26 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 66-74 (88. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 66. Ayet

وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ  ...


Eğer biz onlara, “Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 أَنَّا biz
3 كَتَبْنَا yazsaydık ك ت ب
4 عَلَيْهِمْ onlara
5 أَنِ
6 اقْتُلُوا öldürün ق ت ل
7 أَنْفُسَكُمْ kendinizi ن ف س
8 أَوِ ya da
9 اخْرُجُوا çıkın خ ر ج
10 مِنْ -dan
11 دِيَارِكُمْ yurtlarınız- د و ر
12 مَا
13 فَعَلُوهُ bunu yapmazlardı ف ع ل
14 إِلَّا hariç
15 قَلِيلٌ pek azı ق ل ل
16 مِنْهُمْ içlerinden
17 وَلَوْ eğer
18 أَنَّهُمْ onlar
19 فَعَلُوا yapsalardı ف ع ل
20 مَا şeyi
21 يُوعَظُونَ öğütlenen و ع ظ
22 بِهِ kendilerine
23 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
24 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
25 لَهُمْ kendileri için
26 وَأَشَدَّ ve daha sağlam ش د د
27 تَثْبِيتًا sağlamlıkta ث ب ت

İslâm’dan önceki dinlerde Allah Teâlâ’nın, kullarını ya itaatsizlikleri yüzünden veya imtihan için nefse ağır gelen, uyulması güç olan ödevlerle yükümlü kıldığı olmuştur (Bakara 2/54, 286; A‘raf 7/157). Hâtemü’lenbiyâ olan Hz. Muhammed’e gönderilen dinde aslolan, emirlerin ve yükümlülüklerin fıtrata uygun ve kolay olmasıdır. İnsan tabiatına uymayan, insana ağır gelen, normal ve katlanılabilir külfet ve zahmet sınırını aşan teklif ve yükler İslâm’da yoktur. İtaat kaidesini açıklayan âyetler arasında bulunan 66. âyet İslâm’ın bu özelliğini farklı bir üslûp içinde dile getirmektedir: Allah Teâlâ müslümanlara “Kendinizi öldürün, yurdunuzu terkedin...” kabilinden ağır emirler vermiyor, insanların çoğunun itaat edemeyeceği şeyleri müslümanlardan istemiyor. Şayet böyle emirler verseydi insanların çoğu buna itaat etmezlerdi. Allah’ın istediği kolay, fıtrata uygun ve kulların menfaatine yönelik olan şeylerdir. Üstelik bunlara da büyük ecirler, mükâfatlar vermektedir.

Bu âyeti şöyle anlayan tefsirciler de olmuştur: “Kendilerini öldürmek”ten maksat meşrû savaşta (cihad) düşman saflarında yer alan yakınlarını öldürmektir, “yurtlarını terketmek”ten maksat da hicrettir. Allah Teâlâ bu gibi emirlere pek az kimsenin itaat edebileceğini, ancak bu itaatın da ecrinin çok büyük olduğunu bildirerek müslümanları –aşağıdaki âyetlerde emredeceği– cihada hazırlamaktadır (İbn Âşûr, V, 114).

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri

(Ömür Karamollaoğlu)

Sebete ثبت : Sebat kavramı zeval kelimesinin zıddıdır. أثْبَتَ Sağlamlaştırdı demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sâbit, sebat, isbat, tesbit, müsbet ve subuttur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri  ثبت  şeklindedir.  نَا  mütekellim zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَتَبْنَا  fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَتَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  كَتَبْنَا  fiiline müteallıktır.

اَنِ  tefsiriyye veya masdar harfidir.  اَنِ  ve masdar-ı müevvel,  كَتَبْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  

اقْتُلُٓوا  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوِ  atıf harfidir.  اخْرُجُوا  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دِيَارِكُمْ  car mecruru  اخْرُجُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  مَا فَعَلُوهُ ’dur.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  فَعَلُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فَعَلُوا  fiilinin zamiri (fail vâvı) ise münafıklara racidir. Ayetin başının umumi, sonunun ise hususi olması uzak bir ihtimal değildir. Bu izaha göre ayette geçen “pek azı…” kelimesi ile müminlerin kastedilmiş olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

اِلَّا  istisna harfidir.  قَل۪يلٌ  kelimesi  فَعَلُوهُ ’deki failden bedel olup merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  قَل۪يلٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

  

 وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  ثبت  şeklindedir.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir  هُمْ  [onlar]  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

فَعَلُوا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  فَعَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَظُونَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوعَظُونَ  meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يُوعَظُونَ  fiiline müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ’in cevabının başına gelen vakıadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  خَيْرًا  kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  لَهُمْ  car mecruru  خَيْرًا’e müteallıktır.

اَشَدَّ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  كَانَ ’nin haberine matuftur.  تَثْب۪يتًا  kelimesi temyiz olup lafzen mansubtur.

خَيْرًا - اَشَدَّ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

 

وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ

 

وَ  atıf, لَوْ  şart, اَنَّ  ise masdar harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

اَنَّ’nin haberi,  كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ  mazi fiil cümlesi formunda gelerek hudûs ve kesinlik ifade etmiştir.

اَنَّ’yi takip eden faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi, masdar teviliyle mahzuf fiilin faili konumundadır. Takdiri, … لو ثبتت كتابتنا  olabilir.

اَنِ  ve akabindeki  اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ  ve ona atfedilmiş  اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ cümleleri masdar teviliyle  كَتَبْنَا  fiilinin mefûlü yerindedir. Her ikisi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümlelerin tefsiriyye olması caizdir.

Şartın cevabı olan مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ  cümlesi menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Fiilin mazi gelmesi olayın vukuunun kesinliğine işarettir. Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasır, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

“Nefsinizi öldürün.” ibaresi üç yerde geçmiştir. İkisi Nisa Suresi’nde 29 ve 66, biri de Bakara 85. ayettedir. Hem hakikat hem de sebep alakasıyla mecaz olabilir. Mecaz olması “savaşa çıkın, savaşta ölün veya öldürün” manasıdır. Nefsin isteklerini belli bir düzeyde tutmak şeklinde de yorumlanabilir.

مَا فَعَلُ - فَعَلُوا  arasında tıbâk-ı selb vardır.


وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتاًۙ

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi masdar teviliyle mahzuf fiilin failidir. Takdiri;  ولو ثبت فِعْلُهم ما يوعظون به  (Onlara tavsiye edilen fiili yapmış olsalardı.) olabilir.

اَنَّ ’nin haberi olan …فَعَلُوا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ve kesinlik ifade etmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır.

Tevcih ihtiva eden ism-i mevsûl  مَا’nın sılası muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade eder.

لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتًاۙ  cümlesi şartın cevabıdır.  Başındaki  لَ  harfi  لَوْ  şart harfinin cevabının başına gelen vakıadır.  كَانَ ’nin dâhil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ,وَاَشَدَّ’nin haberine matuftur.  تَثْب۪يتًاۙ  ise temyizdir. Temyiz ıtnâb sanatıdır.

Tespit edilecek olan şey burada zikredilmemiştir. İmandır. Bu kullanımda istiare vardır. 

Bu ayet-i kerime bize tavsiye edilen şeyleri yapmanın imanımızı kuvvetlendireceğini haber verir.

 
Nisâ Sûresi 67. Ayet

وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ  ...


O zaman kendilerine elbette katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذًا ve o zaman
2 لَاتَيْنَاهُمْ kendilerine verirdik ا ت ي
3 مِنْ -dan
4 لَدُنَّا katımız- ل د ن
5 أَجْرًا bir mükafat ا ج ر
6 عَظِيمًا büyük ع ظ م

Ledün لدن : Bu kelime, yanında sözcüğünden daha etkili ve özel bir anlam taşır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ledûn (ilmi)dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi).(Fatma Serap Karamollaoğlu)


وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ


وَ  atıf harfidir.  اِذًا  cevap harfidir.  لَ  harfi, mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri,  لو ثبتوا لآتيناهم (Sabit olsaydı onlara verirdik.)  şeklindedir.

اٰتَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ لَدُنَّٓا  car mecruru  اٰتَيْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَّٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَجْرًا  ikinci mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  اَجْرًا ’in sıfatıdır.



وَاِذاً لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْراً عَظ۪يـماًۙ


وَ  atıf,  اِذًا  cevap harfidir. Vakıa lamının dâhil olduğu cümle mukadder şartın cevabıdır. Mahzuf şart cümlesinin takdiri,  لو ثبتوا لآتيناهم  (Sabit olsaydı onlara verirdik.) şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.  

لَدُنَّٓا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olması  لَدُنَّٓ’e şan ve şeref kazandırmıştır.

اَجْرًا ’deki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder.  اَجْرًا ,عَظ۪يمًاۙ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

لدن  kelimesi, yanında sözcüğünden daha etkili ve özel bir anlam taşır. (Müfredat) Kur’an-ı Kerim’de 18 ayette geçmiştir. (el-Mu’cemu’l Müfehres) Türkçede ledün ilmi şeklinde kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu Kur’an’ı Anlayarak Okuma Rehberi 1) 

ًوَاِذًا  [Ve o takdirde] ifadesi gizli bir soruya cevap olup sanki “İyice pekiştirildikten sonra kendileri için ayrıca neler var?” denilmiş, cevaben de [Sarsılmazlarsa bu durumda elbette onlara verirdik.] buyrulmuş olmaktadır. Çünkü  اِذًا, hem sonucu hem de karşılığı temsil eder.  مِنْ لَدُنَّٓا اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ  [Katımızdan muazzam bir mükâfat] ifadesi kastedilenin, “Allah’ın kendi katından lütfettiği ihsan” olması bakımından [Kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)] ifadesine benzer. Bu ihsanın ecir diye adlandırılmasının sebebi, bizzat ecir olmasa da ecrin peşinden gelmesi ve ancak o sabit olduğunda sabit olabilmesidir. Çünkü ecir varsa lütuf da var demektir. (Keşşâf)

Cenab-ı Hakk, bu ayet-i kerimede kendisini azamet ve yücelik ifade eden sıygalarla zikretmiştir ki bunlar  اٰتَيْنَاهُ (ona verirdik) ve مِنْ لَدُنَّٓا (tarafımızdan) ifadeleridir. Bu mükâfatları veren hikmet sahibi Yüce Allah, kendisini, bir bağış ve lütuf va’dettiğinde azamete delalet eden bir lafızla zikrettiğinde, bu durum, bu atıyye ve mükâfatın da büyüklüğüne delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk’ın,  مِنْ لَدُنَّٓا [tarafımızdan] ifadesi, tahsis ifade eder ve mübalağaya delâlet eder. Hakk Teâlâ’nın  وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا [Ve kendisine nezdimizden bir ilim öğretmiştik. (Kehf Suresi, 65)] ifadesinde de olduğu gibi....(Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, mukadder (gizli) bir sualin, “Pekiyi, onları yapmakla imanları daha sabit hale geldikten sonra ne olacaktı?” sualine cevaptır. Yani onlar, tereddütten, şüpheden uzak sağlam bir iman üzere sebat ettikleri takdirde Biz de onlara katımızdan elbette pek büyük bir mükâfat verirdik. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 68. Ayet

وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً  ...


Onları elbette doğru yola iletirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَهَدَيْنَاهُمْ ve onları iletirdik ه د ي
2 صِرَاطًا bir yola ص ر ط
3 مُسْتَقِيمًا doğru ق و م

وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, önceki ayetteki mukadder şartın cevabının başına gelen vakıadır.

هَدَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

صِرَاطًا  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مُسْتَق۪يمًا  ise  صِرَاطًا ’in sıfatıdır.


وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماً

 

Ayet önceki ayetteki mahzuf şartın cevabına matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.

هَدَيْنَا  fiilinin mef’ûlü olan  صِرَاطًا’in nekre gelişi tazim ifade eder. 

Sıfat olan  مُسْتَق۪يمًا  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا  [Dosdoğru bir yol ibaresi] de nekre (belirsiz) gelerek yolun ne kadar doğru olduğuna işaret etmiştir. Bu ibarede istiare vardır. İslamiyet kastedilmiştir.

Sırat, üzerinde ne kadar insan olursa olsun hepsini içine alabilen, duruma göre genişleyebilen ve insanı hedefe götüren yol demektir.

