بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | يَزْعُمُونَ | zanneden(leri) |
|
6 | أَنَّهُمْ | sadece kendilerinin |
|
7 | امَنُوا | inandıklarını |
|
8 | بِمَا | şeylere |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | وَمَا | ve şeylere |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكَ | ve senden önce |
|
15 | يُرِيدُونَ | istiyorlar |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | يَتَحَاكَمُوا | hakem olarak başvurmak |
|
18 | إِلَى |
|
|
19 | الطَّاغُوتِ | tağuta |
|
20 | وَقَدْ | oysa |
|
21 | أُمِرُوا | emredilmişti |
|
22 | أَنْ |
|
|
23 | يَكْفُرُوا | inkar etmeleri |
|
24 | بِهِ | onu |
|
25 | وَيُرِيدُ | ve istiyor |
|
26 | الشَّيْطَانُ | Şeytan da |
|
27 | أَنْ |
|
|
28 | يُضِلَّهُمْ | onları saptırmak |
|
29 | ضَلَالًا | sapkınlıkla |
|
30 | بَعِيدًا | iyice |
|
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında 5-6 olay nakledilir. Önemli olan; bir anlaşmazlık durumunda nereye baş vurulacağı ve kimden hüküm isteneceğidir. Burada bir kınama söz konusudur. Münafıklardan bahsedilmektedir. Bir münafıkla bir müslüman arasında bir anlaşmazlık söz konusu olunca münafıkların reisine gidip kendileri hakkında bir hüküm vermesini istemişlerdir. Halbuki bir inkarcının onlar hakkında, onlar arasında hüküm vermesi caiz değildir.
Bizim hakkımızda hüküm verecek olan merciyi iyi seçmemiz gerekir.
Dalalet fiili, mefulü mutlak ile birlikte gelmiş, üstelik bir de sıfatı var: baîd. Dalalet (sapkınlık) için neden “uzak” anlamında bir sıfat kullanılmış? Dalalet doğru yoldan çıkmak demek.
Hidayet doğru yolu bulmak, çölde yolunu bulmak demektir. Çölde hiç bir işaret yoktur. Yol bulmak çok zordur. Çölde yolunu bulduğun zaman hayatını kurtarmışsın demektir, yolunu kaybettiğin zaman da öldün demektir. Bu lugat manası.
Daha sonra hidayet kelimesi İslam’a girenler için kullanılmaya başlanmış. Buna da terim manası diyoruz. Böyle kelimeler önceki lugat manasını taşımakla birlikte yeni bir mana kazanıyorlar. Dalalette yolunu kaybetme manası dururken, bunun yanında İslam’a girmemiş, ahiretini kaybetmiş manası da ilave olunmuştur. Yoldan çıkmak ne kadar uzak olursa, yani doğru yoldan ne kadar uzaklaşılırsa, sapkınlık o kadar büyük olur demektir. Yol kavramı için uzak ve yakın sıfatları kullanıldığı için bu kelimeyle bu sıfatlar kullanılır.
زعم : Yalan ihtimali bulunan sözün naklidir. Bunun için bu kelimenin geçtiği her yerde onu iddia edenler bundan dolayı yerilmişlerdir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَزْعُمُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَزْعُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَزْعُمُونَ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir هُمْ [onlar], اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ب harf-i ceriyle birlikte اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
يُر۪يدُونَ cümlesi يَزْعُمُونَ fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur. يُر۪يدُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يَتَحَاكَمُٓوا fiili نَ harfinin hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَى الطَّاغُوتِ car mecruru يَتَحَاكَمُٓوا fiiline müteallıktır.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. اُمِرُٓوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُمِرُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يَكْفُرُوا fiili ن’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يَكْفُرُوا fiiline müteallıktır.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُضِلَّهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ضَلَالًا mef’ûlu mutlaktır. بَع۪يدًا kelimesi ضَلَالًا ’in sıfatıdır.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiile dâhil olan لَمْ, muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.
Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrir ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ’den murad; tanınmış bir millettir. Onlar, Müslüman olduğunu söyleyen Yahudilerden bir grup münafıktır. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası olan … يَزْعُمُونَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayetteki يَزْعُمُونَ kelimesi ile yalan söz manası murad edilmiştir. Çünkü münafıklar hakkında nazil olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Masdar harfi اَنَّ ’nin dâhil olduğu اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ şeklindeki isim cümlesi masdar teviliyle يَزْعُمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Bu cümledeki müşterek ismi mevsûllerin sıla cümleleri meçhul mazi fiille gelerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
مِنْ قَبْلِكَ izafeti, muzafın şanı içindir.
Ayetteki soru, hayret ve kınama içindir. Ayet mantık yollu kelamdır.
بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ [Sana indirilen] ibaresinde kinaye vardır.
Ayette hitabın üslubu değişmiştir ve hitap, kesin emre muhalefetle Allah’a ve Resulüne itaat etmeyenlerin hallerini taaccüb ettirmek için Resulullah’a (s.a.) tevcih edilmiştir. Onların, Kur’an'a ve ondan önce indirilmiş olan Tevrat’a iman etmek iddiasıyla vasıflandırılmaları, taaccübü tekid etmek ve kınama ile takbihi ağırlaştırmak içindir. Çünkü onların iddiası ile kendilerinden sadır olan fiiller arasında tam bir çelişki vardır. (Ebüssuûd)
يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَع۪يداً
Hal cümlesi fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ ve akabindeki يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ cümlesi masdar teviliyle يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilen meçhul mazi fiil sıygasında faide-i haber talebi kelam olan وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ cümlesi, يُر۪يدُونَ fiilinin failinden haldir.
