اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَيْنَمَا | nerede |
|
2 | تَكُونُوا | olsanız |
|
3 | يُدْرِكْكُمُ | yine sizi bulur |
|
4 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
5 | وَلَوْ | ve eğer |
|
6 | كُنْتُمْ | bulunsanız |
|
7 | فِي | içinde |
|
8 | بُرُوجٍ | kaleler |
|
9 | مُشَيَّدَةٍ | sağlam |
|
10 | وَإِنْ | ve eğer |
|
11 | تُصِبْهُمْ | onlara erişirse |
|
12 | حَسَنَةٌ | bir iyilik |
|
13 | يَقُولُوا | derler |
|
14 | هَٰذِهِ | bu |
|
15 | مِنْ | -ındandır |
|
16 | عِنْدِ | taraf- |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | وَإِنْ | eğer |
|
19 | تُصِبْهُمْ | onlara erişirse |
|
20 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
21 | يَقُولُوا | derler |
|
22 | هَٰذِهِ | bu |
|
23 | مِنْ | -dendir |
|
24 | عِنْدِكَ | senin yüzün- |
|
25 | قُلْ | de ki |
|
26 | كُلٌّ | hepsi |
|
27 | مِنْ | -ındandır |
|
28 | عِنْدِ | taraf- |
|
29 | اللَّهِ | Allah |
|
30 | فَمَالِ | ne oluyor ki |
|
31 | هَٰؤُلَاءِ | bu |
|
32 | الْقَوْمِ | topluma |
|
33 | لَا |
|
|
34 | يَكَادُونَ | yanaşmıyorlar |
|
35 | يَفْقَهُونَ | anlamaya |
|
36 | حَدِيثًا | söz |
|
Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir. Yüksek kalelerde veya sağlam saraylarda, hatta gökteki yıldızlarda dahi bulunsanız yine ölüm gelir sizi bulur. Bundan dolayı ölüm korkusu ile vazifeden kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur. Madem ki mutlaka bir ölüm vardır. Ona her zaman hazır olmalı, dünya hayatına bağlanmamalı, vazifeyi seve seve yapmalıdır. Bir de Ey Muhammed! Bir takım kimseler -ve özellikle münafıklar- kendilerine bir iyilik, bir nimet veya herhangi bir güzellik nasib olursa "bu Allah tarafındandır" diyorlar. Allah'tan biliyorlar. Ve eğer başlarınıza bir bela veya herhangi bir kötülük gelirse "bu senin tarafındandır" diyorlar.
Bu hususta şöyle rivayet edilmiştir ki: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiği zaman Medine'de bolluk ve ucuzluk olmuştu. Hz. Muhammed'in insanları İslâm'a davet etmesi üzerine yahudilerin inadı ve münafıkların münafıklığı ortaya çıktığı sıralarda kıtlık ve pahalılık görülmeye başladı. Bunda belki Medine'nin kalabalık olmaya başlamasının da bir rolü düşünülse bile, yağmurların alışılmışın aksine az yağması, meyve ve ürünlerin olmaması gibi tabii durumlar da vardır ki, "Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını (Peygamberlere baş kaldırdıklarından ötürü bize) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır." (A'raf, 7/94) âyetinde her peygamberin gönderildiği memlekette başlangıçta böyle bir darlık ve sıkıntının yüz göstermesi de Allah'ın âdeti olduğu açıkça belirtilmiştir. İşte o zaman yahudiler ve münafıklar; "Biz böyle uğursuz bir adam görmedik. Bu geleli meyvalarımız az biter oldu ve fiyatlar arttı, pahalılık çoğaldı." diyorlar. Bolluğu ve ucuzluğu Allah'a, darlığı ve pahalılığı Peygambere isnad ediyorlardı. Çünkü "Onlara bir iyilik (bolluk) gelince, (Bu bizim hakkımızdır.) derler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı " (A'raf, 7/131) âyetinin mânâsından anlaşıldığı gibi vaktiyle Hz. Musa'yı da böyle uğursuz saymışlardı. Bu âyetin iniş sebebi bu olmuş. Fakat âyet, beyanın gelişi itibariyle savaş durumlarını da ilgilendirdiğinden iyilikler ve kötülükler, bolluk veya darlık, sıhhat veya hastalık, hayat veya ölümden başka, zafer veya yenilgi gibi savaş sonuçlarını da kapsayacak bir şekilde ifade edilmiştir.
Ey Muhammed! De ki, başınıza gelen iyi ve kötü şeylerin hepsi Allah tarafındandır. Onun yaratması ve takdiri iledir. İyilikler, Allah'ın bir ihsanı, kötülükler de Allah'ın yardımı kesmesidir. Bu böyle iken bu adamların ne çıkarı var ki bir sözü veya olayı fıkhı ile, yani sırrı ve hikmeti ile anlamaya yaklaşmazlar da Allah tarafından başlarına gelen felaketi peygambere isnad etmeğe kalkışırlar.
Şimdi de öyle bizi niye dine davet edip duruyorsun? Kâfirlik de Allah'tandır demeye kalkışırlar. Çünkü söz anlamamak yüzünden denilince bir taraftan bundan insanın çalışmasını ve iradesini inkar etmeye, kulların işlerinde cebr (zorlama) mânâsını çıkarmaya kalkışırlar. Diğer taraftan öyle ise sorumluluk nerede kalır? Allah'a inanma ve iman etmenin tabiat tasavvurundan ne farkı olur? Allah'a kötülük nasıl isnat edilir? Allah'ın zararlı olan bir şeyi yaratması nasıl caiz olur, gibi şüphelere saplanırlar.
(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Burada da bir çok yerde olduğu gibi namaz emredilmiştir. Namaz kılarsan işlerin yoluna girer diye insanları namaza ikna etmeye çalışmak çok yanlıştır, girmeyebilir. Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Öyle olsaydı peygamberlerin başına hiç sıkıntı gelmezdi. İbadetler bir bakıma sadece bu hayata daha kolay tahammül edebilme reçetesiidir. Esas karşılık ise ahirettedir. Bu dünyada değildir. Bu dünyada karşılık bekleme düşüncesiyle hareket eden, sonunda şunu yaptım, bunu yaptım ama birşey olmadı diyor. Şart düşüncesiyle hareket etmemeliyiz. İbadetler bizim üzerimize borç olan şeylerdir.
Başımıza gelen kötü şeyler, bizim o anki bakışımıza göre kötüdür. Kazandırdıkları şeyler düşünülür ve geniş bir çerçeveyle bakılır, hayatın bitiminde bakılıp değerlendirilirse o kadar kötü olmadığı görülür.)
Riyazus Salihin, 75 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‘İşte bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır’ dediler.”
(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar: Kimileri, “Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanİmamış olanlardır” dediler. Daha başka birçok görüş ileri sürenler oldu.
Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm çıkageldi.
- “Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu.
- Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim oldukları hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:
- Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ Rasûlallah)! dedi.
Peygamber aleyhisselâm da:
- “Sen onlardansın!” buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı ve:
- Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.
Peygamber aleyhisselâm bu defa:
- “Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.
Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 16
Dereke درك : aşağıya inmek, دَرَجَ yükselmek anlamında kullanılır. Bundan dolayı 'cennet dereceleri ve cehennem derekeleri' denir. أدْرَكَ Bir şeyin son noktasına ulaştı demektir. تَدَارُكٌ kelimesi daha çok yardım etmek ve nimet konularında kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri idrak, müdrik ve tedâriktir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
Berece برج : Buruc بُرُوج saraylar demek olup tekili بُرْج şeklindedir. Bu isim gökteki burçlar için de kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli burçtur.
(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ
اَيْنَ مَا mekân zarfı şart manalıdır. يُدْرِكْكُمُ fiiline müteallıktır. Burada tam fiil olan تَكُونُوا şart fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ ’dur. يُدْرِكْكُمُ fiili meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كُنْتُمْ şart fiilidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪ي بُرُوجٍ car mecruru كُنْتُمْ’un mahzuf haberine müteallıktır.
مُشَيَّدَةٍ kelimesi بُرُوجٍ kelimesinin sıfatıdır. مُشَيَّدَةٍ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لو كنتم في بروج مشيدة لأدرككم الموت (Sapasağlam burçlarda bile olsanız ölüm sizi yakalar.) şeklindedir.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تُصِبْهُمْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. حَسَنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı يَقُولُوا ’dur. يَقُولُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هٰذِه۪ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُصِبْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صوب ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezmeden şart harfidir. تُصِبْهُمْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. حَسَنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı يَقُولُوا ’dur. يَقُولُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هٰذِه۪ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ عِنْدِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ’dir. كُلٌّ mübtedadır. مِنْ عِنْدِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
فَ istînâfiyyedir. İstifham ismi مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.
لِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. الْقَوْمِ ism-i işaretten bedel veya sıfattır.
لَا يَكَادُونَ cümlesi الْقَوْمِ kelimesinin veya هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكَادُونَ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı يَكَادُونَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
يَفْقَهُونَ fiili, يَكَادُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. يَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. حَد۪يثًا
mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi şart üslubunda haber cümlesidir. Şart cümlesi تَكُونُوا, şart edatı zaman zarfı اَيْنَ مَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ, cevap cümlesidir. اَيْنَ مَا ’nın da muteallakıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ [Ölüm sizi yakalar.] (gelir sizi bulur, yakalar) cümlesinde istiare vardır. Ölüm bir şahsa benzetilmiş, bu şahsın yakalama fiili ölüm için kullanılmıştır.
İdrak fiili “yetişmek, yakalamak” demektir. Dolayısıyla onların ölümden kaçtıklarına işaret eder.
وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ
وَ ’la makabline atfedilen cümle şart üslubunda haber cümlesidir. Şart cümlesi كان ’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كان ,ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ ’nin haberine müteallıktır.
Öncesinin delaletiyle hazfedilen şartın cevabının takdiri و كنتم في بروج مشيدة لأدرككم الموت [Sapasağlam burçlarda bile olsanız ölüm sizi yakalar.] olabilir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَكُونُوا - كُنْتُمْ ve يَقُولُوا - قُلْ kelimeleri arasında kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ [Dayalı döşeli, sağlam, korunmuş burçlar] ifadesinde mübalağa sanatı vardır. Burç kelimesi uzaktan ferkedilen burç, kale, kule gibi yapılar için kullanılır. Ahzab Suresi 33 ve Nur Suresi 60 ayetlerinde kadınlar için kullanılmıştır. Kadının teberrüc etmesi, uzaktan fark edilecek şekilde açılıp saçılmasıdır.
Bu ibtidaî kelam, başkasının sözlerini nakletmek değil, doğrudan doğruya Allah Teâlâ katından gelmekte ve muhataplara tevcih edilmektedir. Bundan önce Resulullah (s.a.) vasıtasıyla dünyanın önemsizliği ve ahiret hayatının yüceligi belirtilmiştir. Şimdi bu ifade ile muhataplar ilzam edilmiştir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ
وَ’la makabline atfedilen cümle şart üslubunda haber cümlesidir. Şart fiili تُصِبْهُمْ ve cevap fiili يَقُولُوا müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesinde mekulü’l-kavl, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ car mecruru bu mahzuf habere müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen müteakip وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَ cümlesi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir.
حَسَنَةٌ - سَيِّئَةٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ [Eğer onlara bir güzellik gelirse derler ki: Bu Allah katındandır.] cümlesiyle وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ [Eğer onlara kötü bir şey gelirse derler ki: Bu sendendir (yani Peygamber Efendimizden (s.a.))] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
عِنْدِ اللّٰهِۚ izafetinde عِنْدِ, lafza-i celâle muzâf olması nedeniyle şeref kazanmıştır.
Bela ve günaha, سَيِّئَةٌ”; nimet ve taata da “حَسَنَةٌ ” denebilir. Ayette “Eğer onlara bir hasene dokunursa…” tabiri her türlü haseneye şamil olan umumi bir ifade olduğu gibi “Eğer onlara bir seyyie dokunursa...” tabiri de her türlü seyyieyi içine alan umumi bir ifadedir. Cenab-ı Hakk’ın, bunun ardından “De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.” buyurmuştur ki bütün iyilik ve kötülüklerin Allah’tan olduğu hususunda açık bir sözdür. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ibtidaî kelamın, Müslümanlardan hikaye edilenlerin akabinde zikredilmiş olması, aralarındaki münasebetten dolayıdır; zira her ikisinde de her iki grubun sevmedikleri şeylerin, o şeylerin gerçekleşmesinde dahli olmayan başka nesnelere isnadı ve ondan dolayı da o nesneleri sevmemeleri ifade edilmektedir. (Ebüssuûd)
قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ, bu mahzuf habere müteallıktır.
[De ki hepsi de Allah katındandır.] cümlesi dolayısıyla cem’ ma’at-tefrik vardır.
فَمَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثاً
فَ istînâfiyyedir. Cümle istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tevbih ve taaccüb amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. لِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, bu mahzuf habere müteallıktır.
الْقَوْمِ veya هٰٓؤُ۬لَٓاءِ için hal olarak gelen لَا يَكَادُونَ cümlesi fasılla gelmiş, كَادُ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir. كَادُ ’nun haberi muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
حَد۪يثًا ’deki tenvin, tazim nev ve kıllet ifade eder. Hiçbir söz anlamıyorlar manasındadır.
مَالِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ tabiri 75. ayetteki ما لكم’e benzer. Reddü'l-acüz ale’s-sadr vardır. Onun gibi azarlama ve kınama ifade eder.
Ayetin, öncesi ile irtibatı, bu ölümden korkan ve cihada gitmekte ağır davranan kimselerin bir adetleri de cihad edip savaştıkları ve kendilerine bir ganimet ve rahatlık isabet ettiği zaman, “Bu, Allah katındandır.” demeleri; hoşlanmadıkları birşey isabet ettiği zaman ise “Bu, Muhammed ile arkadaşlık etmenin uğursuzluğundandır.” demeleridir. Bu, onların son derece ahmak, cahil ve inat olduklarına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, başkasının sözlerinin hikâye edilmesi değildir. Onları cehaletle ayıplayan, hallerini kınayan ve onların aşırı hamakatini yadırgatan bizzat Allah Teâlâ’dır. (Ebüssuûd)