12 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 12-14 (78. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 12. Ayet

وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ  ...


Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَكُمْ sizindir
2 نِصْفُ yarısı ن ص ف
3 مَا
4 تَرَكَ bıraktıkları mirasın ت ر ك
5 أَزْوَاجُكُمْ eşlerinizin ز و ج
6 إِنْ eğer
7 لَمْ
8 يَكُنْ yoksa ك و ن
9 لَهُنَّ onların
10 وَلَدٌ çocukları و ل د
11 فَإِنْ eğer
12 كَانَ ك و ن
13 لَهُنَّ onların varsa
14 وَلَدٌ çocukları و ل د
15 فَلَكُمُ sizindir
16 الرُّبُعُ dörtte biri ر ب ع
17 مِمَّا
18 تَرَكْنَ bıraktıklarının ت ر ك
19 مِنْ
20 بَعْدِ sonra ب ع د
21 وَصِيَّةٍ vasiyyetten و ص ي
22 يُوصِينَ yapacakları و ص ي
23 بِهَا ondan
24 أَوْ veya
25 دَيْنٍ borçtan د ي ن
26 وَلَهُنَّ onlarındır
27 الرُّبُعُ dörtte biri ر ب ع
28 مِمَّا
29 تَرَكْتُمْ bıraktığınızın ت ر ك
30 إِنْ eğer
31 لَمْ
32 يَكُنْ yoksa ك و ن
33 لَكُمْ sizin de
34 وَلَدٌ çocuğunuz و ل د
35 فَإِنْ eğer
36 كَانَ varsa ك و ن
37 لَكُمْ sizin
38 وَلَدٌ çocuğunuz و ل د
39 فَلَهُنَّ onlarındır
40 الثُّمُنُ sekizde biri ث م ن
41 مِمَّا
42 تَرَكْتُمْ bıraktığınızın ت ر ك
43 مِنْ
44 بَعْدِ sonra ب ع د
45 وَصِيَّةٍ vasiyyet و ص ي
46 تُوصُونَ yapacağınız و ص ي
47 بِهَا ondan
48 أَوْ veya
49 دَيْنٍ borçtan د ي ن
50 وَإِنْ eğer
51 كَانَ ise ك و ن
52 رَجُلٌ erkeğin ر ج ل
53 يُورَثُ miras bırakan و ر ث
54 كَلَالَةً evladı ve ana babası olmayıp ك ل ل
55 أَوِ veya
56 امْرَأَةٌ kadının م ر ا
57 أَخٌ bir erkek ا خ و
58 أَوْ veya
59 أُخْتٌ bir kızkardeşi ا خ و
60 فَلِكُلِّ her ك ل ل
61 وَاحِدٍ birine و ح د
62 مِنْهُمَا onlardan
63 السُّدُسُ altıda bir düşer س د س
64 فَإِنْ eğer
65 كَانُوا iseler ك و ن
66 أَكْثَرَ fazla ك ث ر
67 مِنْ -ndan
68 ذَٰلِكَ bu-
69 فَهُمْ onlar
70 شُرَكَاءُ ortaktırlar ش ر ك
71 فِي
72 الثُّلُثِ üçte bire ث ل ث
73 مِنْ
74 بَعْدِ sonradır ب ع د
75 وَصِيَّةٍ vasiyyetten و ص ي
76 يُوصَىٰ yapılan و ص ي
77 بِهَا ondan
78 أَوْ veya
79 دَيْنٍ borçtan د ي ن
80 غَيْرَ olmayan غ ي ر
81 مُضَارٍّ zarar verici ض ر ر
82 وَصِيَّةً vasiyyettir و ص ي
83 مِنَ -tan
84 اللَّهِ Allah-
85 وَاللَّهُ Allah
86 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
87 حَلِيمٌ halimdir ح ل م

https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/504/11-12-ayet-tefsiri (Geniş tefsiri için tıklayınız)

11. ayet yine miras ile ilgiliydi ve sonu “alimen hakima” şeklinde bitmişti, burada ise “alimen halima”. Orada bir hikmete dayanarak bunu böyle paylaştırıyor, burada ise hilmine dayanarak. Bu hilm belki o kişilere karşıdır.. Mirasta bizim zayıf yönlerimizden dolayı haksızlık yapacağımıza dayanarak konu öyle detaylı anlatılmış. Bu kadar detaylı başka hüküm yoktur.

Halim kelimesi, cehlin zıddıdır. Cahiliye devri insanı, cehalet içinde olan, duygularına kapılarak, düşünmeden hareket eden demektir. Halim: teenni ile duygularına kapılmadan hareket eden kişi demektir. Allah bize mühlet veriyor, hemen cezalandırmıyor. Belki kendisini düzeltir diye cezayı erteliyor.

Nısf; yarım demektir. İnsaf kelimesi bu köktendir. Yarım yarım paylaşmayı ifade eder.

Kelale, yorulmak, tükenmek, yetim olmak, uzak olmak; başı kuşatmış olmak ve bağlı olmak manalarındadır. Terim olarak, anne baba evlat gibi birinci derece yakınlarını kaybetmiş olan kişi demektir.

كَلالة çocuk ve babanın dışında kalan mirasçılar için kullanılan bir isimdir. Kökü ise bir şeyin parçalarının birleştirilmelerinden doğan bütünü ifade eden كُلٌّ lafzıdır. (Müfredat) . Bu kelime (كَلالة), birinci dereceden olan baba ve evlad dışındaki akrabalar için uygundur. Zira insan için birinci dereceden yakınının maişetini temin etmek ona olan ilgi ve alakası sebebiyle bir külfet değildir. Bu da diğer yakınların aksine bir durumdur. Zira onlar için bu bir külfet ve kelâle olabilir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de bu şekilde ikisi de bu surede olmak üzere sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

حِلْمٌ Nefsi ve tabiatı, öfkenin heyecanına karşı kontrol etmektir. Çoğulu أحْلامٌ dır. Hakikatte akıl demek değildir ama aklın sebeplerinden biri olduğu için akıllar olarak yorumlanmıştır. Yine إحْتَلَمَ, تَحَلَّمَ ve أحْلَمَ بِ rüyada gördü demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 21 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hilm, halim, ihtilam, hellim (peyniri), Hilmi ve helmedir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ 


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نِصْفُ  muahhar mübtedadır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَزْوَاجُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.

لَهُنَّ  car mecruru  يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  يَكُنْ’un muahhar ismidir.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلكم نصف ما ترك (Onun bıraktığının yarısı sizindir.) şeklindedir.

 

فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَهُنَّ  car mecruru 

كَانَ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَكُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الرُّبُعُ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  الرُّبُعُ ’nun mahzuf  haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكْنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru mahzuf hale  müteallıktır.  وَصِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُوص۪ينَ بِهَٓا  cümlesi  وَصِيَّةٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُوص۪ينَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisve bitişmiş sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

بِهَٓا  car mecruru  يُوص۪ينَ  fiiline müteallıktır.  دَيْنٍ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  وَصِيَّةٍ ’e matuftur.   


وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَهُنَّ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الرُّبُعُ muahhar mübtedadır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, ism-i mecrur olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.

لَكُمْ  car mecruru  يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  يَكُنْ’un muahhar ismidir.


 فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَكُمْ  car mecruru  كَانَ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  وَلَدٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَهُنَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الثُّمُنُ  muahhar mübtedadır.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ harf-i ceriyle birlikte  الثُّمُنُ ’nun mahzuf  haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكْتُمْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكْنَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  وَصِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تُوصُونَ بِهَٓا  cümlesi  وَصِيَّةٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  تُوصُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِهَٓا  car mecruru  تُوصُونَ  fiiline müteallıktır.  دَيْنٍ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  وَصِيَّةٍ ’e matuftur. 


وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

رَجُلٌ  kelimesi  كَانَ ’nin ismidir.  يُورَثُ  fiili  رَجُلٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. Meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

كَلَالَةً  hal olup fetha ile mansubtur.  امْرَاَةٌ  atıf harfi  اَوِ  ile  رَجُلٌ ’e matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ev (اَوْ); Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir.  لَهُٓ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَخٌ  muahhar mübtedadır.  اُخْتٌ  kelimesi atıf harfi اَوْ  ile  اَخٌ ’e matuftur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.  السُّدُسُ  muahhar mübtedadır.

كَلَالَةً  köken olarak kelâl anlamında bir masdardır. Kelâl de yorgunluk ve bitkinlikten dolayı kuvvetin gitmesidir.

Dolayısıyla [ayette]  كَلَالَةً  kelimesi mecazen çocuk ve ana-baba ciheti dışındaki akrabalık için kullanılmıştır. Çünkü  كَلَالَةً  yoluyla akrabalık, çocuk ve ana-baba akrabalığına göre daha zayıftır.  كَلَالَةً  kelimesi kendisine mirasçı olunanın [mûrisin] veya mirasçı olanın [varisin] sıfatı yapılırsa “kelâle sahibi” anlamına gelir. (Keşşâf)


فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur. اَكْثَرَ  kelimesi كَانَ ’nin haberidir. 

مِنْ ذٰلِكَ  car mecruru  اَكْثَرَ ’ye müteallıktır.  ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شُرَكَٓاءُ  haberdir.  شُرَكَٓاءُ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfatı müşebbehe, “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الثُّلُثِ  car mecruru  شُرَكَٓاءُ’ye müteallıktır.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  وَصِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُوصٰى بِهَٓا  cümlesi  وَصِيَّةٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُوصٰى  meçhul mebni muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بِهَٓا  car mecruru  يُوصٰى  fiiline müteallıktır.  دَيْنٍ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile  وَصِيَّةٍ ’e matuftur. 

 

غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

غَيْرَ  hal olup fetha ile mansubtur.  مُضَٓارّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَصِيَّةً  kelimesi mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakıdır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  وَصِيَّةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazfedilebilir: 

1) Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, 

2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 

3) Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُضَٓارٍّۚ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ  şeklindeki sıfat, vasiyette zarar vermenin haram olduğuna delalet eder. Miras bırakan kişinin varislere zarar vermek, eziyet etmek maksadıyla malından bir kısmını vasiyet etmesi caiz değildir. Böyle yaparsa günahkâr olur.

مُضَٓارٍّۚ  kelimesindeki elif, müşareket için değil, vasiyet konusunda zarar vermemeyi tekid içindir. Zira zarar konusunda ortak olan iki taraf söz konusu değildir. (Halidî, Vakafât Düşündüren Ayetler, s. 209)

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ  birinci,  حَل۪يمٌ  ikinci haberdir.

وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ


وَ  istînâfiyyedir. Atıf olduğu da söylenmiştir. Sübut ifade eden faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نِصْفُ, muahhar mübteda ism-i mevsûle muzâf olmuştur. 

Tevcih ihtva eden ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası,  تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.

زوج  kelimesi hem erkek hem kadın için kullanılır.  اَزْوَاج  da öyledir. Burada   اَزْوَاجُكُمْ  ile kadınların kastedildiğini  كُمْ  zamirinden anlıyoruz.

 

 اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ

 


Fasılla  gelmiş müstenefedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ  şart cümlesidir.  كَانَ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

لَهُنّ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  وَلَدٌۚ, muahhar mübtedadır.

Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri,  فلكم نصف ما ترك (Sizin için bıraktığının yarısı vardır.) şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.


فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ

 

فَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كان ’nin dahil olduğu  كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen  فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا cümlesi şartın cevabıdır.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَكُمُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الرُّبُعُ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası  تَرَكْنَ  fiil sıygasında haberî isnaddır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  وَصِيَّةٍ  için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.  وَصِيَّةٍ , دَيْنٍۜ ’e matuftur.

اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ  cümlesiyle  فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

كَانَ -  لَمْ يَكُنْ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.


وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ

 

وَ  atıftır. Sübut ifade eden faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُنَّ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الرُّبُعُ, muahhar mübtedadır. 

Tevcih ihtiva eden ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  تَرَكْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.

Hal cümlesi olarak fasılla gelen  اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.  لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ  şart cümlesidir. 

كَانَ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  وَلَدٌۚ, muahhar mübtedadır.

Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri,  فلهنّ الربع (Onlar için dörtte biri vardır.) şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.


فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ 

 

فَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كان ’nin dahil olduğu  كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen …فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا cümlesi şartın cevabıdır.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُنَّ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الثُّمُنُ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası  تَرَكْتُمْ  müspet mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  وَصِيَّةٍ  için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.  وَصِيَّةٍ , دَيْنٍۜ ’e matuftur.

اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ  cümlesi ile  فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

كَانَ -  لَمْ يَكُنْ  fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.


وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ 

 

 فَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كان ’nin dahil olduğu … كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen  فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ  cümlesi şartın cevabıdır.

كَانَ ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لِكُلِّ وَاحِدٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  السُّدُسُۚ  muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı)

الكَلالَةَ  kelimesi masdar ismidir. Tesniyesi ve cemisi yoktur. Araplar akrabalık dışındaki yakınları bu şekilde isimlendirmiştir. Sanki uzaktan da olsa akrabayla bir nesep ilişkisi vardır. الكَلالَةَ  kelimesi kinaye yoluyla bu manada kullanılmıştır. (Âşûr)

كَلالَةً  lafzı  يُورَثُ  lafzının zamirinden haldir. Yakın akraba olmayan akraba anlamındadır. Çünkü kelâle her iki akrabayı da nitelemeye uygundur. (Âşûr)

كَلَال lafzı şu anlamlara gelmektedir.

a) Aciz kalıp güç ve kuvveti gittiğinde  كَلَّ الرَّجُلُ - يَكِلُّ - كَلَّا وَكَلَالَةً  denilir. Daha sonra bu kelimeyi Araplar, nesep bakımından olmayan akrabalığı ifade etmek için istiare (mecaz) olarak kullanmışlardır. Bu sebeple bu çeşit akrabalıkta bir nevi zayıflık bulunmaktadır. Binaenaleyh bu izahla, ebeveynin “kelâle” mefhumuna girmesinin uzak bir ihtimal olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü ebeveynin ölene akrabalığı doğrudan doğruyadır.

b) كَلَالَ  lafzı, asıl lügatta “ihata etmek (kuşatmak)” manasına gelir. Başın etrafını sardığı için taca da “iklîl” denilmiştir. İçine dahil olan herşeyi kuşattığı için “küll” kelimesi de böyledir. Bulutlar her tarafı sardığında  تَكَلَّلَ السَّحَابُ  denilir. Bunu iyice anladığında biz deriz ki: Ölenin babası ve çocukları dışındaki akrabaları “kelâle” diye adlandırılmışlardır. Çünkü onlar insanın etrafını kuşatan bir daire ve başını kuşatan bir taç gibidirler. Halbuki doğumdan dolayı olan (nesep) yakınlığı böyle değildir. Çünkü bunda, insanlar birbirinden dallanır budaklanır ve birbirinden türemiş olur. Bu, tek bir kökten çoğalan bir tek şey gibidir. Fakat doğumdan dolayı olan akrabalığın dışındaki kız kardeşlik, erkek kardeşlik, amcalık ve halalık gibi diğer akrabalıklara gelince bunların neseplerinin, kendisine nispet edildikleri kimse ile bir ilgisi ve ihatası vardır. Binaenaleyh bütün bu iştikakla (türemeyle) ilgili izahlar sayesinde, “kelâle”nin, ölenin ebeveyni ile çocukları dışındaki akrabalarından ibaret olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كان ’nin dahil olduğu  كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ  cümlesi şart, yine isim cümlesi formundaki,  فَ  karinesiyle gelen …فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ  cümlesi şartın cevabıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُوص۪ي بِهَٓا  cümlesi muzâfun ileyh konumundaki  وَصِيَّةٍ  için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.  وَصِيَّةٍ , دَيْنٍۜ ’e matuftur.

يُوصٰى ’daki zamirin hali olan  غَيْرَ ’e muzâf olan  مُضَٓارٍّۚ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Hal ıtnâb babındandır.

الثُّلُثِ - السُّدُسُۚ - الرُّبُعُ - نِصْفُ - وَاحِدٍ - الثُّلُثِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مُضارٍّ  zahirde ism-i faildir. غَيْرَ مُضارٍّ  sözüyle kastedilen zararı yasaklamaktır. Yasaklama yasak olanın bozulmasını gerektirir. (Âşûr)

غَيْرَ مُضارٍّ  olarak gelen kayıt  مِن بَعْدِ وصِيَّةٍ  sözünden önce geçen 3 ayetteki mutlak olan lafız için getirilmiştir. Çünkü bu mutlak lafızların hükmü ve sebebi aynıdır. Usul kurallarına göre mutlak lafız mukayyed lafız üzerine hamledilir. (Âşûr)


وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ 


Cümle  istînâfiyyedir.  وَصِيَّةً  önceki cümlenin mazmunundaki mukadder fiilden mef’ûlü mutlaktır. Takdiri,  فرض الله ذلك فريضة (Allah bunu farz olarak tayin etmiştir.) olabilir.

Bu kelime, tekid için gelmiş olan bir mefûlü mutlak olup, takdiri;  يُوصِيكُمُ الَّلهُ بِذَلِكَوَصِيَّةً “Allah bunu size iyice vasiyet ediyor.” şeklindedir. Bu, Cenab-ı Hakk’ın tıpkı  فَرِيضَةً مِنَاللَّهِ  “Allah’tan kesin birer farizadır.” ifadesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk niçin önceki ayetin sonunu “Allah'tan bir fariza olarak” (Nisa Suresi, 11) buyurarak; bu ayetin sonuna ise “Allah’tan bir vasiyet olmak üzere” diye bitirmiştir?

Cevap: “Farz” lafzı, “vasiyet” lafzından daha güçlü ve daha kuvvetlidir. Bu sebeple Cenab-ı Hakk, evlatların miraslarının izahını فريضة  kelimesiyle; “kelâle”nin mirasını ise “vasiyet” sözüyle bitirmiştir. Bütün bunlar her ne kadar riayet edilmesi gereken bir husus ise de çocukların haklarını gözetmeye riayet etmek manası, birinci kısma karşılık daha münasiptir. (Fahreddin er-Râzî)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

وَصِيَّةٍ - يُوصٰى - تُوصُونَ  ve  تَرَكْتُمْ - تَرَكَ - تَرَكْنَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ  [Allah’tan gelen bir buyruk olarak] ifadesi pekiştirici bir masdardır yani فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ  (Nis Suresi, 11) ayetinde olduğu gibi Allah bunu size kendinden bir buyruk olarak emrediyor demektir.  ٍّ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ  ifadesiyle de mansub olabilir yani “Allah’tan gelen buyruğa zarar vermeksizin.” Allah’tan gelen buyruk 1/3 ve 1/3’i aşmayarak 1/3’den azı veya evlatları ile ilgili Allah’ın emirlerine zarar vermemek ve vasiyette aşırı gitmemek sûretiyle onları muhtaç bırakmamasıdır. (Keşşâf)

وصِيَّةً  kelimesi mef’ûlü mutlak olmak üzere mensubtur. Fiilinden bedel olarak gelmiştir. Takdiri şöyledir:  يُوصِيكُمُ اللَّهُ بِذَلِكَ وصِيَّةً مِنهُ (Allah kendisinden bir vasiyet olarak size bunu tavsiye etti).  Nisa Suresi 11. ayette geçen  يُوصِيكُمُ اللَّهُ  sözünün başladığı hükümlerin sonudur. Bu reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. (Âşûr)


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ

 

Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda,  عَل۪يمٌ  haberdir.  حَل۪يمٌۜ  ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

“Allah her şeyi hakkıyla bilendir (Alîm), cezalandırmakta acele etmeyendir (Halîm).”

Allah Teâlâ, zararı vereni de vermeyeni de en iyi şekilde bilir. Ve Allah, cezayı vermek için de acele etmez. Binaenaleyh Allah’ın mühlet vermesini yanlış yorumlamamak gerekir.

Bu cümlede de zamir ile ifade etmek mümkün iken ism-i celilin zahir olarak ifade edilmesi, kalplere korku vermek ve heybeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

Yani “Allah, vasiyetinde zalim veya adil olanları bihakkın bilir, zalim olanların cezasını derhal verme konusunda aceleci olmayıp Halîm’dir.” demektir ki bu bir tehdit anlamındadır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

Son bölümde zamir yerine Allah isminin zikri, kalplere korku salmak içindir.

Allah’ın  حَل۪يمٌۜ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

حَل۪يمٌۜ - عَلِیمࣱ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

واللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ  cümlesi tezyîldir. Önce geçen hükümler cahiliye dönemindeki hükümlerin birçoğunu geçersiz kıldığı için burada ilim ve hilm sıfatlarının zikri münasip olmuştur. (Âşûr)

[Allah “vasiyetinde haksızlık edeni veya haktan sapanı” çok iyi bilir! Haksızlık edene karşı “Halîm’dir,” cezasını hemen vermez.] Bu, bir tehdittir. (Keşşâf)

وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ  [Allah, Alîm ve Halîm’dir.] Önceki ayet  عَل۪يمًا حَك۪يمًا  isimleriyle bitmiştir. Bu ayette  حَك۪يمًا  yerine  حَل۪يمٌۜ  ismi gelmiştir. Her şeyi bilir, azapta acele etmez manasını taşır. Her ikisi de mübalağa kalıbında gelmiştir. Aralarında muvazene vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

تَرَكَ - وَلَدٌۚ - كَانَ - يَكُنْ- وَصِيَّةٍ - يُوص۪ينَ- مِمَّا - دَيْنٍۜ - اللّٰهُ - لَهُنَّ - الرُّبُعُ - مِنْ بَعْدِ  kelimelerinin ayette tekrarında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

 رَجُلٌ - امْرَاَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab  اَخٌ - اُخْتٌ  ve  نِصْفُ - وَاحِدٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, bütün bu kelime grupları arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Allah Teâlâ bunları, kendi tarafından bir vasiyet olarak emir ve tavsiye ediyor. Bu da öbür ayetteki gibidir. Ve bununla hem mana bakımından iki durumun farklı olmasına uygun birer pekiştirme yapılmış hem de bu ayetin sonundan önceki ayetin başına bir “son tarafı baş tarafa geri çevirmek” güzel edebî sanatı gösterilmiştir. Allah her şeyi bilendir. Zarar verme kastında bulunanları bilir, fakat Hâlim (sabırlı) olduğundan ceza vermede acele etmez. Bundan dolayı bu hilme (yumuşak muameleye) aldanıp zarar vermeye kalkışmamalı, yapılacak olan vasiyeti Allah rızası için yapmalı, Allah’ın vasiyetlerine uygun hareket etmelidir. (Elmalılı)


Nisâ Sûresi 13. Ayet

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...


İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ bunlar
2 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
3 اللَّهِ Allah’ın
4 وَمَنْ kim
5 يُطِعِ ita’at ederse ط و ع
6 اللَّهَ Allah’a
7 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
8 يُدْخِلْهُ (Allah onu) sokar د خ ل
9 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
10 تَجْرِي akan ج ر ي
11 مِنْ
12 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
13 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
14 خَالِدِينَ sürekli kalacakları خ ل د
15 فِيهَا içinde
16 وَذَٰلِكَ işte budur
17 الْفَوْزُ başarı ف و ز
18 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م

Allah’a itaat etmek, bu hayattaki yaratiliş gayemiz ile ilgili 6 dakika 50 saniyelik bir video

https://youtu.be/QLM2s4tOL0E

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buûd yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

حُدُودُ  haberdir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُطِعِ  şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَسُولَهُ  kelimesi lafza-i celâle atıf harfi  وَ ’la matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ’dir.  يُدْخِلْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. الْاَنْهَار  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler 

ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

يُطِع  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  طوع’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْفَوْز  haberdir.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  sıfatıdır.



تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir. 

تِلْكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayetteki  تِلْكَ (İşte bunlar) lafzı neye işaret etmektedir? Bu hususta şu iki görüş ileri sürülmüştür:

1- “Mirastaki ‘hallere” işarettir.”

2- “Yetimlerin malları, nikâhın hükümleri ve mirasın halleri gibi surenin başından buraya kadar zikredilen bütün hükümlere işarettir.” Bu görüş, Esamm’ındır. Birinci görüşün delili zamirlerin, zikredilen şeyler arasında kendisine en yakın olana raci olması kaidesidir. İkinci görüşün delili şudur: Zamirin en yakına raci olması kaidesi, daha uzaktakine raca olmasına bir mani bulunmadığı zaman geçerlidir. Mani yoksa zamir hepsine raci olabilir. (Fahreddin er-Râzî)

 حُدُودُ اللّٰهِۜ  Allah”ın Hudutları Ne Demektir?

“Allah’ın sınırları”ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. “Hududu’d-dar” (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddin er-Râzî)

Hudud; haddin (sınırın) çoğuludur ki had, onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla ihlal etmenin caiz olmadığı amel için kullanılmıştır. (Âşûr)


 وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

 

Cümle, istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi şarttır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini etkiler.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي  cümlesi şartın cevabıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Faide-i   haber ibtidaî kelamdır.

رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması resul için şan ve şereftir. 

Cümlede Allah’a itaatten sonra resulüne itaatin zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

جَنَّاتٍ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. Sıfat cümlesi  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  ve hal olan  خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

 

وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle müstenefedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini ve şerefini ifade eder. İşaret edilen Allah’ın koymuş olduğu kurallardır. 

ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

ذٰلِكَ - تِلْكَ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonunda da  ذٰلِكَ  şeklindeki işaret ismi gelmiştir. Bu; işaret edilenin manevi değerinin çok yüksek olduğunu gösterir.

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)




Nisâ Sûresi 14. Ayet

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟  ...


Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَعْصِ karşı gelir ع ص ي
3 اللَّهَ Allah’a
4 وَرَسُولَهُ ve Elçisi’ne ر س ل
5 وَيَتَعَدَّ ve aşarsa ع د و
6 حُدُودَهُ O’nun sınırlarını ح د د
7 يُدْخِلْهُ (Allah onu) sokar د خ ل
8 نَارًا ateşe ن و ر
9 خَالِدًا sürekli kalacağı خ ل د
10 فِيهَا içinde
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 مُهِينٌ alçaltıcı ه و ن

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْصِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَسُولَهُ  kelimesi lafza-i celâle atıf harfi  وَ ’la matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَتَعَدَّ حُدُودَهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يَعْصِ  fiiliine müteallıktır.  يَتَعَدَّ  meczum muzari fiildir. Alameti illet harfinin mahzuf oluşudur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  حُدُودَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ ’dır.  يُدْخِلْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  نَارًا  ikinci mef’ûlun bih olarak  mansubtur.  خَالِدًا  hal olup mansubtur.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدًا’e müteallıktır. خَالِدًا  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

  

وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  مُه۪ينٌ۟  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.


وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ 


Cümle, önceki ayetteki  مَنْ يُطِعِ اللّٰهَ’ye matuftur. Vasıl sebebi tezattır. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ  cümlesi şarttır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ  cümlesi şartın cevabıdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Faide-i   haber ibtidaî kelamdır. 

رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması resul için şan ve şereftir. 

Cümlede Allah’a asi olmak ifadesinden sonra Resulüne asi olmanın  zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupla gelen  وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ  cümlesi tezayüf sebebiyle makabline atfedilmiştir.

حُدُودَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  حُدُود’a şan ve şeref kazandırmıştır.

Önceki ayetteki   وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ  cümlesiyle  وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Eğer isyandan kasıt, büyük günahlar ve yüce Allah'ın emirlerini aşıp çiğnemek ise o takdirde ebedi kalış, uzunca bir süreyi ifade etmek üzere istiare yoluyla kullanılmış bir kelimedir. (Elmalılı)

 

وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟

 

 

يُدْخِلْهُ  cümlesine وَ’la atfedilen cümlede cihet-i câmia temasüldür. Takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır. O horlayıcı azabın onlara mahsus olduğu kasr üslubuyla etkili bir biçimde belirtilmiştir.

Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

عَذَابٌ’daki tenvin, azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

مُه۪ينٌ۟  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Onun için sabit olan cismanî ateş azabının yanı sıra bir de mahiyeti bizce müphem olan ruhanî bir azap da vardır. Nitekim bu azabın sıfatı (alçaltıcı oluşu) da bunun ruhanî olduğunu bildirir. (Ebüssuûd)

Taksim sanatı vardır, çünkü itaatsizliğin (isyanın), kimisi ölümsüzlüğü, kimisi de alçaltıcı azabı gerektiren farklı türleri vardır ve bunun karinesi  ولَهُ عَذابٌ مُهِينٌ cümlesinin ateşteki ebediliğe atfedilmiş olmasıdır. Eğer murad bu taksim olmasaydı bu atıf yapılmazdı. (Âşûr)


Günün Mesajı
Evlilik hayatı kutsaldır. İslâm dininde malın önemi vardır ve insanların haklarına özellikle riayet etmiştir. Böylece kimse haksız yere başkasının malına göz dikmesin. Bunun için Allah teala mirasçılar arasında ölünün bıraktığı malı paylaştırmayı bizzat üzerine almış ve herkesin payını belirlemiştir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

(76. ve 77. günün hikayesinin devamı..)

Verdiğim tepkiyle, çocuğu korkutmuştum. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. ‘Sonumuz mu geldi?’ diye sordu. Sesime cesaret yüklemeye çalıştım. ‘Şu an hayattayız, demek ki Allah’ın yardımıyla, hala bir şeyler yapabiliriz.’ O sırada kapı çaldı. Karşı komşum gelmişti. Bitkin görünüyordu. Çocuğa annesiyle eve dönmesini söyledi. Onlar gittikten sonra bana dönüp:

‘İşler bu hale gelmeden önce sizinle konuşmak istiyordum. Geldiğiniz yerdeki ününüzü az buçuk bildiğim için bize doğru nasihatlerde bulunacağınıza ve yönetimi ikna edeceğinize inanıyordum. Geç kaldım!’ dedi.

Onu ikna etme çabasına girmeden ‘Yönetimden tanıdığınız var mı?’ diye sordum.

Yüzünü buruşturdu. ‘Var’ dedi. ‘Hem de bütün bu işlerin baş sorumlusunu tanıyorum. Kendi kardeşim.’

‘Felaketi oturup izlemektense, elimizden geleni yapmak en iyisi. Kardeşine gidelim.’ dedim. Karşı çıkmadı ve beraber karanlık gündüze çıktık.

Dışarıdaki karışıklık devam ediyordu. Komşum sanki hiçbir şey görmüyor ve duymuyor gibiydi. On dakikalık yürümenin sonunda, bir evin önünde durdu. Kapıyı çalmadan içeri girdi. Hıçkırık seslerinin geldiği yöne doğru atıldı. ‘En azından zalim değilmişsin. Sadece korkak bir ahmakmışsın.’ diyerek bir adamın kolundan çekiştirip kaldırdı. Kendisine gelmesini ve kim olduğumu söyleyerek, bana doğru itekledi. Koca adam, küçük bir çocuk gibi gözlerime bakıyordu. ‘Böyle olacağını düşünmemiştim’ dedi. Elimi omzuna koyup umut verircesine sıktım. Oturduk ve ne yapabileceği üzerine konuştuk.

Kararımızı verdikten sonra tekrar dışarı çıktık. Halkı en kısa sürede nasıl toplarız derken, bizi gören peşimizden geliyor, gelmeyenleri de yanlarına çağırıyordu. Bir açıklama, aslında bir umut ışığı istiyorlardı. Meydana geldiğimizde, neredeyse herkes oradaydı. Kürsüye çıktık ve komşumun kardeşi konuşmaya başladı:

‘Bugün akla gelmeyecek korkunç şeyler yaşadık, yaşıyoruz. Ve ne yazık ki çoğunluk olarak büyük bir hata yaptığımızı farkettik. Bize verilen güçlerimizin birer emanet olduğunu unutarak, onları istediğimiz gibi kontrol edebileceğimizi sandık. Herkesin, birbirinin gücünü yüklenebileceğini düşündük. Kendi nefsimize fazlasıyla güvenerek, bize verilen düzeni hiçe sayarak bozduk. Sırf aklımız almıyor diye, hatta zaman değişti diye Allah’ın kuralları çerçevesinden çıkabileceğimizi sandık. Bu halden dönüşümüz var mı bilmiyorum. Ama Allah’ın affını umarak her aileye eski görevlerinin verildiğini duyurmak istiyorum.’

Geri çekilince, kürsüye yaklaştım ve ellerimi açtım:

‘Estağfurullah. Estağfurullah. Estağfurullah.

Ey sahibimiz olan Rabbim! Yaptığımız yanlışlardan döndük. Affına sığındık. Yardımını istedik. Merhametini diledik. Geçmişimizi affın olmadan silemeyiz ama geleceğimizi güzelleştirmeye niyetlendik.

Bize verdiğin nimetleri, Senin rızanı kazanmak için kullanmamızda. Akrabalarımızın ve yetimlerin haklarını gözetmemizde. Aklımız alsın-almasın, hoşumuza gitsin-gitmesin, koyduğun sınırlara uymamızda. Nefsimiz fazlasını istese de, verdiğine razı olmamızda. Aleyhimize sonuçlanacağını bilsek bile, her daim doğru olanı seçmemizde. Kimsenin bizi görmediği hallerde, Senin gördüğünü hatırlamamızda. Sözümüzün geçtiği her yerde, hakkı söylememizde. Yaptığımız her işte ve aldığımız her kararda, daima helal dairesi içinde kalmamızda. Karınlarımızı nurunla doldurmamızda. Hatalarımızı tekrarlamaktan Sana sığınmamızda ve onları telafi edecek hayırları yapmamızda yar ve yardımcımız ol.

Ruhumuz, gönlümüz, gözlerimiz, yüzümüz ve bedenimiz imanınla aydınlansın.’

Sevinç sesleri yükseliyor, insanlar gökyüzünü gösteriyordu. Gözlerimi semaya çevirdim. Karanlık dağılıyordu fakat tuhaftı doğrusu. Komşuma baktım, gülümsüyordu. Tekrar yukarı baktım. Tuhaftı çünkü Güneş doğmuyordu. O saatte olması gereken yerde duruyordu. Sanki Güneş hep oradaydı da, biz görmüyorduk. Sanki sadece bizim doğru bir hale dönmemiz bekleniyordu. Karanlık gökyüzünden değil de, bizim üzerimizden ve gözlerimizden çekiliyordu.

Elhamdulillah. Elhamdulillah. Elhamdulillah.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji