24 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 52-59 (86. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 52. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ  ...


Onlar, Allah’ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 الَّذِينَ
3 لَعَنَهُمُ la’netlediği (insanlardır) ل ع ن
4 اللَّهُ Allah’ın
5 وَمَنْ kimi
6 يَلْعَنِ la’netlerse ل ع ن
7 اللَّهُ Allah
8 فَلَنْ
9 تَجِدَ artık bulamazsın و ج د
10 لَهُ onun için
11 نَصِيرًا (hiçbir) yardımcı ن ص ر

Rabbimiz Nisâ sûresinin bu âyetlerinde bizi bir grubun karşı­sında durdurdu, bize bir grup tanıttı ve ısrarla bizim onlara bakma­mızı, onlar üzerinde düşünmemizi, onları yakından tanımamızı istedi. Bunlar kendilerine kitap verildiği halde, Allah bilgisine ulaştırıldıkları halde Allah’a iman etmeleri gerekirken, Rablerinin istediği bir hayatı yaşamaları gerekirken, Allah’ı bırakıp da Allah berisinde birtakım cibt ve tâğutlara iman eden, bunları dinlemeye, bunlara ibâdet etmeye yönelen ve kâfirleri Müslümanlara tercih eden, menfaatleri sebebiyle kâfirleri Müslümanlardan daha Medenî, daha doğru yolda gören insanlardır. (Besairul Kur’ân-Ali Küçük)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , haber olarak mahallen merfûdur.

İsm-i mevsûlun sılası  لَعَنَهُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَعَنَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  


وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder.  يَلْعَنِ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  يَلْعَنِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

تَجِدَ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  لَهُ  car mecruru  نَص۪يرًا ’e müteallıktır.  نَص۪يرًا  kelimesi  تَجِدَ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihidir. Birinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri  أحدا (kimse) şeklindedir.  

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ


Cümle müstenefedir, fasılla gelmiş ayetin ilk cümlesi faide-i haber ibtidai kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. 

O Yahudilere, zikren yakın oldukları halde uzak için kullanılan (اُو۬لٰٓئِكَ / işte onlar) edatı ile işaret edilmesi, onların dalaletteki mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. Yani Allah Teâlâ, onları rahmetinden uzaklaştırıp tard etmiştir. Bu istînâf cümlesi, onların halini ve akıbetini beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

İşaret ismi, arkasından gelen şeyleri kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi-Vakafat, s. 119)

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bu kişilerin bilinen kişiler olduğunu işaret etmesi yanında, anılmalarının da kerih görüldüğüne işaret eder. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

İşte onlar Allah’ın lanet ettiği kişilerdir. Allah kime lanet ettiyse, onun için bir yardımcı asla bulunmaz. 

Lanet, Allah'ın yardımı keserek rahmetinden uzaklaştırması demektir ki bu da Allah'ın müminlere olan yakınlığının zıddıdır. Bundan sonra da Cenab-ı Hak, Allah'ın lanet ettiği bir kimseye hiçbir kimsenin yardım edemeyeceğini beyan buyurmuştur. Bu, Cenab-ı Hakk'ın tıpkı, ["... Hepsi de, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak... Nerede ele geçirilirlerse yakalanır ve öldürülürler de öldürülürler..."] (Ahzâb, 61) ayetinde olduğu gibidir. İşte bu lanet, mevcut ve tahakkuk eden lanettir. Ahiretteki lanete gelince, bu daha büyüktür. Bu da, "o günde hiç kimsenin hiç kimseye fayda verememesi ve emrin yalnız Allah'a mahsus olması" ile tahakkuk edecek olan bir lanettir. Bu ifadede, "Zıddın, zıt üzerine hamledilmesi kabilinden", Allah'ın Resulüne yardım, müminlere de takviye ve teyit vaadi bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يراًۜ

 

 

وَ  istînafiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  يَلْعَنِ اللّٰهُ  şart cümlesidir. 

فَ  karînesiyle gelen  فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يرًاۜ , cevap cümlesi olup faide-i haber talebî kelamdır.

مَنْ ’in haberi olan, şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber talebî kelamdır.

نَص۪يرًاۜ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder. ‘Hiçbir yardımcı’ manasındadır. Olumsuz  siyakta nekre, umum ifade eder. 

Cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Şart cümlelerinin fiilleri muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Bu ayet, o Yahudilerin, Kureyş'ten talep ettiklerini ebediyen bulamayacaklarını açıkça belirtir. (Ebüssuûd)

يَلْعَنِ - لَعَنَهُمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s- sadr  vardır.

Şart cümlesinde zamir yerine Allah isminin gelmesi mehabeti arttırmak içindir.


Nisâ Sûresi 53. Ayet

اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ  ...


Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 لَهُمْ onların var mı?
3 نَصِيبٌ bir payı ن ص ب
4 مِنَ -ten
5 الْمُلْكِ mülk- م ل ك
6 فَإِذًا öyle olsaydı
7 لَا
8 يُؤْتُونَ vermezlerdi ا ت ي
9 النَّاسَ insanlara ن و س
10 نَقِيرًا bir çekirdek zerresi bile ن ق ر

Çünkü bunlar cimridirler, Allah’ın kendilerine lütfettiği nîmetle­rine karşı çok nankör davranıyorlar. Allah kendilerine iman ve kitap nîmeti verdiği halde menfaatleri sebebiyle Müslümanlardan kaçıp kâfir ve müşrik dünya ile birlikte hareket etmeye çalışıyorlar. Ellerindeki kitaplarını tasdik ederek gelen Kur’ân’a ve son elçiye inanmıyorlar. Bu son elçiye verilen nîmetleri çekemiyorlar.

Halbuki Allah kendilerine de aynı nîmetleri vermişti. İbrahim (a.s) in oğlu Yâkub (a.s)’a kendilerini nisbet eden bu insanlara peygamberleri vasıtasıyla sayısız nîmetler lütfedilmişti. Mısır’da çok mutlu bir hayat yaşamışlardı. Sonra kendi amelleri sebebiyle özgürlüklerini yitirip köleleştirildikleri bir dönemde Mûsâ (a.s) ve Harun (a.s) rehberliğinde kölelikten kurtarılmışlardı. Allah onları çölün ortasında akla hayale gelmedik nîmetlerle doyur­muştu.

Sonra Dâvûd (a.s) ve Süleyman (a.s) döneminde gerçekten dünyanın en büyük nîmetlerine nail olmuşlardı. Ama eğer bu İsrâil oğulları yine Müslümanca bir hayata devam etmiş olsalardı, Allah’ın kendilerine gönderdiği Îsâ (a.s), Zekeriyya ve Yahya (a.s) döneminde de Müslümanlıklarını devam ettirebilselerdi ve son elçi geldiği zaman da ona iman etmiş olsalardı, Muhammed (a.s) in de mü’mini olarak Kur’-an’ın pratikte uygulayıcıları olsalardı elbette eski konumlarını ye­niden kazanacaklar ve Müslümanların içinde dünyanın en üstün in­sanları olma şerefini kazanacaklardı.

Ama ne yazık ki bu adamlar bunca nîmete sahipken, atalarının yolunu terk etmişler, Peygamberle­rinin getirdiği kitaplarının sistematik hayat tarzını reddetmişler, kendi kendilerine yahudilik diye bir yol ihdas etmişler, hıristiyanlık diye bir yol çıkarmışlar ve böylece yeryüzünde küfrün iki kanadını oluşturarak ataları İbrahim (a.s) in torunu olarak kendilerine gönderilen Muhammed (a.s)’a ve ona iman eden İsmail oğullarına hasetlerinden düşman olarak kâfir ve müşrik dünyayla birlikte hareket etmeye baş­lamışlar.(Besairul Kur’ân-Ali Küçük)

نَقْر kelimesi delmeye yol açacak şekilde vurmak demektir. نَقِير İse hurma çekirdeği üzerindeki yarık (hiç bir önemi olmayan, zerre kadar önemi olmayan). Bu önemsiz, değersiz şeyler için kullanılır. نَاقُور ise sûr demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nakarat, nakkâre ve mangırdır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi) Bu ayette hurmanın üzerindeki zar için kullanılmıştır.


اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ

 

اَمْ  Munkatı’ olup  بل  ve hemze manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نَص۪يبٌ  muahhar mübtedadır.

مِنَ الْمُلْكِ  car mecruru  نَص۪يبٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri;  إذا جعل لهم نصيب من الملك فإذًا (Onlara mülkten bir pay olduğunda hemen o vakit… ) şeklindedir. 

اِذًا  harfi, cevaptır.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْتُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  نَق۪يرًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يُؤْتُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ


اَمْ  munkatıa, yani  بل  ve istifham hemzesi manasındadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ ’un nekre gelişi kıllet ve nev ifade eder. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ  munkatıadır, hemzenin manası da Yahudilerin mülkün onlara döneceğine dair inançlarını ret ve inkârdır. [Eğer öyle olsa idi insanlara hurma çekirdeğinin çukuru kadar bir şey vermezlerdi] yani mülkten bir hisseleri olsa idi, kimseye  نَق۪يرًاۙ  kadar bir şey vermezlerdi ki o da çekirdeğin üzerindeki minicik çukurdur. Bu da onların ne kadar derin bir cimriliğe battıklarını gösterir. Çünkü onlar krallarken bunda cimrilik ediyorlar, ya bir de sefil fakirler oldukları zaman ne yaparlar? Mananın onlara mülkün kinaye ile verildiği ve onların da insanlara bir şey vermedikleri şeklinde olması da caizdir.  و 'dan yahut  فَ 'den sonra gelen  لَا , atıf manası dolayısıyla müfredi ortak etmek için gelirse, amel etmesi de etmemesi de caiz olur. Bunun içindir ki amel ettirerek nasb üzere  لَا يُؤْتُو  şeklinde okunmuştur. (Beyzâvî, Ebüssuûd)

الْمُلْكِ [Hükümranlık]tan maksat ya dünyadakilerin hükümranlığı ya da [Şayet siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla hepsini elinizde tutardınız!] (İsrâ 17/100) ayetinde geçtiği gibi Allah’ın hükümranlığıdır. Bunların cimriliğini daha iyi anlattığı ve Kur’an’daki benzeri ile örtüştüğünden, bu mana daha güzeldir.  بل  ve istifham hemzesindeki hemzenin, işbu dünyevî hakimiyetten kendilerine bir pay verilmesini yadırgama anlamında olması da caizdir. Tıpkı krallar gibi malları, bağları-bahçeleri, yüksek yüksek sarayları vardı. Ama sahip olduklarından hiçbirini hiç kimseye koklatmıyorlardı. (Keşşâf)

Son cümlede cimrilikteki aşırılıklarına tariz vardır. (Sâbûnî).

Buradaki istifham, vukuun inkârı için değil, vaktin inkârı için de olabilir. Yani yoksa onlar, hükümdarlar gibi büyük miktarda malların, bağ ve bahçelerin ve muhteşem sarayların sahipleri oldukları halde, insanlara bir çekirdek oyuğunu dolduracak kadar bir şey bile vermezler mi? Tıpkı babasına bakmayan zengin bir adama:

"Bu kadar servetin olduğun halde de mi babana bir şey vermiyorsun?" dendiği gibi. Buna göre ayetteki اِذًا  [O halde] kelimesi, inkar ve kınamayı kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Zira dünyadan nasip verilmesi, yardım sebebi olması gerekirken, onlar bunu yardımı uzaklaştırma sebebi yapmışlardır. (Ebüssuûd)


 فَاِذاً لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يراًۙ

 

فَ  mahzuf şartın cevabına gelen fasihadır. Takdiri;  إذا جعل لهم نصيب من الملك فإذًا [Mülkten bir nasipleri olsaydı..] olan şart cümlesiyle birlikte, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَق۪يرًاۙ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. 

Bu kelimenin aslı  نَقْر  kelimesinden olup, faîl veznindedir. Kendisinde bir oyuk bulunan oduna da oyulduğu için bu ad verilir.  نَقْر  kelimesi ise taşa ve başka şeylere  مِنْقَار  ile vurmaktır. مِنْقَار  balta gibi, kendisiyle taşların parçalanıp yarıldığı bir demir (keski, murç vb. şeyler)'dir. Gagasıyla vurup besinini yardığı için, kuşun gagasına مِنْقَار  isminin verilmesi de bundandır. Burada  نَق۪يرًاۙ  kelimesinin zikredilmesi bir temsil olup, maksat onların son derece cimri olduklarını anlatmaktır. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk'ın, [Fakat öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin arkasındaki minik bir tomurcuğu bile vermezlerdi] ifadesinde  اِذًا  kelimesi fiilden önce gelmiş, ama (amel etmesi gerekirken) amel etmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hak önceki ayette Yahudileri şiddetli bir cehaletle vasfetmiştir ki bu da onları "Puta tapanların, Allah'a ibadet edenlerden daha üstün olduğuna inanmalarıdır." Bu ayette de onları cimrilik ve haset etmekle vasfetmiştir. Cimrilik, bir kimsenin, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetlerden hiç kimseye hiçbir şey vermemesidir. Haset ise insanın, Allah'ın başka kimselere hiçbir nimet vermemesini temenni etmesidir. Binaenaleyh, cimrilik ile haset kendisinde bulunduğu kimseler, Allah'ın başkalarına nimet vermesini istememe hususunda müşterektirler. Buna göre cimri olan kimse, kendinde olan nimeti başkalarına vermez; haset eden kimse de, Allah'ın, başka kullarına hiçbir şekilde nimet vermesini istemez. İnsanın, "kuvvet-i âlime" (bilme kuvveti) ve "kuvvet-i âmile" (yapma kuvveti) diye iki kuvveti vardır. Kuvvet-i âlime'nin kemâli, ilim; noksanlığı ise cehalettir. Kuvvet-i âmile'nin kemâli, güzel ahlak; noksanlığı ise kötü ahlaktır. Noksanlık itibariyle kötü ahlakın en şiddetlisi de cimrilik ile hasettir. Bundan dolayı da önce zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 54. Ayet

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً  ...


Yoksa, insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 يَحْسُدُونَ kıskanıyorlar mı ح س د
3 النَّاسَ insanlara ن و س
4 عَلَىٰ yüzünden
5 مَا şeyi (vahiyleri)
6 اتَاهُمُ verdiği ا ت ي
7 اللَّهُ Allah’ın
8 مِنْ -ndan
9 فَضْلِهِ lutfu- ف ض ل
10 فَقَدْ oysa
11 اتَيْنَا biz verdik ا ت ي
12 الَ soyuna ا و ل
13 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
14 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
15 وَالْحِكْمَةَ ve hikmeti ح ك م
16 وَاتَيْنَاهُمْ ve onlara verdik ا ت ي
17 مُلْكًا bir mülk م ل ك
18 عَظِيمًا büyük ع ظ م
Hased: Hak edenin elindeki nimetin elinden alınmasını arzu etmektir. Bazen bu istekle beraber, onun elinden alınması için çalışmak da bulunur. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hased ve hasuddur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ

 

اَمْ  munkatı’ olup  بل  ve hemze manasındadır.  يَحْسُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يَحْسُدُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰيهُمُ  mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru ism-i mevsûlun mukadder aid zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  ما آتاهم إيّاه الله من فضله (Allah’ın fazlından ona verdiği) şeklindedir. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur. 


 فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً

 

فَ  ta’lîliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اٰتَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اٰلَ  mef’ûlun bih olup  fetha ile mansubtur.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَالْحِكْمَةَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْكِتَابَ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مُلْكًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  مُلْكًا ’in sıfatıdır.   

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ 

 

اَمْ  munkatıa, yani  بل  ve istifham hemzesi manasındadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ يَحْسُدُونَ  ifadesinde  أم  edatı  بل  ve istifham hemzesi anlamında olup, hasedi yadırgamak ve çirkinliğini göstermek amacıyla gelmiştir. Yahudiler, Allah’ın müminlere nasip ettiği zafer, galibiyet, izzetlerinin artması ve günden güne ilerlemelerinden dolayı Müslümanlara haset etmekteydi. (Keşşâf)

Haset, ancak bir fazilet (üstünlük ve fazlalık) bulunduğu zaman söz konusu olur. Binaenaleyh her ne zaman insan daha tam ve daha mükemmel bir fazilete ve üstünlüğe sahip olursa, ona haset edenlerin hasedi de o nisbette fazla olur. Dinî bakımdan en büyük makamın nübüvvet makamı olduğu malumdur. Yine Cenab-ı Hakk'ın, bunu Hz Peygamber (sav)'e verip, bu nübüvvete her gün gittikçe artan daha güçlü bir devlet, daha büyük bir şevket ve daha çok yardımcı nasip etmiş olduğu da malumdur. Bütün bunlar da büyük bir hasedi icap ettiren şeylerdendir.  (Fahreddin er-Râzî)

اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ  [Yoksa insanları kıskanıyorlar mı?] Cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. İnsanlardan maksat Hz. Muhammed (sav)'dir. Umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Burada, önceki ve sonraki bütün insanla­rın taşıdığı üstün vasıfların Rasulullah (sav)'de toplandığına işaret vardır.(Safvetü't Tefâsir, Fahreddin er-Râzî)

 

 فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً

 

فَ  ta’lîliyye,  قَدْ  tahkik harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Akabindeki aynı üslupla gelen cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.

فَقَدْ اٰتَيْنَٓا  cümlesinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Bu hususun önemini bildirmek için bu sanat kullanılmıştır. (Ebüssuûd)

فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا  [Muhakkak ki İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir saltanat (otorite) verdik] cümlesinde cem' ma’at-taksim vardır.

اٰتَيْنَٓا  fiilinin mükerrer olarak kullanılması lütuf ve ihsan makamının gereğidir. Bir de nübüvvet ile hükümdarlığın farklı şeyler olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الْكِتَابَ daki marifelik cins içindir. (Âşûr)

[Biz vermiştik] ifadesi, bildikleri bir şeyle, yani Allah’ın kitap ve hikmeti İbrahim hanedanına verdiğine ilişkin kendi bilgileriyle onları susturmaktadır. [İbrahim hanedanı] ki Peygamber (sav)’in selefleridir. Yani Allah’ın, onlara verdiğinin benzerini Peygamber (sav)’e de vermesi garip bir şey değildir. (Keşşâf)

Eğer vermek fiilinden maksat, gerek bizzat gerek bilvasıta vermeyi kapsayan genel bir mana ise- ki bu makama ve öncesine en uygun olan da budur; çünkü makablinde, insanlara lütûfta bulunulduğu belirtilmektedir- o takdirde Âl-i İbrahim'den murad, hepsidir. Çünkü nübüvvet ve hükümranlık verilmek suretiyle bazılarının şereflendirilmesi, hepsinin şereflendirilmesi demektir. Çünkü hepsi hükümranlık eserleriyle ilgilenmiş ve nübüvvet nurundan faydalanmıştır. (Ebüssuûd)




Nisâ Sûresi 55. Ayet

فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً  ...


Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمِنْهُمْ onlardan
2 مَنْ kimi
3 امَنَ inandı ا م ن
4 بِهِ O(Hak Kitabı)na
5 وَمِنْهُمْ onlardan
6 مَنْ kimi de
7 صَدَّ yüz çevirdi ص د د
8 عَنْهُ ondan
9 وَكَفَىٰ öylesine de yetti ك ف ي
10 بِجَهَنَّمَ cehennem
11 سَعِيرًا çılgın alevli س ع ر

فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ

 

فَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ بِه۪ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِه۪  car mecruru   اٰمَنَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  صَدَّ عَنْهُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

صَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَنْهُ  car mecruru     صَدَّ  fiiline müteallıktır.


وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.  جَهَنَّمَ , mecrur mahalde gayrı munsarif olduğu için mansub olarak gelmiştir. Mahallen merfu olarak  كَفٰى  fiilinin failidir.

سَع۪يرًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.


فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Aynı üsluptaki  وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ  cümlesi, tezayüf nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Cümledeki mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.

İnsanlar iman edenler ve yüz çevirenler olarak ikiye ayrılmıştır. Burada taksim sanatı vardır. Başka bir grup yoktur. 

فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪  cümlesiyle  وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اٰمَنَ  - صَدَّ  arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اٰمَنَ بِ fiilinin harf-i cerle ‘iman etmek’ manasını kazanması tazmin sanatıdır.

مَنْ اٰمَنَ بِ  [iman eden] - مَنْ صَدَّ عَنْ  [yüz çeviren] arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.

صَدَّ عَنْهُۜ  ibaresinde istiare vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir.

Cenab-ı Hak, ["İşte onlardan kimi ona iman etti, kimi de ondan yüz çevirdi"] buyurmuştur. Alimler buradaki (Ona) zamirinin kimi ifade ettiği hususunda ihtilaf edip, bazıları bunun Hz Muhammed (sav)'e râci olduğunu söylemiştir ki o zaman bunun manası, "Kendilerine kitaptan bir nasip verilen o Yahudilerden bir kısmı Hz Muhammed'e iman etti, bir kısmı da küfrüne ve inkârına devam etti" şeklinde olur. Bazı alimler de bu zamirin, daha önceki peygamberlere râci olduğunu söylemişlerdir ki buna göre de mana: "O peygamberlere nübüvvet ve hükümranlık nasip edilmesinin yanısıra, ümmetlerin onlara karşı âdeti, bir kısmının o peygamberlere iman etmesi, bir kısmının da küfründe ısrar etmesi şeklinde cereyan etmiştir. Binaenaleyh ‘’Ya Muhammed, bu topluluğun, üzerinde bulunduğu şu hale şaşma. Çünkü bütün peygamberlere karşı, ümmetlerinin durumu da böyleydi" şeklinde olur. Bu, Hz Muhammed (sav)'e, o kavimden gelen kötülüklere karşı daha sabırlı olsun diye, Allah'tan olan bir teselli olur. (Fahreddin er-Râzî)

 

  وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid olan  بِ  harfi, tekid ifade eder.  

سَع۪يرًا - بِجَهَنَّمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يرًا  ifadesinde mef’ûle isnad vardır.

سَع۪يرًا  kelimesinin nekreliği tazim ve teksir ifade eder. Bu cümle tehdit ve azaptan korkutmadır. (Âşûr)


Nisâ Sûresi 56. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً  ...


Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseleri
3 كَفَرُوا inkar eden(leri) ك ف ر
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
5 سَوْفَ yakında
6 نُصْلِيهِمْ sokacağız ص ل ي
7 نَارًا bir ateşe ن و ر
8 كُلَّمَا her ك ل ل
9 نَضِجَتْ piştikçe ن ض ج
10 جُلُودُهُمْ derileri ج ل د
11 بَدَّلْنَاهُمْ değiştireceğiz ب د ل
12 جُلُودًا derileri ج ل د
13 غَيْرَهَا başkasıyla غ ي ر
14 لِيَذُوقُوا tadsınlar diye ذ و ق
15 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
16 إِنَّ şüphesiz
17 اللَّهَ Allah
18 كَانَ ك و ن
19 عَزِيزًا daima üstündür ع ز ز
20 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Âyetlerimizi örtenleri, örtbas edenleri, âyetlerimizi gündemlerinden düşürenleri, âyetlerimizi yok farz edenleri, âyetlerimizden habersiz bir hayat yaşayanları işaret levhalârımızı kamufle ederek yollarına devam edenleri, uyarılarımıza aldırış etmeden burunları doğrusuna gidenleri ateşe sokacağız, ateşe yaslayacağız, cehenneme sallayıvereceğiz diyor Rabbimiz. Aman Allah’ım! Bizi böyle bir ateşle, bizi böyle bir cehennemle karşı karşıya bırakma! Bizi böyle bedbahtlardan kılma ya Rabbi! Kimmiş bunlar? Kimmiş bu cehennemin ashabı? Allah kendilerine hayatlarını düzenlesinler diye bir kitap gön­derdiği halde, Allah kendilerine yeryüzünde rahmet kapıları açtığı halde, Allah’ın âyetlerini örtüp örtbas edenler, hayatlarını Allah’ın âyetleriyle düzenlemeye yanaşmayanlar, sanki böyle bir kitap gel­memiş gibi hareket edenler, hayat programlarını Allah’ın kitabına sormadan ya­şayanlar, kitapsız bir hayattan yana olanlar, kitaplarıyla ilgilerini ke­senler.

Öyleyse anlıyoruz ki bir dönemler İbrahim (a.s) ile beraber ol­mak, bir dönemler İshak (a.s) ile, Yâkub (a.s) ile, Dâvûd (a.s), Süleyman (a.s), Mûsâ ve Îsâ (a.s) larla beraber olmak, bir dönemler Muhammed (a.s)’la beraber olmak, eğer bu beraberlik son döneme kadar, ölüme kadar gitmemişse hiçbir değer ifade etmeyecektir. Ön­ceki toplumlar için ilk peygamberden son peygambere kadar iman edilmedikçe bu iman kabul edilmeyeceği gibi bizim için de ölünceye kadar devam etmedikçe iman kabul edilmeyecektir. Allah bizden ölünceye kadar bir iman ve teslimiyet istiyor. Kıyamet kopuncaya ka­dar bütün peygamberlerin yolunu takip etmemizi istiyor. Hiçbir zaman bu yoldan ayrılma hakkına sahip değiliz. Evet özgürlüğümüz var, dile­diğimiz zaman bu yolu terk edip başka yollara gidebiliriz diyorlarsa bu ehl-i kitap o zaman cehennem onların gideceği yerdir. (Besairul Kur’ân-Ali Küçük)      


اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ

 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid -vurgu olurlar.

نُصْل۪يهِمْ  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

نَارًا  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  

 

كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ

 

كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  بَدَّلْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.  نَضِجَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

جُلُودُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا ‘dir.  بَدَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  بدّلنا جلودهم  şeklindedir.  جُلُودًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

غَيْرَ  kelimesi  جُلُودًا ’in sıfatıdır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يَذُوقُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel ,  لِ  harfiyle birlikte  بَدَّلْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

يَذُوقُوا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  عَز۪يزًا  lafzı  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  حَك۪يمًا  ise ikinci haberdir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ


İstînâf cümlesi fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedi, istikbal harfi  سَوْفَ ’nin dahil olduğu  سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ  cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Müspet muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir.

Burada ateşe yaslanmalarının sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder.  نُصْل۪يهِمْ  Bu kelimede, girdirmenin ötesinde fazladan bir mana vardır. Çünkü bu ifade, "Onları ateşte kebap ederim" demek gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

بِاٰيَاتِنَا  izafeti ayetlerin şanı içindir.

 

 كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ 

 

Hal cümlesi olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

نُصْل۪يهِمْ ’daki mansub zamirden hal olan cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.  نَضِجَتْ  şart fiilidir. Şartın cevabı olan  بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ  cümlesine dahil olan  لِ , cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  بَدَّلْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cildin en üst tabakasında acıyı hisseden sinirler vardır. Onlar yanınca acı hissi kaybolur. Acının devamlı olması için deriler yenilenir.

لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ  [Azabı tatsınlar] ifadesinde istiare vardır. Tatmak dil ile olur. Burada insanın başına gelen acı manasında kullanılmıştır. Tehekkümî  istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

Azabı duymanın azabı tatma biçiminde ifade edilmesi, azabın azlığını beyan için değil,

- fakat ateş azabına uğrayanların devamlı yanmakla duyarlılıklarında bir eksilme olmayacağını, her defasında azabı duymalarının yeni bir şeyi tatmak gibi tam olacağını,

- ya da azabın, bedene acı vermekle beraber yanı sıra bir tat da vereceğini bildirmek;

- veyahut azabın şiddetine dikkati çekmek içindir.

Çünkü tatma duyusu, duyuların en kuvvetlisidir yahut da bu azap acısının ruhun bütün derinliklerine işleyeceğine dikkat çekmek içindir.

Allah Teâlâ, cehennemde yananların derilerini değiştirmeden de azap acısını duyma hassasiyetlerini, olduğu gibi kalıcı kılmaya veya bedenlerini ateşe karşı korumaya muktedir olduğu halde onların derilerini değiştirmesindeki hikmet: insanın, cehennemde yanarken zamanla duyarlılığını kaybedeceğini ve bedenin yanıp kül olmaktan korunduğu gibi, elem ve azap duymaktan da bu suretle kurtulabileceğini vehmetmesi olabilir. (Ebüssuûd)


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin  dahil olduğu  كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin haberi olan عَز۪يزًا حَك۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında  muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda,  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

Azîzdir, bu cezaya kimse engel olamaz. Hakîmdir, bu cezada bir hikmet vardır. Cümle mütekellim zamiriyle başlayıp Allah ismiyle bittiği için iltifat sanatı vardır.

Bu cümle, kâfirlerin cehenneme sokulmalarının ve derilerinin tebdilinin illeti mahiyetindedir. Burada gaib üslubuna geçilerek ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, durumun korkunçluğunu ifade etmek, mehabeti artırmak ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Zira ulûhiyet unvanı, Allah'ın (cc) bütün kemâl sıfatlarının temelidir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah, Azîz ve Hakîmdir" buyurmuştur ki buradaki ‘Azîz’ vasfından maksat, Kâdir ve Gâlip olan; ‘Hakîm’ vasfından maksat da, ancak doğruyu yapan... zat kastedilmiştir. Bu iki kelimenin burada zikredilmiş olması, son derece güzeldir. Zira insanın kalbine, "İnsanın bu ateş içinde ebedî olarak kalabilmesi nasıl mümkün olabilir?" şeklinde hayreti mûcib bir sual gelebilir.. İşte bu durumda o kimseye sanki, "Allah Teâlâ'nın böyle bir şey yapması şaşılacak bir şey değildir. Çünkü O, bütün mümkinata Kâdir ve Gâlip olandır. Binaenaleyh, ateşin tabiatını izâle etmeye Kâdirdir.." denilmiştir.

Yine insanın hatırına "O, Kerîm ve Rahîm'dir; binaenaleyh, O'nun rahmetine, bu zayıf kula bu denli azap etmek nasıl uygun düşer?" sorusu gelebilir. İşte bu durumda da o kimseye, "O, Rahîm olduğu gibi, Hakîm'dir de. Hikmeti, bunu gerektirir" denilir. Zira âlemin nizamı, ancak asi ve günahkârları tehdit etmekle devam edebilir. Binaenaleyh, O'nun sözünün yalan olmadığının ortaya çıkması için, O'ndan sadır olan bu tehdidin mutlaka tahakkuk etmesi gerekir. Böylece, bu iki kelimenin burada zikredilmiş olmasının, son derece güzel ve yerinde bulunduğu sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 57. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً  ...


İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseleri
2 امَنُوا inanan ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 سَنُدْخِلُهُمْ sokacağız د خ ل
6 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
7 تَجْرِي akan ج ر ي
8 مِنْ -ndan
9 تَحْتِهَا altları- ت ح ت
10 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
11 خَالِدِينَ kalacaklardır خ ل د
12 فِيهَا orada
13 أَبَدًا sürekli ا ب د
14 لَهُمْ kendilerine vardır
15 فِيهَا orada
16 أَزْوَاجٌ eşler de ز و ج
17 مُطَهَّرَةٌ tertemiz ط ه ر
18 وَنُدْخِلُهُمْ ve onları sokacağız د خ ل
19 ظِلًّا bir gölgeye ظ ل ل
20 ظَلِيلًا (hiç güneş sızmayan) eşsiz ظ ل ل

Onlar ne soğuk ne sıcak tam kararında gölgelerin içindedir­ler. Evet çok rahat, onların üzerine bir cennet gölgesi, ama tam iste­nen bir gölge var. İstenilen biçimde sarkmış, ihtiyaca cevap verecek özellikte uzatılmış bir gölge. Uzakta değil, yaklaştırılmış, dünüv ka­zandırılmış, böyle insanla sanki içiçe olmuş, insanın içine nüfuz etmiş bir gölge vardır onlar için. Dünyada bile gölgenin rahatını biliyoruz.

Hani Rasûlullah bir gün: “İstifade ettiğiniz tüm nîmetlerden hesaba çekileceksiniz!” buyurunca, sahâbeden biri, üzerinde sa­dece göbeğine kadar avret yerlerini örten bir peştamaldan başka ma­lının olmadığını, ondan da hesaba çekilip çekilmeyeceğini sormuştu da, Allah’ın Rasûlü: Evet, sen de hesaba çekileceksin, çünkü gölge ve soğuk su buyurmuştu. Gölge büyük bir nîmettir gerçekten.

Yaz gününü düşünelim. Sıcak iklimleri düşünelim. Mekke, Me­dine'yi düşünelim, gölgenin ne anlama geldiğini o zaman anlayacağız. Cehennem ortamını yanında cennet ortamıdır âdeta gölge. Evet orada onlar için gölgeler vardır. Cehenneme yaslananlardan farklı bir hayat var onlar için. Rabbim bizi onlardan eylesin inşallah. (Besairul Kur’ân-Ali Küçük)

ظِلٌّ Gölge demektir. Ziyanın zıddıdır, izzet, güç ve zenginlik anlamlarında da kullanılır. ظُلَّة gölgeleyen bulut, bu kelime daha çok hoş olmayan ve kötü olan şeyler hakkında kullanılır. Çoğulu ظُلَل dir. İster iyi ister kötü olsun her türlü örtüye de ظِلٌّ denir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 33 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10 dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça Kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir.  وَ  atıftır. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ye matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

سَنُدْخِلُهُمْ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  سَنُدْخِلُهُمْ  fiilinin başındaki سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَنُدْخِلُهُمْ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır.  الْاَنْهَار  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.  اَبَدًا  zaman zarfı,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir. 


لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً

 

Cümle  جَنَّاتٍ ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  لَهُمْ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ف۪يهَٓا  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  اَزْوَاجٌ muahhar mübtedadır.  مُطَهَّرَةٌ  kelimesi  اَزْوَاجٌ ’un sıfatı olarak gelmiştir.

وَ  atıf harfidir.  نُدْخِلُهُمْ  muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ظِلًّا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ظَل۪يلًا  kelimesi  ظِلًّا ’in sıfatıdır.

مُطَهَّرَةٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.




وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

 

Ayet  اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  ayetine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Kâfirlerin kötü hallerinin beyanından hemen sonra müminlerin güzel hallerinin anlatılması, kâfirlerin üzüntüsünü ve müminlerin sevincini tamamlamak içindir. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Haber  olan …سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي  cümlesine dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.

جَنَّات  için sıfat cümlesi olan  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ , mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir.  جَنَّات , خَالِد۪ينَ ’den haldir Sıfat ve hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Bu ayeti kerimeyle önceki arasında mukabele vardır.

اٰمَنُوا - عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.


لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَل۪يلاً

 

Fasılla gelen ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muahhar müsnedün ileyh olan  اَزْوَاجٌ ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

"Orada, onlara tertemiz eşler vardır." Bundan murad, o zevcelerin hayızdan, nifastan ve her türlü dünyevî pislikten temizlenmiş olmalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَل۪يلًا  cümlesi bu cümleye atfedilmiştir. 

ظِلًّا , ظَل۪يلًا  için sıfattır. Bu kelimeler arasında ıtnâb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. (Safvetü't Tefâsir)

اَزْوَاجٌ  kelimesi belli bir cinsiyet ifade etmez. Çoğul olduğu için sıfatı müennes gelmiştir.

ظِلًّا  kelimesinin nekreliği ve yine aynı kökten bir sıfatla gelmesi tazim ve teksir ifade eder. 

Arap ülkeleri, son derece sıcaktır. Binaenaleyh gölge, onlara göre rahatlık vesile ve sebeplerinin en büyüklerindendir. İşte bu sebepten dolayı Cenab-ı Hak bu ifadeyi, rahatlıktan bir kinaye kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)




Nisâ Sûresi 58. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً  ...


Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 يَأْمُرُكُمْ size emreder ا م ر
4 أَنْ
5 تُؤَدُّوا vermenizi ا د ي
6 الْأَمَانَاتِ emanetleri ا م ن
7 إِلَىٰ
8 أَهْلِهَا ehline ا ه ل
9 وَإِذَا ve zaman
10 حَكَمْتُمْ hükmettiğiniz ح ك م
11 بَيْنَ arasında ب ي ن
12 النَّاسِ insanlar ن و س
13 أَنْ
14 تَحْكُمُوا hükmetmenizi ح ك م
15 بِالْعَدْلِ adaletle ع د ل
16 إِنَّ şüphesiz
17 اللَّهَ Allah
18 نِعِمَّا ne güzel ن ع م
19 يَعِظُكُمْ size öğüt veriyor و ع ظ
20 بِهِ onunla
21 إِنَّ doğrusu
22 اللَّهَ Allah
23 كَانَ ك و ن
24 سَمِيعًا işitendir س م ع
25 بَصِيرًا görendir ب ص ر

Emâneti emânet bilmemizi, emâneti sahibine vermemizi, emâ­neti emânetin sahibinin istediği gibi kullanmamızı istiyor Rabbimiz. Emânetle ilişkilerimizi emânetin sahibinin istediği şekilde ayarlama­mızı istiyor. Allah emânet olarak bize ne vermişse. Akıl mı verdi Allah emânet olarak? Sıhhat mı verdi? Zaman mı verdi? Mal, mülk, fırsat, imkân mı verdi? Ev, araba, arsa mı verdi? Evlât mı verdi? Hanım mı verdi? Veya din mi gönderdi? Kitap, peygamber mi gönderdi? İrade mi verdi emânet olarak? Bunların tümünü emânetin sahibinin razı ol­duğu yerlerde kullanarak emânetlerimizi yerine getirmemiz isteniyor. Öyleyse burada anlatılan emâneti iki türlü anlıyoruz:

a- Bu emânet Ahzâb sûresindeki emânettir.

“Doğrusu Biz, emâneti (sorumluluğu) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çe­kin-mişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan onu yüklenmiştir.”

(Ahzâb 72)

Emânet işte bu âyette anlatılan emânettir. Yâni âyetin ifade etti­ğine göre emânet tekâlif-i İlâhiyedir. Dindir, imandır, hidâyettir, Kur’-andır, sünnettir, candır, bedendir, iradedir. Allah’ın bize emânet ettiği şeylerdir. Meâric sûresinin ifadesine göre namazcılar bu emâ­netlere riâyet ederler. Bu emânetlere sahip çıkarlar. Bu emânetlerle ilişkilerini Allah’ın istediği biçimde ayarlarlar. Bu emânetlere asla hıya­nette bu-lunmazlar. Bunları zayi etmezler.

Bakara emânet size, Âl-i İmrân emânet, Nisâ, Mâide, Zuhruf, Câsiye Hadîd emânet size. Allah için meselâ Câsiye’yi nerede kullan-dınız bugüne kadar? Biliyor musunuz bu sûreyi? Var mı sizin kitapta böyle bir sûre? Zümer’i nerede harcadınız? Yâsîni nereye yerleştirdi-niz? Eh yerinde duruyor işte, emânet sandığına yerleştirdik, elli yıldır bekliyor mu? Eyvah!

b- Bir de emânet, insanların kendi aralarında birbirlerine emâ­net ettiği, emânet verdiği şeylerdir. Hattâ bu mânâda kâfirin emâneti­dir de. İşte buna karşı da riâyetkar davranmamız, nezih davranmamız isteniyor. Emânet sahiplerine karşı sahtekârlık yapmamamız, hıya­net-te bulunmamamız isteniyor.

Evet emânetlere dikkat edelim inşallah. Bakın A’râf sûresinde Rabbimiz buyurur ki:

“Pek az şükrediyorsunuz”

(A’râf 10)

Ne kadar da az şükrediyorsunuz? Bütün bunları, Allah’ın size verdiği bütün bu emânetleri ne kadar da az kullukta kullanıyorsunuz? Ne kadar da az yerinde kullanıyorsunuz? diyor Allah. Bugün meselâ sabahtan akşama kadar ağzınızı nerelerde kullandınız? bir düşünün. Ağzınızı hep paradan puldan, işten aştan söz etmede mi kullandınız? Yoksa Allah’ın vahyinin sözcülüğünde mi kullandınız? Kimilerimiz san-ki üzerinde böyle bir ağız nîmeti yok da, tatmış gibi efendim ben nasıl becereyim vahiy anlatmayı? diyor.

Bakın Rasûlullah Efendimiz bana dedi ki: Size de dedi mi? Bil-mem. Çünkü ben gidip sorduğum için bana dedi, siz de gidip sorduy-sanız size de demiştir. Ama ömrünüzde bir defa gitmemişseniz deme-miştir tabii. Kim Kur’ân okurken, Kur’ân anlatırken zorlanırsa ona iki sevap vardır diyor peygamberim. Yâni şimdi sen benim kadar rahat okuyamıyor musun? Veya çocuklarına onu anlatırken benim kadar ra-hat anlatamıyor musun? Al sana iki sevap. Ne kadar güzel değil mi? Birisi okumanın, anlatmanın sevabı, ötekisi de zorlanmanın sevabı. Öyleyse ne duruyoruz? Niye bu emâneti sahibine iade etmeye koş­muyoruz? Neden bu ağızlarımızı vahyin sözcülüğünde kullanarak e-mânetin sahibine teslim etmiyoruz?

İnşallah Allah’ın size verdiği birkaç emânetten daha söz ede­lim, ondan sonra âyetin devamına geçelim. Vakit emâneti ve mal, can emâneti, ömür emâneti, eylem emâneti. Acaba onları ne ettiniz? Ne­relerde tuttunuz? Allah, verdiği tüm emânetler konusunda basîret ver­sin bize, yolunda kullanma imkânı lütfetsin inşallah.

Demek ki aile emânettir, din emânettir, hayat emânettir, mal mülk emânettir, Kur’ân sünnet emânettir ve bunlar ehline verilecek. Emâneti yerinde kullanmak zorundayız.(Besairul Kur’ân-Ali Küçük)

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismidir.

يَأْمُرُكُمْ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَأْمُرُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَأْمُرُكُمْ  fiiline müteallıktır.

تُؤَدُّوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْاَمَانَاتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

اِلٰٓى اَهْلِهَا  car mecruru  تُؤَدُّوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُؤَدُّوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  أدي ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

حَكَمْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı,  حَكَمْتُمْ  fiiline müteallıktır.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri  يأمركم (Size emreder) şeklindedir.

تَحْكُمُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْعَدْلِ  car mecruru  تَحْكُمُوا  fiiline müteallıktır.


 اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur. 

نِعِمَّا  camid fiil olup medih fiillerindendir.  نِعْمَ ’nin faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مَا nekre-i mevsûfedir.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  نعم الشيء شيء يعظكم  şeklindedir.

يَعِظُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِه۪  car mecruru  يَعِظُكُمْ  fiiline müteallıktır.   

نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪  ifadesindeki  مَا , ya  يَعِظُكُمْ بِهِ  ile tavsif edilen mansub bir kelimedir ya da ism-i mevsûl olmak üzere merfû‘dur, sılası da yine  يَعِظُكُمْ بِهِ ’dir. Adeta “Ne güzel şeydir Allah’ın size öğüt verişi!” yahut “Ne güzeldir Allah’ın size öğüt olarak verdiği şey!” buyrulmuş olmaktadır. Medhin mahsusu hazfedilmiş olup şu anlamdadır:  نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ذَاكَ [Allah’ın size verdiği bir öğüt olarak ne güzel bir şeydir bu!] -Yani emanetleri eda etme ve adaletle hükmetme [öğüdü].- (Keşşâf)

نِعِمَّا  övgü için kullanılan bir kelimedir. Aslı  نِعْمَ مَا  şeklindedir. Daha sonra iki  مَ birbirine idgam edilmiştir. İbn Kesîr, Hafs rivayetine göre Âsım, Verş rivayetine göre Nâfi  ن  ve  ع  harflerini kesreyle okumuştur.  نِعْمَ ’deki  ن  önceden de kesreliydi. Birinci  مَ ‘in ikincisi ile idgam edilmesinden dolayı iki sakin harf [ عِ ve idgam edilen مَ ] yan yana gelince  عِ harfinin harekelenmesi gerekmiş ve  ن ’un harekesini [kesre] almıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 


 اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir هو zamiridir.  سَم۪يعًا  lafzı  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. بَص۪يرًا  ise ikinci haberdir.


اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ

 

Bu ayette müminlere, bütün işlerde yani ister mezhep ve din işlerinde, isterse dünya ve muamelat hususlarında olsun, emanetlerine riayet edip bihakkın eda etmelerini emretmiştir. Yine Cenab-ı Hak, bir önceki ayette iman edip salih amel işleyenler için büyük bir mükâfaattn bulunduğunu zikredip emanete riayet de salih amellerin en başta gelenlerinden biri olunca, işte muhakkak ki Cenab-ı Hak bu ayette onu emretmiştir.  (Fahreddin er-Râzî)

Emanet: Aslında insanın emin (güvenilir ve itimat edilen kimse olması) yani kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gönül rahatlığı ile korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman eksiksiz alınabilir bir şekilde bulunması anlamına masdar ve kısaca masdar olduğu gibi insanın emin olma durumuna, gerek Allah ve gerek insanlar tarafından herhangi bir şekilde bırakılmış olan şeye de ism-i mef’ûl manasına gelen masdarın ismi olmuştur ki burada emanet bu manadadır. Ve bunların sahiplerine verilmesi ile insanlığın, Allah'ın bir emaneti olan şeref ve namus emanetinin korunması emredilmiştir.  İnsan, Allahu Teâlâ'nın emanetini taşıyan bir emini, bir vekili olmayı üstüne alan yegâne yaratıktır ki bu sayede diğer yaratıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etmeye güç yetirebilir. Bu sayededir ki insanlar da birbirinden emin olarak birbirlerine karşılıklı olarak ve sıra ile birçok hakları ve emaneti bırakırlar. İşte insanlar, gerek Allah'a ve gerek kullara karşı emanetle ilgili bu şereflerini ne kadar güzel korurlar ve emaneti ne derece yerli yerine koyabilirlerse o oranla değer ve iyiliklerini artırmış bulunurlar ve bu şekilde Allah'ın devamlı gölgesine (himayesine) girerler ve halk arasında açıktan ve gizli olarak etkili bir hakimiyet şerefini elde etmiş olurlar. (Elmalılı)

Fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

اَنْ  ve müspet muzari fiil sıygasındaki cümle masdar teviliyle  يَأْمُرُكُمْ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ   [Muhakkak ki Allah size emanetleri sahibine vermenizi emreder] cümlesi emrin yüceliğini ifade etme ve emre sarılmaya teşvik için haber şeklinde gelmiş bir emirdir ve gerçekleştirilmesi için  اِنَّ  ile tekid edilmiştir. (Sâbûnî) 

اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ  [… emanetleri ehline vermenizi…] hitabı, her tür emanete ilişkin herkesi kapsamaktadır. Ayetin, emanetleri ehline vermeleri ve adaletle hükmetmelerine ilişkin yöneticilere hitap olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

تُؤَدُّوا  mecazdır, (الِاعْتِرافِ و) (الوَفاءِ) itiraf ve bir şeye vefa göstermek anlamındadır.  (Âşûr)


وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ 

 

وَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ  şart manası olan zaman zarfının muzâfun ileyhidir. 

اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri  يأمركم  [size emrediyor] olabilir.

اَنْ  ve masdar-ı müevveli olan  تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ  cümlesi, önceki masdar-ı müevvele matuftur.

Emanet, başkasının sende bir hakkı bulunup, senin de o hakkı sahibine vermenden ibarettir. Adaletle hükmetmek ise bir insanın başkası üzerinde bir hakkı olup, senin de, üzerinde hak bulunan kimseye o hakkı sahibine vermesine hükmetmenden ibarettir. Menfaatları celb, zararları def etme hususunda doğru olan sıralama, önce insanın kendisinden başlaması, sonra başkası ile meşgul olması şeklinde olunca, bundan dolayı Cenab-ı Hak önce emanetle ilgili işi zikretmiş, daha sonra da adaletle hükmetmeyi getirmiştir. Bu ne güzel bir tertip! Çünkü Kur'an'ın inceliklerinin çoğu, bağ ve sıralamalar içine yerleştirilmiştir.  (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ

 

Fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden, faide-i haber inkâri kelamdır.

Cümlenin müsnedi gayrı talebî inşâ cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medih fiili olan  نِعِمَّ ’nin mahsusu mahzuftur.

 اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ  [Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor] yani öğüt verdiği şey ne güzeldir.  نِعِمَّا 'nin mahsus bi’l-medhi mahzuftur, o da emanetlerin ödenmesi ve hükümlerde adalet edilmesi gibi emredilen şeylerdir. (Beyzâvî)

نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪  ifadesinde  مَا, ya  يَعِظُكُمْ بِهِ  ile tavsif edilen mansub bir kelimedir ya da ism-i mevsûl olmak üzere merfûdur, sılası da yine  يَعِظُكُمْ بِهِ ’dir. Adeta “Ne güzel şeydir Allah’ın size öğüt verişi!” yahut “Ne güzeldir Allah’ın size öğüt olarak verdiği şey!” buyrulmuş olmaktadır. Medhin mahsusu hazfedilmiş olup şu anlamdadır:  نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ذَاكَ [Allah’ın size verdiği bir öğüt olarak ne güzel bir şeydir bu!] -Yani emanetleri eda etme ve adaletle hükmetme [öğüdü].- (Keşşâf)

نِعِمَّا  isim fili,  (نِعْمَ)  ve  مَا ‘dan oluşmuştur. İki sakin harf yanyana gelince ayın harfi kesre ile harekelenmiştir. (Âşûr)

 

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً

 

Allah, duyulan ve görülen şeyleri en iyi bilip, sizden südur eden şeye göre size karşılığını verecek olandır" demektir. Bu ifadedeki bir başka incelik de şudur: Allah Teâlâ bu ayette, adaletle hükmetmeyi ve emanetleri yerine getirmeyi emredince, "Şüphe yok ki Allah, hakkıyla işitir, hakkıyla görücüdür" buyurmuştur. Yani, bu "Adaletle hükmettiğin zaman O, duyulabilen her şeyi duyandır. Senin bu hükmünü de duyar; emaneti yerine getirdiğinde de O, görülebilen her şeyi görendir; bunu da görür!" demektir. Hiç şüphesiz bu da, itaat eden kimse için vaad sebeplerinin; isyan eden kimse için vaîd ve tehdit sebeplerinin en büyüğüdür. (Fahreddin er-Râzî)

Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin  dahil olduğu  كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin haberi olan  سَم۪يعًا بَص۪يرًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında  muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)

Bu cümlede önceki ayete uygun olarak ‘emrederiz’ değil de ‘Allah emreder’ buyurulmuştur. Allah isminin zikri mehabetullah içindir.

يَأْمُرُكُمْ - يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ ve بَص۪يرًا - سَم۪يعًا  kelime grupları arasında muraatun nazir vardır.

نِعِمَّا  kelimesi نِعْمَ ما  demektir.  

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 59. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟  ...


Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden(ler) ا م ن
4 أَطِيعُوا ita’at edin ط و ع
5 اللَّهَ Allah’a
6 وَأَطِيعُوا ve ita’at edin ط و ع
7 الرَّسُولَ Elçiye ر س ل
8 وَأُولِي ve sahibine ا و ل
9 الْأَمْرِ buyruk ا م ر
10 مِنْكُمْ sizden olan
11 فَإِنْ eğer
12 تَنَازَعْتُمْ anlaşmazlığa düşerseniz ن ز ع
13 فِي hakkında
14 شَيْءٍ herhangi bir şey ش ي ا
15 فَرُدُّوهُ onu götürün ر د د
16 إِلَى
17 اللَّهِ Allah’a
18 وَالرَّسُولِ ve Elçiye ر س ل
19 إِنْ eğer
20 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
21 تُؤْمِنُونَ inanıyor ا م ن
22 بِاللَّهِ Allah’a
23 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
24 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
25 ذَٰلِكَ bu
26 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
27 وَأَحْسَنُ ve daha güzeldir ح س ن
28 تَأْوِيلًا sonuç bakımından da ا و ل

Riyazus Salihin, 667 Nolu Hadis

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üzerinize tâyin edilen yönetici, başı kuru üzüm gibi siyah bir köle de olsa sözünü dinleyip kendisine itaat ediniz.”

Buhârî, Ezân 54, 56, Ahkâm 4. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 39

Riyazus Salihin, 664 Nolu Hadis

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece, sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.”

Buhârî, Ahkâm 4, Cihâd 108; Müslim, İmâre 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 87; Tirmizî, Cihâd 29; Nesâî, Bey’at 34; İbni Mâce, Cihâd 40


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ

 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اَط۪يعُوا اللّٰهَ ’dır.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَط۪يعُوا الرَّسُولَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اُو۬لِي  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى dir.  الْاَمْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  اُو۬لِي الْاَمْرِ ’in mahzuf  haline müteallıktır.   


فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ


فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَنَازَعْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪ي شَيْءٍ  car mecruru  تَنَازَعْتُمْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  رُدُّوهُ  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  رُدُّوهُ  fiiline müteallıktır.

الرَّسُولِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la lafza-i celâle matuftur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تُؤْمِنُونَ  fiili  كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen mansubtur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.  الْيَوْمِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri  فردوه إلى الله şeklindedir.

تَنَازَعْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  نزع ’dir. Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür (görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (faale babına ait bir fiilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar

ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟

  


İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  اَحْسَنُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  خَيْرٌ ’e matuftur.  تَأْو۪يلًا۟  temyiz olup fetha ile mansubtur.

اَحْسَنُ - خَيْرٌ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ

 

Allah Teâlâ, bundan önce amirlere, yetkinlere, genel ve özel olarak, hakları gerçek sahiplerine vermelerini emir buyurduktan sonra burada da diğer insanlara onlara itaati emretmektedir. Ancak mutlak olarak değil, fakat Allah ve Resûlüllah'a (sav) itaati çerçevesindedir.

Burada Müslümanlardan olan ülü'l-emrden maksat, Hulefa-i Raşidin ile onların yolundan giden hakka bağlı hükümdarlar ve adil amirlerdir. Zalim hükümdarlar ise Allah ve Resûlüllah'tan (sav) sonra kendilerine itaat edilmek hakkından çok uzaktırlar. (Ebüssuûd)

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اَط۪يعُوا اللّٰهَ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabına atfedilen وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kuran-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

Bu inşa cümleleri irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

Allah'ın müminlere yönelerek "Ey müminler!" diye seslenmesi, onlara bir iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefâsir) 

Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı (önemli bir yeri olduğu) konusunda uyarmak içindir. Sonra  أَیّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılası اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Resûl ile birlikte itaat etme fiilinin tekrarı bunların farklı olduğuna dikkat çeker.

Dikkate değer kayıtlardan birisi de müminlere hitap edilerek ‘sizden’ kaydıdır ki manası apaçıktır. Müminlerden olmayan idarecilere itaat etmek dinen vacib kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir anlaşmaya riayet etmek söz konusu olacaktır. Fakat itaat etmenin vacib olmamasından mutlaka isyan etmenin gerekli olduğunu anlamaya kalkışmamalıdır. İtaatin vacib olmaması, isyan etmenin vacib olmasını gerektirmeyeceğinden itaat mecburiyetinde bulunmamakla, isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. İsyan hakkı başka, isyan etme vazifesi yine başkadır. (Elmalılı)

Bu ayet, usûl-ü fıkıh ilminin ekseri kaidesini ihtiva eden çok yüce bir ayettir. Zira fukaha, şeriatın aslının dört olduğunu; bunların da Kitap, sünnet, icmâ ve kıyas olduğunu söylemişlerdir. Bu ayet de, aynı sıraya göre bu dört aslın varlığının izahını ihtiva etmektedir. Kitap ve sünnete, Cenab-ı Hak "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere... itaat edin" sözüyle işaret etmiştir. "ve sizden olan emir sahiplerine de..." ifadesi, bize göre icmâ-i ümmetin hüccet olduğuna delalet etmektedir.  Ayetteki "Eğer bir şey hakkında çekişirseniz, onu Allah'a ve peygambere götürün... "emri, bize göre kıyasın bir hüccet olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ

 

Nidanın cevabına  فَ  ile atfedilen bu cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ  şart,  فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ  cevap cümlesidir. 

Ayetteki ikinci şart cümlesi  اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlenin öncesinin delaletiyle takdiri  فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ  olan şartın cevabı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Allah’a ve Rasûlüne götürmek aslında hükme, sünnete götürmek demektir. Mecaz-ı mürselden sebebe isnaddır.

Allah ve Resûl isimlerinin tekrarı; zihne yerleştirmek, mehabet hissettirmek ve lezzetlenmek içindir.

"Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız" şartı, anlaşmazlığı çözmek için verilen emirle bağlantılıdır. Zira muhalefetten sakındırmaya muhtaç olan odur. Yani eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, artık o anlaşmazlığı Allah'ın Kitabına ve Resûlüllah'ın Sünnetine götürün. Çünkü onlara iman, bunu gerektirir. Allah Teâlâ'ya imanın bunu gerektirmesi zaten açıktır. Kıyamet gününe iman da bunu gerektirir. Çünkü bu emre muhalefetten dolayı kıyamette azap vardır. (Ebüssuûd)


ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً۟

 

 

Fasılla gelen cümle şart için ta’lîl mesabesindedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedin  ذٰلِكَ  ile işaret edilmesi önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir.

Bu cümlede işaret ismi ile Allah’ın emirlerine işaret edilmiştir. Hissî şeyleri işaret etmekte kullanılan işaret isimleri hissî olmayan şeyler için kullanıldıklarında istiare olur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. Ayette işaret edilen hayır ve güzellik, sanki gözle görülür elle tutulur bir şey yerine konarak önemi vurgulanmıştır.

İşaret ismi, arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi,  Vakafat, s. 119)

تَأْو۪يلًا۟  temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır.

اٰمَنُٓوا - تُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَط۪يعُوا - الرَّسُولَ - اللّٰهِ  kelimelerinin tekrarında ise ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَيْرٌ - اَحْسَنُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Tevil etmek yorumlamak değil, bir işin sonunun ne olacağını söylemektir.  أْولً lügatta aslına döndürmek demektir. Rüyayı tevil ederek aslında nasıl sonuçlanacağı söylenir.

اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ  [Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız…] ifadesinin zahiri, Allah ve Resulüne itaat etmeyen kimselerin mümin olmamasını gerektirir. Bu da günahkâr kimsenin imandan çıkmış olmasını gerektirir; ancak ne var ki bu ifade tehdide hamledilmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟  [Bu, hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir] buyurmuştur. Yani, "Bu ayette size emretmiş olduğum o şey, sizin için daha hayırlı ve netice bakımından da daha güzeldir" demektir. Çünkü  تَأْو۪يلً , "bir şeyin kendisine döndüğü yer, onun mercii" ve "neticesi" manasından ibarettir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu emredilen Kitap ve Sünnete başvurma, sizin için hayırlı, maslahatlı ve haddi zatında netice bakımından da daha güzeldir. Kendileri için hayırlı olma, netice itibariyle güzel olmadan daha önce zikredilmiştir. Çünkü onlar, daha çok menfaatin peşin olanına bakarlar. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
Kur'ân-ı Kerim'in ilmi mucizelerinden birisi de 56. âyet-i kerimede cehennem ateşinde pişmelerinden sonra derileri başka derilerle değiştirmeye işaret buyurmasıdır. Böylelikle onların azabı tatmaları ve sonsuza kadar acı duymaları murad edilmiştir. Bunun sebebi ise insanda duyu merkezinin derinin üzerinde yayılmış bulunan duyu sinirlerinin olmasıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, belli bir yaştan sonra ergenlerin bazı hallerinden bunalır ve saçma bulur. Ancak, aslında kendisi, kaç yaşına gelirse gelsin. Özellikle dini meselelere, bir ergen gibi yaklaşmaya devam eder. Emredildiği gibi yeterince düşünmeye yanaşmaz. Kulaktan dolma bilgilerle, yanlışlarında ısrar eder. Dini prensiplerine uymayan akımların peşine takılır. Başkasının, hatasını düzeltmesinden hoşlanmaz. Dindarlığını kuvvetlendirecek tavsiyelere burun kıvırır. Kime ne gibi tavırların arkasına saklanır. Sadece kendisini mutlu eden şeylerle oyalanmak ister.

Ergen tavırlı bir çok insan, cennet hayatını en güzel şekilde hayal ederken. Cehennem cennete kıyasla daha önemsiz, daha basitmiş gibi bir izlenime kapılmayı seçer. Bazısı daha da ileri giderek şarkılarda ve şiirlerde, sevdiği için cehenneme bile girmeyi göze alacağını söyler. Sevdiği olmadan hissettiği duyguları, cehennem azabıyla kıyaslayacak kadar gaflete düşmüştür. Halbuki, Kur’ân-ı Kerim’i, düşünerek okuyan her kul, gerçeğin hiçte öyle olmadığının bilincindedir. Cehennemde de bir hayat yaşanacaktır. Öyle bir hayat ki, her zerresine ve içinde yaşanan her şeye dinmek bilmeyen bir acı işlenmiştir. Öyle bir acı ki, kendisinden kaçış yoktur. Öyle bir yalnızlık ki, hiç yardımcısı yoktur. Öyle bir hal ki, umuda dair tek bir iz bile yoktur.

Allahım! Girenin unutulduğu, rahmetinin hissedilmediği, acının tükenmediği, kurtuluşun olmadığı, selamının işitilmediği, susuzluğun ve açlığın giderilmediği Cehennem hayatından Sana sığınırız.

Allahım! Cehennemin kokusunu almadan ve sıcaklığını hissetmeden, Cennetliklerin selamını alarak Cennetine giren kullarından olmamızı nasip et.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji