11 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 7-11 (77. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 7. Ayet

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً  ...


Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır. Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلرِّجَالِ erkeklere vardır ر ج ل
2 نَصِيبٌ bir pay ن ص ب
3 مِمَّا şeylerden
4 تَرَكَ geriye bıraktıkları ت ر ك
5 الْوَالِدَانِ ana babanın و ل د
6 وَالْأَقْرَبُونَ ve akrabanın ق ر ب
7 وَلِلنِّسَاءِ ve kadınlara vardır ن س و
8 نَصِيبٌ bir pay ن ص ب
9 مِمَّا şeylerden
10 تَرَكَ geriye bıraktıkları ت ر ك
11 الْوَالِدَانِ ana babanın و ل د
12 وَالْأَقْرَبُونَ ve akrabanın ق ر ب
13 مِمَّا olandan
14 قَلَّ az ق ل ل
15 مِنْهُ ondan
16 أَوْ veya
17 كَثُرَ çoğundan ك ث ر
18 نَصِيبًا bir hisse ن ص ب
19 مَفْرُوضًا ayrılmıştır ف ر ض

Nisâ sûresi, başta kadınlar olmak üzere aile fertlerinin haklarını açıklamaya devam ediyor ve bu âyetle bir Câhiliye âdetini daha kaldırarak miras paylaşımında adaletli bir düzen koyuyor. İslâm’dan önce Araplar mirastan kadınlara ve kızlara pay vermezlerdi. Vârisler ya vasiyet ile ya da –vasiyet yok ise– güç ve yaşa göre belirlenen erkeklerden ibaret idi. Doğumdan akraba olan erkeklerden başka, evlât edinme ve kan kardeşliğine benzer kardeşlik sözleşmeleri yapmak suretiyle ilişki kurulan erkekler de vâris olurlardı. Mekke döneminde uygulanması mümkün olmadığı için miras taksimiyle ilgili bir değişiklik yapılmadı. Medine’ye hicret edilince muhacirlerin birçok yakın akrabası –çoğu müşrik olarak– Mekke’de kalmış oldular.

Önce Hz. Peygamber’in “her bir muhacire bir Medineli müslümanı kardeş etmesi” sonucunda doğan yakınlıkla (muâhât) karşılıklı sözleşme (muvâlât) miras hakkına sebep kılındı (bu sûrenin 33. âyeti bu geçici durumla ilgilidir). Daha sonra Mekke’de kalan akraba Medine’ye göçüp yeni doğumlarla da aileler genişleyince hedeflenen düzenleme yapıldı ve kadınlar da dahil olmak üzere belli derecelere kadar akraba olanlar birbirine vâris kılındı. İbn Abbas bu konuda şu önemli açıklamayı yapmıştır: Bu âyetler gelip durumu değiştirmeden önce miras erkek çocuğa kalırdı, ana-babaya da vasiyet yoluyla mal bırakılırdı. Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göçünce, Hz. Peygamber’in muhacirlerle ensar arasında kurduğu kardeşlik bağlantısı sebebiyle bu iki zümre arasındaki miras ilişkisi devreye girdi. Sonra bu sûrenin 33. âyeti ve bunu açan 11 ve 12. âyetler gelince, mânevî kardeşlerin birbirine vâris olmaları hükmü kaldırılmış oldu. Artık mânevî kardeşler arasında geçerli olan ilişki iyi niyet, yardımlaşma, ikram ve istenirse vasiyet yoluyla mal bırakma şekline dönüştü (Buhârî, “Tefsîr”, 4/5, 7).

 “Azından çoğundan, belli pay” ifadesi, miras az olsun çok olsun hak sahiplerinin belli paylarının bulunduğunu belirtmekte ve aşağıda açıklanacak olan miras paylarının sahiplerine verilmesi konusunda titizlik gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 20-21 

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ

 

İsim cümlesidir.  لِلرِّجَالِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نَص۪يبٌ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  نَص۪يبٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ الْوَالِدَانِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْوَالِدَانِ  faildir, müsenna olduğu için ref alameti  ا ‘tir.

الْاَقْرَبُونَ  atıf harfi  وَ ’la  الْوَالِدَانِ  kelimesine matuftur.  الْاَقْرَبُونَ ‘nin ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.     


 وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً

 

وَ  atıf harfidir.  لِلنِّسَٓاءِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نَص۪يبٌ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  نَص۪يبٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ الْوَالِدَانِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْوَالِدَانِ  faildir, müsenna olduğu için ref alameti  ا ‘tir.

الْاَقْرَبُونَ  atıf harfi  وَ ‘la  الْوَالِدَانِ kelimesine matuftur.  الْاَقْرَبُونَ ‘nin ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i cerinin iadesiyle bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  قَلَّ مِنْهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

قَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  مِنْهُ  car mecruru   قَلَّ  fiiline müteallıktır.

اَوْ  atıf harfidir.  كَثُرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.         

نَص۪يبًا  hal olup fetha ile mansubtur.  مَفْرُوضًا  kelimesi  نَص۪يبًا ‘in sıfatıdır. 

مَفْرُوضًا  kelimesi sülâsî  mücerred olan  فرض  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.


 

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلرِّجَالِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ  ‘un nekre gelişi tazim ifade eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Miras hükümlerinde akrabalardan maksat, varis olup mirastan pay alan akrabalardır.

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ  ayetinde [Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda erkeklere ve kadınlara bir nasip vardır.] mealinde bir ifade kullanılarak kadınların, erkeklerin hükmüne dahil edilmemesi ve kadınlara ilişkin hükmün müstakil olarak zikredilmesi;  kadınların verasetine önem verildiğini, verasetlerinin doğrudan doğruya ve asıl bir hak (ise istihkaklarının asaleten) olduğunu bildirmek, daha başından, erkek ve kadınların mirastaki paylarının farklı olduğuna işaret etmek ve cahiliye dönemi hükmünün ortadan kaldırıldığını tam ve kâmil manada belirtmek içindir. Çünkü cahiliye devri insanları, kadınlara ve çocuklara mirastan pay vermiyorlardı ve " Yalnız savaşanlar, aileyi, toplumu ve mülkiyetleri savunanlar mirastan hisse alır!" diyorlardı. (Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Âşur) 


وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً

 

Makabline matuf olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لِلنِّسَٓاءِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  نَص۪يبٌ  ‘un nekre gelişi tazim ifade eder. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا  ‘nın sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesiyle  وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

نَص۪يبٌ - مِمَّا - تَرَكَ - الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Öncekinden bedel olan üçüncü ism-i mevsûlün sılası da mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.

قَلَّ - كَثُرَۜ  ve  لِلنِّسَٓاءِ - لِلرِّجَالِ  kelime grupları arasında, mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

الْوَالِدَانِ - الْاَقْرَبُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

Ayette 3 kez geçen  نَص۪يبً  kelimesinde cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları; yine ayette üç kez geçen  مَا  mevsûlünde tevcîh sanatı vardır. 

Pay için kullanılan dört kelime vardır:  قِسْط - حَظ - نَصِيب - خَلَق .

الْوَالِدَانِ  kelimesinde tağlîb sanatı vardır. Lafzen ‘iki baba’ manasında olan kelime ‘anne-baba’ manasında kullanılmıştır.

Ayetin tafsilî üslubu yerine 'ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem de kadınlara pay vardır' şeklinde atıfla icmalen ifade edilseydi miras hükmünde aynilik ifade edilmiş olurdu. Bu tafsilî üslubun seçimi ıtnâbtan îgāldir. Kadın hukukunun önemini ortaya koymak, kadınların anne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahiliye dönemindeki miras hukukunu tamamen ortadan kaldırmak için Allah Teâlâ bu hükmü tafsilatlı bir ifade ile bildirmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l

Kur’an-Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Ayetin bu bölümü,  savaş aletleri gibi bazı miras mallarının erkek varislere tahsisi konusunda akla gelebilecek bir vehmi ortadan kaldırmakta ve mirasın azında da çoğunda da hem erkeklerin hem de kadınların hakkı olduğunu tespit etmektedir. Bir varis, kendi hissesini talep etmese de hakkı sakıt olmaz. (Ebüssuûd-Âşur) 

"Farz" kelimesinin asıl manası, (ağaç üzerindeki) çentiktir. Bundan dolayı, yayın tam ortasındaki çentiğe de "farz" denir. Fal okları üzerindeki çentiklere de "farz" denir. Bunun kendisini başkalarından ayıran bir alameti vardır. Su taksim kabındaki işaretlere de böyle denir. Bu işaretler sayesinde her hak sahibi, su hakkının miktarını bilir. İşte, "farz" kelimesinin Arapçadaki asıl manası budur. Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen şeye; "vacip" kelimesini de vacip oluşu zannî delil ile bilinen şeye tahsis ederek şöyle demişlerdir: "Çünkü farz, kesmek ve çentik atmaktan ibarettir. Vacip ise düşmekten ibarettir.Çentik atmanın ve kesmenin tesiri, düşmenin tesirinden şüphesiz daha kuvvetli ve daha ileridir. İşte bu sebeple, Ebu Hanife'nin talebeleri "farz" kelimesini, vacip oluşu kat'î delil ile bilinen; "vacip" kelimesini ise vücûbiyyeti zannî delil ile bilinen şeye tahsis etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)




Nisâ Sûresi 8. Ayet

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً  ...


Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ne zaman
2 حَضَرَ hazır bulunursa ح ض ر
3 الْقِسْمَةَ (miras) taksim(in)de ق س م
4 أُولُو ا و ل
5 الْقُرْبَىٰ akrabalar ق ر ب
6 وَالْيَتَامَىٰ ve öksüzler ي ت م
7 وَالْمَسَاكِينُ ve yoksullar س ك ن
8 فَارْزُقُوهُمْ onları rızıklandırın ر ز ق
9 مِنْهُ ondan
10 وَقُولُوا ve söyleyin ق و ل
11 لَهُمْ onlara
12 قَوْلًا söz ق و ل
13 مَعْرُوفًا güzel ع ر ف

Bu âyet hem sosyal adalet hem de İslâm’ın insanlara telkin ettiği merhamet, şefkat, özgecilik, karşılık beklemeden yardım gibi erdemlerin benzeri bulunmaz bir başka örneğini ortaya koymaktadır. Vefat edip az veya çok bir mal bırakan kimsenin, kanunî mirasçıları yanında, mirastan payı bulunmayan uzak akrabası ve konu-komşusu, eşi-dostu arasında yoksullar ve hizmetçileri bulunabilir. Mirasçı akraba ölüm acısını –yerini doldurmasa bile– miras payı ile bir dereceye kadar telâfi ederler. Ölen kişi yakınları, sevdikleri veya velinimetleri olarak diğerlerinin de kaybıdır. İşte bu kaybı kısmen telâfi etmek ve miras paylaşımı vesilesiyle muhtaçları nasiplendirmek için âyette zikredilen kimselere mirastan pay verilmesi ve gönüllerinin alınması tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeye uyulduğu takdirde nisbeten uzak oldukları için mirasçı olamayan akraba ve diğer ilgililerle mirasçılar arasına soğukluk, kıskançlık, dışlanmışlık gibi olumsuz duyguların girmesi de önlenmiş olacaktır.

Uzak akrabaya ve yoksullara mirastan bir miktarın dağıtılmasının hükmü (bunun farz mı, tavsiye mi olduğu) konusu da tartışılmıştır. Mezhep İmamlarının da dahil bulunduğu çoğunluk bunun farz değil, gönüllü bir tasadduk olduğunu, zekâttan başka mecburi sadaka yükümlülüğünün de bulunmadığını göz önüne alarak “Verilmesi güzel olur, menduptur” deyip âyeti böyle yorumlamışlardır. Ayrılacak bir miktarın zikredilen kimselere dağıtılmasının mecburi olduğunu söyleyen müctehidler de vardır.

Danışmalar sonunda belirlenecek uygun bir miktarın belli bir fonda toplanması ve genellikle yoksullarla talep eden uzak akrabaya sarfedilmesi, bu ilâhî emrin bir düzen içinde uygulanmasını sağlayabilecektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22-21

Ulû أُولُو kelimesi, tekili olmayan çoğul manasında bir kelimedir. Tekili ذو [sahib] şeklindedir. Müennes tekil ذات, müennes çoğul da اولات şeklindedir. Ûli-l qurba ile zu-l qurba arasında fark vardır. Çünkü اولوا kelimesinde ال [âl] manası vardır. Bu kelime “aile” için kullanılan bir lakabdır. Dolayısıyla bu kelime, qurb ile bu kişi arasında bir merhamet, bir bağ olduğunu ima eder. (Muhammed Ebu Musa Ahqâf/35).(Fatma Serap Karamollaoğlu)

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  حَضَرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْقِسْمَةَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اُو۬لُوا  faildir. Ref alameti و ’dir. Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır.  الْقُرْبٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrur, muzâfun ileyhtir.

الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  اُو۬لُوا ‘ya matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ارْزُقُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْهُ  car mecruru  ارْزُقُوهُمْ  fiiline müteallıktır.  

وَ  atıf harfidir.  قُولُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  قُولُوا  fiiline müteallıktır.  قَوْلًا  mef’ûlun bih veya mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  مَعْرُوفًا  kelimesi  قَوْلًا ‘in sıfatıdır.  

وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı  اِذَا , şart fiili olan  حَضَرَ  fiiline muzaftır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

القسمة  kavlindeki marifelik ahdi zikrîdir. (Âşur)

Rabıta harfi  فَ ile gelen cevap cümlesi  فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  قُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Vasıl sebebi temasüldür.

قَوْلًا  , مَعْرُوفًا  için sıfatttır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

الْيَتَامٰ - الْمَسَاك۪ينُ  ve  ارْزُقُو - الْقِسْمَةَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُولُو - قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

مِنْهُ deki müzekker zamir mirasa aittir. (Fatma Serap Karamollaoğlu)

Bir terekenin taksimi sırasında varislerin dışında hazır bulunan akrabalara, yabancı yetimlere ve yoksullara, gönüllerini hoş etmek için özellikle bulûğa ermiş varislerin, sadaka olarak kendi hisselerinden bir miktar vermeleri menduptur. (Ebüssuûd) 

Ayette Cenab-ı Hakk’ın  فَارْزُقُوهُمْ  [Kendilerini rızıklandırın] buyruğu, varis olan akrabalara; ..قَوْلًا مَعْرُوفًا  ve [onlara güzel sözler söyleyin] buyruğu ise varis olmayan yetim ve yoksul kimselerle ilgilidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Cenab-ı Hak ayet-i kerimede yetimleri yoksullardan önce zikretmiştir. Çünkü yetimlerin acziyeti daha fazla ve ihtiyaçları daha çoktur. Bu sebeple sadakaları onlara vermek ecir ve sevap bakımından daha faziletli ve üstün olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Ayette geçen  قَوْلًا مَعْرُوفًا [güzel sözler] ifadesinden muradın, verdiği hediyeye sözle bir başa kakma ve eziyyetin eklenmemesi olduğunun söylenmesidir. Veyahut da bundan muradın, (verdiği kimselere) daha fazlasını vaad etmek; bir şey vermediği kimselere ise özür beyan etmesidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Ebüssuûd)
Nisâ Sûresi 9. Ayet

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً  ...


Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْيَخْشَ kaygı duyanlar خ ش ي
2 الَّذِينَ
3 لَوْ şayet
4 تَرَكُوا bırakırlarsa ت ر ك
5 مِنْ
6 خَلْفِهِمْ arkalarında خ ل ف
7 ذُرِّيَّةً çocuklar ذ ر ر
8 ضِعَافًا güçsüz ض ع ف
9 خَافُوا çekinsinler خ و ف
10 عَلَيْهِمْ onların durumundan
11 فَلْيَتَّقُوا korksunlar و ق ي
12 اللَّهَ Allah’tan
13 وَلْيَقُولُوا ve söylesinler ق و ل
14 قَوْلًا söz ق و ل
15 سَدِيدًا doğru س د د

Bu vesileyle yetimler konusuna bir daha dönülmüştür. Çünkü yetimler hem miraslarını tam olarak alma hem de mallarının korunması ve reşîd olduklarında bu malların kendilerine teslim edilmesi konularında korunmaya, gözetilmeye muhtaçtırlar. Etkili olsun diye hitap, insanların vicdanlarına yöneltilmiş “Yetimleri kendi çocuklarınız olarak düşünün” denilmek istenmiştir; geride bıraktığı yetimlerinin haksızlığa uğrayıp perişan olmalarına kim razı olur? Veliler ve vasîler bugün başkasına olanın yarın kendilerine olacağını bilmeli, yeryüzünde haksızlık bulundukça ondan bir gün kendilerinin ve çocuklarının da zarar göreceğini unutmamalıdırlar.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22

Riyazus Salihin, 7 Nolu Hadis

Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:

- Yâ Rasûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum.

Hz. Peygamber:

- “Hayır”, dedi.

- Yarısını dağıtayım mı? Dedim.

Yine: - “Hayır”, dedi.

- Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Rasûlullah? Diye sordum.

- “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.

Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:

- Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.

- “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.

Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.

Bu sözleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5 

Havf (خوف): Emniyetin mukâbilidir. Vukûu ihtimâli olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

Haşyet (خشية): Korkuyla berâber korumak ve murâkabe etmek demektir. Korkuyla berâber amelini kontrol etmek ve nefsini korumaktır. Mukâbili; ihmâl, gaflet, aldırmamazlık, önemsememek, nefsi korumamaktır. Bu ma’nâ ilim ve yakînin levâzımıdır. ‘’Haşyetini kaybeden âlim olmaz’’ sözü bunu dile getirir. Ayrıca aşağıdaki âyette açıkça görüleceği gibi bu kelime ilim veyâ havf ile aynı ma’nâda değildir.

لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى

Size yetişilmesinden korkmadan ve endişe etmeden (Tâ-Hâ 77)

Çünkü burada haşyet fiili, havfın mukâbili olarak gelmiştir.)

Kur’ân’daki kullanımlara bakıldığı zaman haşyetin mü’minler, kendileri ve malları hakkındaki korkuları, şeytan dostları için ise havf fiilinin kullanıldığı görülür.

Bu kelime hem lâfzen hem de ma’nen haşea’ (خشع) fiiline yakındır (et-Tahkîk).

Haşyet; (خشية) (48) kötülüğün bulunduğu yerle ilgilidir.Ayrıca korkulan şeyin varlığı ile ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denebilir fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Rad Suresi 21 de ‘’Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler’’ buyurulmuştur. (Farklar Sözlüğü)

Haşyet saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman bilinçli korku için kullanılır. (Müfredat) 

dünyalık korku, haşyet: Allah’tan korkmak.

Haşaa' (خشع): Gönülden yalvarmaktır. Çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için, darâa(ضراعة) ise çoğu zaman insanın kalbinde bulunan duyguları anlatmak için kullanılır. (Müfredat)

Sedîd, doğru demektir. Aslında bir boşluğu kapamak, sed çekmek demektir. Sağlam söz, koruyucu, onların korkusunu giderecek söz manasındadır.

Sedde سَدَّ kelimesi önünü kapattı fiilinin mastarıdır. Kimisi de سَدٌّ için ‘sonradan yapılan sete denir’ demiştir. سُدَّةٌ Kelimesi kapının üzerinde onu yağmurdan koruyan güneşlik benzeri bir şeydir. سَدَادٌ Kelimesi istikamet anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 6 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sed, Sedat ve Sedide’dir (isim).(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لْ  emir lam’ıdır.  يَخْشَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَوْ تَرَكُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  تَرَكُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir.  تَرَكُوا  fiiliyle başlayan cümle cer mahallinde muzâfun ileyhtir.

Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ خَلْفِهِمْ  car mecruru  تَرَكُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُرِّيَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ضِعَافًا  kelimesi  ذُرِّيَّةً ‘in sıfatıdır.

Şartın cevabı  خَافُوا عَلَيْهِمْ ‘dir.  خَافُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  خَافُوا  fiiline müteallıktır.

لَوْ  edatı bağlantılı öğelerle (yani şartı ve cevabıyla) beraber  الَّذ۪ينَ [kimseler ki…] ifadesinin sılası olup  الَّذ۪ينَ  diye bahsedilenler vasilerdir. Onlara Allah’tan korkarak kendi çoluk çocuklarının üzerine nasıl titriyorlarsa kucaklarındaki yetimlerin üzerine de öyle titremeleri, kendi evlatlarının da bu yetimlerin durumunda olabileceğini takdir ve tasavvur ederek yetimlere şefkat göstermeleri emrediliyor ki şefkat ve merhametin tersi bir davranışa cesaret edemesinler. Mana “mallarının zayi olacağı konusunda yetimler için endişe etsinler” şeklinde de olabilir. (Keşşâf)      


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

فَ  mukadder şartın başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن دخلت الخشية قلوبهم من الله فليتقوا الله  (Eğer kalplerine Allah’a karşı haşyet duygusu yerleştiyse Allah’a karşı takvalı olsunlar) şeklindedir.  لْ , emir lam’ıdır.  يَتَّقُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لْ , emir lam’ıdır.  يَقُولُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  قَوْلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  سَد۪يدًا  ise  قَوْلًا ‘in sıfatıdır.

سَد۪يدًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

يَتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ

 

وَ  istînâfiye veya atıftır. Emir  لْ ‘ının dahil olduğu ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Fail konumunda, mahallen merfu, has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …لَوْ تَرَكُوا  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.

لَوْ ’in cevabı  خَافُوا عَلَيْهِمْۖ  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayetin anlamı konusunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:

1- Bu ayet, yetimlerin vasilerine; yetimler hakkında Allah Teâla'dan korkmayı, vefatlarından sonra kendi küçük ve çaresiz çocuklarına yapılmasını arzu ettikleri muameleyi yetimlere de yapmayı emrediyor.

2- Bu ayet, ölüme yaklaşan hastanın vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan ziyaretçilere; Rablerinden korkmayı, hastanın çocukları için endişe etmeyi,  kendi evlatlarına gösterdikleri şefkati onlara da göstermeyi emrediyor.

3- Bu ayet, varislere;  terekenin taksimi sırasında hazır bulunan çaresiz akrabalara, yetimlere ve yoksullara şefkat göstermeyi;  evlatları böyle çaresiz kalsalardı, onların bu terikeden mahrum kalmalarını isterler miydi diye düşünmelerini emrediyor.

4- Bu ayet vasiyetçilere; varisleri gözetmeyi,  vasiyetlerinde aşırı gitmemeyi emreder. Bu ifade tarzı ile,  onları yetimlere karşı merhamete,  kendi evlatları için istediklerini başkalarının evlatları için de istemeye davet eder. (Ebüssuûd) 


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

فَ , mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şartın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi  فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ  [Allah’tan korksunlar] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Allah’tan korksunlar, lâzım; haksızlık yapmasınlar, melzûmdur.

وَ ‘la makabline atfedilmiş  وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

لْيَقُولُو -  قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلْيَتَّقُوا - لْيَخْشَ - خَافُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Vasilerin  قَوْلًا سَد۪يدًا, (doğru söz)  sözü;  yetimlere eziyet etmemek ve kendi çocuklarıyla müsamaha ve hoşgörü ile konuştukları gibi onlarla da aynen öyle konuşmalarıdır; onlara hitap ettikleri zaman, "Evladım, oğlum" demeleridir.

Yanında oturanların, hastaya karşı güzel sözleri ise şudur: "Eğer vasiyet etmek istiyorsan, vasiyetinde aşırı gitme, çoluk çocuğunu mağdur etme..." Bu tıpkı, Hazreti Peygamber (s.a.)'in Sa'd'a söylediği söz gibidir.

Varislerin, miras taksimatı sırasında orada bulunan ve varis olmayan kimselere karşı güzel sözleri ise onlara nazik söz söylemeleri ve onlara ikram ve izzette bulunmalarıdır.(Keşşâf)


Nisâ Sûresi 10. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟  ...


Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَأْكُلُونَ yiyen(ler) ا ك ل
4 أَمْوَالَ mallarını م و ل
5 الْيَتَامَىٰ öksüzlerin ي ت م
6 ظُلْمًا zulüm ile ظ ل م
7 إِنَّمَا doğrusu
8 يَأْكُلُونَ yemektedirler ا ك ل
9 فِي
10 بُطُونِهِمْ karınlarına ب ط ن
11 نَارًا ateş ن و ر
12 وَسَيَصْلَوْنَ ve gireceklerdir ص ل ي
13 سَعِيرًا çılgın bir ateşe س ع ر

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْكُلُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَأْكُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَمْوَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْيَتَامٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  ظُلْمًا  hal olup fetha ile mansubtur.

اِنَّمَا يَأْكُلُونَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.

يَأْكُلُونَ  fiili  نَ  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ي بُطُونِهِمْ  car mecruru  نَارًا ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَارًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  يَصْلَوْنَ   fiili 

نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  سَع۪يرًا۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْماً اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَاراًۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يراً۟

 

Müstenefe cümlesi olarak fasılla gelen ayet, isim cümlesi formunda faide-i haber inkarî kelamdır.

Yetim malı yemekten kaçınmayı tekraren ifade eden itiraz cümlesidir. (Âşur)

اِنَّ ’nin ismi olan has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا , muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. 

Hal olan  ظُلْمًا  ile ıtnâb yapılmıştır.

اِنَّ ’ nin haberi  اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ  kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın  inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

النار  isminin elemin sebebi anlamında müstear olmuştur. Bu yüzden dünyevi bir azapla tehdit edilmiştir. Ya da  malı telef etmek manasında müsteardır. Çünkü ateş içine düşen şeyi yakar. (Âşur)

Yenilen şeye ateş denmesine mecaz-ı mürsel de denebilir. Kevn-i lâhik veya sebebiyet alakası vardır. Çünkü o yediği mal ileride ateşe girmesine sebep olacaktır. (Âşur)

اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ [Karınlarına ateş yiyecekler] derken “karın” kelimesinin zikredilmesi; gözümle gördüm, kulağımla işittim gibi bir tekid, vurgudur.

سَع۪يرًا۟  kelimesinin nekreliği, şiddeti ve mahiyeti bilinemeyecek bir ateş olduğuna işarettir.

Ayetin son cümlesi olan  وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ , mevsûlün haberi olan cümleye atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Vaid sıyakında olan bu cümlede istikbal harfi  سَ  tekid ifade etmiştir.

Bu ayet, daha önce açıklanan emirlerin ve nehiylerin neticelerini beyan etmektedir. Yani yetimlerin mallarını zulüm ve haksızlıkla yiyenler, netice itibariyle onları cehennem ateşine götüren şeyleri yemiş olurlar. (Ebüssuûd)

Onlar, ifade edilemeyecek kadar korkunç alevli bir ateşe gireceklerdir. Rivayet olunur ki yetimin malını yiyen kimse, kıyamet günü mezarından kaldırılırken ağzından, burnundan, kulaklarından ve gözlerinden dumanlar çıkacaktır. Bu halinden insanlar onun dünyada yetimin malını yiyen kimse olduğunu anlayacaklardır.Yine rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olunca insanlara çok ağır geldi. Bundan dolayı da insanlar, yetimlerle ilişki kurmaktan tamamen çekildiler. Bu da yetimler için sıkıntı meydana getirdi. İşte bu sebeple,"Eğer onlarla ilişki kurarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir..." (Bakara 2/220) mealindeki ayet nazil oldu. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 11. Ayet

يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً  ...


Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır.Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُوصِيكُمُ size tavsiye eder و ص ي
2 اللَّهُ Allah
3 فِي hakkında
4 أَوْلَادِكُمْ çocuklarınız(ın alacağı miras) و ل د
5 لِلذَّكَرِ erkeğe ذ ك ر
6 مِثْلُ kadar م ث ل
7 حَظِّ payı ح ظ ظ
8 الْأُنْثَيَيْنِ iki kadının ا ن ث
9 فَإِنْ eğer
10 كُنَّ iseler ك و ن
11 نِسَاءً kadın ن س و
12 فَوْقَ fazla ف و ق
13 اثْنَتَيْنِ ikiden ث ن ي
14 فَلَهُنَّ onlarındır
15 ثُلُثَا üçte ikisi ث ل ث
16 مَا ne
17 تَرَكَ bıraktıysa ت ر ك
18 وَإِنْ ve eğer (çocuk)
19 كَانَتْ ise ك و ن
20 وَاحِدَةً yalnız bir kadın و ح د
21 فَلَهَا onundur
22 النِّصْفُ (mirasın) yarısı ن ص ف
23 وَلِأَبَوَيْهِ ana babasından ا ب و
24 لِكُلِّ her ك ل ل
25 وَاحِدٍ birinin و ح د
26 مِنْهُمَا vardır
27 السُّدُسُ altıda bir hissesi س د س
28 مِمَّا
29 تَرَكَ bıraktığı mirasta ت ر ك
30 إِنْ eğer
31 كَانَ varsa ك و ن
32 لَهُ onun (ölenin)
33 وَلَدٌ çocuğu و ل د
34 فَإِنْ eğer
35 لَمْ
36 يَكُنْ yok da ك و ن
37 لَهُ onun
38 وَلَدٌ çocuğu و ل د
39 وَوَرِثَهُ ve ona varis oluyorsa و ر ث
40 أَبَوَاهُ ana babası ا ب و
41 فَلِأُمِّهِ anasına düşer ا م م
42 الثُّلُثُ üçte bir ث ل ث
43 فَإِنْ eğer
44 كَانَ varsa ك و ن
45 لَهُ onun
46 إِخْوَةٌ kardeşleri ا خ و
47 فَلِأُمِّهِ anasının payı ا م م
48 السُّدُسُ altıda birdir س د س
49 مِنْ
50 بَعْدِ (bu hükümler) sonradır ب ع د
51 وَصِيَّةٍ vasiyyetten و ص ي
52 يُوصِي yapacağı و ص ي
53 بِهَا
54 أَوْ ya da
55 دَيْنٍ borcundan د ي ن
56 ابَاؤُكُمْ babalarınız ا ب و
57 وَأَبْنَاؤُكُمْ ve oğullarınızdan ب ن ي
58 لَا
59 تَدْرُونَ bilmezsiniz د ر ي
60 أَيُّهُمْ hangisinin
61 أَقْرَبُ daha yakın olduğunu ق ر ب
62 لَكُمْ size
63 نَفْعًا fayda bakımından ن ف ع
64 فَرِيضَةً bunlar koyulmuş haklardır ف ر ض
65 مِنَ tarafından
66 اللَّهِ Allah
67 إِنَّ şüphesiz
68 اللَّهَ Allah
69 كَانَ ك و ن
70 عَلِيمًا bilendir ع ل م
71 حَكِيمًا hikmet sahibidir ح ك م

Bir şeyin nısfı yarısıdır. Muamelede إنْصَاف ise adalettir. Bu da arkadaşının verdiğinden fazla bir menfaat kazanmamak ve ancak ondan gördüğü zarar kadar zarar vermektir. نَصَفَة Kavramı hizmette kullanılmıştır. Bu da hizmet görenin aldığı fayda kadar iş verenine faydalı olmasıdır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 7 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nısıf ve insaftır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ

 

Fiil cümlesidir.  يُوص۪يكُمُ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  car mecruru  يُوص۪يكُمُ  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; شأن أولادكم  şeklindedir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لِلذَّكَرِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِثْلُ  muahhar mübtedadır. Aynı zamanda muzâftır.  حَظِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاُنْثَيَيْنِ  muzâfun ileyhtir.

يُوص۪يكُمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وصيdir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

كُنَّ  şart fiilidir. Mahallen meczumdur.  كُنَّ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنَّ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir.  كَانَ ‘nin ismi nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.  نِسَٓاءً  kelimesi  كُنَّ ’nin haberi olup mansubtur.  فَوْقَ  mekân zarfı, نِسَٓاءً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.  اثْنَتَيْنِ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهُنَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ثُلُثَا  muahhar mübteda olup ref alameti  ا ‘tir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَك  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَتْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَتْ ‘in ismi, müstetir olup takdiri  هي’dir.  تْ  te’nis alametidir.

وَاحِدَةً  kelimesi  كَانَتْ ‘in haberi olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  النِّصْفُ  muahhar mübtedadır. 


 وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِاَبَوَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  لِاَبَوَيْهِ kelimesi müsenna olduğu için  ى  ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِكُلِّ  car mecruru harf-i cerin iadesiyle  أبويه ‘den bedeldir.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

السُّدُسُ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  السُّدُسُ ‘nun mahzuf  haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

 

اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ 

 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لَهُ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فلأبويه  şeklindedir.  

 

فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.

لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  يَكُنْ ‘un muahhar ismidir.

وَ  itiraziyyedir.  وَرِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

اَبَوَا  fail olup ref alameti  ا ‘dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لِاُمِّهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الثُّلُثُ  muahhar mübtedadır. 

 

فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لَهُ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اِخْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لِاُمِّهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  السُّدُسُ  muahhar mübtedadır. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru,  يُوص۪يكُمُ ‘e müteallıktır.  وَصِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi  وَصِيَّةٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُوص۪ي  fiili  ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

بِهَٓا  car mecruru  يُوص۪ي  fiiline müteallıktır.

دَيْنٍ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  وَصِيَّةٍ ‘e matuftur.    

 

اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  mübtedadır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

Cümle  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَدْرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  اَيُّ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i mevsûlun sılası  اَقْرَبُ لَكُمْ ‘dur. İrabtan mahalli yoktur.  اَقْرَبُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri  هم  şeklindedir.  لَكُمْ  car mecruru  اَقْرَبُ ‘ya müteallıktır.  نَفْعًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.

Veya  اَيُّ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَقْرَبُ  haberidir.

فَر۪يضَةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  فَر۪يضَةً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. 

 

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir هو  zamiri olup mahallen merfûdur.  عَل۪يمًا  lafzı  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  حَك۪يمًا  ise ikinci haberdir.


يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ

 

Ayetin ilk cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve teşvik için lafza-i celâlle marife olmuştur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Yine fasılla gelmiş bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِلذَّكَرِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden  مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ , muahhar mübtedadır. 

الْاُنْثَيَيْنِۚ - لذَّكَرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ  cümlesindeki  في  harf-i ceri, mecazen zarfiye anlamındadır. Vasiyet sanki çocuklarla alakalı bir mazrufa benzetilmiştir. Burada ism-i mecrur hazfedilmiş,   yerine muzâfun ileyh kalmıştır. Evladın vasiyetin  içine girilebilen bir zarf olması doğru olmadığından, muzâf yani (في إرث أولادكم) takdir edilmiştir. (Âşur)

Bu ayetle, daha önce "Ana-babanın ve akrabaların bıraktıkları mallarda erkeklere bir nasip vardır. Ana-babanın ve akrabanın bıraktıkları mallarda kadınlara da bir nasip vardır..." (Nisa 4/7) mealindeki ayette mücmel olarak geçen miras hükümlerinin tafsilatına girilmektedir.

Varisler üç kısma ayrılır:

1- Birinci kısım varisler, babalar ve çocuklardır.

2- İkinci kısım varisler eşler (karı-koca) dır.Bu iki kısmın hisseleri hiçbir halde diğer varisler sebebiyle sakil olmaz

3- Üçüncü kısım da kelâle yani ana-babası ve çocukları olmayanın varislerdir. Ayette evlatlardan başlanmıştır. Çünkü onlar, ölünün (meyyitin) en yakınları ve ondan sonra en çok hayatta kalan mirasçılarıdır.

Önce erkeğe ilişkin hükmün zikredilmesi, onun kadına nazaran meziyetini izhar içindir. Bu meziyetine binaen sorumluluğu da fazla olduğundan, onun mirastaki payı kadının iki misli kılınmıştır

Daha önce (7. ayette) رِّجَالِ (erkekler) ve  نِّسَٓاءِ  (kadınlar) kelimeleri, kullanıldığı halde burada erkek için ذَّكَرِ  (er) ve kadın için  أُنْثا  (dişi) kelimelerinin kullanılması mirasta erkeklerle, kadınların büyükleri ile küçüklerinin haklarının eşit olduğunu göstermek; cahiliye devri insanlarının iddia ettikleri gibi bulûğ ve büyüklüğün mirasta hiçbir dahli olmadığını sarahatle bildirmek içindir. Nitekim cahiliye devri insanları, kadınlara mirastan bir hak vermedikleri gibi bulûğa ermemiş oğlan çocuklarına da bir hak vermiyorlardı. (Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)


فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ 

 

فَ  istînafiyye veya atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

كان ’nin dahil olduğu  كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki   فَلَهُنَّ ثُلُثَا  cümlesi şartın cevabıdır. Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَهُنَّ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İzafetle gelerek az sözle çok anlam ifade eden  ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ , muahhar mübtedadır.

Mecrur mahalde muzâfun ileyh olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاُنْثَيَيْنِۚ - نِسَٓاءً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَ ‘la makabline atfedilen …وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً  cümlesi de şart üslubunda haberî isnaddır.

كان ’nin dahil olduğu  كَانَتْ وَاحِدَةً  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki  فَلَهَا النِّصْفُۜ cümlesi şartın cevabıdır. Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

لَهُنَّ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  النِّصْفُۜ  muahhar mübtedadır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Eğer evlatlar, kızlardan ibaret olup erkek evlat hiç yoksa ve kız evlatların sayısı da ikiden fazla ise o zaman terekenin üçte ikisi onlarındır. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

 

وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf da denmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِاَبَوَيْهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  السُّدُسُ kelimesinin muahhar mübteda olduğu cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sılası  تَرَكَ  olan mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَّا  ‘da tevcih sanatı vardır.

Ayetteki  وَاحِدٍ مِنْهُمَ [onlardan herbiri]  ifadesi, âmil olan  لَ  harf-i cerinin tekrarı ile, [ana-babadan] ifadesinden bedeldir. (Keşşâf) Bedel olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Eğer ölenin; bir veya birden fazla erkek ve kız çocuğu varsa, ana babasından her birinin terekedeki payı altıda birdir. Eğer bu çocuklar içinde erkek olmayıp hepsi kız ise baba altıda bir hissesini diğer mirasçılar da hisselerini aldıktan sonra mirasın kalan kısmı asabe olması nedeniyle babaya verilir.(Ebüssuûd)


اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesi  كَانَ  ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

Bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  كَانَ , لَهُ ‘nin  mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌۚ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Takdiri;  فكل واحد  olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır.


 فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ 

 

فَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Olumsuz  كان ’nin dahil olduğu

لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen  فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ  cümlesi şartın cevabıdır. 

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِاُمِّهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الثُّلُثُۚ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ  cümlesiyle  لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

كَانَ - لَمْ يَكُنْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Eğer ölenin çocuğu ve oğlunun çocuğu yok, varis olarak yalnız ana ve babası varsa, o takdirde ananın terekedeki payı üçte birdir; geri kalan babaya aittir. Ayette, bunun (geri kalanın babaya düştüğü) zikredilmemiş olması, zikrine gerek olmadığından dolayıdır. Çünkü varislerin ana-babadan ibaret oldukları varsayılıp ananın hissesi tayin edilince, mirasın geri kalan kısmının babaya düştüğü anlaşılır. Bunun aksi (babanın durumunun belirtilip ananın durumunun belirtilmemesi) ile de maksat hasıl olurken, ananın durumu açıklanmış ve babanın durumu da halin delâletine bırakılmıştır. (Ebüssuûd) 


 فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كان ’nin dahil olduğu  لَهُٓ اِخْوَةٌ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen  فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ  cümlesi şartın cevabıdır. Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لِاُمِّهِ  , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  السُّدُسُ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  وَصِيَّةٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.  وَصِيَّةٍ , دَيْنٍۜ ’e matuftur.

يَكُنْ - كَانَ - كُنَّ - كَانَت  ve  وَصِيَّةٍ - يُوص۪ي - يُوص۪يكُمُ  ve  اَبَوَاهُ - اَبَوَيْهِ - اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Eğer ölenin birden fazla kardeşi varsa, bunlar ister ana-baba bir, ister anadan veya babadan, ister erkek ister kız kardeşler olsun, ister bu kardeşler mirastan hisse almış olsun, ister babanın olması (asabe) sebebiyle mahcûb (hakları sakıt olmuş) olsun, bütün bu hallerde anaya mirasın altıda biri düşer. Ananın (anılan meselede üçte bir olan hissesinden burada), kardeşler sebebiyle mahcûb (mahrum) olduğu diğer altıda bir hissesi ise baba varsa babaya; baba yoksa kardeşlere düşer. (Ebüssuûd)

مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي  [Ölenin veya miras bırakanın vasiyet edeceği vasiyetten sonra] buyurularak "vasiyet etmek" fiilinin kullanılması, vasiyeti teşvik içindir. Borç mutlak olup ister şehadetle, ister ikrar ile sabit olsun her ikisini de kapsar. وَ harfi yerine, اَوْ harfinin kullanılması, vücubta ikisinin eşit olduğunu ve her ikisinin de ya birlikte, ya da ayrı ayrı, taksimden önce yerine getirilmesi gerektiğini ifâae içindir.

Hüküm olarak vasiyet, borçtan sonra geldiği halde (çünkü önce borçlar ödenir, sonra vasiyetler açılır) ayette önce zikredilmesi, onun infazına son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü vasiyetlerin ifasında taksirat gösterilmesi akla gelebilir. Bir de genellikle vasiyet olur; ama borç nadiren olur. (Ebüssuûd)


 اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعاًۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

İtiraz cümlesidir. Fasılla  gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ  mübteda olan  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’a matuftur. Vasıl sebebi tezayüftür. 

Cümlenin haberi  لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًاۚ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ  cümlesi istînâfiyyedir.  فَر۪يضَةً  önceki cümlenin mazmunundaki mukadder fiilden mef’ûlü mutlaktır. Takdiri;  فرض الله ذلك فريضة  olabilir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اٰبَٓاؤُ۬ - فَلِاُمِّهِ - اِخْوَةٌ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ  kelimeleri arasında müraat-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki hitap, geride varisler bırakanlar içindir. Yani siz usûlunuzdan ve fürûunuzdan size varis olanlardan halen ve gelecekte sizin için daha faydalı olanı bilemezsiniz. Onun için siz Allah Teâlâ'nın onlar hakkında size tavsiye buyurduklarını bulmaya çalışın. (Ebüssuûd)


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin  dahil olduğu  كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

كَانَ ’nin haberi olan  عَل۪يمًا حَك۪يمًا  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında  muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Ayette lafza-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

وَلَدٌ -  تَرَكَ -  الثُّلُثُۚ - السُّدُسُ - وَاحِدَ - اِنْ - كَانَ - اللّٰهِۜ - مِنَ - فَلِاُمِّهِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Yukarıda belirtilen miras hisseleri, Allah Teâlâ tarafından tayin buyurulmuş kesin haklardır. Allah şüphesiz bütün işleri ve mertebelerini eksiksiz olarak bilir ve bütün bu hükümler bir çok hikmetleri ihtiva eder. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
Burada mirasın taksimatıyla alakalı dört esas vardır: * Hem erkeklerin hem de kadınların mirasta hakkı vardır. * Az olsun çok olsun miras bütün vârisler arasında paylaşılmalıdır. * Ölen kişi arkasında mal bıraktığı takdirde miras söz konusu olur. * Yakın akrabalar hayatta iken uzak akrabalara miras düşmez.
Sayfadan Gönüle Düşenler

(76. günün hikayesinin devamı..)

Kafasının içinde anlattıklarıyla, geriye nelerin kaldığını hesaplar gibi biraz daha baktı sonra devam etti:

-Yönetim her ailenin, yeni görevini açıkladıktan sonra, ilk başta herkes kurallara uymaya devam etti. Ama bir kaç hafta içerisinde, sözde şakalar yapılmaya başlandı: bizim oğlanın düğünü için Güneş geç batsaymış, çocuklar hastalanıyor Deniz ısınsaymış, bizim oğlan çok düşüyor Taşları yumuşatsalarmış, Mualla Teyzenin dizleri sızlıyormuş ya Nem oranları düşseymiş, Mahmut Abilerin tarlasına daha çok Yağmur yağsaymış da Necmiye Hanımların ağzı açık kalsaymış..

Verdiği her örnekle beraber yüzü şekilden şekle giriyordu. Dayanamayıp gülümsedim. Gözleri parlayarak karşılık verdi.

-Şaka gibi ama gerçek. Bu laflar hemen ertesinde kibar dileklere, sonrasında ise özel isteklere dönüşmüş. Bir kaç hafta öncenin bir akşamında, babam eve üzgün ve kızgın geldi. Kıyıya ölü balıklar vurmuş. ‘Ahmak adam’ diye evin içinde dört dönüyordu. Annem hepimizi odamıza gönderdi. Bütün gece aralarında konuştular. Anladığım kadarıyla insanlar ellerindeki görevleri, kendi menfaatlerine göre kullanmaya başlamış. Biraz kuralların dışına çıkmanın ne zararı olurmuş? Tadını çıkaramadıktan sonra ne anlamı varmış? Ama babam anneme: ‘İnsan sınırdan bir kere bilerek çıktığında, sınırdan ne kadar uzaklaştığını anlamaz’ dedi.

Sonra babamın, zengin bir arkadaşının annesi hastalandı. Her gün babama gelip, Güneşi daha geç batırmasını söylüyordu. Annesinin öyle iyileşeceğine dair umudu vardı sanırım. Babam ise bu işlerin heveslere göre değişmemesi gerektiğini ve eski yönetimde olsak, böyle soruları değil sormak, düşünmekten bile çekineceğini söylüyordu. Arkadaşı ikna olmuyordu, babam ise sözünden dönmüyordu. Babam kimsenin hakkına giremem diyordu. Annesinin durumu ağırlaştıkça, arkadaşı bir çok aileye para ve mevki teklif etmeye başlamış. Kırmaya çalıştığı bir hareket zinciri varmış. Aklım tam basmadı. Ama başarılı olmuş. Çünkü bazıları teklifini kabul etmiş. Ama istediğinin dışında bir şey oldu. Farkettiniz mi bilmiyorum ama şu an gecede değiliz.

Ne dediğini önce anlamadım. Jetonun beynimin içinde yavaş yavaş düşüşünün yankılanmasını dinledim. Kaşlarımı kaldırdım. Saate baktım. Çocuğa baktım. Tekrar saate baktım. Sonra anladım. Saat gece 2’yi değil, öğlen 2’yi gösteriyordu ama zifiri karanlıktı. Güneş doğmamıştı.

(Devam edecek.)

***

Her, yetim hakkının önemiyle ilgili bir şeyler okuduğunda, onlardan ne kadar uzak bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kendi çocuklarına dönüp baktığında, ömrünün süresinin bilinmezliğini hesaplıyordu.

Şüphesiz ki, her canlı Allah’a emanetti. Ancak dünyadaki rahatı için çabalayan herkesin, yaşadığı toplumun düzeni ve toplumda yaşayanların ferahı için de çabalaması şarttı.

Toplumun genelinin, ebeveynsiz çocuklardan uzak yaşantılarının sebeplerini arıyordu. Dünya için yaşayanların, sahiplenme takıntısı üzerinde durdu. Başkasının çocuğuna beklentisiz yaklaşmak kolay değildi.

İslam’ı seviyordu. Haberdar olmadığı hayatlara ve canlılara merhamete, iyiliğe ve yardıma teşvik eden; kendi hayatının akışına kapılmaya müsaade etmeden topluma dahil ettiren ve bilmediklerini öğreten dinini seviyor ve Allah’a şükrediyordu.

Ey Allahım! Din olarak İslam’dan razıyız. Bizi, İslam yolunda yürüyenlerden ve Senin razı olduğun kullarından eyle. Bizi, Senin rızan için sevenlerden ve çabalayanlardan eyle. Kendi menfaatine ve isteklerine gömülen başını kaldıranlardan ve kalbini uyanık tutanlardan eyle. Bilerek veya bilmeyerek kul hakkına girmekten muhafaza buyur. 

Ey Allahım! Bulunduğumuz zaman ve mekanlarda; daima Senin rızana göre hareket edenlerden eyle. Merhametine muhtacız, kalplerimizi merhamet sahiplerinden eyle. Sevgine muhtacız, Sevdiklerini sevenlerden ve Sevmediklerinden uzaklaşanlardan eyle. Bizi rahmetine, şefaatine, affına ve sevgine layık kulların arasına kat ve onlarla haşreyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji