Nisâ Sûresi 8. Ayet

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً  ...

Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ne zaman
2 حَضَرَ hazır bulunursa ح ض ر
3 الْقِسْمَةَ (miras) taksim(in)de ق س م
4 أُولُو ا و ل
5 الْقُرْبَىٰ akrabalar ق ر ب
6 وَالْيَتَامَىٰ ve öksüzler ي ت م
7 وَالْمَسَاكِينُ ve yoksullar س ك ن
8 فَارْزُقُوهُمْ onları rızıklandırın ر ز ق
9 مِنْهُ ondan
10 وَقُولُوا ve söyleyin ق و ل
11 لَهُمْ onlara
12 قَوْلًا söz ق و ل
13 مَعْرُوفًا güzel ع ر ف
 

Bu âyet hem sosyal adalet hem de İslâm’ın insanlara telkin ettiği merhamet, şefkat, özgecilik, karşılık beklemeden yardım gibi erdemlerin benzeri bulunmaz bir başka örneğini ortaya koymaktadır. Vefat edip az veya çok bir mal bırakan kimsenin, kanunî mirasçıları yanında, mirastan payı bulunmayan uzak akrabası ve konu-komşusu, eşi-dostu arasında yoksullar ve hizmetçileri bulunabilir. Mirasçı akraba ölüm acısını –yerini doldurmasa bile– miras payı ile bir dereceye kadar telâfi ederler. Ölen kişi yakınları, sevdikleri veya velinimetleri olarak diğerlerinin de kaybıdır. İşte bu kaybı kısmen telâfi etmek ve miras paylaşımı vesilesiyle muhtaçları nasiplendirmek için âyette zikredilen kimselere mirastan pay verilmesi ve gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeye uyulduğu takdirde nisbeten uzak oldukları için mirasçı olamayan akraba ve diğer ilgililerle mirasçılar arasına soğukluk, kıskançlık, dışlanmışlık gibi olumsuz duyguların girmesi de önlenmiş olacaktır.

Uzak akrabaya ve yoksullara mirastan bir miktarın dağıtılmasının hükmü (bunun farz mı, tavsiye mi olduğu) konusu da tartışılmıştır. Mezhep İmamlarının da dahil bulunduğu çoğunluk bunun farz değil, gönüllü bir tasadduk olduğunu, zekâttan başka mecburi sadaka yükümlülüğünün de bulunmadığını göz önüne alarak “Verilmesi güzel olur, menduptur” deyip âyeti böyle yorumlamışlardır. Ayrılacak bir miktarın zikredilen kimselere dağıtılmasının mecburi olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.

Danışmalar sonunda belirlenecek uygun bir miktarın belli bir fonda toplanması ve genellikle yoksullarla talep eden uzak akrabaya sarfedilmesi, bu ilâhî emrin bir düzen içinde uygulanmasını sağlayabilecektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22-21

 

Ulû أُولُو kelimesi, tekili olmayan çoğul manasında bir kelimedir. Tekili ذو [sahib] şeklindedir. Müennes tekil ذات, müennes çoğul da اولات şeklindedir. Ûli-l qurba ile zu-l qurba arasında fark vardır. Çünkü اولوا kelimesinde ال [âl] manası vardır. Bu kelime “aile” için kullanılan bir lakabdır. Dolayısıyla bu kelime, qurb ile bu kişi arasında bir merhamet, bir bağ olduğunu ima eder. (Muhammed Ebu Musa Ahqâf/35).(Fatma Serap Karamollaoğlu)

 

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  حَضَرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْقِسْمَةَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اُو۬لُوا  faildir. Ref alameti و ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır.  الْقُرْبٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrur, muzâfun ileyhtir.

الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  اُو۬لُوا ‘ya matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ارْزُقُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْهُ  car mecruru  ارْزُقُوهُمْ  fiiline müteallıktır.  

وَ  atıf harfidir.  قُولُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  قُولُوا  fiiline müteallıktır.  قَوْلًا  mef’ûlun bih veya mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  مَعْرُوفًا  kelimesi  قَوْلًا ‘in sıfatıdır.  
 

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı  اِذَا , şart fiili olan  حَضَرَ  fiiline muzaftır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

القسمة  kavlindeki marifelik ahdi zikrîdir. (Âşur)

Rabıta harfi  فَ ile gelen cevap cümlesi  فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  قُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Vasıl sebebi temasüldür.

قَوْلًا  , مَعْرُوفًا  için sıfatttır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

الْيَتَامٰ - الْمَسَاك۪ينُ  ve  ارْزُقُو - الْقِسْمَةَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُولُو - قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

مِنْهُ deki müzekker zamir mirasa aittir. (Fatma Serap Karamollaoğlu)

Bir terekenin taksimi sırasında varislerin dışında hazır bulunan akrabalara, yabancı yetimlere ve yoksullara, gönüllerini hoş etmek için özellikle bulûğa ermiş varislerin, sadaka olarak kendi hisselerinden bir miktar vermeleri menduptur. (Ebüssuûd) 

Ayette Cenab-ı Hakk’ın  فَارْزُقُوهُمْ  [Kendilerini rızıklandırın] buyruğu, varis olan akrabalara; ..قَوْلًا مَعْرُوفًا  ve [onlara güzel sözler söyleyin] buyruğu ise varis olmayan yetim ve yoksul kimselerle ilgilidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Cenab-ı Hak ayet-i kerimede yetimleri yoksullardan önce zikretmiştir. Çünkü yetimlerin acziyeti daha fazla ve ihtiyaçları daha çoktur. Bu sebeple sadakaları onlara vermek ecir ve sevap bakımından daha faziletli ve üstün olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Ayette geçen  قَوْلًا مَعْرُوفًا [güzel sözler] ifadesinden muradın, verdiği hediyeye sözle bir başa kakma ve eziyyetin eklenmemesi olduğunun söylenmesidir. Veyahut da bundan muradın, (verdiği kimselere) daha fazlasını vaad etmek; bir şey vermediği kimselere ise özür beyan etmesidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Ebüssuûd)