Masdar tevilindeki اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ cümlesi اُمِرُٓوا fiilinin mef’ûlüdür.
و ’la gelen وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا cümlesi يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ cümlesine matuftur. ضَلَالًا mef’ûlü mutlaktır.
بَع۪يدًا’in mevsufudur. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
يُر۪يدُ - يُر۪يدُونَ ve يُضِلَّهُمْ - ضَلَالًا kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَكْفُرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الطَّاغُوتِ - الشَّيْطَانُ - ضَلَالًا - يَكْفُرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada geçen, الطَّاغُوتِ kelimesinden kasıt, azılı islam düşmanı olan Ka’b bin Eşref’tir. Aşırılık ve sapıklıkta oldukça şiddetli olduğundan, İslam’a ve Resulullah’a karşı olan düşmanlığında çok ileri gittiğinden dolayı veya kötülükte şeytana olan benzerliği sebebiyle ona, “tağut” ismi verilmiştir. Ya da Resulullah’tan (s.a.) başkası önünde yargılanma ve meselelerinin çözümünü istemeleri, şeytanın önünde muhakeme olunmak olarak kabul edilmiştir. Çünkü ayetin ileriki kısmı bu gerçeğe işaret etmektedir. (Nesefî, Medarik Tefsiri)
ضَلَالًا [Sapıklık] kelimesi, manayı tekid için nasb edilmiştir. İyiden iyiye, alabildiğine büyük bir sapıklıkla saptırmak... demektir. (Kurtubi)
ضَلَالًا بَع۪يدًا Küfürdür. Dalaletin baid ile vasıflanması, dalaletin şiddetini, onu mesafe sahibi cinsinden bir menzile koymak suretiyle mecazdır. Bu şahıs dalalette ulaşabileceği son mertebeye ulaşmıştır. (Âşûr)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | قِيلَ | dendiği |
|
3 | لَهُمْ | kendilerine |
|
4 | تَعَالَوْا | gelin |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | مَا | şeye |
|
7 | أَنْزَلَ | indirdiği(ne) |
|
8 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
9 | وَإِلَى | ve |
|
10 | الرَّسُولِ | Elçiye |
|
11 | رَأَيْتَ | görürsün |
|
12 | الْمُنَافِقِينَ | o ikiyüzlülerin |
|
13 | يَصُدُّونَ | uzaklaştıklarını |
|
14 | عَنْكَ | senden |
|
15 | صُدُودًا | büsbütün uzaklaşmakla |
|
Münafıklar iki tarafı idare etmeye çalışırken çoğu defa açık verirler, sahtekârlıkları ortaya çıkar, bu defa cezadan ve tecrit edilmekten kurtulmak üzere te’villere kalkışır, yaranmak istedikleri tarafı iyi niyet ve samimiyetlerine ikna etmeye çalışırlar. Bütün bunlara rağmen zâhirde inanır görünmeleri, açıkça inkâra sapmamış olmaları sebebiyle onlara karşı müslüman imişler gibi davranılması, gerçek imana kavuşmaları için kendilerine öğüt verilmesi; ârıza kalplerinde, içlerinde olduğu için oraya nüfuz edecek, orayı etkileyecek sözler söylenmesi emredilmiştir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 89
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
وَ atıf harfidir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli ve kesin olan durumlar için gelir.
ق۪يلَ meçhul mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli تَعَالَوْا ’dir. تَعَالَوْا cümlesi ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
تَعَالَوْا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, اِلٰى harf-i ceriyle birlikte تَعَالَوْا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اِلَى الرَّسُولِ car mecruru تَعَالَوْا fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ ’dir. رَاَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. الْمُنَافِق۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile mansub olmuştur.
يَصُدُّونَ fiili, الْمُنَافِق۪ينَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur. نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْكَ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. صُدُودًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداًۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.
ق۪يلَ لَهُمْ, şart anlamı bulunan zaman zarfı اِذَا’nın muzâfun ileyhidir. Meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilen ق۪يلَ fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَعَالَوْا emri “geldi” manasındaki جاء fiilinin emir şeklidir. Arapça’da bunun gibi mazisiyle emri aynı kökten olmayan başka bir fiil belki de yoktur.
تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ Burada تَعَالَوْا fiili “bulunma, gelme” anlamında değildir. “Allah’ı ve Resulü’nün hükmünü kabul etmek” manasında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ [Allah'ın indirdiğine] cümlesi; kinaye üslubuyla Kur’an manasında gelmiştir. Kinayede hangi mananın vurgulanması isteniyorsa o kelime kullanılır. Mesela, “Allah’ın indirdiği şey” ifadesi Kur’an için kullanılmıştır. Direkt “Kur’an” dense Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği hemen aklımıza gelmeyebilir. Bu şekilde söylendiğinde daha farklı bir heybet, vurgu olur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا’nın sılası olan اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsulde tevcîh sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
اِذَا ’nın müteallakı ve cevabı olan رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûlü mutlak olan صُدُودًاۚ ’le tekid edilmiştir. صُدُودًاۚ - يَصُدُّونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَاَيْتَ [görmek]’ten maksat, ya baş gözü ile görmektir; yüz çevirmek de münafıkların halidir; ya da bu, kalb gözü ile görmektir. Ancak birinci yaklaşım, münafıkların hallerinin ortaya çıkması itibariyle daha uygundur. (Ebüssuûd)
“O münafıklar…” demek suretiyle zamir makamında bu kelimenin zahir olarak zikredilmesi, onların nifakını tescil etmek, bu vasıfla onları zemmetmek ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. (Yani bu davranışlarının sebebi, onların münafık olmalarıdır.) (Ebüssuûd)
Münafıkların usulü şeriati tatbik etmekten vazgeçmek, uzaklaşmaktır. Alışkanlıklarını terk edip şeriatı uygulamak insanlara zor gelir.
Cenab-ı Hakk’ın, يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ ifadesinin manası, [onlar senden yüz çevirirler] demektir. Bu ifadede mef'ûlü mutlak olan kelime, tekid ve mübalağa için getirilmiştir. Sanki “Hem de nasıl yüz çevirişle yüz çevirirler!” denmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)
صُدّ fiilinde istiare vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
صُدُودًاۚ’deki tenvin tazim içindir. (Âşûr)
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكَيْفَ | nasıl |
|
2 | إِذَا | ne zaman ki |
|
3 | أَصَابَتْهُمْ | başlarına gelince |
|
4 | مُصِيبَةٌ | bir felaket |
|
5 | بِمَا | yüzünden |
|
6 | قَدَّمَتْ | yaptıkları (kötülükler) |
|
7 | أَيْدِيهِمْ | elleriyle |
|
8 | ثُمَّ | sonra hemen |
|
9 | جَاءُوكَ | sana gelirler |
|
10 | يَحْلِفُونَ | yemin ederler |
|
11 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
12 | إِنْ | diye |
|
13 | أَرَدْنَا | biz istedik |
|
14 | إِلَّا | sadece |
|
15 | إِحْسَانًا | iyilik etmek |
|
16 | وَتَوْفِيقًا | ve uzlaştırmak |
|
: وفق Vefeqa
وِفْق sözcüğü iki şey arasındaki uyumu, uygun düşmeyi ve yakışmayı anlatır. إتِّفَاق anlaşmak, uyuşmak ve sözleşmektir. Bu hem iyilik, hem de kötülük anlamında kullanılır. تَوْفِيق de bunun gibidir. Allah'ın bahşettiği muvaffakiyet ve başarıdır. Literatürde sadece iyiliğin uygun görülmesi için kullanılır, kötülük için kullanılmaz. (Müfredat)
Kur’ân’ı Kerim’de 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri muvâfakat, muvâfık, muvaffak, tevâfuk, ittifak, müttefik ve tevfiktir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ
فَ atıf harfidir. İstifham ismi كَیۡفَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri فكيف صنعهم أو حالهم (Onlara nasıl yaptı veya onların hali nasıldır?) şeklindedir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اَصَابَتْهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَصَابَتْهُمْ fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُص۪يبَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte اَصَابَتْهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَيْد۪يهِمْ fail olup ي üzere mukadder damme ile ref olmuştur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. جَٓاؤُ۫كَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَحْلِفُونَ fiili جَٓاؤُ۫ك ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
اِنْ harfi nefydir. اَرَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اِحْسَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. تَوْف۪يقًا atıf harfi وَ ’la اِحْسَانًا ’e matuftur.
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ
فَ istînâfiyye veya önceki istînâfa atfeden harftir. İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İstifham ismi كَيْفَ, mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri, فكيف صنعهم أو حالهم؟ [Onlara nasıl yaptı veya onların hali nasıldır?] olabilir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımamaktadır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhaldir. Tevbih ve taaccüb kastı taşıyan bu soru cümlesi, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
كَيْفَ’deki istifham tehvil (korkutmak) içindir. (Âşûr)
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ cümlesine muzâf olan şarttan mücerret zaman zarfı كَيْفَ ,اِذَٓا’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ sözünde fiil ile fail aynı kökten gelmiştir. Mef’ûlü mutlak gibidir. Manayı kuvvetlendirir. Aralarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ [Ellerinin sunduğu şeyler] sözünde kinaye ile yaptıkları işler kastedilmiştir. Yapılan suçların ellere isnadı alete isnad yoluyla mecaz-ı mürseldir.
Ayet, cinayetlerin yükünü ve vahim akıbetini açıklıyor. Yani onların elleriyle işledikleri cinayetler ve ezcümle senin hükmünden yüz çevirip tağutun hakemliğini istemeleri sebebiyle nifaklarının ortaya çıkmasından dolayı özür dilemek için hemen koşup geldiklerinde ve: “Biz, senden başkasını hakem seçmekle davayı güzellikle halletmeyi ve hasımların arasını bulmayı amaçladık yoksa sana ve senin hükmüne muhalefet etmek istemedik. Onun için yaptıklarımızdan dolayı bizi muahaze etme!” diyerek Allah Teâlâ’ya yemin ettiklerinde halleri ne olacak? Bu, onlar için bir ceza vaidi olup yaptıklarına pişman olacaklarını, ancak pişmanlık ve özür dilemenin kendilerine bir faydası olmayacağını bildirir. (Ebüssuûd)
جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ cümlesi ثُمَّ ile muzâfun ileyh konumunda olan cümleye atfedilmiştir. يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ cümlesi جَٓاؤُ۫كَ fiilinin failinden haldir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
حْلِف fiili kâfir ve münafıkların yemini için ya da yalan yere yemin etmek için kullanılmıştır. (Ayşe Abdurrahman, Beyânî Tefsîr)
اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَاناً وَتَوْف۪يقاً
Ayetin fasılla gelen son cümlesi menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede nefy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşmuş kasr fiille mef’ûl arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Başka mef’ûllere değil. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا [Biz iyilikten, güzellikten; başarıdan başka bir şey istemiyoruz.] sözü kizb-i haberdir.
اِحْسَانًا - تَوْف۪يقًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
تَوْف۪يقًا uygun olmak manasındaki وْ- ف۪ - قً kökündendir.
O belaya maruz kalıp da sana mazeret beyan etmek üzere [yanına gelip Allah adına yemin ederek] şöyle diyorlar: “[Bizim niyetimiz] edepsizlik değil [bir güzellik yapmak] ve iki davalının arasını bulmaktan başka bir şey değildi! Yoksa asla sana muhalefet etmek ve hükmünü beğenmemek gibi bir niyetimiz yoktu! O halde bize dua et de sıkıntımız gitsin!” Bu ifade, yaptıklarından dolayı bunları tehdit etmekte, iş işten geçtikten sonra yine pişman olacaklarını ve Allah’ın azabı gelip çattığında bu pişmanlığın kendilerine fayda vermeyeceğini bildirmektedir. (Keşşâf)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
2 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
3 | يَعْلَمُ | bilir |
|
4 | اللَّهُ | Allah |
|
5 | مَا | olanı |
|
6 | فِي |
|
|
7 | قُلُوبِهِمْ | onların kalblerinde |
|
8 | فَأَعْرِضْ | aldırma |
|
9 | عَنْهُمْ | onlara |
|
10 | وَعِظْهُمْ | ve onlara öğüt ver |
|
11 | وَقُلْ | ve söyle |
|
12 | لَهُمْ | onların |
|
13 | فِي |
|
|
14 | أَنْفُسِهِمْ | içlerine işleyecek |
|
15 | قَوْلًا | bir söz |
|
16 | بَلِيغًا | güzel |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْلَمُ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كانت حالهم كذلك فأعرض عنهم ولا تقبل لهم عذرًا (Eğer durumları böyle ise onlardan yüz çevir ve onlardan bir mazeret kabul etme!) şeklindedir.
اَعْرِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَنْهُمْ car mecruru اَعْرِضْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. عِظْهُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir.
لَهُمْ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, في حقّ أنفسهم (Kendileri hakkında) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بَل۪يغًا ise قَوْلًا ’in sıfatıdır.
بَل۪يغًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi tahkir kastına matuftur.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)
اُو۬لٰٓئِكَ [uzak için/işte onlar] kelimesinin kullanılması, o kâfirlerin küfür ve nifakta ne kadar ileri gittiklerine işaret etmek içindir. Allah, o münafıkların kalplerinde taşıyıp sana söyledikleri yalanlara tam bir tezat teşkil eden çeşitli şer ve fesatları gayet iyi bilmektedir. (Ebüssuûd)
Bilinen kişileri belirten has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin müsned olması o kişilere tahkir ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.
Mevsûlün sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ [Allah kalplerinde olan şeyi bilir.] cümlesinde nifakları kastedildiği için kinaye vardır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin her türlü düşünce ve hislerini Allah Teâlâ’nın bildiğini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلاً بَل۪يغاً
فَ atıf veya mukadder şartın cevabına gelen harftir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَعِظْهُمْ ve قُلْ لَهُمْ cümleleri فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ cümlesine matuftur.
اَعْرِضْ; ilişkiyi sınırlamak anlamındadır, tamamen kesmek değildir. Çünkü arkadan “nasihat et”, buyurulmuştur. (Dost edinme ama görüşmeye devam et, gibidir.)
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ [Onlardan yüz çevir ve onlara nasihat et.] cümlesindeki عِظْهُمْ emrinde rücu sanatı vardır. Yüz çevirmekten kasıt temelli bir uzaklaşma değil, tebliğ çerçevesinde yalanlarından uzaklaşmaktır.
فَاَعْرِضْ [Sen bunlara aldırma!] gelecekteki faydalarını düşünerek bunları cezalandırma, onlara öğüt vermekle yetin, başka bir şey yapma “ve içlerine işleyen etkileyici sözler söyle onlara.” Yani onlara öğüt verirken uyarmakta ve korkutmakta mübalağa et. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ifadesi بَل۪يغًا [etkili] kelimesine bağlıdır. Mana şöyledir: Onlara, yüreklerine işleyecek, üzüldükçe üzülecekleri ve korkuyu iliklerine kadar hissedecekleri etkileyici bir söz söyle. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecrurunun müteallakı قُلْ لَهُمْ [onlara söyle] ifadesi de olabilir. Bu durumda mana şöyledir: Onlara kötü benliklerine ve nifak barındıran kalplerine ilişkin etkileyici söz söyle. (Keşşâf)
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfi zarfiyet manası taşır.. Nefisler, içine girilmeye müsait bir şeye benzetilmiştir. (Âşûr)
قَوْلًا - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları اللّٰهُ lafzında tecrîd sanatı vardır.
عِظْهُمْ [Onlara vaaz ver.] - قَوْلًا بَل۪يغًا [Beliğ bir söz söyle.] arasında mürâât-ı nazîr vardır.
قَوْلًا بَل۪يغًا [ tesir edecek söz] içlerine işleyecek ve onlara etki edecek demektir. Günahlarından uzak durmayı, onlara nasihat etmeyi ve özendirerek ve korkutarak elinden geleni yapmasını emretti. Bu da peygamberlerin şefkatlerinin bir sonucudur. Onlara selam olsun. ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ zarfının, içlerine işleyen manasında بَل۪يغًا’e bağlanması zayıftır, çünkü sıfatın mamulü mevsûfun üzerine geçemez. Beliğ söz aslında manası maksada uygun olan (maksadı aşmayan) demektir. (Beyzâvî) عِظْهُمْ cümlesinde öğüt vermeden murad, ahiret cezasıyla korkutmaktır. قَوْلًا بَل۪يغًا sözünden murad ise dünya cezasıyla korkutarak onlara şöyle denilmesidir: [Kalplerinizdeki nifak ve hilekârlıklar, Allah katında malumdur. Sizinle diğer kâfirler arasında herhangi bir fark yoktur. Allah, imanı izhar ettiğiniz için, kılıcı (öldürülme hükmünü) sizden kaldırmıştır. Binaenaleyh, bu kötü fiillerinize devam ederseniz, hepinizin küfürde devam ettiği ortaya çıkmış olur. Bu durumda da size kılıç gerekir.] (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Buradaki [beliğ söz], “öğüt”ün sıfatıdır. Böylece Cenab-ı Hakk önce öğüt vermeyi, sonra da bu öğüdün beliğ bir söz ile olmasını emretmiştir. Beliğ söz ise sözün beliğ, uzun, lafızları ve anlamları güzel; terğîb, terhîb, sakındırıp korkutma, mükâfat ve ceza’yı ihtiva eden bir söz olmasıdır. Söz, böyle olduğu zaman kalbe oturur; kısa, lafızları bozuk, anlamsız olursa kalbe asla tesir etmez. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz göndermedik |
|
3 | مِنْ | hiçbir |
|
4 | رَسُولٍ | elçiyi |
|
5 | إِلَّا | başka bir amaçla |
|
6 | لِيُطَاعَ | ita’at edilmekten |
|
7 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَلَوْ | eğer |
|
10 | أَنَّهُمْ | onlar |
|
11 | إِذْ | zaman |
|
12 | ظَلَمُوا | zulmettikleri |
|
13 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerine |
|
14 | جَاءُوكَ | sana gelseler |
|
15 | فَاسْتَغْفَرُوا | bağışlanma dileseler |
|
16 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
17 | وَاسْتَغْفَرَ | ve bağışlanmasını dileseydi |
|
18 | لَهُمُ | onların |
|
19 | الرَّسُولُ | Elçi |
|
20 | لَوَجَدُوا | elbette bulurlardı |
|
21 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
22 | تَوَّابًا | affedici |
|
23 | رَحِيمًا | merhametli |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. رَسُولٍ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِلَّا hasr edatıdır. لِ harfi, يُطَاعَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır.
يُطَاعَ meçhul olarak bina edilmiş mansub muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
بِاِذْنِ car mecruru يُطَاعَ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri ثبت şeklindedir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir هُمْ [onlar] اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اِذْ zaman zarfı, جَٓاؤُ۫كَ fiiline müteallıktır. ظَلَمُٓوا fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاؤُ۫كَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. جَٓاؤُ۫كَ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ atıf harfidir. اسْتَغْفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru اسْتَغْفَرَ fiiline müteallıktır. الرَّسُولُ fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ‘ın cevabının başına gelen vakıadır. وَجَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur. تَوَّابًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
تَوَّابًا kelimesi sülâsî mücerred olan توب fiilinin mübalağalı ism-i failidir.
رَح۪يمًا kelimesi تَوَّابًا ‘in sıfatı veya hali olup fetha ile mansubtur.
اسْتَغْفَر fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İstif’âl babındandır. Sülâsî fiili غفر’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Münafıkların tağutla hükmolunmak istemelerinin hükmünü içeren itiraz cümlesidir. (Âşûr)
Cümlede nefy harfi مَٓا ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşmuş kasr, faille mef’ûlun lieclih arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Başka mef’ûllere değil. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu cümlede اللّٰهِۜ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
اَرْسَلْنَا fiilinden sonra gelen اللّٰهِۜ isminde iltifat sanatı vardır.
اَرْسَلْنَا - رَسُولٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِاِذْنِ اللّٰهِ izafeti, muzâfın şanı içindir.
بِاِذْنِ [izin] kelimesi, muvaffak kılmak ve yardım etmek manalarına hamledilir. Bu izaha göre ise ayetin takdiri: “Biz her peygamberi, ancak bizim yardım ve muvaffak kılmamızla kendisine itaat olunsun diye gönderdik.” şeklinde olur ki bu da Hakk Teâlâ’nın, herkesin peygambere itaatini istemediği, aksine bunu, muvaffak kılıp yardım ettiği kimselerden istemesi hususunda açık bir ifadedir. O kimseler de müminlerdir. Fakat Cenab-ı Hakk’ın tevfik ve yardımından mahrum kalanlara gelince Allah onlardan bunu istememiştir. Bu ayet, bizim görüşümüzün doğruluğunu gösteren en güçlü delillerden biridir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
Zeccâc, buradaki مِنْ harf-i cerinin zaid olduğunu ve takdirinin “Biz hiçbir peygamber göndermedik.” şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
وَ atıf, لَوْ şart, اَنَّ ise masdar harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
اَنَّ ,هُمْ’nin ismi, zaman zarfı اِذْ’in müteallakı جَٓاؤُ۫كَ haberidir. ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ şeklindeki mazi fiil cümlesi, muzâfun ileyhtir.
اَنَّ’yi takip eden faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi masdar teviliyle mahzuf fiilin faili konumundadır. Takdiri, … لو ثبت مجيئهم حين ظلموا أنفسهم (Kendi kendilerine zulmettikleri zaman gelişleri sabit olsaydı.) olabilir.
فَ atıf harfiyle gelen فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ ve وَ atıf harfiyle gelen وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ cümleleri اَنَّ ’nin haberi olan جَٓاؤُ۫كَ’ye matuftur.
اسْتَغْفَرُوا - اسْتَغْفَرَ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الرَّسُولُ ile Peygamber Efendimiz kastedilmiştir. Kinaye üslubudur.
الرَّسُولُ - رَسُولٍ arasında tam cinas vardır. Birinde Peygamber Efendimiz (s.a.) diğerinde herhangi bir resul yani cins isim kastedilmiştir.
Şartın cevabı vakıa lamı ile gelen لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mazi gelmesi olayın vukuunun kuvvetine veya kesinliğine işarettir.
Mef’ûl olan تَوَّابًا ’deki tenvin, tazim ifade eder. تَوَّابًا ,رَح۪يمًا için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ [Sen de onlar için istiğfar etseydin.] değil de iltifat metoduna başvurmuştur [yani “Elçi de onlar için istiğfar etseydi.” dedi] ki bu, Peygamberin (s.a.) şanını yüceltmek, O’nun istiğfarının önemini göstermek ve “elçi” adını taşıyan birinin şefaatinin Allah nezdinde büyük bir öneme sahip olduğuna dikkat çekmek içindir. (Keşşâf, Sâbûnî, Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
Hz. Peygamberin (s.a.) mağfiret talep etmesini, onların istiğfar etmeleri şartına bağlamanın faydası şöyledir:
a) Tağûtun huzurunda muhakeme olunmayı istemek, hem Allah’ın hükmüne karşı çıkmak hem de Resulullah’a edepsizlik ve O’nun kalbine bir keder sokmaktır. Günahı bu şekilde olan herkesin, ondan dolayı başkasına özür beyan etmesi gerekir. İşte bu sebepten ötürü Cenab-ı Hakk, o münafıklara, Hz. Peygamberden kendileri için mağfiret istemesini talep etmelerini vacip kılmıştır.
b) Münafıklar, Hz. Peygamberin (s.a.) hükmüne razı olmayınca onların inatları ortaya çıkmıştır. Binaenaleyh onlar tövbe ettiklerinde, bu inatlarını giderecek şeyi yapmaları gerekir. Bu da onların ancak Allah’ın Resulüne giderek, O’ndan, bağışlanmaları için Allah’tan mağfiret talep etmesini istemeleri ile mümkün olur. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ilahi kelam okuyan ve dinleyenleri ziyadesiyle tövbe ve istiğfara teşvik ederken münafıkları da yaptıklarına pişman eder. (Ebüssuûd)
Bu ayet-i kerimeyi Medine’de Efendimizi ziyaret ettiğimiz zaman okuyoruz.
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَا | hayır |
|
2 | وَرَبِّكَ | Rabin hakkı için |
|
3 | لَا | olmazlar |
|
4 | يُؤْمِنُونَ | inanmış |
|
5 | حَتَّىٰ |
|
|
6 | يُحَكِّمُوكَ | seni hakem yaparak |
|
7 | فِيمَا | işlerde |
|
8 | شَجَرَ | çekişmeli |
|
9 | بَيْنَهُمْ | aralarında çıkan |
|
10 | ثُمَّ | sonra da |
|
11 | لَا |
|
|
12 | يَجِدُوا | bulunmadan |
|
13 | فِي | içlerinde |
|
14 | أَنْفُسِهِمْ | kendilerinin |
|
15 | حَرَجًا | bir burukluk |
|
16 | مِمَّا |
|
|
17 | قَضَيْتَ | senin verdiğin hükme |
|
18 | وَيُسَلِّمُوا | ve teslim olmadıkça |
|
19 | تَسْلِيمًا | tam bir teslimiyetle |
|
Zübeyr b. Avvâm ile bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber’e başvurdular; o da “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal ki komşun da sulasın” buyurdu. Komşu (bu hükmün din kuralı koyma değil, sulhetme mahiyetinde olduğunu düşünmüş olmalı ki) Hz. Peygamber’e, Zübeyr’in tarafını tuttuğunu ima etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber şikâyetçinin tutumundan hoşnut olmadı ve bu defa Zübeyr’e normal hakkını kullanmasını söyledi. Medineli komşunun bu davranışı sebebiyle 65. âyet nâzil oldu (Müslim, “Fezâ’il”, 129). Buna göre gerçek iman sahiplerinin iki temel vasfı olmalıdır: a) Aralarında bir anlaşmazlık çıktığında Rasûlullah’ı hakem kılmak, onun hükmüne başvurmak. b) Hz. Peygamber bir hüküm verince bunu benimsemek, onun âdil olduğuna inanmak, itiraza kalkışmamak. Allah’ın dininin hükmü demek olan Rasûlullah’ın hükmüne başvurmak ve bunu gönülden benimsemek iman alâmeti olmakla beraber insanların beşeriyet icabı menfaatlerine uygun gördükleri ve istedikleri hükmü elde edememeleri karşısında üzüntü duymaları da küfür veya nifak alâmeti değildir; yeter ki, verilen hükmün haklı ve âdil olduğuna inansınlar!
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 90-91
“Sakın ,sizden birini, kendisine benden bir emir veya yasak ulaştığı zaman,koltuğuna oturup da ‘ben Kur’ân’dan başkasını bilmem;Allah’ın kitabında ne gördüysek ona uyarız’derken bulmayayım.”
(Ebu Dâvud,Sünnet 5; Tirmizi, ilim 10)
“Haberiniz olsun,koltuğuna kurulmuş bir adamın,kendisine benden bir hadis ulaştığında , ‘Sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır;onda haram bulduğumuzu haram sayar , onda helal bulduğumuzu helal biliriz’ demesi yakındır. Şurası muhakkak ki , Rasûlullah’ın haram kıldığı şey de , Allah’ın haram kıldığı şey gibidir.”
(Tirmizi ilim 10)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
فَ istînâfiyyedir. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid etmek içindir.
وَ kasem harfidir. رَبِّكَ mahzuf mukadder fiile müteallıktır. Takdiri, أقسم (Yemin ederim.) şeklindedir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُحَكِّمُو muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. يُحَكِّمُو fiili ن’un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte يُحَكِّمُو fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
شَجَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بَيْنَ mekân zarfı, شَجَرَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُوا fiili يُحَكِّمُو fiiline matuftur. يَجِدُوا fiili ن’un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَرَجًا birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceri ile birlikte حَرَجًا’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası قَضَيْتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
قَضَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يُسَلِّمُوا fiili ن’un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تَسْل۪يمًا mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.
يُسَلِّمُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
فَ istînâfiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnad olan cümlede لَا zaiddir. Kasemi tekid için gelmiştir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) olan kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. رَبِّكَ muksemun aleyhtir.
فَلَا وَرَبِّكَ ifadesinde Hz. Peygambere ait كَ zamirinin, رَبِّ ismine izafeti Hz. Peygambere tazim ifade eder.
Buradaki لَا zaiddir. Yemin etmeye bile gerek yok demektir. (Âşûr)
Kasemin cevabı olan لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle ثُمَّ ile …يُحَكِّمُوكَ cümlesine atfedilmiştir.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mevsûllerde tecrîd sanatı vardır.
شَجَرَ kelimesinde istiare vardır. Dalların birbiri içine girip sıkışma manası; kavga, münakaşa, çatışma için kullanılmıştır. Aklî bir olay, hissi bir şeye benzetilerek muhatabın etkilenmesi amaçlanmıştır.
شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ [aralarında çıkan anlaşmazlıklarda] demektir yani işler sarpa sarınca. Ağaç [شَجَرَ ] kelimesi de dalları iç içe geçip karıştığından dolayı bu kökten gelmektedir. ً حَرَجًا darlık anlamındadır yani Senin verdiğin karardan dolayı gönülleri huzursuzluk duymayarak, tedirginlik hissetmeyerek… Kuşku anlamına geldiği de söylenmiştir çünkü kuşku duyan kişi, gerçek kendisine net bir şekilde görününceye kadar durumu konusunda tedirgin ve kararsızlık içindedir. (Keşşâf)
Yine يُحَكِّمُوكَ cümlesine matuf olan müspet muzari fiil cümlesi وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا, mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
يُحَكِّمُو - قَضَيْتَ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
يُسَلِّمُوا - تَسْل۪يمًا kelimeleri arasında ıtnâb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfi zarfiyet manası taşır. Nefisler, içine girilmeye müsait bir şeye benzetilmiştir.
تَسْل۪يمًا [tam bir teslimiyetle] ifadesi fiil bizzat tekrar edilmiş gibi يُسَلِّمُوا (teslimiyet göstermedikçe) fiilini pekiştirmektedir. Âdeta şöyle buyrulmuştur: Dışlarıyla ve içleriyle hiçbir kuşku taşımayan bir itaatkârlıkla onun hükmüne boyun eğmedikçe… (Keşşâf)
Dünya üzerinde, İslam’a bilerek sırtını dönerek yaşamak, çölde tek başına yolunu bulmaya çalışan insanın haline benzer. Kendisini, gereksiz bir meydan okumayla, gereksiz bir zorluğun içine sokmaktadır. Halbuki, aklı başında olan birisi, o çöle rehbersiz girilmeyeceğini bilir. Çünkü rehber, ona çölün içinde girilmemesi gereken yerleri anlatarak, kurtuluşa giden yolu gösterir. Çöle rehbersiz girenlerin bazısı, Allah’ın rahmetiyle tövbe ederek kurtuluşa erer. Bazısı ise son nefesine kadar sürüklendiği korkunç sonun farkına varmaz veya varmak istemez.
Kısacası; Allah’a teslim olan kul, rehberle beraber çöle girer ve her adımda onu takip eder. Allah’a teslim olduğunu diliyle söyleyip, kalbiyle tasdik etmeyen, rehbere uyacağını söyleyerek çöle girer ama bir süre sonra rehberi beğenmeyerek kafasına göre takılmaya başlar. Allah’a teslim olmadığını açıkça ifade eden ise rehbere ihtiyacı olmadığını belirterek, tek başına çöle dalar.
Rabbim! ‘Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e gelin’ çağrısına itaat edenlerdeniz. Münafıkların haline benzemekten Sana sığınırız. Allahım! İmanımızı kuvvetlendirmemizde yar ve yardımcımız ol, öyle ki, eğer Rasûlullah (sav)’in zamanında yaşasaydık, onun anlaşmazlıklarda verdiği hükümleri hiçbir sıkıntı duymadan kabul edenlerden olsaydık.
Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ederek, İslam (Kur’ân ve sünnet) rehberliğinde yaşayarak Allah’a yaklaşanlardan ve kurtuluşa erenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Bazı önemli meseleleri anlamak için belli bir kapasiteye ulaşmak gerekir. Bunun için de basit görünen bilgilerle temeli sağlam oturtmalıdır. Bu tıpkı, yetişkinlerin çocuklarının anlayacağı dilden konuşmasına benzer.
İnsan, Allah’tan af dilemeyi daha iyi idrak etmek için sosyal ilişkilerde önemsenen özür dilemenin üzerinde düşünebilir. Herkesin hata yaptığı bir dünyada yaşanmasına rağmen özür dilemesini bilmeyenler çoktur. Psikolojinin bu insanlar için sunduğu açıklamalar arasında şunlar yer alır:
Onlar için özür dilemek geçmişi değiştirmeyecektir yani ne gerek vardır;
Karşı tarafa kendisine verdiği kadar değer vermiyordur;
Hataları kabul etmek zayıflık ya da başarısızlık göstergesidir;
Hatayı kabulleniş, insanı endişe ya da üzüntü gibi hoş olmayan duygularla başbaşa bırakır çünkü kişi kendisinde ufak ya da büyük değişiklikler yapma zamanının geldiğini görür. Zira özür dilemenin asıl amacı, yapılan hatanın tekrarlanmaması için çaba harcanacağına dair verilen bir çeşit sözdür.
Bir çift söz ile gönülleri onarmak yerine kırgınlıkları görmezden gelmeye çalışan insanla; istiğfar ile Allah katında affedilme müjdesini elinin tersiyle iten insanın sebepleri aşağı yukarı aynıdır. Yani özürde ve şükürde, Allah’tan uzaklaşan kulun umursamazlığının sebebi; dünyaya fazlasıyla bağlanan nefse dayanır. Hatalarından uzaklaşmak için yaşama amacını ve şeklini, kararlarını, düşüncelerini ve hatta gerektiğinde arkadaşlarını değiştirme fikri karşısında dehşete kapılır. Halbuki, samimiyet ile tövbe kapısından geçip, İslam’ın sınırlarına sıkıca sarıldığında; Allah’ın yardımı ile sarmalanır. Hele ki nefesi tükenip Allah’ın huzuruna vardığında, elalemin nefsani değersiz yorumlarından ve geçici heveslerden eser yoktur. Zira artık, tek isteği kendisini yaratan Allah’a yakın olmaktır.
Ey Allahım! Tövbede ve şükürde; nefsin bahaneleriyle oyalanarak geç kalmaktan muhafaza buyur. Bizi, gerektiği zaman özür dilemesini ve teşekkür etmesini bilen kullarından eyle. İnsanların söylediklerine ya da dünya nimetlerinin zincirlerine takılarak; Senin rızan için yaşamaktan uzaklaşanlardan olmaktan muhafaza buyur. Bize istiğfarı ve şükrü, sevdir ve kolaylaştır. Bizi, bulunduğu her mekanda ve nefes aldığı her anında; Senin adını ananlardan, Senin rızanı kazanma fırsatlarını değerlendirenlerden ve Senin yolunda dosdoğru yürüyenlerden eyle. Bizi, mutmain kalbiyle daima Sana yakın olan mütevekkil kulların zümresine kat ve iki cihanda da onlarla komşu eyle.
Amin.