وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يُطِعِ | ita’at ederse |
|
3 | اللَّهَ | Allah’a |
|
4 | وَالرَّسُولَ | ve Elçi’ye |
|
5 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
6 | مَعَ | beraberdir |
|
7 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
8 | أَنْعَمَ | ni’metlendirdiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | عَلَيْهِمْ | kendilerini |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | النَّبِيِّينَ | peygamberlerle |
|
13 | وَالصِّدِّيقِينَ | ve sıddiklarla |
|
14 | وَالشُّهَدَاءِ | ve şehidlerle |
|
15 | وَالصَّالِحِينَ | ve Salihlerle |
|
16 | وَحَسُنَ | ve ne güzel |
|
17 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
18 | رَفِيقًا | arkadaştır |
|
Hz. Aişe (r a) dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Rasûlullah (sav)’e bir adam geldi ve şöyle dedi:’Ey Allah’ın Rasûlü!Sen bana nefsimden de sevimlisin, evladımdan da... Evimde iken aklıma sen düşünce duramıyor, yüzüne bakmak için kalkıp geliyorum. Bir gün benim de senin de öleceğini düşünüyorum. Cennet’e girdiğinde senin diğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacağını biliyorum. Ben cennete girdiğimde seni göremiyeceğim diye korkuyorum. Peygamber (sav) Cebrail bu ayeti getirene kadar ona cevap vermedi.
( taberani,el-Mu’cemü’l-evsat(İvezullah) ,I,152-153.nr. 477; Heysemî, Mecmau’l-bahrayn fi zevâidi’l-Mu’cemeyn(Abdülkuddûs),VI, 16,17, nr. 3308)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı
KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
( Tülay Yılmaz)
Refika رفق : Kelimenin asıl anlamı yumuşak huyluluk ve letafetle muamelede bulunmaktır. Dirsek manasına gelen مِرْفَقٌ kelimesi alet ismidir ve kendisine dayanarak bir istirahat etme ve yumuşama vesilesidir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri refik, refika, rıfk, refakat ve irtifaktır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُطِعِ şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الرَّسُولَ kelimesi lafza-i celâle atıf harfi وَ ’la matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَنْعَمَ fiiline müteallıktır. مِنَ النَّبِيّ۪نَ car mecruru عَلَيْهِمْ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. النَّبِيّ۪نَ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen/karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baziyet, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la النَّبِيّ۪نَ ’ye matuftur.
وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. حَسُنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ fail olarak mahallen merfûdur.
رَف۪يقًا kelimesi temyiz olup fetha ile mansubtur. Hal olması da caizdir.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyizin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhuz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhuz mümeyyez denir. Melhuz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur:
a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler,
b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler,
c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler,
d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler.
Bu ayette ise حَسُنَ güzel olmak fiilinden sonra geldiği için رَف۪يقًا temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَف۪يقًا kelimesi فعيل vezninde sıfat-ı müşebbehedir.
Sıfat-ı müşebbehe “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ
Cümle, istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ cümlesi şarttır. Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen …فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ şeklindeki isim cümlesi, şartın cevabıdır.
مَن يُطِعِ ifadesi taatın bütün manalarını taşıyarak vasıflanan kimse demektir ki Allah’a ve Resulüne isyan etmeyen manasını da ifade eder. مَعَ gelmesi bu gruba girmenin daha sağlam ve bilinir olduğuna delalet eder. (Âşûr)
Müsnedin işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ile gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, bu mahzuf habere müteallıktır. …. اَنْعَمَ اللّٰهُ cümlesi mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Mevsullerde tevcîh sanatı vardır.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)
اُو۬لٰٓئِكَ şeklindeki işaret ismi; derecelerinin yüksekliğini ve şeref bakımından ne kadar üstün olduklarını ifade eder.
Şartın cevap cümlesinde işaret isminin gelmesi; işaret isminden önceki kelamın ihtiva ettiği mana dolayısıyla bu isimle işaret edilen kişilerle ilgili verilen haberin değerine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart veya cevap cümlesinin haber olması da caizdir.
Cümlede cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Allah ve Resulüne tabi olanlar sayılmıştır.
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tazim içindir.
رَف۪يقًاۜ temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır.
حَسُنَ fiilinin aslı حَسَنَ’dir. Taaccüb ve medih ifade etmek için حَسُنَ olarak gelmiştir. (Âşûr)
مِنَ harfi beyan için gelmiştir.
الرَّسُولَ - النَّبِيّ۪نَ- الصِّدّ۪يق۪ينَ- الشُّهَدَٓاءِ - الصَّالِح۪ينَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tedrîc sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu)
Ayetteki رَف۪يقًاۜ kelimesi, temyiz olduğu için mansubtur. Bunun, hal olmak üzere mansub olduğu da söylenmiştir. Yani “Arkadaş olarak, onlardan her biri iyidir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
رَف۪يقً Keşşâf sahibi, “Bu ifadede bir hayret ettirme manası vardır. Sanki ‘Bunlar ne güzel arkadaş!’ denilmektedir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
“Rıfk” Arapçada yumuşak huyluluk ve lütufkâr davranış manasındadır. Böyle davranan kimseye “refîk” denilir. İşte kelimenin dildeki manası budur. Daha sonra birbirlerine dayanıp destek oldukları için arkadaşa “refîk” denilmiştir.
Vahidî şöyle der: “Refîk kelimesi ayette, çoğul bir kelimenin sıfatı olduğu halde müfred getirilmiştir. Çünkü Araplar الرَّسُولُ (peygamber), البَرِيدُ (postacı) ve الرَّفِيقُ (arkadaş) kelimelerini, hem müfred hem de çoğul manada kullanıyorlardı. Nitekim Hakk Teâlâ, اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ‘Biz, Âlemlerin Rabbinin Resulüyüz.’ (Şuara Suresi, 16) buyurmuştur. Bu sebeple bu ayette, حَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَجُلًا ‘Bunlar ne güzel adam!’ denilemez. Kısaca bu, ancak bir sıfat olan isim hakkında caiz olur. Fakat bu, (اِمْرَاَةٌ- رَجُلٌ) gibi sarih bir isim olursa caiz olmaz.” (Fahreddin er-Râzî)
Önceki ayetlerde itaat etmeyenlerin halleri konu edilmiş, bu ayette de itaat edenlerin faziletinden bahsedilmekle beraber istînâf cümlesi olarak Allah ve Resulüne itaate ziyadesiyle teşvik edilmiştir.
Çünkü en yüksek kadir ve kıymete sahip kimselere komşuluk demek olan bu netice, insanların gayretleriyle varabildikleri en son merhale ve azimleriyle çıkabildikleri en yüksek mertebedir.
Bu ayette geçen itaatten maksat, bütün emirlere ve yasaklara tamamen boyun eğmek ve onlara eksiksiz olarak uymaktır.
Burada اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar] kelimesinin kullanılması, onların derecelerinin yükseldiğini ve şerefin uzak bir mertebesinde olduklarını zımnen bildirmek içindir.
Ayette, bunlara verilen nimetlerin zikredilmemesi, o nimetlerin izah ve beyanının ifadelere sığmayacağına işaret içindir.
Burada Peygamberimize (s.a.) itaat etmenin hükmü açıklanırken diğer peygamberlerden de bahsedilmesi, nüzul sebebinde onların da zikri geçtiği içindir. Bir de diğer peygamberlerin zikri şuna işaret eder: Peygamberimize (s.a.) itaat, diğer peygamberlere de itaati içerir. Çünkü Peygamberin (s.a.), asırların değişmesiyle değişmeyen şeriati, onların şeriatlerine de şamildir. (Ebüssuûd)