسَانُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. ضَع۪يفًا hal olup fetha ile mansubdur.
يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ
وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilen cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması, durumun önemini vurgulamak, konuya dikkat çekmek amacına matuftur.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُخَفِّفَ عَنْكُمْۚ cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen ikaz ve haşyet duyguları uyandırma amacıyla zamir yerine اللّٰهَ isminin zikredilmesi, ıtnâb ve tecrîd sanatıdır.
يُخَفِّفَ fiili tef’il babındandır. Bu bab çokluk anlamıyla Allah’ın ümmet-i Muhammed’e ilahi lütfunun çokluğunu bildirir. Duhul anlamıyla bu hafifliği sizin içinize, işinize, her halinize dahil etmek ister demektir. Bu bab lazım fiili, müteaddiye çevirir. Yani sizi hafif hale getirmek ister manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Ayette geçen اَنْ يُخَفِّفَ [hafifletme] ile ilgili iki açıklama yapılmıştır:
a) Bundan murad, zaruret esnasında, cariyelerle evlenmenin mübah kılınmış olmasıdır. Bu, Mücahid ve Mukâtil'in görüşüdür:
b) Diğer alimler ise: Bu, şeriatın bütün hükümleri ile kendisinden bize bir lütuf olmak üzere bize müyesser kılıp kolaylaştırdığı ve İsrailoğullarına ağırlaştırdığı gibi bize ağırlaştırmamış olduğu bütün teklifleri hakkında umûm ifade eden bir tabirdir, demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً
وَ istinafiyyedir. Meçhul, müspet, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hafifletme sebebini bildiren ta’lîl cümlesi mesabesindedir.
ضَع۪يفًا hal olarak ıtnâb sanatıdır.
ضَع۪يفًا - يُخَفِّفَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İnsanın zayıflığı; yaratılıştaki zayıflık da, emir ve yasaklara uyma konusundaki zayıflık da olabilir.
Bu son cümle tezyîldir. (Âşûr)
İbni Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nisa Suresi’nde sekiz ayet vardır ki bunlar, bu ümmet için, üzerine güneş doğup batan her şeyden daha hayırlıdır. Bu ayetler şunlardır:
1- “Allah, size tebyin etmek (belirtmek, açıklamak), sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tövbenizi kabul etmek ister. Allah her şeyi hakkıyla bilen (Alîm)dir, hükümlerinde hikmet sahibidir.” (Nisa Suresi, 26)
2- “Allah, sizin tövbelerinizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir meyille sapmanızı isterler.” (Nisa Suresi, 27)
3- “Allah, sizi hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa Suresi, 28)
4- “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük kusurlarınızı örter ve sizi pek şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisa Suresi, 31)
5- “Allah şüphesiz kimseye zerre kadar zulüm (haksızlık) etmez. İyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır.” (Nisa Suresi, 40)
6- “Allah, kendisine şirk (eş, ortak) koşulmasını affetmez. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa Suresi, 48)
7- “Kim bir kötülük işler veya kendine zulmeder, sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı mağfiret ve merhamet sahibi bulur.” (Nisa Suresi, 110)
8- “Eğer siz şükreder ve iman ederseniz, Allah size niçin azap etsin?” (Nisa Suresi, 147) (Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Elmalılı)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَأْكُلُوا | yemeyin |
|
6 | أَمْوَالَكُمْ | mallarınızı |
|
7 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
8 | بِالْبَاطِلِ | batılla (haksız yere) |
|
9 | إِلَّا | haricinde |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تَكُونَ | olan |
|
12 | تِجَارَةً | ticaret |
|
13 | عَنْ |
|
|
14 | تَرَاضٍ | rızanızla yaptığınız |
|
15 | مِنْكُمْ | kendi |
|
16 | وَلَا |
|
|
17 | تَقْتُلُوا | öldürmeyin |
|
18 | أَنْفُسَكُمْ | canlarınızı |
|
19 | إِنَّ | doğrusu |
|
20 | اللَّهَ | Allah |
|
21 | كَانَ |
|
|
22 | بِكُمْ | size karşı |
|
23 | رَحِيمًا | çok merhametlidir |
|
Ticaret تِجَارَة sözcüğü kar elde etmek amacıyla sermayeyi kullanmaktır. İbnul Arabi der ki: 'falan tâcirdir ifadesi; o şu işin ustasıdır, kazançlı tarafını bilir demektir.' (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tâcir, ticâret ve tüccardır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَمْوَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ zaman zarfı, اَمْوَالَكُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْبَاطِلِ car mecruru تَأْكُلُٓوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبسين بالباطل (Batıla bulanarak) şeklindedir.
اِلَّٓا istisnâ harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, istisna-i münkatı’ olarak mahallen mansubtur. تَكُونَ mansub muzari fiildir. تَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هى ’dir.
تِجَارَةً ise تَكُونَ ’nin haberidir.
عَنْ تَرَاضٍ car mecruru تِجَارَةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır. مِنْكُمْ car mecruru تَرَاضٍ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. عَلَيْكُمْ car mecruru رَح۪يمًا ’e müteallıktır. رَح۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadır.
اَيُّهَا ’daki هَا tenbih harfidir, dikkat çeker. يَٓا ve اَيُّ nida harfleridir. الَّذ۪ينَ ismi mevsûldur, kendinden sonra gelen konuya dikkat çeker. Ayrıca muhatap tarafından bilinen kişiler için kullanılır. Demek ki çevrede imanları ile bilinen bir grup vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
İman kelimesi fiil olarak اٰمَنُوا şeklinde gelmiştir. Bu imanınızın kıymetini bilin, bu iman üzere devam edin, imanınızı koruyun demektir. İsim olarak gelip مؤْمِنُونَ buyurulsaydı, bu manalar anlaşılmazdı.
Bu hitap; Allah’ın müminlere yönelerek “Ey müminler!” diye seslenmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
Nidanın cevabı …لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ [Malları yemek] ibaresinde tağlîb vardır. En çok yemeğe sarf edildiği için böyle kullanılmıştır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel olduğu da söylenebilir.
اَمْوَالَكُمْ [Sizin mallarınız] izafeti, muzâfun ileyhi tahkir içindir. Yediğimiz mala dikkat çeker.
بِالْبَاطِلِ ibaresindeki بِ harf-i ceri mülabese içindir. (Âşûr)
بِالْبَاطِلِ [bâtıl]dan murad, gasb, hırsızlık, hiyanet, kumar ve riba (faiz) gibi şeriate aykırı olan, şeraitin mübah saymadığı yollardır. Yani “Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını şer’i olmayan yollarla yemeyin; ancak tarafların rızası ile gerçekleşen ticaret müstesna yahut ticaret malları müstesna” demektir. (Ebüssuûd)
اِلَّٓا istisnâ edatıdır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ cümlesi masdar tevilyle müstesna konumundadır.
İstisna, münkatı’dır. Çünkü “Sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) ticaret” mefhumu, “malı batıl bir yolla yeme” cinsinden bir şey değildir. Buna göre buradaki edat, “fakat…” manasındadır. Mana, “Lakin o malı, karşılıklı bir rızadan doğan ticaret ile yemek helaldir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Âşûr)
Alışveriş şekillerinden özellikle ticaret zikredilmiştir. Çünkü mülkiyet, en çok ticaret yoluyla intikal eder ve onurlu insanlar için en uygun olan kazanma şekli de ticarettir. Karşılıklı rızadan maksat, biz Hanefilere göre akdin iki tarafının, satış halinde îcab ve kabul şeklinde tezahür eden karşılıklı rıza veya irade beyanlarıdır. (Ebüssuûd)
اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً ifadesinde تَكُونَ [tam fiil olup], تَقَعَ (gerçekleşir) anlamındadır. Mana, “Ancak aranızda bir ticaret gerçekleşirse…” şeklindedir. Bu ifade إلا أن تكون التجارة تجارة عَنْ تَراضٍ مِنْكُمْ والاستثناء منقطع olarak da okunmuştur. Bu durumda عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُم [karşılıklı rızaya dayalı] ifadesiyle birlikte “Ancak yaptığınız ticaret karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olursa…” anlamındadır. İstisna, münkatı’ olup mana şöyledir: “Mallarınızı kendi aranızda haksız yolla yemeyin, fakat malî kazancınızın karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olmasına yönelin.’’ Ya da “… fakat karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olması yasak değildir.” عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ (Karşılıklı rızaya dayalı) ifadesi ticareti niteler yani karşılıklı rızadan kaynaklanan bir ticaret… Başka geçim yolları da olmasına rağmen özellikle ticaretin dile getirilmesinin sebebi, rızık vesilelerinin çoğunun ticaret kaynaklı olmasıdır. (Keşşâf)
Nidanın cevabına atfedilen وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ cümlesi de emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Nefislerinizi (kendinizi) (birbirinizi) öldürmeyin. Haksız kazanç o kişiyi öldürmek gibidir. Müminler kardeştir. Kardeşinin malını yemek, onu öldürmek kadar kötüdür.
Ayrıca bunu intihar etmeyin şeklinde de yorumlamışlardır. Yahut öldürülmeye müstehak olacağınız işleri yapmayın demektir. Öldürmek fiilinde istiare düşünülebilir. Ahirette azaba düşmenize sebep olacak işler yaparak nefsinizi öldürmeyin, ona kötülük etmeyin manasındadır. Burada nefsi korumak söz konusudur. İslam’da korunacak beş asıl vardır: Bunlar; can, akıl, din, nesil ve maldır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâl’in zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
Bu inşâ cümleleri irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir.
Bu ayet-i kerimede nefsi korumakla malı korumak bir arada zikredilmiştir. Çünkü malı korumak da nefsi korumanın öz kardeşi gibidir. Zira mal, nefsi ayakta tutmanın, kemâlata erdirmenin ve faziletler kazanmasının sebebidir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يماً
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Lafza-i celâl اِنَّ’nin ismi,
كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا cümlesi haberidir.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bu cümle, geçen nehiylerin illet ve sebebidir. Bu sizin için Allah Teâlâ’nın sonsuz rahmet ve şefkâtidir, işte bundan dolayıdır ki sizi, bunlardan nehyetmiştir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا [Allah size merhametlidir.] cümlesindeki كانَ o failin o işi sürekli yaptığını ifade eder.
اِنّ ’nin haberinin, كَانَ ’nin dahil olduğu cümle olarak gelmesi sübut ifade eder ,
Bu haber cümlesinde car mecrururun amiline takdimi o kimselere verilen önemi vurgular.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim |
|
2 | يَفْعَلْ | yaparsa (bilsin ki) |
|
3 | ذَٰلِكَ | bunu |
|
4 | عُدْوَانًا | düşmanlık ile |
|
5 | وَظُلْمًا | ve zulüm ile |
|
6 | فَسَوْفَ | yakında |
|
7 | نُصْلِيهِ | onu sokacağız |
|
8 | نَارًا | cehenneme |
|
9 | وَكَانَ |
|
|
10 | ذَٰلِكَ | ve bu |
|
11 | عَلَى | karşı |
|
12 | اللَّهِ | Allah’a |
|
13 | يَسِيرًا | kolaydır |
|
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ meczum muzari fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.
ذٰلِكَ işaret ismi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir.
عُدْوَانًا sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. ظُلْمًا kelimesi atıf harfi وَ ‘la عُدْوَانًا ’e matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edata تَسْويف - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu ifade ederler.
نُصْل۪يهِ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
نَارًا kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
ذٰلِكَ işaret ismi كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يرًا ’e müteallıktır. يَس۪يرًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.
يَس۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ نَاراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda يَفْعَلْ ذٰلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا şart cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil, şart üslubunda faide-i haber talebî kelam olan terkip مَنْ ’in haberidir.
يَفْعَلْ fiilinin mef’ûlü olan ذٰلِكَ ile Allah'ın haram kıldığı davranışlara işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.
ذٰلِكَ, o insanların fesatta mertebelerinin çok yüksek olduğuna işaret eder. (Ebüssuûd)
عُدْوَانًا, haddi aşmak demektir. ظُلْمًا [haksızlık] ise bir şeyi konulması gereken yerden başka yere koymak demektir. (Kurtubî)
Masdar kalıbında olan عُدْوَانًا - ظُلْمًا hal veya mef’ûlün lieclihtir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada tehdidin, haddi aşmak ve zulüm kayıtlarıyla birlikte gelmesi, yanılarak ve yanlışlıkla yapılan işin kapsam dışında tutulması içindir. Manaları birbirlerine yakın olmakla birlikte, haddi aşmanın ve zulmün bir arada zikrolunması, lafızlarının farklı olmasından dolayıdır. (Kurtubî)
İstikbal edatı سَوْفَ cümleyi tekid etmiştir.
Cevap cümlesi فَسَوْفَ نُصْل۪يهِ muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümledeki azamet zamirine iltifat vardır.
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً
وَ istînâfiyyedir. Cümle كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini belirtir.
ذٰلِكَ’de istiare vardır. Mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılan ذٰلِكَ ile bu cümlede durum işaret edilmiştir. Aklî olan hissî olana benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru amili olan يَس۪يرًا ’e takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا [Bu Allah’a kolaydır.] cümlesi yani sanmayın ki “bunu yapmak zordur” anlamındadır. Bu; mecazî bir ifadedir. Allah Teâlâ için zaten zor değildir. ama bizim gözümüzde canlandırabilmemiz için söylenmiştir. Allah Teâlâ için her fiil eşittir.
وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا [Bu Allah’a kolaydır.] cümlesinde bu azabın sebebinin mevcut olduğunu ve ilâhî iradenin önünde duracak hiçbir güç olmadığını vurgular. Burada zamir kullanılmayıp ism-i celilin (Allah) zikredilmesi, mehabeti artırmak ve bu zeyl cümlesinin istiklâlini tekid içindir. (Ebüssuûd)
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | تَجْتَنِبُوا | kaçınırsanız |
|
3 | كَبَائِرَ | büyük günahlardan |
|
4 | مَا | ne ki |
|
5 | تُنْهَوْنَ | size yasaklanan |
|
6 | عَنْهُ | ondan |
|
7 | نُكَفِّرْ | örteriz |
|
8 | عَنْكُمْ | sizin |
|
9 | سَيِّئَاتِكُمْ | küçük günahlarınızı |
|
10 | وَنُدْخِلْكُمْ | ve sizi sokarız |
|
11 | مُدْخَلًا | bir yere |
|
12 | كَرِيمًا | güzel |
|
Riyazus Salihin, 1618 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahâbîler:
- Ey Allahın Rasûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
- "Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ
Riyazus Salihin, 132 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Büyük günahlardan kaçınılması halinde, beş vakit namaz, iki cuma ve iki ramazan, aralarında (işlenecek küçük) günahlara kefârettir.”
Müslim, Tahâret16
اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَجْتَنِبُوا fiili نَ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَبَٓائِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تُنْهَوْنَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تُنْهَوْنَ meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. عَنْهُ car mecruru تُنْهَوْنَ fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı نُكَفِّرْ عَنْكُمْ ’dur. نُكَفِّرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَنْكُمْ car mecruru نُكَفِّرْ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِكُمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. نُدْخِلْكُمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مُدْخَلًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. كَر۪يمًا ise مُدْخَلًا ’in sıfatıdır.
مُدْخَلًا mimli mastardır.
كَر۪يمًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْتَنِبُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi جنب’dır. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.اِنْ تَجْتَنِبُوا كَـبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَر۪يماً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki تَجْتَنِبُوا كَبَٓائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ cümlesi şart, yine müspet muzari fiil sıygasında olan نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَبَٓائِرَ kelimesinin muzâfun ileyhi olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası تُنْهَوْنَ عَنْهُ cümlesidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Müfessirler der ki: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde bir namazdan diğer namaza, bir cumadan diğer bir cumaya ve bir Ramazandan diğer Ramazana kadar işlenen küçük günahlara bu namazlar kefaret olur.
Büyük günahların ne oldukları hususunda İslam alimleri görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Gerçeğe en yakın olan görüşe göre: Büyük günah, şer’an had cezası gereken veya hakkında sarahatle bir vaid belirtilmiş olan günahlardır. Rivayete göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: Büyük günahlar yedidir:
1- Allahu Teâlâ’ya ortak koşmak,
2- Allahu Teâlâ’nın haram kıldığı cana kıymak,
3- İffetli kadınları zina ile suçlamak,
4- Yetimin malını yemek,
5- Riba (faiz) yemek,
6- Düşmana karşı yürüyen ordudan kaçmak,
7- Ana-babaya isyan etmek. (Ebüssuûd- Âşur)
وَ’la şartın cevabına atfedilen وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلًا كَر۪يمًا cümlesi de cevapla aynı üsluptadır. Vasıl sebebi tezayüftür.
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümledeki azamet zamirine iltifat vardır.
مُدْخَلًا ’deki tenvin tazim ifade eder. مُدْخَلًا , كَر۪يمًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
كَبَٓائِرَ - سَيِّـَٔاتِكُمْ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Cennet yerine مُدْخَلًاا [giriş yeri] ibaresi kullanılmış. مُدْخَلًاا hem masdar hem de ism-i mekândır. Kinayedir.
[Allah ve Resulünün size yasakladığı masiyetlerin büyük olanından kaçınırsanız “Biz de işlediğiniz kötülükleri örteriz.”] Yani tüm zamanlarda işlediğiniz küçük günahlardan dolayı haketmiş olduğunuz cezayı kaldırırız ve onları işlenmemiş sayarız. Çünkü büyük günahlardan sakınmanızdan ve o günahlara karşı sabretmenizden dolayı haketmiş olduğunuz sevap, küçük günahların cezasından çok daha fazladır. Günahların büyüklük veya küçüklükle nitelenmeleri, ya taate ya günaha ya da bu taat ve masiyeti işleyenin aldığı karşılığa göredir.Tekfir, hak edilen cezayı daha büyük bir sevap ile veya tövbeyle gidermektir. İhbât ise tekfirin çelişiğidir yani hak edilen sevabın, daha büyük bir cezadan veya bir taatten duyulan pişmanlıktan dolayı yok edilmesidir. (Keşşâf - Ebüssuûd)
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَتَمَنَّوْا | göz dikmeyin |
|
3 | مَا | şeylere |
|
4 | فَضَّلَ | üstün kıldığı |
|
5 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
6 | بِهِ | onunla |
|
7 | بَعْضَكُمْ | bir kısmınızı |
|
8 | عَلَىٰ | karşı |
|
9 | بَعْضٍ | diğerine |
|
10 | لِلرِّجَالِ | erkeklere vardır |
|
11 | نَصِيبٌ | bir pay |
|
12 | مِمَّا | şeylerden |
|
13 | اكْتَسَبُوا | kazandıkları |
|
14 | وَلِلنِّسَاءِ | ve kadınlara vardır |
|
15 | نَصِيبٌ | bir pay |
|
16 | مِمَّا | şeylerden |
|
17 | اكْتَسَبْنَ | kazandıkları |
|
18 | وَاسْأَلُوا | isteyin |
|
19 | اللَّهَ | Alla’ın |
|
20 | مِنْ | -ndan |
|
21 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
22 | إِنَّ | kuşkusuz |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | كَانَ |
|
|
25 | بِكُلِّ | her |
|
26 | شَيْءٍ | şeyi |
|
27 | عَلِيمًا | bilendir |
|
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ
وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَمَنَّوْا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası فَضَّلَ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
فَضَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بِه۪ car mecruru فَضَّلَ fiiline müteallıktır.
بَعْضَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru فَضَّلَ fiiline müteallıktır.
تَتَمَنَّوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مني ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ
İsim cümlesidir. لِلرِّجَالِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. نَص۪يبٌ muahhar mübtedadır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceri ile birlikte نَص۪يبٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اكْتَسَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اكْتَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لِلنِّسَٓاءِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
نَص۪يبٌ muahhar mübtedadır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte نَص۪يبٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اكْتَسَبْنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اكْتَسَبْنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur.
اكْتَسَبُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi كسب ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. وَسْـَٔلُوا fiili ن ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.
مِنْ فَضْلِه car mecruru وَسْـَٔلُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمًا’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِه۪ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ
وَ istînâfiyye, لَا nahiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıla cümlesinde müsnedün ileyhin bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
بَعْضٍۜ kelimesinde tam cinas tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَتَمَنَّوْا [Temenni etmeyin.] ifadesinde, insanlara birbirlerine haset etmeleri ve Allah’ın bazı insanları bazılarından avantajlı kıldığı makam ve servet gibi hususları temenni etmeleri yasaklanmaktadır. Çünkü bu avantajlar Allah’ın taksimi olup bir hikmet ve plandan, kulların durumlarını, yani kuluna bol rızık mı az rızık mı vermesinin daha hayırlı olacağını bilmesinden kaynaklanmıştır. (Keşşâf - Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî)
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلرِّجَالِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan نَص۪يبٌ ’un nekre gelişi tazim ve kesret ifade eder.
اكْتَسَبُوا mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılasıdır.
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا cümlesi ile وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
لِلرِّجَالِ - لِلنِّسَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
اكْتَسَبُوا - اكْتَسَبْنَۜ fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı,
نَص۪يبٌ - مِمَّا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Burada yasaklanan şey hasettir.
Allah herkesi başkalarına göre farklı açılardan üstün kılmıştır. Maddi açı, manevi açı, duygusal açı vs. Buradaki ismi mevsûl, özlemi çekilen şeyleri ifade eder. Böylece bunlar müphem olarak gelmiş, kendilerine zor gelecek şeyler yüzlerine karşı açıkça söylenmemiştir.
مِمَّا اكْتَسَبُوا cümlesinde istiare vardır. Erkeklerin verasete hak kazanmaları ve ona sahip olmaları, çalışarak kazanmaya benzetilmiştir. İstiare-i tebeiyye yoluyla اكْتَسَبُ fiili اكتساب masdarından türetilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا [Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır.] ifadesi, kadın ve erkekten her biri için Allah’ın, o kişinin durumunun gereği neyse onu bilişine göre belirlemiş olduğu yayma veya daraltmayı (yani ona verdiği zenginlik ve fakirliği), onun kendi kesbi (kazancı) olarak isimlendirmektedir. (Keşşâf - Ebüssuûd)
وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Cümle لَا تَتَمَنَّوْا cümlesine matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade amacına matuf فَضْلِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ, şan ve şeref kazanmıştır.
فَضْلِه۪ۜ - فَضَّلَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَسْـَٔلُوا - تَتَمَنَّوْا istemek arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ [Allah’ın lütfundan isteyin] yani başkalarının, kendilerine ilâhî lütuf olarak verilmiş nasiplerini temenni etmeyin. Bilakis Allah’ın bitmez tükenmez hazinelerinden dileyin. Denilmiştir ki: “Erkekler, Allah dünyada bizi kadınlardan avantajlı kıldı. Mesela mirastan bize iki pay, onlara ise bir pay düşer. Bu avantajlarımızdan dolayı ahirette de yaptığımız amellerden bizim iki kat, kadınların ise bir kat sevap alacaklarını umuyoruz.” deyince Ümmü Seleme (r.a.) ve yanındaki bir grup kadın, “Keşke Allah erkeklere cihadı farz kıldığı gibi bize de farz kılsaydı da biz de onlar kadar sevap alsaydık!” dediler. Bunun üzerine bu ayet indi. (Keşşâf - Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk’ın, وَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِه۪ۜ [Allah’tan, fazlını isteyiniz.] buyruğu, insanın talep ve dualarında muayyen bir biçimde bir şey istemesinin caiz olmayacağına; ancak Allah'ın lütfundan, mutlak bir biçimde dini ve dünyası hakkında, kendi salahına vesile olacak şeyleri isteyebileceğine bir tenbihte bulunma ve dikkat çekmedir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş ta’lîl cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi, كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu ve tekrarı telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنّ ’nin haberinin, كَانَ ’nin dahil olduğu cümle olarak gelmesi sübut ifade eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ, amili olan عَل۪يمًا’e takdim edilmiştir.
Faide-i haber inkârî kelam olan bu haber cümlesinde car mecrururun amiline takdimi kasr ifade eder.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِكُلٍّ | ve her birine |
|
2 | جَعَلْنَا | kıldık |
|
3 | مَوَالِيَ | varisler |
|
4 | مِمَّا | -ndan |
|
5 | تَرَكَ | bıraktıkları- |
|
6 | الْوَالِدَانِ | ana babanın |
|
7 | وَالْأَقْرَبُونَ | ve akrabanın |
|
8 | وَالَّذِينَ | ve kimselere |
|
9 | عَقَدَتْ | bağladığı |
|
10 | أَيْمَانُكُمْ | yeminlerinizin |
|
11 | فَاتُوهُمْ | verin |
|
12 | نَصِيبَهُمْ | hisselerini |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | كَانَ |
|
|
16 | عَلَىٰ | üzerine |
|
17 | كُلِّ | her |
|
18 | شَيْءٍ | şeyi |
|
19 | شَهِيدًا | şahittir |
|
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ
وَ istînâfiyyedir. لِكُلٍّ car mecruru جَعَلْنَا fiiline müteallıktır. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مَوَالِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ الْوَالِدَانِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْوَالِدَانِ müsenna olduğu için ref alameti ا’tir.
الْاَقْرَبُونَ atıf harfi وَ’la الْوَالِدَانِ’ye matuftur. الْاَقْرَبُونَ’nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مِمَّا تَرَكَ [Bıraktığı mirastan] ifadesi, كُلٍّ [her] kelimesini açıklamaktadır yani “Ana-babanın ve akrabanın bıraktığı her miras için biz onu alıp ona sahip olacak birtakım hak sahipleri belirlemişiz.” Yahut جَعَلْنَا مَوَالِيَ ifadesi كُلٍّ’e sıfat kılınıp كُلٍّ ile bağlantılı zamirden, yani جَعَلْنَاهُمْ ’den düşürülerek, “Bizim hak sahibi kıldığımız her bir şahıs için ana-baba ve akrabaların bıraktıklarından bir pay vardır.” şeklinde de olabilir. Bu durumda cümle, لِكُلِّ مَنْ خَلَقَهُ اللَّهُ إِنْسَانًا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ (Allah’ın insan olarak yarattığı herkes için Allah’ın rızkından bir pay vardır.) ifadesindeki gibi mübteda - haber olur.
Yahut مِمَّا’daki مِنْ, mevâlîye bağlı kabul edilerek -çünkü مَوَالِيَ mirasçılar anlamındadır- تَرَكَ’deki zamir de كُلٍّ’e ait kabul edilip “Herkes için bıraktığı mala mirasçılar belirlemişiz.” şeklinde de olabilir.
Sonra مَوَالِيَ “ana-babalar ve akrabalar” diye tefsir edilmiştir, âdeta “Peki, mevâlî kimlerdir?” diye sorulmakta, الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ [ana-babalar ve akrabalardır] diye cevap verilmektedir. (Keşşaf)
وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَقَدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ zaiddir. اٰتُوهُمْ fiili ن’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
نَص۪يبَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يدًا۟ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يدًا۟ kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِكُلٍّ car mecruru, amili olan جَعَلْنَا fiiline takdim edilmiştir.
Cer mahallindeki ism-i mevsûl مَّا ’nın sılası تَرَكَ الْوَالِدَانِ müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
مَوَالِيَ - الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
مَوَالِيَ kelimesi, pek çok manaya gelen müşterek bir lafızdır: Azad eden, azad edilmiş köle, veli, amcaoğlu, asabe... Ayette murad edilen mana asabedir. Çünkü bu ayete, bu manadan başkası uygun düşmez. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
مَوَالِي ibaresiyle eşler veya evlatlıklar kastedilmiştir. (Âşûr)
وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوهُمْ نَص۪يبَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Veya bu cümle, istînâfiyeye matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Tevcih anlamı ihtiva eden ism-i mevsûlün mübteda olması sonradan gelen habere dikkat çekmek içindir.
Haberinin başına gelen فَ, zaiddir. Müspet mazi fiil sıygasındaki haber cümlesi, hudûs ifade etmiştir.
وَالَّذ۪ينَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ [Antlaşma yaparak el sıkıştığınız kimseler] ifadesi şart anlamı içeren mübtedadır, bu sebeple haberin başına فَ gelmiştir.
عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ [Ellerinizin akit yaptığı] ibaresinde sebep veya alet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يداً۟
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş istînaf cümlesidir. Lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi,
كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا۟ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu ve tekrarı telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنّ ’nin haberinin, كَانَ ’nin dahil olduğu bir cümle olarak gelmesi sübut ifade eder.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan شَه۪يدًا۟’e takdim edilmiştir.
Faide-i haber inkârî kelam olan bu haber cümlesinde car mecrururun amiline takdimi kasr ifade eder.
Allah yaptıklarımızı görmektedir, o yüzden başkalarının hakkını kısıtlamayalım. Bu cümlede lâzım-melzûm alakasıyla Allah’ın bunun cezasını vereceği manası vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا۟ cümlesinde Allahu Teâlâ, kâinatta olup biten her şeye ve ezcümle bu varislerin haklarını verip vermediğinize de şahittir. Şu halde bu ifade, hem mükâfat vaadi, hem de ceza vaididir. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî)
Küçük bir kız, ormanın derinliklerinde koşup oynamış. Yorgun düştükten sonra bir ağacın altına oturmuş. Kuş cıvıltılarının ve yaprakların hışırtılarının ninnisiyle, göz kapakları ağırlaşmış. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken, bazı sesler duymuş. Heyecanlanıp ayaklanmış. Etrafına bakıp, seslerin kaynağını aramış ama bulamamış. Bir kaç kereden sonra kalkmaktansa, sadece gözlerini hafifçe aralamış ve sessizce beklemiş.
Meğer, çiçekler aralarında konuşuyorlarmış. Hepsinin ağzında, kendisinde olmayan ama başka bir çiçekte olan üstünlüklermiş. Kimisinin gözü diğerinin yapraklarında, kimisininki kokusunda, kimisininki rengindeymiş. Kıskanç kardeşler gibi birbirlerinde olanı istiyorlarmış. Kız dayanamayıp kıkır kıkır gülmeye başlamış. Çocuksu kavgayı dinlemek çok hoşuna gitmiş. Kahkahayı duyan çiçeklerin sesi kesilmiş. Kız onların arasında yürümüş. Minik elleriyle hepsini tek tek sevmiş.
Öğretmenin öğrettikleri gelmiş aklına ve şarkı söyler gibi mırıldanmış: ‘Kendinizde olanla mutlu olmak varken, neden başkasında olana imrenerek mutsuzluğu seçersiniz? Elinizdekinin güzelliğine hayran kalmak varken, neden olmayanın hayalinin peşine düşersiniz? Şükürsüzlüğünüzün gerçek sebebi, değiştirmeye üşendiğiniz haliniz midir, yoksa sahip olamadıklarınız mıdır?’ Bir süre oyalandıktan sonra koşarak uzaklaşmış. Çiçekler ise sessizlikten emin olunca aynı kavgalara devam etmiş.
Allahım, Senin yardımınla: Tövbe edenlerden olayım, kabul buyur. Emirlerine uygun yaşayayım, razı ol. Senin yolunda yürüyeyim, yükümü hafiflet. Büyük günahlardan uzak durayım, küçük günahlarımı ört. Verdiğin nimetlerdeki güzelliği görüp şükür edeyim, katındaki değerimi yükselt. Olan da Senden, olmayan da Senden diyeyim, nankörlükten koru. Allahım, yalnız Senin lutfundan isteyeyim, iki cihanda da yüzümü aydınlatacak nice hayırlar ver. Dua kapısından ayrılmayayım, hakkımda hayırlı olanı sevdir, olmayanı ise gönlümden uzaklaştır.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji