21 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 45-51 (85. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 45. Ayet

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً  ...


Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاللَّهُ Allah
2 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
3 بِأَعْدَائِكُمْ sizin düşmanlarınızı ع د و
4 وَكَفَىٰ yeter ك ف ي
5 بِاللَّهِ Allah
6 وَلِيًّا dost olarak و ل ي
7 وَكَفَىٰ yeter ك ف ي
8 بِاللَّهِ Allah
9 نَصِيرًا yardımcı olarak ن ص ر

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir.

بِاَعْدَٓائِكُمْ  car mecruru  اَعْلَمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur olup  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  وَلِيًّا  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.


 وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur,  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  نَص۪يرًا  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ

 

Ayetin  وَ ’la gelen ilk cümlesi müstenefedir. Hal olduğu da söylenen, mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ  [Allah en iyi bilendir] ibaresinde bilme fiili tafdîl kipinde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ  [Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir]. Lâzım söylenmiş, melzûmu yani ‘sizi korur’ manası kastedilmiştir.

بِاَعْدَٓائِكُمْۜ  İzafeti muzâfın tahkiri içindir.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْ  mu'teriza cümlesidir. Tarizdir. Çünkü Yahudiler haset ve düşmanlıkları dolayısıyla müminlerin delalette olmalarını istemişlerdir. (Âşûr)

 

وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِياًّۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يراً

 

وَ  atıftır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

بِاللّٰهِ ‘deki  بِ  harfi zaiddir. Lafza-i celâl,  كَفٰى  fiilinin failidir.

Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَلِيًّاۗ  temyiz veya haldir. Temyiz ve hal, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Ayetin sonunda Allah size veli olarak yeter buyurulmuştur. Yani düşmanlarınıza karşı sizi korur. O halde düşmanlardan korkmayın demektir. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. 

Ayetin aynı üslupta gelen son cümlesi makabline وَ ‘la atfedilmiştir.

Allah ismi üç kere geçmiştir. Tazim ifade eder. Heybet uyandırır. Lezzet verir. Ayrıca bu tekrarda ve lafzi tekid olan  وَكَفٰى بِاللّٰهِ  sözlerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَص۪يرًا  ve  وَلِيًّاۗ  kelimelerinin nekre gelişi tazim, nev ve teksir ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَعْدَٓائِكُمْۜ - وَلِيًّاۗ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ  [Allah sizin düşmanlarınızı (sizden) daha iyi biliyor.] İşte, bunların düşmanlığını size haber veriyor, onların durumu ve sizden ne istedikleri hakkında sizi bilgilendiriyor. Siz de onlardan sakının, işlerinizde onlardan nasihat istemeyin ve onlara danışmayın.  وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا  [Veli olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter.] Onların değil de Allah’ın sahipliğine ve Allah’ın yardımına güvenin. Yahut onlardan perva etmeyin (korkmayın), Allah size yardım eder ve hilelerine karşı size yeter. (Keşşâf)

وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا cümlesi Allah’ın yardımı sebebiyle müminlerin nefislerini sakinleştirmek için tezyîldir.

Her iki cümlede de kifayet fiilinin kullanılması ve özellikle ikinci cümlede zamir makamında ism-i celilin (Allah adının) zikredilmesi,

- Her iki cümlenin bağımsızlığını takviye,

- Dostluk ve yardımda Allah (cc) ın kifayetini tekid,

- Her iki hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

كَفى  fiilinin failine  بِ  harf-i cerinin dahil olması kifayeti tekid etmek için zaiddir. (Âşûr)


Nisâ Sûresi 46. Ayet

مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً  ...


Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنَ
2 الَّذِينَ öyleleri var ki
3 هَادُوا Yahudilerden ه و د
4 يُحَرِّفُونَ kaydırıyorlar ح ر ف
5 الْكَلِمَ kelimeleri ك ل م
6 عَنْ -nden
7 مَوَاضِعِهِ yerleri- و ض ع
8 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
9 سَمِعْنَا işittik س م ع
10 وَعَصَيْنَا ve isyan ettik ع ص ي
11 وَاسْمَعْ ve dinle س م ع
12 غَيْرَ غ ي ر
13 مُسْمَعٍ dinlemez olası س م ع
14 وَرَاعِنَا ve "ra’ina" ر ع ي
15 لَيًّا eğip bükerek ل و ي
16 بِأَلْسِنَتِهِمْ dillerini ل س ن
17 وَطَعْنًا ve taşlayarak ط ع ن
18 فِي
19 الدِّينِ dini د ي ن
20 وَلَوْ keşke (eğer)
21 أَنَّهُمْ onlar
22 قَالُوا deselerdi ق و ل
23 سَمِعْنَا işittik س م ع
24 وَأَطَعْنَا ve ita’at ettik ط و ع
25 وَاسْمَعْ ve dinle س م ع
26 وَانْظُرْنَا ve bize bak ن ظ ر
27 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
28 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
29 لَهُمْ kendileri için
30 وَأَقْوَمَ ve daha sağlam ق و م
31 وَلَٰكِنْ fakat
32 لَعَنَهُمُ onları la’netlemiştir ل ع ن
33 اللَّهُ Allah
34 بِكُفْرِهِمْ inkarlarından dolayı ك ف ر
35 فَلَا
36 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن
37 إِلَّا hariç
38 قَلِيلًا pek azı ق ل ل

Yahudilerden bir kısmının kelimelerin yerlerini değiştirmeleri –muhtemelen bu âyetten alınan– tahrîf terimi ile ifade edilmektedir. Tahrifin çeşitleri vardır. Âyetin devamında verilen örnekler tahriftir, burada müsbet mâna ve değer ifade eden kelimeler alınmakta, ya ses benzerliğinden veya kelimelerin diğer mânalarından yararlanılarak olumsuz, kötü, aşağılayıcı maksatlarla kullanılmaktadır. Meselâ “râinâ” kelimesi Arapça’da “Bizi gözet, durumumuzu göz önüne alarak konuş...” mânasına gelir, müminler bu ifadeyi olumlu bir mânada kullanmakta, Hz. Peygamber’den –söylediklerini iyi anlamaları ve yerine getirebilmeleri için– durumlarını gözeterek konuşmasını, açıklamalarını buna göre yapmasını istirham etmektedirler.

Yahudiler ise İbrânîce’de ses itibariyle bu kelimeye benzeyen ve “ahmak, kalın kafalı” gibi bir mâna ifade eden “râûnâ” kelimesinin mânasını kastederek “râinâ” demektedirler. Tahrifin diğer şekilleri kelimelerin yerlerini değiştirmek, kelimeleri başkalarıyla değiştirmek ve lafızla alâkası olmayan veya kastedilme ihtimali çok uzak bulunan mânalar vererek sözü asıl mânasından saptırmak suretiyle yapılmaktadır. Bir kısım yahudiler ve hıristiyanlar tahrifin bütün şekillerini yapmışlar, hem kendilerini aldatmışlar hem de başkalarını saptırmak istemişlerdir. Kötü niyetle davranan, hidayet karşısında sonuna kadar direnen kâfirler akıl ve iradelerini böyle kullandıkları için ilâhî lânete müstahak olmuşlardır, lânetlenmişlerin ise inanmaları beklenemez. “Artık pek az inanırlar” ifadesi, “Bunu çok az adam söyleyebilir”, “utanması az” deyimlerinde olduğu gibi olumsuzluk ifade etmek için kullanılmıştır, “Artık inanmazlar” demektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 76-77

Sebete: Asıl anlamı çalışmayı/işi bırakmaktır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sebt (Cumartesi) ve şabat (yahudilerde dinlenme günüdür. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

حَرْف Bir şeyin harfi; onun kenarı, ucu demektir. مُحَارِف Malı mülkü kalmamış mahrum yoksul kişidir. Bir şeyi tahrif etmek, onu eğip bükmektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri harf, herif, tahrif, muharref, harfiyyen ve muharriftir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ 

 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte mukadder mübtedanın mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri  قوم  şeklindedir.

مِنَ  teb’izdir. Mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bunun delili  يُحَرِّفُونَ  kelimesinin, o mübtedanın sıfatı olmasıdır. Takdiri  قَوْمٌ يُحَرِّفُونَ الكَلِمَ (Kelimeyi tahrif eden bir kavim) şeklindedir. Arap kelamında mevsûf hazfedilip, sıfatının da onun yerine kaim olması yaygındır. (Âşûr) 

İsm-i mevsûlün sılası  هَادُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُحَرِّفُونَ  cümlesi mübteda olan  قوم ‘in sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يُحَرِّفُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْكَلِمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَنْ مَوَاضِعِه۪  car mecruru  يُحَرِّفُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَمِعْنَا ‘dır.  سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا fail olarak mahallen merfûdur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

عَصَيْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ’la mekulü’l-kavle matuftur.  عَصَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اسْمَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت  dir.  غَيْرَ  kelimesi  اسْمَعْ ’deki failin hali olup fetha ile mansubtur. 

مُسْمَعٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  رَاعِنَا  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

لَيًّا  hal olup fetha ile mansubtur.  بِاَلْسِنَتِهِمْ  car mecruru  لَيًّا ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَعْنًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  لَيًّا ’e matuftur.  فِي الدّ۪ينِ  car mecruru  طَعْنًا ’e müteallıktır.       


 وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri  ثبت (Sabit oldu) şeklindedir. Yani  لو ثبت قولهم  manasındadır.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir  هُمْ [onlar]  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  قَالُوا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا ‘dır.  سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  اَطَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اسْمَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  انْظُرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

لَ  harfi  لَوْ ‘in cevabının başına gelen vakıadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.

خَيْرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

لَهُمْ  car mecruru  خَيْرًا ‘a müteallıktır.  اَقْوَمَ  kelimesi  خَيْرًا ’a matuftur.

اَقْوَمَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.

Şayet  لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ  [Onlar için daha hayırlı olurdu] ifadesindeki zamir nereye racidir? dersen, şöyle derim:  اَنَّهُمْ قَالُوا [sözleri] ifadesine racidir, çünkü mana,  سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا  [işittik, itaat ettik] ifadeleri sübut bulup devam etseydi bu sözleri “onlar için daha hayırlı” yani daha isabetli ve daha adil olurdu, şeklindedir. (Keşşâf)

   

وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir.  لَعَنَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِكُفْرِ  car mecruru  لَعَنَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfûn ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.

فَ  ta’lîliyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  muzari fiildir.

نَ ’un sübutuyla merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  قَل۪يلًا  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; لا يؤمنون إلا إيمانا قليلا  (Sadece az bir imanla inanırlar.) şeklindedir.




مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ

 

Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bahsi geçen kişileri tahkir için gelen mecrur mahaldeki  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu   قوم  şeklinde takdir edilen mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

Sılası mazi fiil sıygasındaki  هَادُوا  olan mevsûlde tevcîh sanatı vardır.  

يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪  cümlesi takdiri  قوم  olan  mahzuf mübteda için sıfattır. Sıfatlar, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Muzari fiil sıygasındaki  وَيَقُولُونَ  cümlesi  يُحَرِّفُونَ ’ye  وَ ’la atfedilmiştir. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَمِعْنَا  cümlesi  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı üslupta gelen  وَعَصَيْنَا  cümlesi  سَمِعْنَا ’ya atfedilmiştir. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.

وَاسْمَعْ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dua manasındadır.  غَيْرَ hal,  مُسْمَعٍ muzâfun ileyhtir.

لَيًّا بِاَلْسِنَتِهِمْ  ibaresinde de istiare vardır.  لَيًّ  kelimesinin manası ‘ipi bükmek’tir. Burada zahiri manasından başka bir mana ifade eden söz için kullanılmıştır. (Sâbûnî) 


 وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ

 

وَ  istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur.

Faide-i haber inkarî kelam olan cümlede  اَنَّ ’nin haberi mazi fiil sıygasında gelerek, hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  سَمِعْنَا  cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَاَطَعْنَا  tezayüf dolayısıyla bu cümleye atfedilmiştir.

وَاسْمَعْ ,  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dua manasındadır. Aynı  üslupta gelen  وَانْظُرْنَا  cümlesi makabline matuftur. Bu iki cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında oldukları için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümleler mekulü’l-kavle matuftur.

Lâm-ı vakıa ve  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ , şartın cevabıdır.

كَانَ ,  خَيْرًا ‘nin haberi,  اَقْوَمَۙ  ona matuftur. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

عَصَيْنَا - اَطَعْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَقُولُونَ -  قَالُوا  ve  سَمِعْنَا - اسْمَعْ - مُسْمَعٍ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَصَيْ  fiili zıt manalı kelimelerdendir (tezdâd). Toplanmak ve ayrılmak şeklinde iki manası vardır. Emre sarılmak ve emirden uzaklaşmak. Tevcih sanatı: Bir sözün medih ve zem gibi iki zıt yönde anlaşılacak şekilde söylenmesi sanatıdır.

Zıt anlamlılık ve tevcih sanatı bu ayette üç yerde vardır:  عَصَيْ ,  رَاعِ ,  اسْمَعْ - غَيْرَ مُسْمَعٍ Belki de üç tevcih sanatı bir arada başka bir yerde yoktur.

رَاعِنَا : ‘Bizi gözet’ demektir. İbranice’de ise  رَعُنَ , ''sen ahmaksın'' demektir.

اسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ : [İşit, işitmez olan] demektir. Burada tevcih sanatı vardır. Bu ifade hem medih, hem zem için kullanılır. ''Dinle ey nahoş bir kelime dinletilemeyecek kişi. Lütfen ve tenezzülen dinle, çünkü sana karşı söz söylemek ve zorla dinletmek haddimiz değildir'' manasında olduğu gibi, ''Ey sözü dinlenmez olan, çağırdığı şeye icabet edilmeyen kişi'' manası da anlaşılabilir. (Tevcih)

Burada  اسْمَعْ - غَيْرَ مُسْمَعٍ  arasında tıbâk-ı selb vardır.

Ayrıca  وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا  cümleleri ile  قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا  cümleleri arasında beşli mukabele vardır.

طَعْنًا - اَطَعْنَا  arasında  iştikakı sağire dolayısıyla cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette, tafdil kipinin kullanılarak "daha hayırlı ve daha doğru olurdu" buyurulması,

- Ya gerçek manasında kullanılmıştır, ancak bu hayır kendi inançlarına göredir;

- Ya da istihza makamında kullanılmıştır;

- Ya da buradaki tafdil kipi gerçek anlamda değil ism-i fail anlamında olup "hayırlıdır, doğrudur" demektir.

Ayette,  لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ  [kendileri için daha hayırlıdır] ifadesi,  اَقْوَمَ [daha doğru] ifadesinden önce zikredilmiştir. Çünkü onların bütün gayretleri sadece kendi menfaatleri için idi.

سَمِعْنَا  [işittik] fiilinin iki kere tekrarı öncekinin muteber olmadığına değil, fakat hiç mevcut olmadığına dikkat çekmek içindir. Çünkü onlar gerçeği işitmiyorlardı, işitmeleri ret işitmesi idi. سَمِعْنَا  [işittik] demelerinden maksatları da emre isyanlarının, onu işitmelerinden ve ona vakıf olmalarından sonra gerçekleştiğini bildirmek içindir.  (Ebüssuûd)


 وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ 

 

وَ  atıf,  لٰكِنْ  istidrâk harfidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu cümle onların söylediklerinin red ve tekzibi niteliğindedir. (Ebüssuûd)


 فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Ayetin son cümlesinde  فَ  ta’lîliyyedir. Kasr üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

İstisna harfi  اِلَّا  ve olumsuzluk harfi  لَا  ile kasr oluşmuştur.  اِلَّا ’nın sadece istisna harfi olmasına da cevaz vardır.

Sıfat olan  قَل۪يلًا , mahzuf fiilin takdiri  إيمانا  olan mef’ûlü mutlakından naibdir. Dolayısıyla cümlede îcaz-ı hazif ve ıtnâb sanatları vardır

لَعَنَهُمُ - بِكُفْرِهِمْ - طَعْنً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُؤْمِنُونَ - بِكُفْرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ  ibaresinde istiare vardır. 

يُحَرِّفُونَ  fiilinin mazi değil de muzari gelişi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

 الْكَلِمَ ‘deki tarif, ahd-i ilmîdir.

Ayetteki  غَيْرَ مُسْمَعٍ [dinlemez olası] ifadesinin hem övgüye hem de yergiye ihtimali vardır. Eğer “dinle, dinlenmez olası” şeklinde olursa, bu bir yergidir. Çünkü Muhammed’in (as) çağrısı değil de onların çağrısı kabul edilirse Muhammed (as) dinlenmeyen kimse olacaktır. Bu ifadenin övgüye de ihtimali vardır. Zira bu durumda, “sözü hoş görülmeyerek dinlenmeyen kimse bizi dinle” demektir. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâğatında Bedî İlmi ve Sanatları)

Allah Teâlâ, ["Artık onlar, birazı müstesna olmak üzere, iman etmezler"] buyurmuştur ki bu ifade ile ilgili şu iki açıklama yapılmıştır:

Birinci görüş: Bu ifadedeki, ‘’birazı’’ lafzı, kavmin sıfatı olup, takdiri, "Onlardan ancak az sayıda kimseler iman eder" şeklindedir. Sonra bu takdiri yapanlardan bazıları, bu pek az kimse ile, Abdullah İbn Selâm ve arkadaşları (gibi müslüman olanların) kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Bu sayısı az topluluğun, Cenâb-ı Allah'ın ileride iman edeceklerini bildiği kimseler olduğu da söylenmiştir.

İkinci görüş: Ayetteki قَل۪يلًا  (biraz, az) kelimesi imanın sıfatı olup, ifadenin takdiri "Onlar, ancak pek az iman ederler" şeklindedir. Zira "Onlar, ancak pek az iman ederler" şeklindedir. Zira onlar Allah'a, Tevrat'a ve Hazret-i Musa'ya iman etmişler, ama diğer peygamberleri inkâr etmişlerdir. Ebu Ali el-Fârisi, şöyle diyerek bu görüşü birinciye tercih etmiştir:  قَل۪يلًا  lafzı, müfrettir. Eğer bununla bir çok insan (kavim) kastedilmiş olsaydı, tıpkı Hak Teala'nın,  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ [Şüphesiz ki bunlar azar azar bir cemaattir] (Şuara/54) ayetinde olduğu gibi, cemi gelirdi. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 47. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً  ...


Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi halkını lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 أُوتُوا verilen(ler) ا ت ي
4 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
5 امِنُوا inanın ا م ن
6 بِمَا şeye (Kur’ana)
7 نَزَّلْنَا indirdiğimiz ن ز ل
8 مُصَدِّقًا doğrulayıcı olarak ص د ق
9 لِمَا
10 مَعَكُمْ yanınızdakini
11 مِنْ
12 قَبْلِ önce ق ب ل
13 أَنْ
14 نَطْمِسَ biz silip ط م س
15 وُجُوهًا bazı yüzleri و ج ه
16 فَنَرُدَّهَا döndürmemizden ر د د
17 عَلَىٰ üzerine
18 أَدْبَارِهَا arkaları د ب ر
19 أَوْ ya da
20 نَلْعَنَهُمْ onları da la’netlememizden ل ع ن
21 كَمَا gibi
22 لَعَنَّا la’netlediğimiz ل ع ن
23 أَصْحَابَ adamlarını ص ح ب
24 السَّبْتِ cumartesi س ب ت
25 وَكَانَ ك و ن
26 أَمْرُ buyruğu ا م ر
27 اللَّهِ Allah’ın
28 مَفْعُولًا yapılır ف ع ل

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً 

 

 يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  اُو۫تُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

Nidanın cevabı  اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا ’dir.  اٰمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  نَزَّلْنَا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

نَزَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مُصَدِّقًا  hali olup fetha ile mansubtur.  مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  مُصَدِّقًا  kelimesine müteallıktır. Mekân zarfı  مَعَ  mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُصَدِّقًا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  اٰمِنُوا ’ye müteallıktır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبۡلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.  نَطْمِسَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

 

  فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ

 

Atıf harfi  فَ  ile  نَطْمِسَ  cümlesine atfedilmiştir.  نَرُدَّهَا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلٰٓى اَدْبَارِ car mecruru  نَرُدَّهَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfidir.  نَلْعَنَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; نلعنهم لعنا كلعن أصحاب السبت (Ashabı sebt gibi onları da lanetleriz.) şeklindedir.

لَعَنَّٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  السَّبْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

İfadenin başındaki  فَ  sebep bildirir; takip için de olabilir ki bu durumda, önce yüzlerini dümdüz edip sonra enseye döndürmesi şeklinde peş peşe iki ceza ile tehdit edilmiş olurlar ve mana şöyle olur: ‘’Yüzleri dümdüz ve ters yüz ederiz. Yüzler arkaya, enseler öne döner!’’  طْمِسَ  için verilecek bir diğer mana, ‘devirmek ve değiştirmektir’. (Keşşâf) 

نَلْعَنَهُمْ  [Onlara lanet ederiz] ifadesindeki zamir kime racidir? dersen, şöyle derim: Vücûhdan kasıt, itibarlı önde gelenler ise zamir onlara; yüzler anlamındaysa yüzlerin sahiplerine ait olur. (Keşşâf) 

وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.  اَمْرُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismidir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَفْعُولًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.  مَفْعُولًا  kelimesi sülâsî mücerred olan  فعل  fiilinin ism-i mef’ûludur.  

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقاً لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهاً فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ

 


Fasılla gelen ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اُو۫تُوا الْكِتَابَ  cümlesi münadadan bedel olan  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümesidir.

Nidanın cevabı olan  اٰمِنُوا  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İlk müşterek ism-i mevsûl  مَا  mecrur mahaldedir ve sılası  نَزَّلْنَا ’dır. Yine mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûl  مَا ’nın sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَكُمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

Teşbih harfi nedeniyle mecrur mahaldeki  مَا , masdariyedir.  لَعَنَّٓا  cümlesi masdar tevilindedir. Başındaki  كَمَا  ile birlikte mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. 

Ayetteki ism-i mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.

اُو۫تُوا الْكِتَابَ  [Kitap verilenler] ibaresi Yahudi ve Hristiyanlardan,  مَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ  [yanınızdakini tasdik edici olan şey] ise Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.

Masdar harfi  اَنْ ’ i takip eden  نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا  cümlesi masdar teviliyle muzâfun ileyh konumundadır. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ  [Ey kitap verilenler]  şeklindeki hitapta her zaman bir tenbih, ikaz, uyarı vardır.  يَٓا - اَيُّ - هَا  şeklinde üç tane harf (nida ve tenbih harfi) arka arkaya gelmiştir.  الَّذ۪ينَ , bahsedilen kişilerin herkes tarafından bilindiğine işaret eder.

مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا  [Bizim yüzleri silmemizden ve onları hemen arkalarına çevirmemizden önce] ibaresinde tecessüm sanatı vardır. İki tane temsîlî istiare vardır. Lafzen, yüzleri silip ardına çevirmekten bahsedilmiştir.

Mana; gelecekten umudu kestirip geçmişle avunur hale getirmektir. Deyimdir. Yani yüzleri sırtları gibi oluverir. Duyu azaları, mimikler vs hepsi yok olur. Ya da yüzler; harfleri ve satırları karmakarışık olmuş silik bir sayfaya benzetilmiştir.

Yüzleri arkaya çevirme işi olup bitmiş gibi mazi fiille ifade edilmiştir. Daha olmamıştır ama kesinliği bellidir. 

وُجُوهًا - اَدْبَارِ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

نَلْعَنَهُمْ - لَعَنَّٓا  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

İnzal fiilinde fail, tenzil fiilinde mef’ûl vurgulanır. İkisi de Kur’an hakkında kullanılır. انذلنا  derken Allah kendisini,  نَزَّلْنَا  derken Kur’an’ı vurgular.  انذلنا ; Ben indirdim.  نَزَّلْنَا ; Kur’an’ı indirdim demektir.

Ayet-i kerimede iki açıdan iltifat vardır.  نَزَّلْنَا  fiilindeki mütekkelim zamirinden sonra Allah ismi gelmiş ve nidada kitap verilenler buyurulmuş, arkadan muhataba emirle devam edilmiştir.

Burada hitap değiştirilmiş, gaibe hitaptan doğrudan muhataba hitap üslubuna geçilmiştir. Hitap:

1- Ya özellikle daha önce halleri ve sözleri anlatılanlar Yahudilere müteveccihtir ki onlara bundan önce, "kendilerine Kitap (Tevrat) tan bir nasip verilenler الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ dendiği halde burada kendilerine  الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ  [Kitap verilenler]  buyurulması her makama hakkını vermek içindir. Çünkü daha önce geçen ayette maksat, onların sapkınlığı satın aldıklarını ve Kitaptan kendilerine verilmiş olan nasibi, tahrifat yapmak suretiyle ortadan kaldırıldığını beyan etmekti. Ve onların ortadan kaldırdıkları da Kitabın tamamı değil ancak bir kısmı idi. İşte bundan dolayı kendilerine Kitaptan bir nasip verilmekle vasıflandırıldılar. Buradaki hitaptan maksat ise ondan sonra gelecek emre uymanın lüzumunu tekid ve ona muhalefetten sakındırmaktır.

Çünkü Kur’an tarafından tasdik edilen Tevrat'a iman etmek, onu tasdik eden Kur’an'a imanı da kesin olarak gerektirir. Kur’an'ı inkâr etmek, Tevrat'ı da inkâr etmeyi kesin olarak gerektirdiği gibi.

Ve şüphe yok ki Yahudilere göre sakıncalı olan, Tevrat'ı kısmen inkâr değil, fakat bizzat kendisini inkâr etmelerinin gerektiğidir. Bu da ancak Kur’an'ı Tevrat'ın tamamını tasdik edici kılmakla tahakkuk eder. Şu var ki hakikatte Kur’an, Tevrat'ın tamamını değil, fakat ancak bir kısmını tasdik eder. Ama bir kısmını tasdik eden, zaruri olarak o kısmı kapsaması itibariyle tamamını tasdik ediyor demektir.

2- Ya da hitap daha önce halleri ve sözleri anlatılan Yahudilerin yanı sıra diğer bütün Ehl-i Kitab'a müteveccihtir. En zahir olan görüş de budur. Hangi görüşe göre olursa olsun, ayetlere ilişkin açıklamalar, her iki fırkanın da üzerinde bulunduğu dalaleti kaldırdığı düşünüldüğü için, bunun hemen akabinde hidayet yolundan yürüme emredilmekte ve emre muhalefet halinde de şiddetli tehditler öngörülmektedir. (Ebüssuûd)

Burada  نَزَّلْنَا  [indirdiğimiz] ifadesi, Kur’an'ı teşrif ve Allah Teala katından indirildiğini sarahatle tespit içindir. (Ebüssuûd)

 

وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً

 

وَ  istînâfiye veya haldir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. اَمْرُ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  اَمْر ‘e şan ve şeref kazandırmıştır.

Cümlede mütekellim  Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

كَانَ  Allah katında zamanın olmadığını ifade eder. Oldu, olacak, oluyor denen her şey O'nun için aynı andadır. Zamansızlık konusu bizim için anlaşılması zor bir meseledir.
Nisâ Sûresi 48. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً  ...


Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 لَا
4 يَغْفِرُ bağışlamaz غ ف ر
5 أَنْ
6 يُشْرَكَ ortak koşulmasını ش ر ك
7 بِهِ kendisine
8 وَيَغْفِرُ ve bağışlar غ ف ر
9 مَا
10 دُونَ başkasını د و ن
11 ذَٰلِكَ bundan
12 لِمَنْ kimseden
13 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
14 وَمَنْ ve kimse
15 يُشْرِكْ ortak koşan ش ر ك
16 بِاللَّهِ Allah’a
17 فَقَدِ gerçekten
18 افْتَرَىٰ iftira etmiştir ف ر ي
19 إِثْمًا bir günah ا ث م
20 عَظِيمًا büyük ع ظ م

 

Riyazus Salihin, 443 Nolu Hadis

Enes radıyallahu anh, ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Allah Teâlâ:

Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.

Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar  olsa, sen benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.

Ey âdemoğlu!  Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım” buyurmuştur.        Tirmizî, Daavât 98

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismidir.  لَا ; nefy harfi olup sükun üzere mebnidir.

يَغْفِرُ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَغْفِرُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُشْرَكَ  meçhul mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِه۪ car mecruru  يُشْرَكَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَغْفِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Mekân zarfı  دُونَ , mahzuf sılaya müteallıktır.  ذا  işaret ism-i, sükun üzere mebni mahallen mecrur muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَغْفِرُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يُشْرَكَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  شركdir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   


وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُشْرِكْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُشْرِكْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدِ  tahkik harfidir.  افْتَرٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mazi mebni fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

اِثْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  اِثْمًا ‘in sıfatıdır.

افْتَرٰٓى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪

 

Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlin müsnedün ileyh konumunda gelmesi telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu durumda lafza-i celâlde tecrîd sanatı söz konusu olur.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle masdar teviliyle  لَا يَغْفِرُ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet-i kerimede her ne kadar nazım hükmü takviye ifade eder şekilde gelmiş olsa da, maksadın hükmü takviye olmadığı açıktır. Maksat tahsistir. Yani, Allah Teâlâ kendisine ortak koşulmasını kesinlikle bağışlamaz. 


 وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ

 

Cümle tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sıla cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ذٰلِكَ ’ye muzâf olan mekân zarfı  دُونَ , bu mahzuf habere müteallıktır. 

Cümlede mecrur mahaldeki ikinci mevsûl  مَنْ ’in sılası, müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.

يَغْفِرُ - لَا يَغْفِرُ  fiilleri arasında iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪  [Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, örtmez] cümlesiyle  وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ  [dilediği kişilerde bunun dışındakileri affeder] cümlesi arasında  mukabele sanatı vardır.


وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Mübteda olan şart ismi  مَنْ ’in haberi aynı zamanda şartın cevabıdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا , tahkik harfiyle tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

يُشْرِكْ - يُشْرَكَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِثْمًا ‘deki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder. 

اِثْمًا , عَظ۪يمًا  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Şirk; aslında şirk koşan insanı şirk koştuğu o şey karşısında küçültür. Allah yüceler yücesi bir merci iken O’nu bırakıp başkasına O’nun sıfatlarını verdiğimiz zaman, onun karşısında küçülürüz. Oysa Allah’a kulluk ettiğimiz zaman biz küçülmeyiz, aksine yüceliriz. Çünkü bunun için yaratılmışız. O yüzden şirk koşmak insanın kendisine yaptığı en büyük zulümdür.

Son cümlede zamir yerine Allah isminin zikri ve ayette tekrarı mehabeti arttırmak, küfrün çirkinliğini vurgulamak ve bu vasfı taşıyanları ayıplamak içindir.


Nisâ Sûresi 49. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  ...


Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 إِلَى
4 الَّذِينَ şu
5 يُزَكُّونَ övüp yüceltenleri ز ك و
6 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
7 بَلِ Hayır, ancak
8 اللَّهُ Allah
9 يُزَكِّي yüceltir ز ك و
10 مَنْ
11 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
12 وَلَا
13 يُظْلَمُونَ onlara zulmedilmez ظ ل م
14 فَتِيلًا kıl kadar ف ت ل

“Kendini temize çıkarmak” şeklinde tercüme edilen tezkiye fiil ve sözle olmaktadır. İnsanın ahlâkını iyileştirmek, kendini kötü huy ve alışkanlıklarından kurtarmak için gerekeni yapması, eğitimden geçmesi makbuldür, İslâm bunu teşvik etmiştir. Sözle tezkiye “bir kimsenin dürüst, iyi, önemli kusurlardan uzak olduğunu söylemek” suretiyle yapılır. Gerçekten böyle olan, böyle bilinen birisi için gerektiğinde tezkiyede bulunmak da sakıncalı değildir, hatta duruma göre güzel ve gerekli de olabilir. İslâm’da kötü görülen, menedilen tezkiye, kişinin kendisini sözle tezkiye etmesidir, övmesidir.

Yahudiler özellikle kendilerinin “Allah’ın oğulları ve sevgilileri” (Mâide 5/18), “dostları” (Cum‘a 62/6) olduklarını, “birkaç gün dışında âhiret cezası çekmeyeceklerini” (Bakara 2/80) söyleyerek kendileri için sözlü tezkiyede bulunmuşlardı; âyet bu davranışı da mahkûm etmekte, kişilerin veya grupların kendilerini överek bir yere varamayacaklarını, topluluk nezdinde itibar kazanamayacaklarını ifade buyurmaktadır.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 79-80

فَتَلَ kelimesi ipi büktü demektir. Çekirdekte olan yarığın içindeki zara فَتِيل denmesi, fitil şeklinde olduğu içindir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli fitildir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi) Bu ayeti kerimede azlık ve önemsizlik ifadesi için kullanılmıştır.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَرَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  إِلَى  harf-i ceriyle birlikte  تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُزَكُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.

 

 بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

بَلِ  idrâb ve atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يُزَكّ۪ي  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

يُزَكّ۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُظْلَمُونَ  meçhul muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَت۪يلًا  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri ظلما قدر الفتيل (Fitil kadar zulüm) şeklindedir.

Buradaki  فَت۪يلًا  kelimesi, senin iki parmak arasında yuvarlamış olduğun kire verilen isim olup, ism-i mef'ûl manasında olmak üzere, faîl vezninde gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

بَلِ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat sadece matufu, îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

يُزَكّ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  زكو ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ

Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.

Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrir ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ  , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası ...يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

اَلَمْ تَر  ifadesi pek çok yerde geçmiş, çoğunun da arkasından şart cümlesi gelmiş ve bu şartın cevabı zikredilmemiştir. Böylece okuyucunun uyanıklığı ölçülür. Soru şaşkınlık manası içindir. Görmek manasında üç fiil vardır: رَأَى ,نَظَرَ ,بَصَرَ . Bunların üçü de Kur’an’da geçer. Üçü de ‘gözle görmek ve düşünüp anlamak’ manasındadır.  رَأَى  fiili  إِلَى ile kullanılırsa, ‘gözle görmek’ manası vurgulanır. Mesela burada, nefsini temize çıkaran kişiyi şu anda görmüyoruz ama bu fiil kullanılmış. Bu; o kimseleri gözünle görmüş gibi biliyorsun, demektir.

 بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ

 

Cümle, öncesine idrâb harfi  بَلِ  ile atfedilmiştir.  بَلِ  atıf edatlarından bir tanesidir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.

Ayrıca cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Müşterek ism-i mevsûl  يُزَكّ۪ي , مَنْ  fiilinin mef’ûlü olup tevcih anlamı ihtiva etmektedir. Mevsûlü her zaman takip eden sıla cümlesi,  يَشَٓاءُ ’dur.

Cümlenin müsnedinin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eder. 

وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

Ayetin son cümlesi, takdiri  فهم يثابون ولا يظلمون (Onlara sevap verilir, zulmedilmez.) olan mahzufa atıftır. Menfi meçhul muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَت۪يلًا ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

يُزَكُّونَ - يُزَكّ۪ي  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Fiilin tef’il babında gelişi çokluk ifade eder. 

[Asıl Allah, -dilediklerini- temize çıkarır] ifadesi, itibar edilecek tezkiyenin, başkasının değil Allah’ın tezkiyesi olduğunu bildirmektedir. Çünkü tezkiyeye layık olanı bilen sadece O’dur. [Dilediklerini temize çıkarır] ifadesinin anlamı, arı duru ve tertemiz olduklarını bildiği ve bu sebeple o şekilde nitelediği ilâhî rızaya ermiş kullarını temize çıkarır, şeklindedir. [Onlara kıl kadar zulmedilmez] yani kendi kendilerini saf ve temiz görenler, bu fiillerinden dolayı hak ettikleri kadar cezalandırılırlar. Yahut Allah’ın temize çıkarmayı dilediği kimseler temizliklerinden dolayı mükâfatlandırılırlar, sevaplarından bir şey eksiltilmez. Bunun örneği şu ayette de geçmektedir: [… Öyleyse, kendi kendinizi temize çıkartmayın! Kimin sakındığını en iyi bilen O’dur çünkü.] (Necm 53/32) (Keşşâf)


Nisâ Sûresi 50. Ayet

اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟  ...


Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 انْظُرْ bak ن ظ ر
2 كَيْفَ nasıl ك ي ف
3 يَفْتَرُونَ uyduruyorlar ف ر ي
4 عَلَى karşı
5 اللَّهِ Allah’a
6 الْكَذِبَ yalan ك ذ ب
7 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
8 بِهِ bu (onlara)
9 إِثْمًا bir günah olarak ا ث م
10 مُبِينًا apaçık ب ي ن

اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ

 

Fiil cümlesidir.  اُنْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

كَيْفَ  istifham ismi hal olarak mahallen mansubtur.

يَفْتَرُونَ  cümlesi  اُنْظُرْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  يَفْتَرُونَ  merfû muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَفْتَرُونَ  fiiline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.  ه۪ٓ  zamiri lafzen mecrur, mahallen merfû olarak  كَفٰى  fiilinin failidir.

اِثْمًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.  مُب۪ينًا۟  ise  اِثْمًا  kelimesinin sıfatıdır.

مُب۪ينًا۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.


اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Soru ismi  كَيْفَ , haldir. İstifham üslubunda talebi inşâî isnad olan  كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ  cümlesi  اُنْظُرْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Cümlede  mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

يَفْتَرُونَ - الْكَذِبَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اُنْظُرْ  emri hayret ifade eder. يَفْتَرُونَ  muzari fiili devam ve süreklilik ifade eder.

كَيْفَ  sorusu şaşma ifadesi içindir.

 

وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْماً مُب۪يناً۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

اِثْمًا   temyiz,  مُب۪ينًا۟  onun sıfatıdır. Sıfat ve temyiz dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Kendini temize çıkarmak, şirk koşmanın arkasından gelmiş. Katmerli olmuştur.

اِثْمًا مُب۪ينًا۟  kelimesindeki nekrelik; tazim ve teksir ifade eder.

كَيْفَ  ile  كَفٰى  arasında cinas vardır.

Cenab-ı Hak,  وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْمًا مُب۪ينًا۟ [Bu apaçık bir günah olarak yeter] buyurmuştur. Arapça'da, medih ya da zem cihetinden tazim ifade etmek için  كَفٰى بِه۪ٓ [ona yetti] denir. Medih cihetinden kullanışa gelince bu, Cenab-ı Hakk'ın,  وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا [Gerçek bir dost olarak Allah yeter; hakiki bir yardıma olarak da Allah kâfidir.] (Nisa / 45) buyruğunda olduğu gibidir. Zem hususundaki kullanılışa gelince, bu da, bu ayetteki kullanılıştır.  اِثْمًا  ifadesi ise temyiz olduğu için mansubtur. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 51. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً  ...


Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَ görmedin mi? ر ا ي
3 إِلَى
4 الَّذِينَ kendilerine
5 أُوتُوا verilenleri ا ت ي
6 نَصِيبًا bir pay ن ص ب
7 مِنَ -tan
8 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
9 يُؤْمِنُونَ inanıyorlar ا م ن
10 بِالْجِبْتِ cibt’e ج ب ت
11 وَالطَّاغُوتِ ve tağut’a ط غ ي
12 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
13 لِلَّذِينَ için
14 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
15 هَٰؤُلَاءِ bunlar
16 أَهْدَىٰ daha doğru ه د ي
17 مِنَ -den
18 الَّذِينَ kimseler-
19 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
20 سَبِيلًا yolda(dırlar) س ب ل

“Kâfirler hakkında `Bunların yolu, müminlerin yolundan daha doğrudur’ derler.”

İbn-i İshak’ın, Muhammed b. Ebu Muhammed ve İkrime yolu ile Ebu Said b. Cubeyr’e dayanarak bildirdiğine göre Abdullah b. Abbas diyor ki:

“Kureyş, Gatafan ve Beni Kureyza kabilelerini müslümanlara karşı birleştirip savaşa sürükleyenler Hayy b. Ahtab, Selâm b. Hakık, Ebu Rafi, Rebü b. Hakık, Ebu Amir, Vehûh b. Amir ve Hevde b. Kasy adlı kişilerdi. Bunlardan Venûh, Ebu Amir ve Hevele Vailoğulları kabilesinden, öbürleri ise Nadiroğullari kabilesinden idi.

Bu yahudi heyeti Kureyş kabilesi ile görüşmeye gidince onlara beraberlerinde getirdikleri din adamlarını göstererek şöyle dedi; `Bunlar Yahudi hahamlarıdırlar. İlk kutsal kitabı iyi bilirler. Sorun onlara, sizin dininiz mi, yoksa Muhammed’in dini mi üstündür?’ Kureyşlilerin bu yoldaki soruları üzerine yahudi hahamları `Sizin dininiz Muhammed’in dininden daha üstündür. Sizin yolunuz Muhammed’in ve O’nun peşinden gidenlerin yolundan daha doğrudur’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine yüce Allah `Şu kendilerine kitaptan pay verdiklerimizi görmüyor musun…’ diye başlayan ve “… kendilerine büyük bir egemenlik bağışlamıştık” diye biten ayetler gurubunu indirdi.

Bu ayetlerde onlara lânet ediliyor, dünyada ve ahirette desteksiz ve yardımcısız kalmaya mahkûm oldukları bildiriliyordu. Çünkü onlar, Kureyş putperestlerine kendilerine destek sağlamak için gitmişler, bu sözleri de gönüllerini alıp taraftarlıklarını kazanmak amacı ile söylemişlerdi.

Nitekim Kureyşliler de yahudilerin bu isteklerini olumlu karşılayarak Hendek (Ahzab) savaşında onların tarafında müslümanlara karşı savaşa girdiler. Peygamberimiz bunlara karşı Medine çevresinde hendekler kazdırdı. Yüce Allah, onların kötülüklerine engel oldu, onları kinleri ile baş başa bıraktı, istedikleri sonucu elde edemediler. Yüce Allah savaşta ağırlığını müminlerden yana koydu. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstün iradelidir.

Gerçi yahudilerin “Putperest Kureyşlilerin dini Hz. Muhammed’in ve O’nun peşinden gidenlerin dininden daha üstündür; putperestlerin yolu, yüce Allah’ın kitabına (Kur’ân’a) ve Peygamberine inananların yolundan daha doğrudur” demeleri aslında hayret edilecek bir tutumdur; ama, yahudilere çok görülmez, onlar için normaldir. Onlar hak ile batıl arasında, doğru ile eğri arasında, doğrular ile eğriler arasındaki tutumu her zaman budur. Onların doyumsuz hırsları, yatışmaz arzuları ve dinmez kinleri vardır. Onlar hakkın ve hak taraftarlarının yanında hırslarına, arzularına ve kinlerine destek bulamazlar. Bu yoldaki desteği ve yardımı her zaman ancak batılın, eğrinin ve eğrilik taraftarlarının arasında bulabilirler. Hakkın ve hak taraftarlarının aleyhine geçip batılın ve eğrinin taraftarlarının lehine tanıklık etmelerinin sebebi budur.

Onların tutumu her zaman budur ve bu tutumun sebebi de her zaman geçerlidir. Bu yüzden onların “Kureyş putperestlerinin yolu, müminlerin yolundan daha doğrudur” demeleri kendi açılarından mantıklı ve normaldir, süpriz değildir.

Yahudiler aynı sözü bu günde söylüyorlar, yarın .da söyleyeceklerdir. Onlar günümüz dünyasının her yerindeki başarılı İslâmî hareketi, denetimleri altındaki propaganda ve yönlendirme araçları ile lekelerler; bu hareketleri gözden düşürüp kuvvet yolu ile ezmek isteyen batıl taraftarlarını olanca güçleri ile desteklerler. Tıpkı ilk İslâmî hareketi gözden düşürmek ve ezebilmek için putperest Kureyşlileri destekledikleri, kendileri ile güç birliği yaptıkları gibi.

(Fizilalil Kur’ân/Seyyid Kutub)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَرَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  إِلَى  harf-i ceriyle birlikte  تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا نَص۪يبًا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تُوا  damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  نَص۪يبًا  mef’ûlun bihtir.

مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru  نَص۪يبًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ  cümlesi  اُو۫تُوا ’deki naib-i failin hali olarak mahallen mansubtur. 

يُؤْمِنُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِالْجِبْتِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.  الطَّاغُوتِ  kelimesi  بِالْجِبْتِ ‘ye matuftur.


وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً

 

 

وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَقُولُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   

Mekulü’l-kavli,  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى ’dir. İsm-i işaret olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَهْدٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اَهْدٰى  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  اَهْدٰى ’ya müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  سَب۪يلًا  temyiz olup fetha ile mansubtur. 

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يباً مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ

 

Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.

Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrîr ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

تَرَ  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ  , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329) 
اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)

 

Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası olan  اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ  cümlesi  اُو۫تُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı tamamlayan tetmim ıtnâbıdır.

بِالْجِبْ , putlara ve Allah dışında tapınılan her şeye verilen bir isimdir.  الطَّاغُوتِ  ise “şeytan” demektir. (Keşşâf)

اَلَمْ تَر  ifadesi pek çok yerde geçmiş, çoğunun da arkasından şart cümlesi gelmiş ve bu şartın cevabı zikredilmemiştir. Böylece okuyucunun uyanıklığı ölçülür.

Soru şaşmak manasındadır.

Görmek manasında üç fiil vardır: راي , نظر , بصر . Bunların üçü de Kur’an’da geçer. Üçü de gözle görmek ve düşünüp anlamak manasındadır.  راي  fiili  اِلَى  ile kullanılırsa, gözle görmek manası vurgulanır. Bu; o kimseleri gözünle görmüş gibi biliyorsun demektir.

47. ayette [kitap verilenleri görmedin mi], buyurulmuştu; burada [kitaptan nasip verilenler] buyurulmuştur. Diğerine göre daha az bir kesimden bahsedilmektedir.

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا  [Bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır] cümlesinde istiare vardır. Gidişat; yola benzetilmiştir.

الْجِبْتِ - الطَّاغُوتِ  ve  اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ - كَفَرُوا  ve  يُؤْمِنُونَ - اَهْدٰى  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 

وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلاً

 

وَ ’la  يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ  cümlesine atfedilen bu cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَفَرُوا  mecrur mahalde ism-i mevsûl olan  لِلَّذ۪ينَ ’nin sılasıdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.  يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا  cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi, işaret edileni tazim amacına matuftur. 

Ayetteki ikinci mevsûlün sılası  اٰمَنُوا سَب۪يلًا ‘dir. Temyiz olan  سَب۪يلًا  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

 اٰمَنُوا - يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰمَنُوا  -  كَفَرُوا  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Günün Mesajı
Hazreti Ali Kur'ân'da en çok hoşuna giden ayetin Nisa 48 olduğunu söylemiştir. Bu ayet Allah'ın rahmetinin ve mağfiretinin ne kadar geniş olduğunu ifade eder. Allah kendisine şirk koşulmasından başka bütün günahları ile dilediği kişi için affeder. Rabbim bizleri gizli ve açık şirkten korusun, rahmet ve mağfiret ettiği kullarından kılsın. Amin.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hani geçenlerde bahsetmiştim. Bizim mahallenin bir delisi var demiştim. Bir süre uzaklara gitti, belki de asla geri gelmez diye konuşmuşlardı. Bu sabah sokağın başına gelince, baktım orada. Dudaklarımda tebessüm, başladım dinlemeye;

‘Rabbim! Döndüm, dolaştım ve yine Sana geldim. Huzurundan uzaklaştıkça, karanlıklarda sürüklendim. Kalbimdeki zikrini susturdukça, sessizliklerde boğuldum. Mutluluk için hangi dünyalığı istediysem, bende kalanı da götürdüğünü gördüm. Dostluk için hangi ölümlünün peşine düştüysem, yalnızlık şerbetini kendimle içtim. 

Parayla övgü satın alanlar varmış, dolaşırken gördüm. Günahlarına uygun kılıf diktirenler çoğalmış, alışverişte karşılaştım. Halbuki, Sensin dilediğini hakka ileten ve temize çıkaran. Varsın, bütün iltifatlar bana edilsin. Senin katındaki değersizliğimi gidermez. Varsın, hakaretlerin hepsi üzerime yağsın. Senin katındaki değerimi eksiltmez.

Dinledik ve itaat ettik!

Dilimizle söyledik. Kalbimizle tasdikledik. Amellerimizle güçlendirdik.

Dostluğu da, yardımı da, Senden istedik. Dostun güzeli de, merhametin güzeli de Sensin, iman ettik.

Allahım! Yalnız Senden ister, Sana yalvarırız. Yalnız Sana ibadet eder, Senden dileriz. Duyduğunu dinlemeyenlerden, baktığını görmeyenlerden, bildiğini anlamayanlardan olmaktan. Hakkı unutanlara ve Sana şirk koşanlara benzemekten, Sana sığındık.

Doğru yola iletilenlerden, temize çıkarılanlardan ve Allah katındaki hali güzelleşenlerden olmak duasıyla.’

Amin.

***

Bir elini gökyüzüne, diğer elini de toprağa doğru açıp dedi ki: Aleme dikkatle baktığın zaman, her yerde ve canlı cansız varlıklar arasında birçok muhabbet alışverişine şahit olursun. Bu yüzden, ruhunun iliklerine işlenen muhabbet ile her insan sevmek ve sevilmek ihtiyacındadır. 

Allah’ın adıyla ve rahmetiyle yaratılan insan büyür ve büyüdükçe de çabalamazsa eğer, hakikati unutur. Saf sevgilerini hırsa bürünerek yitirir. Kalpten doğan sevginin yerine, nefsin hevesleri yerleşir ve insan yalnızlaşır. 

Devamlı anne babasında, kardeşlerinde, eşinde, çocuklarında, akrabalarında ya da yolunun kesiştiği arkadaşlarında dost arayışına çıkar. Dünyalık zorluklardan dolayı sürekli doldurmaya çalıştığı içindeki boşluk ise büyümeye devam eder.

Hakiki Dost’tan uzaklaşan için geçici dostlukların çoğu hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Öyle ki, dünyalık dostundan ayıran ölüm bile olsa, o terk edilmişlik hissiyle boğuşur. Muhabbetlerin sahibi Allah’ı sevmedikçe diğer her şey yetersiz kalır.

Bazen, hakikatten uzaklaşmanın getirdiği acıyla içindeki boşluk o kadar canını yakar ki; yine de hakikate yaklaşmaktansa, dünyanın en pis karanlıklarının sevgisiyle kendisini uyuşturur. İşte o zaman, daha ayakları toprağa basarken, dünyasını kaybeder.

Allah’a teslim olan, O’nun sevgisi ve rızası için yaşayan bilir ki; dünyalık her şey gibi kayıpların, üzüntülerin ve tasaların tümü geçicidir. Bu bilgiyle, her yaşananın ardından kalbini bir huzur kaplar. Zira, gerçek dost ve yardımcı olarak Allah ona yeter. Böylece severken de, sevilirken de dünyalık eksikliklerin hepsi kaybolur gider.

Ey dostların ve yardımcıların, hakikisi ve kusursuzu olan Allahım! Dünyalık imtihanlardan şimdi kaçayım ya da istediğimi hemen elde edeyim derken, acele davranmaktan ve bu esnada huzuru, yanlış yerlerde arayanlar gibi gaflete düşmekten, Senin rahmetine sığınırız. Ey Allahım! Bizi, Seni kendisine dost ve yardımcı bilenlerden eyle ki; Senin izninle iki cihanda da mutmain kalbe sahiplerden ve huzura erenlerden olalım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji