بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | bunlar |
|
2 | يُنْفِقُونَ | verirler |
|
3 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
4 | رِئَاءَ | gösteriş için |
|
5 | النَّاسِ | insanlara |
|
6 | وَلَا |
|
|
7 | يُؤْمِنُونَ | inanmazlar |
|
8 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
9 | وَلَا |
|
|
10 | بِالْيَوْمِ | ve gününe |
|
11 | الْاخِرِ | ahiret |
|
12 | وَمَنْ | kimin |
|
13 | يَكُنِ | ise |
|
14 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
15 | لَهُ | o(nun) |
|
16 | قَرِينًا | arkadaşı |
|
17 | فَسَاءَ | ne kötü |
|
18 | قَرِينًا | bir arkadaş(ı var)dır |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
Riyazus Salihin, 1621 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak:
- Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.
- Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.
- Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
- Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.
- İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur’ân okudum, cevabını verir.
- Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
- Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.
- Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.
- Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.”
Müslim, İmâre 152
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki اَلَّذ۪ينَ ‘ye matuftur.
İsm-i mevsûlun sılası يُنْفِقُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُنْفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَمْوَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رِئَٓاءَ hal yerinde masdardır. Yani مرائين demektir. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رِئَٓاءَ النَّاسِ [İnsanlara gösteriş olsun diye] yani Allah rızası için değil de birbirine karşı övünmek için haklarında ‘Ne fedakârlar, ne cömertler!’ denilsin diye. Ayetin Peygamber (sav)’e düşmanlık uğrunda mallarını harcayan Mekke müşrikleri hakkında indiği söylenmiştir. (Keşşâf)
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ muzari fiildir.
نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. بِالْيَوْمِ car mecruru بِاللّٰهِ ‘ye matuftur. الْاٰخِرِ ise اَلْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكُنِ şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir. Aynı zamanda مَنْ ’in haberidir.
İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
الشَّيْطَانُ kelimesi يَكُنِ ’un ismi olup lafzen merfûdur. لَهُ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. قَر۪ينًا ise يَكُنِ ’un haberi olup lafzen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَٓاءَ zem anlamı taşıyan camid mazi fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. قَر۪ينًا temyiz olup lafzen mansubtur.
Bu ayet, makabline atıf değil de ibtidaî de olabilir. Bu takdirde cümlenin haber kısmı mahzuftur. (Ebüssuûd)
وَالَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir içindir.
Sıla cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sılaya tezayüf nedeniyle atfedilen لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ cümlesi de muzari fiille gelmiştir. Muzari fiiller hudûs, yenilenme ve tecessüm ifade ederler
Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid etmiştir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tevcih sanatıdır.
Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.
وَمَنْ يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَر۪يناً فَسَٓاءَ قَر۪يناً
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ mübteda, كانِ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, şarttır.
Âşûr’a göre bu cümle itiraziyyedir.
Cevap cümlesi فَ karînesiyle gelen فَسَٓاءَ قَر۪ينًا cümlesi olup gayrı talebi inşaî isnaddır. Zem fiili سَٓاءَ ’nin الشَّيْطَانُ ‘a ait olan mahsusu هو olup mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkip aynı zamanda مَنْ ’in haberidir.
Riya; görsünler diye bir şey yapmaktır. Kökü: görmek, bakmak manasındaki راي fiilidir. Ayetten anlaşıldığına göre iman zayıflığından kaynaklanır.
كانِ ‘nin haberi isminin bir cüzü haline gelmiştir, ismin mahiyetinden bir cüz olmuştur. كانِ ’nin asıl kullanım amacı budur. Burada şeytanın onun her zaman yakın arkadaşı olduğunu, hiç ondan ayrılmadığını ifade eder. Bu cümlede tehekkümî istiare de vardır. Şeytan aslında onun düşmanıdır.
Delaleti tazammuniyesi ile cimriliğin ve riyanın şeytanın vesvesesiyle olduğunu bildirir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu ifade onlara, şeytanın cehennem ateşinde kendilerine arkadaş kılınacağına yönelik bir tehdit de olabilir. (Keşşâf)
Cenab-ı Allah müslümanlara, muhtaçlara ihsanda bulunmayı emredince, bunu yapmayanların iki kısma ayrıldığını beyan etmiştir:
Birinci kısım, mal infak etmeye hiç yönelmeyen cimrilerdir. Bunlar, [Onlar, hem cimrilik yapan, hem de insanlara cimriliği emredenlerdir] ayetinde kınanan kimselerdir.
İkinci kısım ise mallarını ibadet maksadıyla değil de riya ve gösteriş olsun diye infak edenlerdir. İşte bunlar da kınanmıştır.
Bu iki kısmın yaptığı iş batıl olunca, geriye sadece birinci kısım kalır ki o da, malı iyilik (ihsan) niyetiyle infak etmektir. (Fahreddin er-Râzî)
Demek ki şeytan, bu fiilleri yapan kişilerin arkadaşıdır. Bu, Cenab-ı Hakk’ın [Kim, o Rahman’ı hatırlamaktan yüz çevirirse, biz ona şeytanı musallat ederiz. O zaman o, onun bir arkadaşı olur] (Zuhruf, 36) ayeti gibidir. Ayrıca Allah Teâlâ, onun çok kötü bir arkadaş olduğunu beyan etmiştir. Çünkü şeytan onu naîm, (cennet) evinden saptırmakta, cehennemin çılgın ateşine sürüklemektedir. Bu, Cenab-ı Hakk’ın “İnsanlardan kimi Allah hakkında bir bilgisi olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer. (Öyle şeytan ki) aleyhinde şu hüküm yazılmıştır: [Kim bunu dost edinirse şüphesiz bu, onu saptırır ve onu alevli ateşin azabına götürür] (Hacc, 3-4) ayetinde beyan buyurduğu gibidir. Sonra Hak Teâlâ, onları kınamış ve imanı terk etme hususundaki kötü seçimlerini açıklamak üzere şöyle buyurmuştur:
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَلٖيمًا
(Fahreddin er-Razi)
‘Cimrilik ve gereksiz yere harcama’ demek olan israf, ifrat ve tefrit olmaları hasebiyle çirkinlikte ve kınama ile zemmi mûcib olmada denk sayılırlar. (Ebüssuûd)
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَاذَا | ne olurdu |
|
2 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
3 | لَوْ | sanki |
|
4 | امَنُوا | inansalardı |
|
5 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
6 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
7 | الْاخِرِ | ahiret |
|
8 | وَأَنْفَقُوا | ve harcasalardı |
|
9 | مِمَّا | -tan |
|
10 | رَزَقَهُمُ | kendilerine verdiği rızık- |
|
11 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
12 | وَكَانَ | ve idi |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | بِهِمْ | onları |
|
15 | عَلِيمًا | biliyor |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. ذَا ism-i mevsûl olup haber olarak mahallen merfûdur. Ya da her ikisi birlikte istifham ismi olarak mübtedadır.
عَلَيْهِمْ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Veya mahzuf habere müteallıktır.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اٰمَنُوا şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ kelimesi lafza-i celâle matuftur.
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ‘nin sıfatıdır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو آمنوا لم يضرهم şeklindedir.
وَ atıf harfidir. اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَنْفَقُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقَهُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِهِمْ car mecruru عَل۪يمًا ’e müteallıktır.
عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ
وَ istînâfiyye مَاذَا istifham ismidir. İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِمْ , mübteda olan مَاذَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımamaktadır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhaldir. Tevbih ve taaccüb kastı taşıyan bu soru cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ yani iman etme ve Allah yolunda harcama hususunda ne gibi bir sorumluluk ve vebal yüklenirlerdi ki!.. Burada maksat kötüleme ve kınamadır, yoksa her türlü fayda ve her türlü başarı ve kurtuluş bundadır. Burada bir kötüleme, kınama ve kişiyi çıkarının nerede olduğunu bilmemekle suçlama söz konusudur. (Keşşâf)
اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ
Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Takdiri; لو آمنوا لم يضرهم (İman etmiş olsalardı onlara zarar vermezdi) olan şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. اَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ cümlesi şart cümlesi اٰمَنُوا بِاللّٰهِ ‘ye matuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası da ayetteki diğer fiiller gibi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat/114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Sâmerrâî Ala Tariki’t-Tefsiri’l Beyani, C.2, s. 88.)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tevcih sanatıdır.
Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.
Maldan infak değil, Allah’ın bizi rızıklandırdığı şeyden infak emredilmiş ki kolayca biz o infakı gerçekleştirelim. Şu şekilde düşünmeliyiz: Bunu bize veren Allah’tır, biz sahibi değiliz, bir kısmını O’nun yolunda sarfetmeliyiz.
[Allah’ın rızık olarak verdiği şey] sözü kinayedir. Hakiki isimle gelmemiş, sıfatıyla ifade edilmiştir. Mal kelimesi yerine onu açıklayan bir cümle gelmiştir.
Hak Teâlâ'nın, "Onlara ne zararı olacaktı ki?" buyruğu inkâr manasında istifham ifadesidir, مَاذَا sözünün tek bir isim olması da caizdir. Buna göre mana "Onların aleyhlerine hangi şey var?" şeklinde olur. Yine ذَا 'nın.. "ki o.." anlamında; اَلَّذِى 'nin de tek başına isim olması da caizdir. Buna göre de mana [Şayet iman etselerdi, aleyhlerine terettüp eden şey neydi ki?] şeklinde olur. (Fahreddin er-Razi)
Önce Allah'a ve ahiret gününe imanın zikredilmesi, bunun ehemmiyetinden ve harcamanın iman olmadığı takdirde bir değer taşımadığındandır. Onların Allah'a ve ahiret gününe iman etmemeleri, mallarını insanlara gösteriş için harcamalarından daha çirkin olduğu halde, önce bunun [gösteriş için mallarını harcamaları] zikredilmesi, onların bu durumları ile daha önce zikredilen cimrilikleri ve insanlara cimriliği emretmeleri arasında bir münasebet bulunduğundandır. (Ebüssuûd)
وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Âşûr’a göre itiraziyyedir. Onları cezalandırmak manasında bir tehdittir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِهِمْ amili olan عَل۪يمًا ‘e takdim edilmiştir. Bu takdim Allahın onları bildiğini vurgulamıştır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılasını ''Allah onları her zaman iyi bilir'' şeklinde tercüme etmek daha doğrudur. ‘Biliyordu’ şeklinde geçmiş zamanı ifade edecek şekilde tercüme edilemez. Geçmiş zaman değil, geniş zaman ile ifade edilmelidir.
Burada Allah isminin zikri kalplere korku salmak içindir. Lâzım söylenmiş, melzûm olan ‘cezasını verir’ manası kastedilmiştir. Dolayısıyla tehdittir.
[Allah onları çok iyi bilmektedir!] Bu ifade, bir tehdittir. (Keşşâf)
Sarahaten (Allah’ın rızası için) denmemesi, daha önce geçen tafsilat buna delalet ettiği içindir. Bir de Allah'a ve ahiret gününe iman zikri ile iktifa edildiği içindir. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe iman, yapılan harcamanın Allah rızası ve O'nun mükâfatını talep içindir.
Bu ifade, onların menfaatlerini bilmediklerinden ve gerçeğe iman etmediklerinden dolayı onlar için bir kınama olduğu gibi bu sualin cevabını bulmaları için de tefekküre teşviktir. Umulur ki bu tefekkür neticesinde gerçek kazancın nerede olduğunu kavrarlar.
Allah Teâlâ, onların o çirkin hallerini gayet iyi bilir. Bu da, onlar için ceza vaididir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | لَا |
|
|
4 | يَظْلِمُ | haksızlık etmez |
|
5 | مِثْقَالَ | kadar |
|
6 | ذَرَّةٍ | zerre |
|
7 | وَإِنْ | eğer |
|
8 | تَكُ | olsa |
|
9 | حَسَنَةً | (zerre miktarı) bir iyilik |
|
10 | يُضَاعِفْهَا | onu kat kat yapar |
|
11 | وَيُؤْتِ | ve verir |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | لَدُنْهُ | kendi katı- |
|
14 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
15 | عَظِيمًا | büyük |
|
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir. لَا ; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.
يَظْلِمُ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri أحدا şeklindedir.
مِثْقَالَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder.
تَكُ ‘nün aslı تَكُونَ ’dir. Şart edatı اِنْ ’den dolayı نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için نْ hazfedilmiştir. Böylece geriye تَكُ lafzı kalmıştır.
تَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. حَسَنَةً kelimesi تَكُ ’nun haberi olup lafzen mansubtur.
Şartın cevabı يُضَاعِفْهَا ’dur. يُضَاعِفْهَا meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına matuftur. يُؤْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْ لَدُنْهُ car mecruru يُؤْتِ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri فاعلها (Ona gereken) şeklindedir.
عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا ‘in sıfatıdır.
يُضَاعِفْهَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضعف ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ve kasr olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
ذَرَّةٍۚ ’deki tenvin ‘hiçbir şey’ anlamı vermiştir. Çünkü nefy siyakta nekre, umum ifade eder.
Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İki mef’ûle müteaddi olan يَظْلِمُ fiilinin birinci mef’ûlü mahzuftur. Takdiri; لا يبخس أحدًا (Kimseyi ihmal etmez.) olabilir.
مِثْقَالَ - ذَرَّةٍۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Zerre, küçük karınca veya bir delikten kapalı bir mekâna giren havada görülen toz taneciği demektir. Mübalağa makamına en münasip olan, bu ikinci manadır. Çünkü zerrenin ağırlığı, küçük karıncadan da azdır.
Rivayete göre İbn Abbâs (ra) elini toprağa batırdıktan sonra çıkarıp ona üflemiş ve: ‘’İşte bunların her biri bir zerredir’’ demiştir. (Ebüssuûd)
Kelamda; ceza ile aynı türden olan ve onların hakkı adalettir manasında mahzuf bir tehdide tariz vardır. Mukabili olan وإنْ تَكُ حَسَنَةٌ mukadder bir ibareye delalet eder. Âşûr)
Zerre; karınca yumurtası ve üflenen havada uçuşan toz taneciği demektir. مِثْقالَ ذَرَّةٍ ibaresi; bundan da küçük demektir. Yokluktan kinaye olarak gelmiştir. Çünkü küçüklükten kinayedir. Yaptıklarından hiçbir şeyi eksiltmez; yapmadığı hiçbir şey için kınanmayacaktır, demektir. (Âşûr)
وَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا
Şart üslubunda haberî isnad olan cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Muzari sıygadaki كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi تَكُ حَسَنَةً şart, يُضَاعِفْهَا müspet muzari fiil sıygasında cevap cümlesidir.
Müteakip وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْرًا عَظ۪يمًا cümlesi cevap cümlesine tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinde oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede muzari sıygada gelen fiiller hudûs, yenilenme ve tecessüm ifade eder.
لَدُنْهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لَدُنْ şan ve şeref kazanmıştır.
مِنْ لَدُنْهُ ibaresindeki مِنْ ba’diyet ifade eder.
اَجْرًا ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
اَجْرًا , عَظ۪يمًا için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ضَعِفْ ; zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem zayıf oldu, hem kat kat oldu demektir.
اَجْرًا - حَسَنَةً ve يُؤْتِ - يُضَاعِفْهَا arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْراً عَظ۪يماً
Yani o iyiliğin sahibine, üçüne beşine bakmadan kendi katından muazzam bir bağış verir. Bunu ecir [ücret] diye adlandırmıştır çünkü bağış ecre tabidir, mevcudiyeti onun varlığına bağlıdır. (Keşşâf)
Bu mükâfatın ecir olarak ifade edilmesi, bunun da ecre bağlı ilave olarak verilmesinden dolayıdır. (Ebüssuûd)
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكَيْفَ | (halleri) nice olur? |
|
2 | إِذَا | zaman |
|
3 | جِئْنَا | getirdiğimiz |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | كُلِّ | her |
|
6 | أُمَّةٍ | ümmetten |
|
7 | بِشَهِيدٍ | bir şahid |
|
8 | وَجِئْنَا | ve getirdiğimizde |
|
9 | بِكَ | seni de |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | هَٰؤُلَاءِ | bunlar |
|
12 | شَهِيدًا | şahid olarak |
|
Kendilerine hak din ve peygamber gönderilen her ümmetin şahidi peygamberi olacaktır. Kıyamette Allah Teâlâ ümmetleri toplayacak, hesaba çekecek, peygamberlerini de şahit tutacaktır. İyi ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş, bütün hak dinlerin değişmez esaslarını son olarak aydınlığa çıkarmış ve uygulamış, insanlığa kıyamete kadar sürecek bir din ve nizam getirmiş olan hâtemü’l-enbiyâ da bütün peygamberlerin şahidi olacaktır. Çünkü o, diğerlerinin getirip tebliğ ettiklerini ve daha fazlasını bilmektedir. Şehîd ve şahidin bir mânası da “temsil eden, şahsında gösteren”dir. Peygamberler Allah Teâlâ’nın irade ve rızâsını temsil eden, onun dilediği, beğendiği, hoşnut olduğu kulluğu şahıslarında gerçekleştiren kâmil insanlar, has kullar ve bu mânada canlı şahitlerdir. Hâtemü’l-enbiyâ olan Hz. Muhammed ise bütün peygamberlerin güzel sıfat ve özelliklerine vâris olmuş, yalnız kendisine ait bulunan kemâlât ile de onları aşmıştır. Onun bütün peygamberlere şahit olması, bu özelliğinin tabii bir sonucudur. İnsanlar dünyada yaşadıkları kulluk imtihanının âhirette sonucunu almak üzere toplandıklarında peygamberleri, bir “cevap anahtarı” gibi onlara takdim edilecek; doğru ve yanlışlarını onların şahıslarında, kendi gözleriyle görecek, vicdanlarıyla hissedeceklerdir.Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 68
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ
فَ istînâfiyyedir. İstifham ismi كَیۡفَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri أمر الكافرين (Kafirlerin durumu) şeklindedir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جِئْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ car mecruru جِئْنَا fiiline müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِشَه۪يدٍ car mecruru aynı şekilde جِئْنَا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. جِئْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِكَ car mecruru جِئْنَا fiiline müteallıktır.
عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ car mecruru شَه۪يدًا’e müteallıktır. شَه۪يدًا kelimesi بِكَ ’deki zamirin hali olup lafzen fetha ile mansubtur.
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يداًۜ
فَ istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu harfin aşağıdaki ayetlerdeki tehdit, tevbih ve vaad manalarından kaynaklanan mukadder bir şartın başına gelen fasiha olması da caizdir. Takdir şöyledir:
إذا أيْقَنْتَ بِذَلِكَ فَكَيْفَ حالُ كُلِّ أُولَئِكَ إذا جاءَ الشُّهَداءُ وظَهَرَ مُوجَبُ (Bundan eminseniz, şehitler gelip olumlu birşey ortaya çıkarsa, tüm o insanların durumu ne olacak?) (Âşûr)
جِئْنَا cümlesine muzâf olan zaman zarfı اِذَا , mübteda olan كَيْفَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; أمر الكافرين (Kafirlerin durumu) olabilir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
Tevbih ve taaccüb kastı taşıyan bu soru cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يدًاۜ cümlesi وَ ’la muzafun ileyhe atfedilmiştir. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.
Bu ayette gaib zamirden azamet zamirine iltifat vardır.
شَه۪يدًاۜ haldir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
بِشَه۪يدٍ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
بِشَه۪يدٍ - جِئْنَا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
جِئْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ بِشَه۪يدٍ cümlesiyle وَجِئْنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شَه۪يدًاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
‘Getireceğiz’ yerine ‘getirdik’ şeklinde mazi fiilin kullanımı kesinlik ifade etmek içindir.
Bir fiilin anlamı bir harf ile geldiğinde değişiyorsa ona tazmin denir. Mesela: جاء = geldi, جاء ب = getirdi, demektir.
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismiyle bizden bahsediliyor ama günahlarımız sebebiyle ismimizin anılmasından kaçınılıyor ve bizden zamirle ‘bunlar’ şeklinde bahsediliyor. Bu ayet gelince Peygamber Efendimiz (sav) çok ağladığı rivayet edilir.
فَكَيْفَ اِذَا جِئْنَا [Getirdiğimizde halleri nice olur?] cümlesinde muhatabı kınamak için bilinen bir şey sorulmaktadır. Bununla muhatap azarlanmış ve kınanmıştır. (Safvetü't Tefasir)
Ayetin manası: ‘’Seni de o şahitlerin doğruluğuna şehadet etmek üzere şahit olarak getirdiğimiz kıyamet gününde o Yahudilerin, Hristiyanların ve diğer kâfirlerin hali nice olacak, yahut o kâfirler ne yapacaklar?’’ şeklindedir. (Ebüssuûd)
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
2 | يَوَدُّ | isterler |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
5 | وَعَصَوُا | ve karşı gelenler |
|
6 | الرَّسُولَ | Elçi’ye |
|
7 | لَوْ | (mümkün olsa) |
|
8 | تُسَوَّىٰ | bir olmayı |
|
9 | بِهِمُ |
|
|
10 | الْأَرْضُ | yer ile |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | يَكْتُمُونَ | ve gizleyemezler |
|
13 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
14 | حَدِيثًا | (hiçbir) söz |
|
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ
يَوْمَ zaman zarfı, إذ için muzâftır. يَوَدُّ fiiline müteallıktır. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri; يوم إذ جئنا (Getirdiğimiz gün) şeklindedir.
يَوَدُّ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَصَوُا الرَّسُولَ cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. عَصَوُا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الرَّسُولَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَوْ ve masdar-ı müevvel, يَوَدُّ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
لَوْ ‘in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok وَدَّ ve أحَبَّ gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.
تُسَوّٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul mebni muzari fiildir. بِهِمُ car mecruru تُسَوّٰى fiiline müteallıktır. الْاَرْضُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكْتُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. حَد۪يثًا۟ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَعَصَوُا الرَّسُولَ لَوْ تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ
Bu ayetin ilk cümlesi beyânî istînâftır. Çünkü فَكَيْفَ إذا جِئْنا مِن كُلِّ أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ sorusunu işiten muhatap bu müphem durumun açıklanmasını ister. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ amili olan يَوَدُّ fiiline önemine binaen takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ izafetinde, muzâfun ileyh olan cümlenin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçen kişileri tahkir ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasındaki كَفَرُوا cümlesi, mevsûlün müphem yapısı nedeniyle her zaman ihtiyaç duyduğu sılasıdır. وَعَصَوُا الرَّسُولَ cümlesi, sılaya tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.
لَوْ burada masdariye anlamındadır. Müteakip تُسَوّٰى بِهِمُ الْاَرْضُۜ cümlesi masdar teviliyle يَوَدُّ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Kâfirlerin çetin ve berbat hallerine bundan önce işaret edilmişti. Şimdi bu istînafî kelam ile onların halleri açıklanıyor. (Ebüssuûd)
Burada Peygamberimiz (sav) in Resûl unvanı ile zikredilmesi, kendisini teşrif ve onu tekzib edenlerin hallerini takbih içindir. Çünkü Resûlün hakkı, inkâr ve isyan edilmesi değil, aksine kendisine iman ve itaat edilmesidir. (Ebüssuûd)
Bu cümlenin başında bulunan لو harfi, masdariyye değil de, şart için olduğu takdirde şart cümlesinin cevabı mahzuf kabul edilir. Yani eğer o kâfirler, yerle bir olsalar buna sevinecekler; demektir. (Ebüssuûd)
وَلَا يَكْتُمُونَ اللّٰهَ حَد۪يثاً۟
يَوَدُّ fiiline matuf olan bu cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette kalplerde korku uyandırmak için zikredilen lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
حَد۪يثًا۟ ‘deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir söz’ anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.
''O gün küfreden ve Rasûl’e isyan eden kimseler isteyecekler ki keşke yerle bir olsalar'' cümlesinde Peygamber Efendimizden Rasûl şeklinde bahsedilmesi; teşrif ve onu yalanlayanları takbih içindir.
كَفَرُوا - عَصَوُا olanlar arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Önceki ayetteki mütekellim zamirinden sonra Allah ismi gelerek iltifat olmuştur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَقْرَبُوا | yaklaşmayın |
|
6 | الصَّلَاةَ | namaza |
|
7 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
8 | سُكَارَىٰ | sarhoşken |
|
9 | حَتَّىٰ | ki |
|
10 | تَعْلَمُوا | bilesiniz |
|
11 | مَا |
|
|
12 | تَقُولُونَ | ne dediğinizi |
|
13 | وَلَا | ve (yaklaşmayın) |
|
14 | جُنُبًا | cünüp iken |
|
15 | إِلَّا | dışında |
|
16 | عَابِرِي | geçici olmanız |
|
17 | سَبِيلٍ | yoldan |
|
18 | حَتَّىٰ | kadar |
|
19 | تَغْتَسِلُوا | yıkanıncaya |
|
20 | وَإِنْ | eğer |
|
21 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
22 | مَرْضَىٰ | hasta |
|
23 | أَوْ | yahut |
|
24 | عَلَىٰ | üzerinde |
|
25 | سَفَرٍ | yolculuk |
|
26 | أَوْ | yahut |
|
27 | جَاءَ | gelmişse |
|
28 | أَحَدٌ | biriniz |
|
29 | مِنْكُمْ | sizden |
|
30 | مِنَ | -ten |
|
31 | الْغَائِطِ | tuvalet- |
|
32 | أَوْ | yahut |
|
33 | لَامَسْتُمُ | dokunmuşsanız |
|
34 | النِّسَاءَ | kadınlara |
|
35 | فَلَمْ |
|
|
36 | تَجِدُوا | bulamadığınız takdirde |
|
37 | مَاءً | su |
|
38 | فَتَيَمَّمُوا | teyemmüm edin |
|
39 | صَعِيدًا | toprağa |
|
40 | طَيِّبًا | temiz |
|
41 | فَامْسَحُوا | sürün |
|
42 | بِوُجُوهِكُمْ | yüzlerinize |
|
43 | وَأَيْدِيكُمْ | ve ellerinize |
|
44 | إِنَّ | şüphesiz |
|
45 | اللَّهَ | Allah |
|
46 | كَانَ |
|
|
47 | عَفُوًّا | çok affedendir |
|
48 | غَفُورًا | çok bağışlayandır |
|
Gâte-gâit: Kelimedeki asıl anlam, hareketsiz bir şekilde batmak ve dibe çökmektir. Bir şey içine çöktüğünde arz, yani yeryüzü hakkında, yine suya, ya da kuma battı şeklinde kullanılabilir. Büyük abdesti bozmaktan kinayedir. Gizli ve saklı bir mahalde olması gereken bu iş için seçilmiş bir kelimedir. Unutulmamalıdır ki; Kur’ân-ı Kerim'de gelmiş olduğu her yerde edeben kinai anlamda zikredilmiştir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli gaitadır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَمْسٌ kavramı dokunmak gibidir ve dış deri vasıtasıyla bir şeyi algılamak anlamına gelir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli iltimas (yardım istemek)dır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. سُكَارٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
سُكَارٰى kelimesi فعلان vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَعْلَمُوا muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. تَعْلَمُوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası تَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَقُولُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. جُنُبًا hal olup اَنْتُمْ سُكَارٰى cümlesine matuftur.
اِلَّا istisna harfidir. عَابِر۪ي müstesnadır. Nasb alameti ي ’dır.Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. سَب۪يلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. تَغْتَسِلُوا muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır. تَغْتَسِلُوا fiili
نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَغْتَسِلُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi غسل ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ [Ancak yolcu iseniz…] ifadesi muhatapların genel durumundan istisnadır. Hal olarak mansubtur. Şayet “Peki, bu hal ile önceki hal nasıl birleştirilmiş?” dersen şöyle derim: Adeta şöyle denilmiştir: ‘’Başınıza mazur görüleceğiniz başka bir hal gelmesi dışında -ki bu hal de yolculuk halidir- cünüp iken namaza yaklaşmayın!’’. عُبُورُ السَّبِيلِ ifadesi yolculuktan ibarettir. Hal değil de جُنُبًا kelimesinin sıfatı olması da caizdir, yani ‘’yolcu olmanız dışında, cünüp iken namaza yaklaşmayın’’. Yani ikamet halinde mazur değilken, cünüp iken. (Keşşâf)
وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مَرْضٰٓى kelimesi كُنْتُمْ ’un haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
اَوْ atıf harfidir. عَلٰى سَفَرٍ car mecruru كُنْتُمْ ’un haberine matuf olup mahallen mansubtur.
اَوْ atıf harfidir. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَحَدٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru اَحَدٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. مِنَ الْغَٓائِطِ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfidir. لٰمَسْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ
فَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَجِدُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَيَمَّمُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَع۪يدًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. طَيِّبًا kelimesi صَع۪يدًا ’in sıfatıdır.
فَ atıf harfidir. امْسَحُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِوُجُوهِكُمْ car mecruru امْسَحُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَيْد۪يكُمْ atıf harfi وَ ’la بِوُجُوهِكُمْ matuftur. اَيْد۪يكُمْ kelimesi ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir هو zamiridir ve mahallen merfûdur. عَفُوًّا lafzı كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. غَفُورًا ise ikinci haberdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُباً اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ
Bu ayet namazla alakalı iki hükmü açıklamak için gelmiş beyânî istînâf cümlesidir. (Âşûr)
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nidanın cevabı لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاَنْتُمْ سُكَارٰى cümlesi, لَا تَقْرَبُوا fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Gaye bildiren masdar ve cer harfi حَتّٰى ‘yı takip eden muzari fiil sıygasındaki تَعْلَمُوا cümlesi masdar teviliyle لَا تَقْرَبُوا fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl تَعْلَمُوا , مَا fiilinin mef’ûlüdür. Müspet muzari fiil sıygasındaki sıla cümlesi تَقُولُونَ faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
وَلَا جُنُبًا hal olan وَاَنْتُمْ سُكَارٰى cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfi لَا zaiddir. İstisna edatı اِلَّا ‘dan sonraki عَابِر۪ي سَب۪يلٍ حَتّٰى تَغْتَسِلُواۜ müstesna olup, bütün hallerden istisna edilendir.
Ayetteki الصَّلٰوةَ ‘nin namaz fiiline delalet etmesi mümkün olduğu gibi namaz kılınan yere delalet etmesi de mümkündür. Zira ayette ikisi için de karîne vardır. حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ [ne dediğinizi bilinceye kadar] kısmı, namaz fiilinin karînesi, اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يلٍ [ yolcu olanlar hariç] kısmı ise namaz kılınan yerin karînesidir. Bu üslup, iki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmak sanatı olarak tarif edilen istihdam sanatıdır. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا : Bu kalıp geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu اٰمَنُوا yerine كَفَرُوا gibi değişik olabilir) يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazî bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen, bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çekiyor, hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret ediyor.
Sonra اَيُّ geliyor. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Bu müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. İbhamdan sonra beyan denir. Dikkat artıyor, arkadan emir mi gelecek, nehiy mi gelecek, onu dinlemeye hazırlanıyoruz. Sonra هَا geliyor. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır.
Ayetin nida ile başlaması namaz ve teyemmüm hususlarının önemini gösterir.
لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ [Namaza yaklaşmayın] sözünde namazdan somut bir varlık gibi söz edilmiş. Maksat namaz yerine (Mevâdi’s salah) yaklaşmayın manasıdır. Mecaz-ı mürseldir. Ayrıca kılmayın yerine yaklaşmayın buyurulması yasağın şiddetini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd) Değil kılmak, ‘yaklaşmayın bile’ manası dile getirilmiştir.
حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ [Ne dediğinizi bilinceye kadar] buyurulması, namazı bilinçli olarak kılmanın gerektiğine işaret eder.
عَابِر۪ي ; İsm-i faildir. Kurallı müzekker çoğuldur. Muzâf olduğu için sonundaki ن harfi düşmüştür. عَبِر۪ fiilinin lügat anlamı ‘köprüyü geçmek’tir. Tabir kelimesi de bu fiilin türevidir.
اِلَّا عَابِر۪ي سَب۪يل ibaresi de وَلَا جُنُبًا ‘e matuftur. En geniş halden istisna edilmiştir, yani yolculuk hariç bütün hallerde cünüp iken namaza yaklaşmayın demektir. Bu da suyu bulmadığı vakittir. Buna da arkasından teyemmümden bahsedilmesi delildir.
(Beyzâvî)
وَلَا جُنُبًا [cünüpken] ifadesi, وَاَنْتُمْ سُكَارٰى [sarhoşken] ifadesine matuftur, çünkü bu cümlenin -vav ile birlikte- mahalli, hal olmak üzere nasbdır. Adeta “Namaza ne sarhoşken ne de cünüpken yaklaşın” buyrulmaktadır. Cünüp kelimesinin tekil, çoğul, müzekker ve müennesi aynıdır. Çünkü masdar yerine, yani ‘cenâbet olmak’ anlamında kullanılan bir isimdir. عَابِر۪ي سَب۪يلٍ [Ancak yolcu iseniz…] ifadesi muhatapların genel durumundan istisnadır. Hal olarak mansubtur. Adeta şöyle denilmiştir: Başınıza mazur görüleceğiniz başka bir hal gelmesi dışında -ki bu hal de yolculuk halidir -cünüp iken namaza yaklaşmayın. عَابِر۪ي سَب۪يلٍ , yolculuktan ibarettir. Hal değil de جُنُبًا kelimesinin sıfatı olması da caizdir, yani yolcu olmanız dışında, cünüp iken namaza yaklaşmayın. Yani ikamet halinde mazur değilken, cünüp iken. (Keşşâf)
Sarhoşluğun cünüplük ile ve ondan sakınmanın da abdest ve gusül ile beraber söz konusu edilmesi ve bu durumda müminin namaza yaklaşmaktan men edilmesi, sarhoş edici maddelerin haram olduğunu ve pisliğini anlatmak için ne kadar beliğ ve edebi bir üslup kullanmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
جُنُبًا kelimesi, masdar gibi hem bir kişiye hem çoğula denilir. تَغْتَسِلُواۜ ; Gusletmek, yani tepeden tırnağa yıkanmaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
عَابِر۪ي سَب۪يلٍ ; yolculuk edenler, sefer halinde bulunanlar demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Cenab-ı Hak, [namaza yaklaşmayın] buyurmuştur. ‘Yaklaşmak’ ve ‘uzaklaşmak’ manaları, hakikat yoluyla, bizzat namaz hakkında doğru olmazlar. Bu manalar ancak mescid hakkında doğru olabilirler. (Fahreddin er-Razi)
Arapça'da سكر kelimesinin asıl manası ‘yolu tıkamak’tır. (Fahreddin er-Râzî)
Daha önce insanlar, Allah'a ortak koşmaktan nehyedilmişti. Burada da farkında olmadan kendilerini şirke götürecek hareket ve davranışlardan nehyediliyorlar. (Ebüssuûd)
Bu ayet-i kerime işaret ediyor ki; namaz yerleri insanın dikkatini dağıtan, kalbini meşgul eden şeylerden ve maddi pisliklerden temizlenmeli ve temizlik noktasında daha iyisine imkân varken, asgari derecesiyle yetinilmemelidir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart olan كُنْتُمْ مَرْضٰٓى cümlesi, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil sıygasındaki جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ cümlesi, كان ’nin haberine اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Aynı üsluptaki لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ cümlesi makabline matuftur.
اِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى cümlesine فَ ile atfedilen فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً cümlesi menfi muzari sıygada, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا طَيِّبًا emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْۜ cümlesi şartın cevabına matuftur.
لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ ifadesi cinsel ilişkiden, جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ ifadesi ise tuvalete gitmekten kinayedir.
بِوُجُوهِكُمْ - اَيْد۪يكُمْۜ ve فَتَيَمَّمُوا - تَغْتَسِلُواۜ ve لٰمَسْتُمُ - امْسَحُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْغَٓائِطِ ; Engin, çukur yer demek olup helaya işarettir. Heladan gelmek de kinaye yoluyla hades ve abdest bozmak demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayetin bu bölümünde, geçen istisnada mücmel kalan ve müstesna hükmünde bulunan özürler dile getiriliyor. Burada beyan edilen bütün haller yolculuk gibi ruhsat hükmündedir. Bundan önce yalnız yolculuğun istisnasıyla yetinilmesi ruhsat hükmüne sebep teşkil eden zaruretin genellikle sefer halinde tahakkuk ettiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Burada hastalıktan maksat, mutlak olarak su kullanmaya engel olan haldır. Bu hal, ister suya ulaşamamak, ister suyu kullanamamak şeklinde olsun. (Ebüssuûd)
إلّا عابِرِي سَبِيلٍ şeklindeki istisna, جُنُبًا şeklinde ifade edilen bütün hallerden istisnadır. Buna ‘’nekre hal’’ denir. Nefy siyakta olur. عابِرُ السَّبِيلِ ibaresi Arapçada, yolculukta olan kişiyi ifade eder. إلّا عابِرِي سَبِيلٍ ibaresinde müstesna حَتّى تَغْتَسِلُوا sözleriyle kısaca ifade edilmiş olan mana tamamlanmadan takdim edilmiştir. Bu az görülen bir kullanımdır. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُواًّ غَفُوراً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ ’nin dahil olduğu كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
كَانَ ’nin iki haberi olan عَفُوًّا غَفُورًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.
Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemâlata delalet eder. Burada nekre gelmiştir. Onun affedici ve bağışlayıcı oluşunun bir şeref olduğunu ifade etmiştir.
Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Ayetin sonunda عَفُوًّا غَفُورًا isimleri geçmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır. Bu kelimeler birbirine yakın manada üç kelimedir. عَفُوّ ,صَفَحَ , غَفْر kelimelerinin bir arada gelmesi; tedrîc (derecelendirme) sanatıdır. Tegâbün/14 de bu sırayla zikredilmiştir. Hepsi güzel olmakla ve affı ifade etmekle beraber ğafr en yüksek mertebesidir. Biz de bu isimle müsemma olmaya çalışalım ki Allah da bize öyle muamele etsin. Ğafr kelimesini Türkçede miğfer ve istiğfar şeklinde kullanıyoruz.
Bu cümle, ruhsat ve kolaylığın sebebini belirtir ve onları açıklar. Zira, adeti hata işleyenleri daima affetmek ve günahkârları her zaman bağışlamak olanın zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olması gerekir. (Ebüssuûd)
Bu cümle tezyîl olup Allah’ın müminleri, hasta olduğunda ve su bulamadığında abdest ve gusül ile yükümlü tutmadığını açıklar. (Âşûr)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | أُوتُوا | kendilerine verilen |
|
6 | نَصِيبًا | bir pay |
|
7 | مِنَ | -tan |
|
8 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
9 | يَشْتَرُونَ | satın alıyorlar |
|
10 | الضَّلَالَةَ | sapıklığı |
|
11 | وَيُرِيدُونَ | ve istiyorlar |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَضِلُّوا | sizin sapıtmanızı |
|
14 | السَّبِيلَ | yolu |
|
Sûrede bir yandan aile, miras hukuku, ibadet gibi alanlarda müslümanlara mahsus hükümler açıklanırken diğer yandan hak dine inanmayanların dünya hayatında diğer inanç sahiplerine karşı haksız, kaba, insafsız, zulme varan davranışları anlatılmakta; bunların âhirette görecekleri muamele ve ağır cezalar tasvir edilmektedir. Bu mukayeseli anlatım tarzı müminlerin içinde bulundukları durumu daha iyi kavramalarını, nimet ve iyilikleri Allah’tan bilip şımarmadan şükretmelerini, karşılaştıkları güçlük, külfet ve mahrumiyetleri ise fazla büyütmeden sabır ve tahammül göstererek ecre çevirmelerini sağlamaktadır. 44-57. âyetler yukarıda geçen 36-42. âyetlerin konu bütünlüğü bakımından devamı gibidir. Başta yahudiler olmak üzere bütün kâfirler ve inanmadıkları halde inanmış gözükerek müslümanları aldatan münafıklar bu âyetlerde müminlere tanıtılmakta, tuzak ve taktikleri açıklanmakta, müslümanlar uyarılmaktadır.
(Kur’ân Yolu Tefsiri)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا نَص۪يبًا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. نَص۪يبًا mef’ûlun bihtir. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru نَص۪يبًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesi naib-i failin hali olarak mahallen mansubtur. يَشْتَرُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الضَّلَالَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُر۪يدُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَضِلُّوا fiili نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّب۪يلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَلَمْ تَرَ [Görmedin mi?] ifadesinde akıl gözüyle görme kastedilmektedir. İntihâ anlamındaki اِلَى harf-i ceri ile müteaddi kılınmış olup اَلَمْ يَنْتَهِ عِلْمُكَ اِلَيْهِمْ (Bilgin bunlara kadar ulaşmadı mı?) anlamındadır.
Yahut اَلَمْ تَنْظُرْ اِلَيْهِمْ (Onlara bakmadın mı?) anlamındadır. اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ [Kendilerine kitaptan] yani Tevrat bilgisinden “pay verilenler” Yahudi alimleridir. يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ [Dalaleti satın alıyorlar] hidayeti dalaletle değiştiriyorlar. Bu dalalet, Hazreti Muhammed’in Allah Resûlü olduğuna, Tevrat ve İncil’de müjdelenen Arap Peygamber olduğuna ilişkin deliller açıkça ortaya çıktıktan sonra hâlâ Yahudi olarak kalmalarıdır. وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا [Sizin de sapmanızı istiyorlar] ey müminler! Kendileri hak yolu yitirdikleri gibi sizin de hak yoldan çıkıp onların topluluğuna katılmanızı istiyorlar. Kendi sapmaları onlara yetmiyor, bilakis kendileriyle birlikte başkalarının da sapmasını istiyorlar. (Keşşâf)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ
Müstenefe olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüb ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ , meçhul mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesi naib-i failin halidir. Aynı üslupta gelen وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi masdar teviliyle يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Ayetteki fiillerin muzari sıygada gelişleri devam, yenilenme ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle, olay sanki göz önünde cereyan ediyormuş gibi hissettirerek muhatabı etkiler.
الضَّلَالَةَ - تَضِلُّوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
‘’Görmedin mi?’’ sorusu taaccüb ifade eder. Yakîn, yani kesin bilgi görmeye benzetilmiştir. Bu açıdan istiare de düşünülebilir.
راي fiili اِلَى ile birlikte kullanılırsa, hakiki manada görmek anlamında kullanılmış olur. (Âşûr) Fiillerin harf-i cerle farklı anlam kazanmaları tazmin sanatıdır.
Dalaleti satın almak ibaresinde istiare vardır. Burada dalalet, satın alınacak birşeye benzetilmiştir. Dalalet satın alınmaz, tercih edilir.
اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ [Kitaptan nasibi olanlar] ibaresinde kinaye vardır. Ehli kitap, Hristiyanlar ve Yahudiler kastedilmiştir.
44-51-60.ayetlerinde bu kişilerin durumunun şaşılacak birşey olduğuna işaret eden takrîri istifhamla başlamıştır. Sanki, “Kitaptan bir nasip verilen bu kimselerin hali nedir, ne yapıyorlar?” demektedir. Birinci ayette dalaleti satın aldıkları, ikinci ayette putlara iman ettikleri zikredilmiş, üçüncü ayette ise sanki, “Bunlar ne yapıyorlar, hakikatte inanmadıkları halde niye iman ettiklerini iddia ediyorlar?” diye sorulmuş; buna mukabil de tâgût’u hakem edinmek istedikleri ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Tahrif şekli hakkında üç suret rivayet edilmiştir:
1- Bir kelimeyi diğer kelime ile değiştirirler. Mesela: Tevrat’ta, Hz. Peygamberin vasıfları ile ilgili olan “reb’a” kelimesini “uzun olmayan” terimine, aynı şekilde “recm” kelimesini “had(şer’i ceza)” deyimi ile değiştirmeleri gibi ki yazıdaki değiştirmedir.
2- Ortaya şüphe atma ve yanlış yorumlarla bir kelimeyi öteye beriye çekerek manasını haktan batıla çevirmektir ki bu da, tefsir ve açıklamada yapılan bir manevi tahrif (bozma)dir.
3- Yalnız kitap değil, bir söz söyledikleri zaman duydukları ve kalplerinde bildikleri gibi dosdoğru söylemeyip değiştirerek söylemeleridir. Çünkü Yahudiler Hz. Peygamberin huzuruna gelirler, bazı şeyler sorarlar, yanından çıktıkları zaman Peygamberin sözlerini değiştirerek yaymaya çalışırlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bil ki Cenab-ı Hak, bu surenin başından buraya kadar pek çok çeşitli mükellefiyetler ve şer’î hükümlerden bahsedince, burada, bu hükümlerin izahını keserek, din düşmanlarının hallerini ve daha önceki ümmetlerin kıssalarını anlatmaya geçmiştir. Çünkü ilmin bir çeşidini sürdürmek, insanın ruhuna yorgunluk ve usanç veren, zihni bulandıran hususlardandır. Ama, ilmin bir dalından diğer bir dalına geçmek ise zihni gayrete getirir ve zekayı-düşünceyi güçlendirir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenâb-ı Hak onlara, [kendilerine, kitabın ilmi verilenler…] dememiş; aksine, [kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar] buyurmuştur. Zira onlar Tevrat’tan Hz. Musa’nın nübüvvetini öğrenmişler, ama Hz. Muhammed’in nübüvvetini bilip, tanıyıp kabul etmemişlerdir. (Fahreddin er-Razi)
Cenab-ı Hak o Yahudileri hem sapmak, hem de saptırmak ile vasfetmiştir. Bu iki şeyi beraberce yapan kimseden daha kötü ve âdi bir kimseyi de bulamazsın. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ilâhî kelam, müminlerin, o kâfirlerin kötü hallerini taaccüp ile karşılamalarını ve müminleri, o kâfirlerin yolunda gitmekten sakındırmayı amaçlar. Hitap, bunu ibret nazarıyla görebilen bütün müminler içindir. Bundan sonraki hitabın bunlarla beraber diğer müminlere de tevcih edilmiş olması, o kâfirlerin çirkin hallerinin son derece şöhret bulduğunu ve bütün görenleri hayrete düşürecek kadar zahir olduğunu bildirmek içindir.
Burada görmeden maksat gözle müşahede etmektir. Onlara bakmalı, hallerini müşahede etmelidir. Çünkü onların halleri görülmeye ve taaccüp etmeye değerdir.
Kendilerine Kitaptan nasip verilmiş olanlardan maksat, Yahudi alimleridir. (Ebüssuûd)
O bilgileri, gözetmek ve korumak hak ve görevinin "nasip" kelimesiyle ifade edilmesi, onların görüşlerinin son derece zayıf olduğunu bildirmek içindir. Nitekim onlar, Tevrat'tan edindikleri ilim nasibini tamamen kaybetmişlerdir. (Ebüssuûd)
Bu, bir istînâf cümlesi olup kelamın başından mücmel ve müphem olarak anlaşılan takbih ve tâcib konusunu açıklamakta ve akla gelen bir gizli suali cevaplamaktadır. (Ebüssuûd)
وَيُر۪يدُونَ اَنْ تَضِلُّوا السَّب۪يلَۜ cümlesi يَشْتَرُونَ الضَّلَالَةَ cümlesine atıftır ve Yahudilerin takbih ve taaccüp konusu olan hallerini beyan eder. (Ebüssuûd)
Ayette ‘satın almak’ ile ‘istemek’ fiillerinin muzari kipi ile kullanılması, yenilenmeye ve sürekliliğe delalet eder. Zira o Yahudilerin, mezkûr satın almalarının hükmünün yenilenmesi ve gereğini yapmanın tekerrürü, bizzat onun yenilenmesi ve tekerrürü gibi sayılır. (Ebüssuûd)
Bir gece yarısı. Bir insan evladı. Sıcacık yatağından kalkmış. Sessizliğin içine çıkmış. Yüreğindeki korkularla, yollara düşmüş. Kim bilir, ne kadar yürümüş? Derin düşüncelere dalmış. Karşıdan geleni farkedememiş.
Çarpıştıktan sonra yaşlı adamdan özür dilemiş. Kalkmasına yardım edince, iyi olup olmadığını sormuş. Oturup bir süre sohbet etmişler. Sanki kalpleri, bedenlerinden önce tanışmış. Öyle çabuk kaynaşmışlar. Sanki aradığı huzur, bu muhabbette gizlenmiş.
Yaşlı adam, genç evladın derdini sormuş. Onu yatağından uzak tutan ve etrafına bakmasına engel olan düşüncesi ne imiş? Genç, gözlerinin derinliklerine bakarak ve aradığı cevabı bulmayı umarak söylemiş: ‘Riya korkusu sardı beni, bilmiyorum nasıl kaçacağımı? Sanki buzdan bir ateş. Serinim, korkma yaklaş diyor ama biliyorum yakacağını.’
‘Evladım! Nefsinin yenik düştüğü anlar gelecektir. Onun ilacı, uyanık olmak ve farkettiğin anda tövbe etmektir. Allah, en doğrusunu bilir. Ancak belki, şu söyleyeceklerim, kalbini biraz olsun rahatlatacaktır. Riya, yaptığın şeyi ve yaptığından dolayı gelen övgüleri sahiplenmekten çıkar. Halbuki, sen, verdiğin malın, yaptığın ibadetin, ettiğin yardımın, gerçekleştirdiğin iyiliklerin ve kaçındığın yasakların, asıl sahibinin Allah olduğu bilinciyle yaşarsan. Riya, Allah’ın izniyle, uzak durur kalbinden. Hiç sahip olmadığın ve olamayacağın bir şeyin övgüsü işler mi yüreğine? Her anında, övgülerin asıl sahibini hatırladığında, riya ne arasın gönlünde? Rabbinin övgüsüne susamış ruh, düşer mi ölümlülerin beğenisinin peşine?’
Allahım! Kalbimizi reziletlerden arındırmamızda, faziletlerle doldurmamızda. Nefsimizi, riyanın tatlı lezzetine karşı korumaya almamızda. Daima uyanık olmamızda ve her adımımızda bilinçli hareket etmemizde. Her şeyi, Senin rızan için yapmamızda, yardımcımız ol.
Allahım! Bizler Sana ve ahiret gününe iman edenlerdeniz. Her ümmetten bir şahit getirdiğin ve Hatemul Enbiya’yı onlara şahit tuttuğun zaman, yüzü aydınlananlardan ve kurtuluşa erenlerden olmamızı nasip et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji