اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | إِلَى |
|
|
4 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
5 | قِيلَ | denilen(leri) |
|
6 | لَهُمْ | kendilerine |
|
7 | كُفُّوا | (savaştan) çekin |
|
8 | أَيْدِيَكُمْ | ellerinizi |
|
9 | وَأَقِيمُوا | ve kılın |
|
10 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
11 | وَاتُوا | ve verin |
|
12 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
13 | فَلَمَّا | zaman |
|
14 | كُتِبَ | yazılıdığı |
|
15 | عَلَيْهِمُ | kendilerine |
|
16 | الْقِتَالُ | savaş |
|
17 | إِذَا | hemen |
|
18 | فَرِيقٌ | bir grup |
|
19 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
20 | يَخْشَوْنَ | korkmaya başladılar |
|
21 | النَّاسَ | insanlardan |
|
22 | كَخَشْيَةِ | korkar gibi |
|
23 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
24 | أَوْ | hatta |
|
25 | أَشَدَّ | daha fazla |
|
26 | خَشْيَةً | korkuyla |
|
27 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
28 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
29 | لِمَ | niçin |
|
30 | كَتَبْتَ | yazdın |
|
31 | عَلَيْنَا | bize |
|
32 | الْقِتَالَ | savaş |
|
33 | لَوْلَا | keşke |
|
34 | أَخَّرْتَنَا | bizi erteleseydin |
|
35 | إِلَىٰ | kadar |
|
36 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
37 | قَرِيبٍ | yakın |
|
38 | قُلْ | de ki |
|
39 | مَتَاعُ | geçimi |
|
40 | الدُّنْيَا | dünya |
|
41 | قَلِيلٌ | azdır |
|
42 | وَالْاخِرَةُ | ve ahiret |
|
43 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
44 | لِمَنِ | kimse için |
|
45 | اتَّقَىٰ | korunan |
|
46 | وَلَا |
|
|
47 | تُظْلَمُونَ | size haksızlık edilmez |
|
48 | فَتِيلًا | kıl kadar |
|
Mekke’de müminler çeşitli baskı ve işkenceler görüyorlar, henüz savaş izni gelmediği için şiddete şiddetle mukabele edemiyorlar, bu durumu zaman zaman Rasûlullah’a arzederek savaşmak için izin istiyorlardı. Hicrete kadar bu izin gelmedi, müminlere namaz ve zekât emredildi. İmanların güçlenmesi, nefislerin terbiye edilmesi, Allah rızâsı için ölümü göze alacak bir ruh kemalinin oluşması beklendi. Hicretten sonra savaş (cihad) izni gelince de kısmen müminler ve daha ziyade münafıklar düşmanla savaştan korktular, “Keşke bu emir biraz daha sonra gelseydi” temennisinde bulundular. Tehlikeyi konuşmakla yaşamak bir değildir; asıl cesaret tehlikeyi yaşarken ortaya çıkar. Burada hem bu çelişkiye işaret edilmekte hem de bir başka üslûp içinde savaştan ve ölümden korkmanın, doğru düşünen ve iman şuuru içinde yaşayan bir müminin işi olmadığı hatırlatılmaktadır. Evet, bu korku düşünen bir müminin işi olmamalıdır; zira âhiret mükâfatı yanında gelip geçici olan dünya nimetleri –çok da olsa– azdır. Dünyada az yaşayan, fakat Allah rızâsını kazananlar âhirette ebedî saadete nâil olacaklar, dünyada çok yaşayan, dünya nimetlerinden çokça istifade eden, fakat Allah rızâsını kazanamayanlar ise âhirette daha önemli ve büyük nimetlerden mahrum kalacaklardır. Hâsılı kimseye haksızlık edilmeyecek, herkes ettiğinin karşılığını görecektir.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 97-98
Görmedin mi o kimseleri ki onlara şöyle denildi: Ellerinizi çekin ve namazı tam olarak yerine getirin ve zekatı tam olarak verin. Onların üzerine savaş farz kılındığı (yazıldığı) vakit, bir de bakarsın ki (ani bir olay vurgusu var. Müfacee harfi: iza) onlardan bir gurup, Allah’tan korkar gibi insanlardan korkar, belki de daha fazla. Dediler ki: Ey Rabbimiz, niçin bizim üzerimize savaş yazdın (farz kıldın)? Keşke bunu yakın bir zamana erteleseydin. De ki: Dünya metası (faydalanması, zevki) azdır. Ahiret takvalı olan için daha hayırlıdır (en hayırlıdır. Kalil’in mukabili olarak gelmiş). Bir zerre (kıl) kadar bile zulme uğramazsınız..
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ
Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri أنت’dir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِلَى harf-i ceriyle birlikte تَرَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ق۪يلَ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ق۪يلَ meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ’dir. كُفُّٓوا cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
كُفُّٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَيْدِيَكُمْ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَق۪يمُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اٰتُوا الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir.
فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
كُتِبَ şart fiili olup meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır. ٱلۡقِتَالُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا, isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
فَر۪يقٌ مِنْهُمْ cümlesi şartın cevabıdır. فَر۪يقٌ mübtedadır. مِنْهُمْ car mecruru فَر۪يقٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَخْشَوْنَ fiili, فَر۪يقٌ kelimesinin haberi olarak mahallen merfûdur. يَخْشَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri, يخشون الناس خشيةً مثلَ خشية الله (Allah’tan korkar gibi insanlardan korkarlar.) şeklindedir.
خَشْيَةِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَشَدَّ atıf harfi اَوْ ile خَشْيَةِ ’ye matuftur. اَشَدَّ kelimesi أفعل vezninde olduğu için gayri munsariftir. خَشْيَةً temyiz olup fetha ile mansubtur.
وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ ’dir.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَالُوا۟ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Nidanın cevabı لِمَ كَتَبْتَ’dir. مَا şeklindeki istifham isminin elifi, ism-i mevsûlden ayırt edilmesi için hazfedilmiştir, لِ harf-i ceriyle كَتَبْتَ fiiline müteallıktır.
كَتَبْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْنَا car mecruru كَتَبْتَ fiiline müteallıktır. الْقِتَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ
لَوْلَٓا cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi” manasındadır.
اَخَّرْتَنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru اَخَّرْتَنَٓا fiiline müteallıktır. قَر۪يبٍ kelimesi اَجَلٍ kelimesinin sıfatıdır.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌ ’dir. مَتَاعُ mübtedadır. الدُّنْيَا muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. قَل۪يلٌ haber olup lafzen merfûdur.
Bu cümle قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
وَ atıf harfidir. الْاٰخِرَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
مَنِ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte خَيْرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّقٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ
Müstenefe cümlesi olan ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiile dâhil olan لَمْ, muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir.
Ayetteki istifham gerçek manada soru değil, takrir, taaccüb ve tevbih amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. اَلَمْ تَرَ ifadesi dikkat çeker. Bu olayın gözle görülür gibi açık olduğunu ifade eder. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bahse konu kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifadesi ve konuya dikkat çekmek içindir.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûlün sılası ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ cümleleri وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُ şeklinde meçhûl sıyganın kullanılması, Allahu Teâlâ’nın emriyle olduğunu zımnen bildirmek; bir de taaccübü gerektirecek şekilde, onların o sırada savaşmaya son derece istekli ve savaştan nehyedilmeye ihtiyaç duyulacak kadar heyecanlı ve hareketli olduklarını belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ ifadesi “savaşmayın” manasında kinayedir. اَيْدِيَكُمْ kelimesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ ile كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ ifadeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَۚ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ [Şimdilik, el çekin] yani elinizi savaştan çekin. Müslümanlar Mekke’de bulundukları sürece kâfirlerle savaşmak konusunda izin verilmesini temenni ediyorlar idiyse de savaşmaktan men edilmişlerdi. Medine’de [üzerlerine savaş farz kılınınca] içlerinden bir grup, dinde bir kuşku duyduklarından ve dinden yüz çevirdiklerinden değil, canlarını riske atmaktan hoşlanmadıklarından ve ölümden korktuklarından dolayı korkaklık, çekingenlik gösterdi. كَخَشْيَةِ اللّٰهِ [Tıpkı Allah’tan korkar gibi.] Burada masdar mef‘ûlüne izâfe edilmiştir. (Keşşâf)
فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ
İstînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ şeklindeki şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi olan …اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَشَدَّ’nin matuf olduğu كَخَشْيَةِ اللّٰهِ, mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Bu; îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aniden ortaya çıkan durumları ifade eden mufacee harfi اِذَا ’nın dâhil olduğu isim cümlesinde mübtedanın tenkiri tahkir, müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
خَشْيَةِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Cümledeki ikinci خَشْيَةًۚ temyizdir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ [Allah’tan korkar gibi insanlardan korkar.] mücmel-mürsel teşbihtir. (Sâbûnî)
وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ
وَ istînâfiyye veya atıftır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümlenin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Nidanın cevabı لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ şeklinde istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda inşâî isnad olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ
Şibh-i kemal-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle beyanî istînaftır. لَوْلَٓا tahdid harfidir.
[Keşke bunu yakın bir zamana erteleseydin.] ibaresi; ertelemenin iyi olmadığına işaret eder. Ertelediğimiz şeyleri gözden geçirip sebepleri üzerinde düşünmeliyiz. Genelde ertelenen şeyler, yapılmaz. Onun için önceliklerimizi iyi belirleyelim.
لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ [N’olurdu sanki, bizi yakın bir geleceğe kadar erteleseydin!] Bu, ateşkes süresinin uzatılmasını ve başka bir vakte kadar kendilerine mühlet verilmesini istemektir. [Beni bir süre daha geciktirsen de (alacağım mükâfatı tasdik ederek) tasaddukta bulunsam. (Münafikun Suresi,10)] ayet-i kerimesinde olduğu gibi.
قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلاً
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin mekulü’l-kavli مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı formdaki وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ, makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası اتَّقٰى cümlesidir.
خَيْرٌ ,وَلَا تُظْلَمُونَ ’a matuftur. Atıf sebebi tezayüftür.
فَت۪يلًا ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umuma işaret eder.
مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ cümlesiyle وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةُ ve عَلَيْهِمُ - لَهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab خَيْرٌ - تُظْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
كُتِبَ - كَتَبْتَ , ق۪يلَ - قَالُوا - قُلْ , خَشْيَةًۚ - يَخْشَوْنَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَت۪يلًا: Hurma çekirdeğinin ortasındaki yarıkta buluna ince iplik gibi çizgi demek olup azlık ve önemsizlikte mesel olarak kullanılır ki Türkçemizde “kıl kadar” diye ifade edilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayetin münafıklar hakkında olduğunu söylemek daha münasiptir. Çünkü Allah Teâlâ bu ayetten sonra “Eğer onlara bir iyilik dokunursa: ‘Bu, Allah katındandır.’ derler. Şayet onlara bir fenalık dokunursa ‘Bu, senin yüzündendir.’ derler.” (Nisa Suresi, 78) buyurmuştur. Bunun, münafıkların sözlerinden olduğunda hiçbir şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
Teşrî’de namaz, zekat ve cihad sıralamasının hikmeti: Ayet, namaz ve zekâtın, cihadın farz kılınışından daha önce farz kılındığına delalet etmektedir ki akla uygun gelen sıra da budur. Çünkü namaz, Allah’ın emrini tazim etmekten; zekat ise Allah’ın halkına, insanlara karşı duyulan şefkatten ibarettir. Şüphe yok ki namaz ile zekat, cihaddan önce gelmektedirler. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, önce savaşa ihtiras derecesinde istekli iken bir süre sonra savaştan kaçınanları yadırgama amacına yöneliktir. Nitekim ayetteki كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ ifadesi onların önceleri neredeyse bilfiil savaşa girmek üzere olduklarını bildirir. Zira “el çekmek” ifadesi, onların düşmana el uzatma durumunda olduklarını belirtir. (Ebüssuûd)
Savaş korkusu, Müslümanların yalnız bir kısmında olduğu halde yadırgamanın hepsine tevcihi, bu davranışın onlardan hiçbirine yakışmadığını vurgulamak içindir. (Ebüssuûd)
وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا cümlesi kelamın seyrinden anlaşılan mukadder bir cümleye atıftır. Yani ahirette mükâfatlarınız verilecek ve amellerinizin ve ezcümle savaş mesailerinizin mükâfatlarından en ufak bir şey eksiltilmeyecektir. O halde savaştan kaçınmayın. (Ebüssuûd)