Sebil ise yolun kolaylığını vurgular. (Sebilillah)

Tarik de yol demektir. Tarikat kelimesi bu kelimenin türevidir.

Şeriat kelimesi de yol manasındadır.

Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: “Allah Teâlâ, bildikleriyle amel eden kimseyi bilmediği ilimlere de varis kılar.” (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 69. Ayet

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ  ...


Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يُطِعِ ita’at ederse ط و ع
3 اللَّهَ Allah’a
4 وَالرَّسُولَ ve Elçi’ye ر س ل
5 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
6 مَعَ beraberdir
7 الَّذِينَ kimselerle
8 أَنْعَمَ ni’metlendirdiği ن ع م
9 اللَّهُ Allah’ın
10 عَلَيْهِمْ kendilerini
11 مِنَ
12 النَّبِيِّينَ peygamberlerle ن ب ا
13 وَالصِّدِّيقِينَ ve sıddiklarla ص د ق
14 وَالشُّهَدَاءِ ve şehidlerle ش ه د
15 وَالصَّالِحِينَ ve Salihlerle ص ل ح
16 وَحَسُنَ ve ne güzel ح س ن
17 أُولَٰئِكَ onlar
18 رَفِيقًا arkadaştır ر ف ق

Hz. Aişe (r a) dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Rasûlullah (sav)’e bir adam geldi ve şöyle dedi:’Ey Allah’ın Rasûlü!Sen bana nefsimden de sevimlisin, evladımdan da... Evimde iken aklıma sen düşünce duramıyor, yüzüne bakmak için kalkıp geliyorum. Bir gün benim de senin de öleceğini düşünüyorum. Cennet’e girdiğinde senin diğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacağını biliyorum. Ben cennete girdiğimde seni göremiyeceğim diye korkuyorum. Peygamber (sav) Cebrail bu ayeti getirene kadar ona cevap vermedi.

( taberani,el-Mu’cemü’l-evsat(İvezullah) ,I,152-153.nr. 477; Heysemî, Mecmau’l-bahrayn fi zevâidi’l-Mu’cemeyn(Abdülkuddûs),VI, 16,17, nr. 3308)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı        

KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

( Tülay Yılmaz)

Refika رفق :  Kelimenin asıl anlamı yumuşak huyluluk ve letafetle muamelede bulunmaktır. Dirsek manasına gelen مِرْفَقٌ kelimesi alet ismidir ve kendisine dayanarak bir istirahat etme ve yumuşama vesilesidir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri refik, refika, rıfk, refakat ve irtifaktır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُطِعِ  şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الرَّسُولَ  kelimesi lafza-i celâle atıf harfi  وَ ’la matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْعَمَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْعَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَنْعَمَ  fiiline müteallıktır.  مِنَ النَّبِيّ۪نَ  car mecruru  عَلَيْهِمْ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.  النَّبِيّ۪نَ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen/karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baziyet, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  النَّبِيّ۪نَ ’ye matuftur.


  وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  حَسُنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ  fail olarak mahallen merfûdur.

رَف۪يقًا  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur. Hal olması da caizdir.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyizin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhuz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhuz mümeyyez denir. Melhuz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, 

d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

Bu ayette ise  حَسُنَ  güzel olmak fiilinden sonra geldiği için  رَف۪يقًا  temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَف۪يقًا  kelimesi  فعيل  vezninde sıfat-ı müşebbehedir.

Sıfat-ı müşebbehe “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ

 

Cümle, istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ  cümlesi şarttır. Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

فَ  karinesiyle gelen  …فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ  şeklindeki isim cümlesi, şartın cevabıdır.

مَن يُطِعِ  ifadesi taatın bütün manalarını taşıyarak vasıflanan kimse demektir ki Allah’a ve Resulüne isyan etmeyen manasını da ifade eder.  مَعَ  gelmesi bu gruba girmenin daha sağlam ve bilinir olduğuna delalet eder. (Âşûr)

Müsnedin işaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  ile gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, bu mahzuf habere müteallıktır.  …. اَنْعَمَ اللّٰهُ  cümlesi mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Mevsullerde tevcîh sanatı vardır.

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)

اُو۬لٰٓئِكَ  şeklindeki işaret ismi; derecelerinin yüksekliğini ve şeref bakımından ne kadar üstün olduklarını ifade eder. 

Şartın cevap cümlesinde işaret isminin gelmesi; işaret isminden önceki kelamın ihtiva ettiği mana dolayısıyla bu isimle işaret edilen kişilerle ilgili verilen haberin değerine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Faide-i   haber ibtidaî kelamdır. Şart veya cevap cümlesinin haber olması da caizdir.

Cümlede cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Allah ve Resulüne tabi olanlar sayılmıştır.

Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tazim içindir. 

رَف۪يقًاۜ  temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır.

حَسُنَ  fiilinin aslı  حَسَنَ’dir. Taaccüb ve medih ifade etmek için  حَسُنَ  olarak gelmiştir. (Âşûr)

مِنَ  harfi beyan için gelmiştir.

الرَّسُولَ - النَّبِيّ۪نَ- الصِّدّ۪يق۪ينَ- الشُّهَدَٓاءِ - الصَّالِح۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tedrîc sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu)

Ayetteki رَف۪يقًاۜ  kelimesi, temyiz olduğu için mansubtur. Bunun, hal olmak üzere mansub olduğu da söylenmiştir. Yani “Arkadaş olarak, onlardan her biri iyidir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

رَف۪يقً  Keşşâf sahibi, “Bu ifadede bir hayret ettirme manası vardır. Sanki ‘Bunlar ne güzel arkadaş!’ denilmektedir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

“Rıfk” Arapçada yumuşak huyluluk ve lütufkâr davranış manasındadır. Böyle davranan kimseye “refîk” denilir. İşte kelimenin dildeki manası budur. Daha sonra birbirlerine dayanıp destek oldukları için arkadaşa “refîk” denilmiştir.

Vahidî şöyle der: “Refîk kelimesi ayette, çoğul bir kelimenin sıfatı olduğu halde müfred getirilmiştir. Çünkü Araplar  الرَّسُولُ  (peygamber),  البَرِيدُ  (postacı) ve  الرَّفِيقُ  (arkadaş) kelimelerini, hem müfred hem de çoğul manada kullanıyorlardı. Nitekim Hakk Teâlâ,  اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  ‘Biz, Âlemlerin Rabbinin Resulüyüz.’ (Şuara Suresi, 16) buyurmuştur. Bu sebeple bu ayette,  حَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَجُلًا  ‘Bunlar ne güzel adam!’ denilemez. Kısaca bu, ancak bir sıfat olan isim hakkında caiz olur. Fakat bu, (اِمْرَاَةٌ- رَجُلٌ) gibi sarih bir isim olursa caiz olmaz.” (Fahreddin er-Râzî)

Önceki ayetlerde itaat etmeyenlerin halleri konu edilmiş, bu ayette de itaat edenlerin faziletinden bahsedilmekle beraber istînâf cümlesi olarak Allah ve Resulüne itaate ziyadesiyle teşvik edilmiştir.

Çünkü en yüksek kadir ve kıymete sahip kimselere komşuluk demek olan bu netice, insanların gayretleriyle varabildikleri en son merhale ve azimleriyle çıkabildikleri en yüksek mertebedir.

Bu ayette geçen itaatten maksat, bütün emirlere ve yasaklara tamamen boyun eğmek ve onlara eksiksiz olarak uymaktır.

Burada اُو۬لٰٓئِكَ  [işte onlar] kelimesinin kullanılması, onların derecelerinin yükseldiğini ve şerefin uzak bir mertebesinde olduklarını zımnen bildirmek içindir.

Ayette, bunlara verilen nimetlerin zikredilmemesi, o nimetlerin izah ve beyanının ifadelere sığmayacağına işaret içindir.

Burada Peygamberimize (s.a.) itaat etmenin hükmü açıklanırken diğer peygamberlerden de bahsedilmesi, nüzul sebebinde onların da zikri geçtiği içindir. Bir de diğer peygamberlerin zikri şuna işaret eder: Peygamberimize (s.a.) itaat, diğer peygamberlere de itaati içerir. Çünkü Peygamberin (s.a.), asırların değişmesiyle değişmeyen şeriati, onların şeriatlerine de şamildir. (Ebüssuûd)




Nisâ Sûresi 70. Ayet

ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟  ...


Bu lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu
2 الْفَضْلُ ni’met ف ض ل
3 مِنَ -tandır
4 اللَّهِ Allah-
5 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
6 بِاللَّهِ Allah
7 عَلِيمًا bilen olarak ع ل م

 İnsanların ahirette kurtuluşu Allah’ın lütfu iledir. O’nun lütfu ve ihsanı olmazsa hiç kimse kurtulamaz. Nitekim Rasûlullah (sav) : “Hiçbirinizi yaptığı güzel işleri ve ibadettleri kurtaramayacaktır” buyurunca, Ashab-ı Kiram:”Seni de mi ey Allah’ın rasûlü!” diye sordular. Peygamber (sav) :” Beni de amelim kurtaramayacaktır, ancak Allah beni rahmetine daldırırsa o zaman kurtulurum” buyurdu.

( Buhari, Merda 19; Müslim, Kıyamet 71-75)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı

KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ

 

İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  الْفَضْلُ  işaret isminden bedeldir. Haber olduğu görüşü de vardır.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

 

 وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur,  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  عَل۪يمًا۟  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhuz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhuz mümeyyez denir. Melhuz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

Bu ayette ise  كَفَى بِ  terkibinden sonra geldiği için  عَل۪يمًا۟  temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ 

 

Ayet müstenefe cümlesidir. Sübut  ifade eden isim cümlesidir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, Allah’ın insanlara olan nimetlerine işaret etmektedir.

İşaret ismi ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Buna göre ayet-i kerimenin manası, “Bu mükâfat, son derece mükemmel olduğu için âdeta Allah’ın bir lütfu olup, bunun dışında kalanların hiçbir değeri yoktur.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

Şüphe yok ki ayetteki  ذٰلِكَ  kelimesi, daha önce zikredilmiş olan sevap vesilesi sıfatlara işarettir. O vasıfların her birinin, Allah'tan bir lütuf olduğuna hükmedilince bu, sevap vermenin Allah'a vâcip olmadığına delalet eder. Birçok şey, aklî bakımdan da buna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Hakk Teâlâ’nın, “Bu, Allah’tan bir lütuftur.” ifadesi hakkında şu iki ihtimal vardır:

a) Kelamın takdirinin, ذٰلِكَ الْفَضْلُ هُوَ مِنَ اللّٰهِۜ  (Bu mükâfat yok mu, o Allah’ın bir lütfudur.) şeklinde olmasıdır. Buna göre ayet-i kerimenin manası, ‘Bu mükâfat, son derece mükemmel olduğu için âdeta Allah’ın bir lütfu olup bunun dışında kalanların hiçbir değeri yoktur.” şeklinde olur.

b) İfadenin takdirinin, ذٰلِكَ الْفَضْلُ هُوَ مِنَ اللّٰهِۜ (Bu lütuf, sadece Allah’tandır.) olmasıdır. Yani “Şu ayet-i kerimede bahsedilen lütuf ile mükâfat, sadece Allah’tan olup başkasından değildir.” demektir. Birinci ihtimalin daha belîğ olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)

ذَلِكَ الفَضْلُ مِنَ اللَّهِ  cümlesi tarafların marife olması dolayısıyla kasr ifade eder. İddia-i kasrdır. Çünkü Allah’ın lütfu çeşit çeşittir. Fakat bu lütufta mübalağa kastedilmiştir. (Âşûr)

ذٰلِكَ  [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede mütekelliminin Allah Teâlâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَكَفٰى بِاللّٰهِ  [Allah yeter.], [Rabbin yeter.] ayetlerindeki  بِ  harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

عَل۪يمًا۟  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.  (Âşûr) 

Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Ayetin sonunda “Allah size bilen olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani bu haklarla ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde çizdiği sınırları aşmayın demektir. Cümlede mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Yine lâzım-melzûm alakası kullanılmıştır.

Mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَكَفٰى بِاللّٰهِ  sözünde zamir yerine Allah ismi gelmiştir. Tazim, telezzüz ve zihne yerleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır..

Allah’ın Alîm olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece Alîm olarak değil, Basîr, Semi’, Hafîz vs. olarak da yeter. 

Daha sonra Cenab-ı Hakk, “Hakkıyla bilici olarak Allah kâfidir.” buyurmuştur. Bu ifadenin, Allah’a taat hususunda daha önce geçmiş olan açıklamaları tekid etme hususunda son derece müessir bir yeri vardır, zira Cenab-ı Hakk bu sözüyle kendisine, insanların nasıl taatta bulunduklarını ve mükâfat ve lütfun ne şekilde olacağını bildiğine dikkat çekmiştir ki bu da mükellefi, en mükemmel şekilde itaatta bulunup bu hususta kusur etmekten kaçınmaya teşvik eden şeyler cümlesindendir. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 71. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً  ...


Ey iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler hâlinde, yahut topluca savaşa gidin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 خُذُوا alın ا خ ذ
5 حِذْرَكُمْ korunma(tedbirleri)nizi ح ذ ر
6 فَانْفِرُوا savaşa gidin ن ف ر
7 ثُبَاتٍ bölük bölük ث ب ي
8 أَوِ ya da
9 انْفِرُوا savaşa gidin ن ف ر
10 جَمِيعًا hep birlikte ج م ع

Allah ve Rasûlüne itaatten sonra burada bir savaş emri geliyor. Bu konulardan sonra böyle bir emrin gelişi Medineli yeni huzura kavuşmuş, yeni bir vatan elde edip rahat bir şekilde yaşamaya baş-lamış Müslümanların hayat tarzlarına yepyeni bir değerlendirme, bir hedef seçimi getiriyordu. Artık Mekke’nin sıkıntılı dönemleri bitmiş, iş­kenceler geride kalmış, devletlerini kurarak toplumsal problemlerini halletmiş, başlarındaki peygamberin riyasetinde huzur içinde bir ha­yata kavuşmuş Müslümanlara işte tam böyle yaşayacakları bir or­tam-da böyle bir savaş emri geliyordu. Ey Müslümanlar tedbirlerinizi alın ve bölük bölük, ya da topluca savaşa çıkın.

Savaş için tedbir alınacak, hazırlık yapılacak. Savaş için tedbir güzel şey­dir, ama savaşan için güzeldir. Savaşmayan kimsenin tedbir al­ması abdest alıp da namaz kılmayan kimsenin durumu gibidir. Şu anda tedbir aldıklarını söyleyen Müslümanlar sırtlarında zırhlarıyla ya-tağa giren kimselerin durumuna benzer. Hiçbir şey yaptıkları yok ama tedbiri elden bırakmadıklarını söylüyorlar. Elli tane de zırh giyse bile böyle hiçbir şey yapmayan bir kimse o tedbir almış sayılmayacaktır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz Uhud’a giderken üst üste iki tane zırh giymiştir, ama unutmayalım ki Uhud’a giderken giymiştir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

Münadanın başında harfi tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  خُذُوا حِذْرَكُمْ ’dır.  خُذُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حِذْرَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  انْفِرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ثُبَاتٍ  haldir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Fe (فَ): Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.

اَوِ  atıf harfidir.  انْفِرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  جَم۪يعًا  hal olup fetha ile mansubtur.

(اَوْ); Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bir edattır. İki  unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada  ثُبَاتٍ   ve  جَم۪يعًا  kelimeleri müfred olan hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعاً

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan ... خُذُوا  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.

Sılası  اٰمَنُوا  şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

خُذُوا حِذْرَكُمْ  ibaresinde sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel ya da istiare vardır.

خُذُوا  kelimesi sakınmanın şiddeti ve gerekliliğinden istiaredir. Çünkü bu kelime asıl olarak uzakta olan bir şeyi almak manasındadır. Unutmak ve gaflet; uzaklığa ve fırlatmaya, hatırlamak ve dikkatli olmak da uzakta olan bir şeyi almaya benzetilmiştir. Araf Suresi 199. ayetteki  خُذِ العَفْوَ  [Affetmeyi al] ibaresi ve  أخَذَ عَلَيْهِ عَهْدًا ومِيثاقًا  sözü de buna benzer. (Âşûr)

انْفِرُوا - جَم۪يعًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك  (Emret Allah’ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

Cenab-ı Hakk, hem kendisine hem de Resulüne taatte bulunmaya teşvik ettikten sonra taatların en zoru ve kendileriyle dini takviye etmenin gerçekleştiği şeylerin en büyüğü olduğu için daha önce zikredilmiş olan cihaddan tekrar bahsederek “Ey iman edenler, korunma tedbirinizi alın da…” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

اٰمَنُوا - خُذُوا - فَانْفِرُوا  kelimelerin de müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat) 

ثُبَاتٍ  kelimesi  ثُبَةٌ’un çoğuludur;  ثُبَةٌ, sayıca ondan daha çok erkekler topluluğuna denir. Yani müfrezeler, dağınık birlikler halinde savaşa çıkın. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 72. Ayet

وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً  ...


Şüphesiz, aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri savaşa gitme konusunda) hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 مِنْكُمْ içinizden
3 لَمَنْ bir kısmı var ki
4 لَيُبَطِّئَنَّ pek ağır davranır ب ط ا
5 فَإِنْ eğer
6 أَصَابَتْكُمْ size erişirse ص و ب
7 مُصِيبَةٌ bir felaket ص و ب
8 قَالَ der ki ق و ل
9 قَدْ muhakkak
10 أَنْعَمَ lutfetti ن ع م
11 اللَّهُ Allah
12 عَلَيَّ bana
13 إِذْ
14 لَمْ
15 أَكُنْ bulunmadım ك و ن
16 مَعَهُمْ onlarla beraber
17 شَهِيدًا hazır ش ه د

Müminler savaşa çağrıldığında ağırdan alanların, mağlûbiyet olursa “Allah yüzüme baktı da onlarla beraber bulunmadım” diye içten içe sevinenlerin, zafer ve ganimet elde edilirse “Keşke onlarla beraber olsaydım...” diye dövünenlerin kimler olduğu sorusuna iki cevap verilmiştir. Bir kısım tefsirciye göre bunlar, müslümanlarla beraber yaşayıp durdukları halde henüz gönüllerinde iman, gereği gibi yerleşip güçlenmemiş, hayatıyla imanı arasında tam bir paralellik hâsıl olmamış müminlerdir. Çünkü âyet “İçinizden bazıları vardır ki...” diye başlamaktadır. Diğer bir yoruma göre bunlardan maksat münafıklardır. Bu durumda “içinizden...” ifadesi, görünüşe göredir; zira münafıklar dış yüzleri, görünüşleri bakımından müminler gibidirler, onların cemaatine dahildirler. Bize göre burada müminlerin içinde bulunan zayıf imanlı, kararsız ve sebatsız müslümanlarla münafıkların birlikte kastedilmiş olması da mümkündür. Davası uğrunda imanı kendisini ölüme götürecek güçte ve seviyede bulunmayan sıradan insanlar, âyette de tasvir edildiği gibi, daima içlerinden menfaat hesapları yaparlar; girişecekleri işin getirisi ve götürüsü ile ilgili ihtimaller arasında gidip gelirler.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 94

وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

مِنْكُمْ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Mukadder kasem ve cevabı ism-i mevsûlun sılasıdır.

لَ  mukadder kasemin başına gelen vakıadır. Takdiri, أقسم ليبطئن (Yemin ederim ki ağırdan alacaklar) şeklindedir.

يُبَطِّئَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, 

teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

لَيُبَطِّئَنَّۚ  tabiri,  الاِبْطَاءُ (gecikti, ağır davrandı) anlamına da gelir. “Buna göre buradaki tef’îl vezninin anlamı, bu fiilin tekrar tekrar meydana geldiğini ifade etmektir. Dil alimleri, Arapların, “Ey falanca, seni bizden alıkoyan nedir?” dediklerini nakletmişlerdir. Arapların, مَا اَبْطَأَ بِكَ يَا فُلَانُ عنَّا  bu fiili  ب  harf-i ceriyle kullanmaları da bu fiilin hadd-i zatında müteaddi olmadığına delalet eder. Buna göre ayetin manası, “Onlar içinde, bu gayeye karşı ağır davranan ve cihad hususunda gevşek davranıp ağırdan alan kimseler vardır. Bunlar, Müslümanlar zafere ulaştıkları zaman ganimete nail olmak için onlarla olmuş olmayı temenni ederler. Ama Müslümanların başına nahoş bir iş geldiğinde de onlarla birlikte bulunmamış olmalarından dolayı sevinirler.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  لَيُبَطِّئَنَّۚ  ifadesinden muradın, onların ağır davranması olup başkalarını geri durdurma olmadığına delalet eden hususlardan birisi de Cenab-ı Hakk’ın, ganimet elde edildiği zaman onların söylediğini naklettiği “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da…” sözleridir.

Müfessirlerin çoğu ise bu kelimeyi “başkasını geri durdurma, alıkoyma” manasına hamletmişlerdir. Müfessirler böylece,  اَبْطَأً  ve  بَطَّأً  fiillerini birbirinden farklı kabul edip birincisini lâzım, ikincisini ise müteaddi addetmişlerdir;  حَبَّ  (sevimli oldu) ve  اَحَبَّ  (sevdi) fiillerinde olduğu gibi. Çünkü birinci fiil lâzım, ikincisi ise müteaddidir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً

 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Fe (فَ): Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

اَصَابَتْكُمْ  şart fiili olup mahallen meczumdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مُص۪يبَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı  قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ’dur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Şartın cevabı olup mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو dir.

Mekulü’l-kavli,  قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَنْعَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيَّ  car mecruru  اَنْعَمَ  fiiline müteallıktır.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen/karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ  zaman zarfı,  اَنْعَمَ  fiiline müteallıktır.  لَمْ اَكُنْ  cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  اَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Mekân zarfı  مَعَ, habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شَه۪يدًا  kelimesi  اَكُنْ ’un haberi olup lafzen mansubtur.


وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi  اِنَّ  ve  lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş

sübut ifade eden isim cümlesidir.

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede haberin hazfi îcâz-ı hazif, takdimi takdim-tehir sanatıdır.

İsm-i mevsûlün sılasına dâhil olan lam, tekid harfidir. 

Müsnedün ileyhin müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  ile marife olması bahsedilenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder.  مَنْ ’de tevcîh sanatı vardır.

Lam-ı muzahlaka; cümlenin başında gelmesi gereken tekid harfidir. Cümlenin başında  اِنَّ  olunca yuvarlanıp haberin başına gelir. 

Hayır işlerinde ağırdan almak münafıkların karakteridir.

لَمَنْ’deki lam ibtidâiyye olup  إِنَّ ٱللَّهَ لَغَفُورࣱ رَّحِیمࣱ  [Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir. (Nahl Suresi, 18)] ayetindeki ile aynı işlevi görmektedir.  لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ  [işi ağırdan alan] ifadesindeki ise gizli bir kasemin cevabı olup açılımı şöyledir: “İçinizde, Allah’a yemin ederim ki işi alabildiğine ağırdan alanlar var!” Kasem ve cevabı, مَنْ ’in sılasıdır; sıla cümlesinde ism-i mevsûle ait olan zamir ise  لَيُبَطِّئَنَّۚ  fiilinde gizli olan  هو  zamiridir. Hitap, Peygamberin (s.a.) ordusunadır. “İşi ağırdan alanlar” ise münafıklardır, çünkü orduyla birlikte sefere münafıkça çıkıyorlardı.  لَيُبَطِّئَنَّۚ ’nin manası, [ağırdan alırlar] ve [cihattan geri kalırlar]’dır. (Keşşâf - Beyzâvî)

 

 فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يداً

 

Ayete dâhil olan  فَ  istînâfiyyedir. Cümle  şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart cümlesi  اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi …قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ  müspet mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. Cevap  cümlesinde fiilin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

اَنْعَمَ  fiilinin müteallıkı olan  اِذْ  zaman zarfı olup  لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا  cümlesine muzâf olmuştur. 

لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَصَابَتْكُمْ - مُص۪يبَةٌ  kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.


Nisâ Sûresi 73. Ayet

وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً  ...


Eğer Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve eğer
2 أَصَابَكُمْ size erişirse ص و ب
3 فَضْلٌ bir ni’met ف ض ل
4 مِنَ -tan
5 اللَّهِ Allah-
6 لَيَقُولَنَّ der ق و ل
7 كَأَنْ sanki
8 لَمْ
9 تَكُنْ yokmuş gibi ك و ن
10 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
11 وَبَيْنَهُ kendisi arasında ب ي ن
12 مَوَدَّةٌ hiç sevgi و د د
13 يَا لَيْتَنِي keşke ben de
14 كُنْتُ olsaydım ك و ن
15 مَعَهُمْ onlarla beraber
16 فَأَفُوزَ kazansaydım ف و ز
17 فَوْزًا bir başarı ف و ز
18 عَظِيمًا büyük ع ظ م

وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ

 


وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıadır.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

اَصَابَكُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  فَضْلٌ  fail olup lafzen merfûdur. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَصَابَكُمْ  fiiline müteallıktır.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir.

يَقُولَنَّ  fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ  cümlesi, fiille mef'ulü arasında giren itiraz cümlesi veya  يَقُولَنَّ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

كَاَنْ  şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi de zamir-i şandır. Mahzûftur.  لَمْ تَكُنْ  cümlesi  كَاَنْ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

بَيْنَكُمْ  mekân zarfı, تَكُنْ ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَهُ  atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَكُمْ ’e matuftur.  مَوَدَّةٌ  ise  تَكُنْ ’un muahhar ismidir. 


 لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً

 

Cümle  يَقُولَنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubtur.

يا  tenbih harfidir. Temenni ifade eden  لَيْتَن۪ي  harfi, اِنَّ  gibi isim cümlesine dâhil olur, ismini nasb haberini ref yapar.  ن  vikaye nûnudur. Mütekellim zamiri  ي  harfi  لَيْتَ’nin ismi olup mahallen mansubtur.

كُنْتُ مَعَهُمْ  cümlesi  لَيْتَن۪ي ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كُنْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تُ  muttasıl zamiri,  كَاَنَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  مَعَهُمْ  mekân zarfı, كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. 

اَفُوزَ  mansub muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  اَنَا’dir.  فَوْزًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  فَوْزًا ’in sıfatıdır.




وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزاً عَظ۪يماً

 

Ayet  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi  kasem  üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Şart fiili  اَصَابَكُمْ  muksemun aleyhtir. ...لَيَقُولَنَّ cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle  mahzuftur. Bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ  [Sanki aranızda hiç bir dostluk yokmuş gibi.] itiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır. Cümlede  كَاَنْ ’in ismi olan şan zamirinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  كَاَنْ’nin haberi olan  كاَن’nin dâhil olduğu menfi isim cümlesi sübut ifade eder.

لَيَقُولَنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ  cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan  لَيْتَ’nin dâhil olduğu isim cümlesi ise temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.  لَيْتَ’nin haberi olan  كُنْتُ مَعَهُمْ  cümlesinde  كاَن ’nin  haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَضْلٌ - فَوْزًا  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Lâm kaseme delalet eden muvattie lâm’ıdır. Nûn tekiddir. Onların hallerindeki durumun garipliği hakkında bir uyarıdır. Böylece muhatap, başına gelenler nedeniyle inkâr eden menzilesine konulmuştur. Faziletten murad fetih ve ganimettir. (Âşûr)

مَوَدَّةٌ  kelimesi münafıklar içinse istiaredir. Eğer müminlerin zayıflığı kastedildiyse hakiki manadadır. (Âşûr) 

كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ [Sizinle kendisi arasında hiç sevgi ve dostluk yokmuş gibi.]  îtirazî (ara) cümlesinin fiil ile mef’ûlün arasına girmesi, daha kelamın başında, onun müminlerle beraber olmak istemesinin, aradaki sevgi ve dostluk gereği değil, dünya malına olan ihtirasından kaynaklandığını belirtmek içindir. Bu, gazap ve istihza yoluyla söylenmiştir. (Ebüssuûd)




Nisâ Sûresi 74. Ayet

فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً  ...


O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلْيُقَاتِلْ savaşsınlar ق ت ل
2 فِي
3 سَبِيلِ yolunda س ب ل
4 اللَّهِ Allah
5 الَّذِينَ kimseler
6 يَشْرُونَ satan(lar) ش ر ي
7 الْحَيَاةَ hayatını ح ي ي
8 الدُّنْيَا dünya د ن و
9 بِالْاخِرَةِ ahireti karşılığında ا خ ر
10 وَمَنْ ve kim
11 يُقَاتِلْ savaşır da ق ت ل
12 فِي
13 سَبِيلِ yolunda س ب ل
14 اللَّهِ Allah
15 فَيُقْتَلْ öldürülür ق ت ل
16 أَوْ veya
17 يَغْلِبْ galib gelirse غ ل ب
18 فَسَوْفَ yakında
19 نُؤْتِيهِ biz ona vereceğiz ا ت ي
20 أَجْرًا bir mükafat ا ج ر
21 عَظِيمًا büyük ع ظ م

Allah’a ve âhirete hakkıyla iman etmiş olanların fayda-zarar, kazanç kayıp hesapları dünya hayatıyla sınırlı değildir. Allah rızâsı ve ebedî hayat daima hesaba dahildir, dahil olmanın da ötesinde terazide ağır basmaktadır. Ölçüsünde, tercihinde, değerlendirmesinde Allah rızâsı ve âhiret menfaati ağır basan, âhiretini dünyasına değil, dünyasını –gerektiğinde– âhiretine feda eden müminler, Kur’ân dilinde “dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar” yani dünyayı verip âhireti satın alanlardır. Allah emri olan savaş bu ölçüye vurulduğunda çıkacak sonuç âyette şöyle tasvir edilmektedir: Savaşa giren ya zafer kazanır veya yenilir ve şehid olur. Her iki durumda da âhireti tercih eden mümin kazançlıdır. Çünkü Allah savaşıp galip gelenlere de şehid olanlara da büyük mükâfatlar vermektedir. Rağbet edilmesi gereken de işte bu mükâfattır.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 94-95

فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  ل, emir lam’ıdır.  يُقَاتِلْ  meczum muzari fiildir.

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُقَاتِلْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشْرُونَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْحَيٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.  بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يَشْرُونَ  fiiline müteallıktır.


وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُقَاتِلْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ’in haberidir. 

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُقَاتِلْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  يُقْتَلْ  şart fiiline matuf olup meçhul meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

يَغْلِبْ  fiili atıf harfi  اَوْ ’ile  يُقَاتِلْ  matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.

نُؤْت۪يهِ  fiili, ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اَجْرًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  اَجْرًا’in sıfatıdır.

يُقَاتِلْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ

 

فَ  istînâfiyye,  لْ  gaibe emir içindir. Ayet emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Car mecrur  ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  fiilin faili konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’ye takdim edilmiştir. Öne geçene itina göstermek, sonraya alınana da teşvik etmek maksadıyla takdim-tehir sanatı yapılmıştır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bu kişilerin tanınan, bilinen kişiler olduğuna işaret ederek onlara tazim ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelam olan  … يَشْرُونَ  cümlesi, mevsûlün sılasıdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

يَشْرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ibaresinde  فِی  harfi de  إلى  harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi  فِی  harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

[Dünyaya karşılık ahireti satın almak] ibaresinde istiare vardır.  Satmak, değiştirmek manasındadır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Ayetteki,  يَشْرُونَ kelimesi, “satın alırlar” manasınadır. Bu görüşte olanlar şöyle derler: Bu ayetin muhatapları, Uhud Savaşı’ndan geri durup katılmayan münafıklardır. Buna göre ayetin manası; “Dünya hayatını ahirete tercih eden o kimseler savaşsınlar.” şeklinde olur. Bu manaya göre ayette şöyle takdir edilmesi gereken bir hazif vardır: “İslam ve iman gerçekleşmeden önce İslam ahkâmının gerektirdiği şeylerin meydana gelmesi imkânsız olduğu için (ey münafıklar) önce iman edin, sonra da savaşın.” (Fahreddin er-Râzî) 

شَرى  kelimesi  اشْتَرى’nın mukabilidir. (Âşûr)

 

وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ, cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olması da caizdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karinesiyle gelen, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan    فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا  cümlesi, şartın cevabıdır. Müstakbel zaman bildiren  سَوْفَ  ile tekid edilmiştir.

فَيُقْتَلْ  ve  اَوْ يَغْلِبْ  cümleleri,  يُقَاتِلْ  cümlesine tezayüf sebebiyle atfedilmiştir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

يَغْلِبْ - يُقَاتِلْ - لْيُقَاتِلْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُقَاتِلْ - لْيُقَاتِلْ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ifadesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  sözünden sonra Allah ismi yerine zamirle  نُؤْت۪يهِ  gelerek iltifat yapılmıştır.

اَجْرًا ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا  [Büyük ecir vereceğiz.] sözünde istiare vardır. Allah yolunda savaşanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir.  Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmasıdır. 

Ayet-i kerimenin öldürülürse veya öldürürse şeklinde tam mukabele olarak değil de öldürülürse veya galip gelirse şeklinde gelmesi Allah yolunda olsa bile öldürme fiilini kullanmanın hoş görülmemesi dolayısıyladır.




Günün Mesajı
69. ayet insanlara lider ve rehber olabilecek dört sınıf insandan bahsetmektedir. Bunların başında nebiler, sonrasında sıddıklar, sonra şehitler ve sonra da salihler gelir. Bu ayet Fatiha suresinde geçen kendilerine nimet verilenlerin kim olduğunu açıklamaktadır. Kendilerine nimet verilen bu kimseler tam olarak sırat-ı müstakime ulaştırılmış, hidayet edilmiş kişilerdir. Yani nimetten kasıt tam bir hidayettir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bazen bir yalnızlık hali yakalar insanı. Yanında kaç kişi olursa olsun, tek başına kalır. Sohbetler arasındayken, kendini sessizliği dinlerken bulur. Zaman akmaz gibiyken, geçtiğimiz hafta nereye gitti diye sorar. Düşündükçe zihninde kaybolur. Duyguları yoğunlaştıkça hissizleşir. Bulunduğu yerden memnun değildir ama bir parçası devamlı teslim olmaya çağırır. Sanki yüzme bilmeyen haliyle, bir denizin ortasına atılmıştır. Çırpınsa da, beklese de, zaten derinlere çökmektedir.

Bir gün, bir an, bu hale hapsolmaktan sıkıldığını hisseder. Ve gönül kapılarından birinin ısrarla çalındığını duyar. Açtığında, karşısında tatlı bir çocuk durmaktadır. Velet, ayağını üç kere yere vurur ve eline bir kağıt tutuşturduktan sonra koşarak uzaklaşır. Kağıtta sadece ‘Alîm olarak Allah yeter!’ yazmaktadır. Bu onun, kalbinin ve zihninin coşmasına yeter. İstem dışı, ayağını çocuğun yaptığı gibi yere vurur. O anda, bulunduğu denizin o kadar da derin olmadığını farkeder ve başını sudan çıkarıp soluklanır. Kendi kendine mırıldanır: Hiçbir şey Allah’ın ilminin dışında kalmazken, O yalnızlığımı bilirken, ben nasıl yalnız kalabilirim? Şüphesiz, dünya hayatının her alanında ve her halimizde Alîm olarak Allah yeter. O’nun bildiğini bilmek yeter.

Ey ilmi her şeyi kuşatan Rabbim. Ey büründüğüm her hali bilen Rabbim. Ey her düşüncemden ve duygumdan haberdar olan Rabbim. İlminin sonsuzluğu; ihtiyacım olan disiplinin, gönlümdeki huzurun ve zihnimdeki dinginliğin sebebi. İlminin enginliği; nefsimin terbiyecisi, halimin şifası, gözümün nuru ve kalbimin dostu.

Ey Alîm olan Allahım! İlmine iman ederek Sana teslim olduk. Sana ve Peygamber’ine itaat ettik. Bu itaat ve teslimiyet üzerine yaşamamızı ve ölmemizi nasip et. Ki Cennetinde, Senin izninle; Peygamberlere, Sıddıklara, Şehidlere ve Salihlere komşu ve arkadaş olalım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji