بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّاتِي | ve kimseler |
|
2 | يَأْتِينَ | yapanlar |
|
3 | الْفَاحِشَةَ | fuhuş |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | نِسَائِكُمْ | kadınlarınız- |
|
6 | فَاسْتَشْهِدُوا | şahid getirin |
|
7 | عَلَيْهِنَّ | onlara karşı |
|
8 | أَرْبَعَةً | dört |
|
9 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
10 | فَإِنْ | eğer |
|
11 | شَهِدُوا | onlar şahidlik ederlerse |
|
12 | فَأَمْسِكُوهُنَّ | tutun (dışarı çıkarmayın) |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الْبُيُوتِ | evlerde |
|
15 | حَتَّىٰ | kadar |
|
16 | يَتَوَفَّاهُنَّ | o kadınları alıncaya |
|
17 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
18 | أَوْ | ya da |
|
19 | يَجْعَلَ | gösterinceye |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | لَهُنَّ | onların yararına |
|
22 | سَبِيلًا | bir yol |
|
15 ve 16. Ayetler geniş tefsiri için;
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/508/15-16-ayet-tefsiri
Erbaa' ربع :أرْبَعَة (dört), رُبْع (dörtte bir), رُبَاع (dörder dörder) formlarının tümü aynı köktendir. Dört mevsimin dördüncüsü olan ilkbaharın ismidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 22 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Rabia, erbain, rubai, murabba ve rubu’ dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Müfred müennes has ism-i mevsûl olan الّٰت۪ي , mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i mevsûlun sılası يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَأْت۪ينَ fiili sukun üzere mebni muzari fiildir. Faili نَ 'un nisve olup mahallen merfudur.
الْفَاحِشَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ نِسَٓائِكُمْ car mecruru يَأْت۪ينَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ zaiddir. اسْتَشْهِدُوا fiili ن ‘un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْهِنَّ car mecruru اسْتَشْهِدُوا fiiline müteallıktır. اَرْبَعَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْكُمْ car mecruru اَرْبَعَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sayı temyizi mahzuftur. Takdiri; شهداء أو رجال (Şahit veya adam) şeklindedir.
فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. شَهِدُوا şart fiili olarak mahallen meczumdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَمْسِكُوهُنَّ fiili ن ‘un hazfiyle mebni olan emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فِي الْبُيُوتِ car mecruru اَمْسِكُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَتَوَفّٰيهُنَّ muzari fiilini gizli bir اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, başındaki حَتّٰى ile birlikte اَمْسِكُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
يَتَوَفّٰيهُنَّ elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir.
Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; ملائكة الموت (Ölüm melekleri) şeklindedir.
يَجْعَلَ fiili, atıf harfi اَوْ ile يَتَوَفّٰيهُنَّ fiiline matuftur. يَجْعَلَ mansub muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. لَهُنَّ car mecruru يَجْعَلَ fiiline müteallıktır. سَب۪يلًا mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.وَالّٰت۪ي يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَٓائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder.
Haber olan فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِنْكُمْۚ cümlesi emir fiil sıygasında talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcîh sanatı vardır.
يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَةَ [Fuhuş getirmek] ibaresinde tecessüm sanatı vardır. Sanki zina elle tutulur, getirilip götürülen bir cisim gibi söylenmiştir.
مِنْ نِسَٓائِكُمْ tabirindeki مِنْ kısım bildirir.
Teşrî’ üzerine teşrî’ olduğu için vav harfi atıf içindir. Kadınlarla ilgili hükme geri dönülmüştür. Çünkü Allah Teâlâ 4. ayette وآتُوا النِّساءَ صَدُقاتِهِنَّ نِحْلَةً buyurmuştur.
يَأْتِيانِها fiilindeki mansub ها zamiri de الْفَاحِشَةَ kelimesine aittir. (Âşûr)
Fahişe: Haddini aşmış, pek çirkin, aşırı edepsizlik demektir. الْفَاحِشَةَ de zinanın bir ismidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
يَأْت۪ينَ الْفَاحِشَة Cenab-ı Hakk’ın, fuhuş işlemeyi bu şekilde ifade etmesinde bir incelik vardır ki o da şudur: Cenab-ı Hak, mükellefi bu günahı işlemekten nehyedince O, mükellefe bunu yapma konusunda yardımcı olmaz, aksine mükellef sanki o işe kendiliğinden gitmiş ve onu sırf karakteri gereği seçip tercih etmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Alimler, ayette geçen “fahişe” kelimesinin, zina olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Birçok çirkin fiilden daha fazla çirkin ve kabih olduğu için, zinaya “fahişe” ismi ıtlak edilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
“Küfür (kâfir olmak) ve adam öldürmek, zinadan daha çirkin ve kabahatli bir fiildir. Halbuki, bu fiiller “fahişe” ismiyle adlandırılmamışlardır” denilirse, biz deriz ki: Kuvveler üçtür: Kuvve-i natıka, kuvve-i gadabiyye ve kuvve-i şeheviyye. Kuvve-i natıkanın (düşünme kuvvetinin) bozulması; küfür, bidat ve bu ikisine benzeyen şeylerdir. Kuvve-i gadabiyyenin bozulması; adam öldürmek, kızmak ve benzeri şeylerdir. Kuvve-i şeheviyyenin bozulması ise; zina, livata, zamparalık ve bunlara benzeyen şeylerdir. Bu üç kuvvetin en adisi ve alçak olanı, şehevî kuvvetin fesada uğramasıdır.
Binaenaleyh onun fesada uğraması, hiç şüphesiz en adi bir fesat nev’i olmuş olur. İşte bu sebepten dolayı bu işe, hassaten “fahişe” ismi ıtlak edilmiştir. Allah ne murad ettiğini en iyi bilendir. (Fahreddin er-Razi)
Araplar cansız varlıkların cem’i hakkında اَلَّتِى, canlıların cem’i hakkında ise اَللَّاتِى kelimesini kullanırlar. Cansızların cemisi, müfred bir şey gibidir. Ama, canlıların cemisi böyle değildir, aksine onlardan her biri, kendisinin dışında kalanlardan birtakım özellik ve niteliklerle ayrılmamışlardır.
Dört şahitten murad, dört erkek mümin ve hür kimsedir.(Ebüssuûd)
فَاِنْ شَهِدُوا فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلاً
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebi inşâî isnaddır. شَهِدُوا şart cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen, emir üslubunda talebî inşâî isnad olan …فَاَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ cümlesi cevaptır.
Gaye bildiren cer harfi حَتّٰى ‘yı takibeden يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ cümlesi masdar teviliyle اَمْسِكُوهُنَّ fiiline müteallıktır. يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلً cümlesi masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Vasıl sebebi temasüldür.
يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَب۪يلًا [Allah onlara bir yol açıncaya kadar] cümlesinde hüküm vermek, yol açmak fiiliyle ifade edilerek istiare yapılmıştır. (Âşur) Nasıl ki bir dağ tepesine çıkmak için yol açmak lazımdır, aksi halde çıkılmaz. Aynı şekilde İslami bir konuda da Allah Teâlâ bir hüküm vermezse sonuca varamayız.
يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ ifadesinde istiare vardır. Çünkü gerçekte can alan ölüm meleği olduğu için can alma manasındaki تَوَفّٰي fiili mecaz ve anlam genişlemesi (el-ittisa) yoluyla ölüme nispet edilmiştir. Çünkü تَوَفّٰي 'nin gerçek anlamı bedenlerden ruhları almaktır. (kabd-ı ervah). (Şerif er-Radi, Kur'an Mecazları)
حَتّٰى يَتَوَفّٰيهُنَّ الْمَوْتُ [Onları ölüm alıncaya kadar] ifadesinde masdara isnad vardır. Mecazî aklîdir. (Sabuni)
اسْتَشْهِدُوا - شَهِدُوا arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَتَوَفّٰيهُنَّ - الْمَوْتُ kelimeleri arasında mürâât- nazîr sanatı vardır.
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّذَانِ | iki kişi |
|
2 | يَأْتِيَانِهَا | fuhuş yaparsa |
|
3 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
4 | فَاذُوهُمَا | onlara eziyet edin |
|
5 | فَإِنْ | eğer |
|
6 | تَابَا | tevbe eder |
|
7 | وَأَصْلَحَا | ve uslanırlarsa |
|
8 | فَأَعْرِضُوا | artık vazgeçin |
|
9 | عَنْهُمَا | onlardan |
|
10 | إِنَّ | çünkü |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | كَانَ |
|
|
13 | تَوَّابًا | tevbeleri çok kabul edendir |
|
14 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Tesniye has ism-i mevsûl الَّذَانِ , mübteda olup ref alameti ا ’dir. İsm-i mevsûlun sılası يَأْتِيَانِهَا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَأْتِيَانِهَا muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan elif ( ا ) fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْكُمْ car mecruru هَا zamirinin mahzuf haline müteallıktır.
فَ zaiddir. اٰذُوهُمَا fiili ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَابَا şart fiili mahallen meczumdur. Zamir olan elif ( ا ) fail olup lafzen merfûdur.
اَصْلَحَا fiili atıf harfi وَ ’la تَابَا ’ye matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَعْرِضُوا fiili ن ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَنْهُمَا car mecruru اَعْرِضُوا fiiline müteallıktır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. تَوَّابًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. رَح۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
وَالَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوهُمَاۚ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki الّٰت۪ي ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia temasüldür. Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. Haber olan فَاٰذُوهُمَاۚ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayet-i kerimede fahişe kelimesi yerine هَا zamiri gelmiştir. Bu; muktezâ-i zâhire uygun olmanın yanında, bu kelime kerih görüldüğü için tekrar ağza almamak için de olabilir.
فَاٰذُوهُمَا Yani miktarı size bırakılmış olmak üzere sözlü veya fiili azarlama ile terbiye ediniz. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَلَّذِى ve هٰذَا kelimeleri ذ harfine dayanmaktadır. Bundan dolayı, Araplar bu kelimelerin tesniyelerinin nûnuna, aynı cinsten bir başka nun daha ekleyerek, bu kelimeleri güçlendirmek istemişlerdir. Başkaları da şöyle demiştir: Bu kelimeleri şeddeli okuyuşun sebebi şudur: Bunların sonundaki nun, tesniye nûnu değildir. Dolayısı ile İbn Kesir, bu nun ile tesniye nûnunu birleştirmek istemiştir. Arapların, bunun başına elif-lam ziyade ettikleri gibi, tekid için sonuna da nun getirdikleri söylenmiştir. (Fahreddin er-Razi)
فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ
فَ istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَصْلَحَا cümlesi تَابَا fiiline matuftur. İki cümle arasında tezayüf vardır.
Rabıta harfi فَ ’nin dahil olduğu cevap cümlesi فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَابَا - اَصْلَحَا fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاَعْرِضُوا عَنْهُمَاۜ [Onlardan yüz çevirin] tabiriyle melzum olan ''ceza vermekten vazgeçin'' manası kastedilmiştir.
Eğer onlar karşılaştıkları azar, eziyet gibi müeyyideler sebebiyle, yaptıklarından pişman olup tövbe eder ve kendilerini düzeltirlerse, artık siz de onlara uyguladığınız muameleyi kesin. Çünkü tövbe ve ıslah, zem ve cezayı kaldırır. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiştir. Lafza-i celal اِنَّ ’nin ismi, كَانَ تَوَّابًا رَح۪يمًا cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنّ ’nin haberinin, كَانَ ’nin dahil olduğu cümle olarak gelmesi sübut ifade eder.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan تَوَّابًا - رَح۪يمًا sıfatlarının aralarında و۬ olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
تَوَّابًا - تَابَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tövbe eder, hallerini düzeltirlerse fiillerinin mazi gelişi vukuuna rağbet ettirmek içindir.
تَوَّابًا - رَح۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbında olup aralarında mürâât-ı nazîr vardır.
Bu cümle, Allahu Teâlâ'nın tövbeyi kabul etmesinin mutlak olmadığını, fakat burada belirtilen şart ile mukayyet olduğunu açıklıyor. (Ebüssuûd)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | التَّوْبَةُ | tevbesi makbuldür |
|
3 | عَلَى | göre |
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | لِلَّذِينَ | şu kimselerin |
|
6 | يَعْمَلُونَ | yaparlar |
|
7 | السُّوءَ | bir kötülük |
|
8 | بِجَهَالَةٍ | cahillikle |
|
9 | ثُمَّ | sonra |
|
10 | يَتُوبُونَ | dönerler (tevbe ederler) |
|
11 | مِنْ | -ndan |
|
12 | قَرِيبٍ | hemen ardı- |
|
13 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
14 | يَتُوبُ | tevbesini kabul eder |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
17 | وَكَانَ |
|
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | عَلِيمًا | bilendir |
|
20 | حَكِيمًا | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
17-18.Ayetler Diyanet tefsiri;
Âyette geçen “bilmeden” ifadesi, “yapılanın kötülük veya günah olduğunu bilmeden” mânasında olmayıp, “bildiği halde iradesine hâkim olamayan, bilgisini uygulamayan, nefsine uyup kötülük yapan” mânasında kullanılmıştır. İnsanlar yaşadıkları müddetçe tövbe kapısı açıktır. Ne zaman akılları başlarına gelir ve tövbe ederlerse Allah’ın, vaadinin gereği olarak bu tövbeyi kabul buyurması ve günahkâr kullarını affetmesi umulur, lutfundan beklenir. Günahkâr kişi hayatının son saniyelerine kadar tövbe etmez, dünya hayatından ümit kestikten ve gayb âlemine dahil bulunan berzah ve âhiretle ilgili bazı gerçekleri gördükten, hissettikten sonra henüz can vermeden tövbe ederse, bu tövbenin sebebi, gayba imana dayalı samimi pişmanlık olmayıp yüz yüze gelinen cezadan kurtulmaya yönelik bulunduğu, tekrar kulluk ve itaat imtihanına fırsat da kalmadığı için kabul edilmeyecektir. Kabul edilmeyen bir başka tövbe de hayatını, hak dini inkâr içinde geçirdikten sonra ölen ve âhiret âlemini gördükten sonra pişmanlık duyanların tövbesidir. Bu da gayba iman ve samimi pişmanlıktan kaynaklanmadığı için Allah tarafından kabul edilmeyecektir. Bu hükmü teyit eden başka âyetler de vardır (bk. Bakara 2/162; Âl-i İmrân 3/91).Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 34-35
Peygamber (sav):”Şüphesiz Allah, perde düşmedikçe kulun tövbesini kabul eder be onu affeder” buyurunca ashab-ı kiram:”Ey Allah’ın Rasûlü!Perde nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz de (sav) şöyle buyurdu:” Perde,kişinin müşrik olarak ölmesidir.”
(Ahmed b. Hanbel , Müsned, V, 174)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Cehl جَهْلٌ üç çeşittir:
Birincisi insanın bilgiden yoksun olmasıdır. Asıl olan mana budur.
İkincisi bir şeye olduğundan başka biçimde inanmaktır.
Üçüncüsü ise bir şeye hak ettiğinden başka bir şekilde davranmaktır. Bunu yaparken ister doğru bir inanca sahip olsun, isterse yanlış bir inanca dayansın fark etmez. Namazı bilerek terk eden adam gibi.
Cahil Kavramı bazen yerme bağlamında gündeme gelir, hatta genelde bu anlamda kullanılır. Nadirense yerme anlamında kullanılmaz. 2/273 Ayeti buna örnek teşkil eder. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cahil, cühelâ, cehâlet, meçhul ve tecâhül(ü arif)tir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki
مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. التَّوْبَةُ mübtedadır. Muzâf mahzuftur. Takdiri قبول التوبة (Tövbenin kabulu) şeklindedir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru التَّوْبَةُ kelimesinin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri فضل الله (Allah’ın fazlı) şeklindedir.
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceri ile birlikte mahzuf hale müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بِجَهَالَةٍ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri واقعين بجهالة (Cehaletin vaki olması) şeklindedir.
ثُمَّ atıf harfidir. يَتُوبُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ قَر۪يبٍ car mecruru يَتُوبُونَ fiiline müteallıktır.
Mevsuf mahzuftur. Takdiri من زمان قريب (yakın bir zaman) şeklindedir.
فَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتُوبُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتُوبُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتُوبُ fiiline müteallıktır.
بِجَهَالَةٍ (bilmeden) kelimesi hal konumunda olup “kötülüğü cahilce, ahmakça işleyenler” demektir. Çünkü çirkin şeyi işlemek hikmetin ve aklın sevk ettiği şeylerden değil, ahmaklık ve nefsanî isteğin sürüklediği şeylerdendir. Mücâhid’e [v. 103/721] göre kim Allah’a isyan ederse cehaletinden el çekinceye kadar cahildir. (Keşşâf)
Şayet مِنْ قَر۪يبٍ ifadesindeki مِنْ ’in anlamı nedir?” dersen şöyle derim: مِنْ , kısmîlik / ba‘diyet ifade eder, yani yakın zaman diliminin bir kısmında tövbe edenler demektir. Allah adeta günahın ortaya çıkmasından ölümün gelip çatmasına kadar ki zamanı yakın zaman olarak adlandırmaktadır. Kişi bu söylediğimiz zaman diliminin hangi parçasında tövbe ederse etsin, ‘yakında’ tövbe etmiştir, aksi halde ise tövbeyi geciktirmiştir. (Keşşâf)
Ayette geçen عَلَى ile Allah’ın tövbeleri kabul ederken kullarının cahilliklerine şefkatle muamele etmesinin bir gereklilik olduğu anlamı çıkmaktadır. Allah da üzerine düşeni muhakkak yapacaktır. Tövbelerin kabulünü de bir gereklilikle ifade etmişse, o halde O, bunu da yerine getirecektir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Mübteda olan التَّوْبَةُ ’nün haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, bu mahzuf habere müteallıktır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ cümlesi takip ifade eden ثُمَّ harfiyle makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.
[Allah'ın kabul edeceği tövbe] cümlesi kasr üslubuyla gelmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Burada yaptığı kötülükten sonra hemen tövbe edenlerin tövbesinin kabul olacağı bildirilmiştir.
Allah tövbemi kabul etti diyen kişi kendini düzeltir. Böyle düşünmeyenin artık kendini düzeltme ihtimali hiç olmaz.
[Kötülüğü cehaletle yapma] kaydı; bilerek yapmanın cezasının daha ağır olduğuna işaret ederken bir taraftan da ilme teşvik eder.
مِنْ قَر۪يبٍ tabirindeki مِنْ harfinin kısım bildirme manası da vardır. Yani yakın zamanın bir kısmında tövbe ederler manasını taşır. Böylece sanki günahın işlendiği zamanla ölüme kadarki zaman yakın olarak isimlendirilmiştir. (Ebüssuûd) Kişi ölümüne kadar herhangi bir zamanda tövbe ederse affolur demektir.
عَلى harfi mecazî isti’la için olup taahhüt ve tahakkuk manasında kullanılmıştır. بِجَهالَةٍ burada kötü muamele ve düşünmeden yapılan iş manasında gelmiştir. Bu kelime hilmin mukabilidir. Bunun için zulüm için de kullanılır. مِن ibtidaiyye, قَرِيبٌ ise mahzuf bir kelimenin sıfatıdır. Yani: مِن زَمَنٍ قَرِيبٍ مِن وقْتِ عَمَلِ السُّوءِ (Kötü işi yapma vaktine yakın zaman) demektir. (Âşur)
Bil ki, Allah Teâlâ önceki ayette, fuhuş irtikâb edenler, tövbe edip hallerini iyileştirdiklerinde, onlardan eziyyetin kalkacağını zikredip, mutlak manada da kendisinin Tevvâb ve Rahîm olduğunu haber verince, bundan sonra tövbenin ne zaman yapılacağını, şartını zikretmiş, insanları, günahda ısrar ettikleri bir sırada kendilerine ölüm gelmeden önce, onları hemencecik tövbe etmeye teşvik etmiştir; zira ölüm esnasında yapacakları tövbe onlara fayda vermeyecektir. (Fahreddin er-Razi)
Allah’a isyan eden herkes cahil; yaptığı o fiil ise cehalet diye adlandırılır.
Rabbine isyan eden kimseye cahil denilmesinin sebebi şudur: Şayet bu kimse, kendisinde mükâfaat ve cezanın ne olduğu hususundaki bilgisini kullanmış olsaydı bu günahı işlemez, ona yeltenemezdi. Binaenaleyh, o bu ilmini kullanmayınca, sanki hiç ilmi yokmuş gibi olur. İşte bu sebepten dolayı da, Rabbine isyan eden kimseye cahil denilir. Bu izaha göre, insanın yaptığı şeyin günah olduğunu bilerek veya bilmeyerek işlediği her masiyet ve günah cehalet mefhumuna dahildir. (Fahreddin er-Razi)
مِنْ “ibtidaî gaye” manasını ifade etmektedir. Yanî, “Onun tövbeye başlaması, günahta ısrar edenler zümresine dahil olmaması için, hemen günahın peşinde başlar” demektir.
مِن edatının “teb’iz” için olduğu da söylenmiştir. Yani, “Onlar yakın bir zaman içinde tövbe ederler” demektir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, isyanın meydana geldiği zaman ile, ölümün gelip çattığı zaman arasındaki müddeti, “yakın zaman” olarak adlandırmıştır. Bu sebeple insan, bu arada kalan zaman dilimlerinin herhangi bir diliminde tövbe ederse, bu yakın bir zamanda tövbe etmiş olur. Aksi halde o, uzak bir zamanda tövbe eden olmuş olur. (Fahreddin er-Razi)
فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. Veya istînâfa matuftur. Müsnedün ileyhi işaret ismiyle gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesi canlanır.
Haber cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ve ayette tekrarlanması teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, ikazı artırma amacına matuftur.
يَتُوبُونَ - التَّوْبَةُ - يَتُوبُ kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
و istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَل۪يمًا حَك۪يمًا şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
عَل۪يمًا - بِجَهَالَةٍ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ ifadesi, “Bilmeyerek bir günah işleyip de, sonra da hemen ondan tövbe edip, o günahta ısrar etmeyi terkederek istiğfarda bulunan kimseler hakkında, tövbe etmeye iletmek, ona irşad etmek ve bu tövbe hususunda tövbe edenlere yardım etmek, ancak Allah’adır...” anlamındadır. Daha sonra da Cenab-ı Hak, فَاُولٰئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ buyurmuştur. Yani, “Durumu böyle olan bu kul tövbe ettiğinde, Allah onun tövbesini kabul eder” demektir. Buna göre birinci ifadeyle tövbeye muvaffak kılması; ikinci ifadeyle de yapılan tövbeyi kabul etmesi kastedilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Uzaktakileri işaret eden "اُولٰئِكَ" nin kullanılmış olması onların zikirlerinden sonra araya fasıla girdiğindendir. Bu işaretteki hitap, Resûlüllah (sav)’e ya da hitaba ehil herkes içindir. (Ebüssuûd)
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allahu Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَيْسَتِ | (geçerli) değildir |
|
2 | التَّوْبَةُ | tevbesi |
|
3 | لِلَّذِينَ | kimselerin |
|
4 | يَعْمَلُونَ | yapan(ların) |
|
5 | السَّيِّئَاتِ | kötülükler |
|
6 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
7 | إِذَا | zaman |
|
8 | حَضَرَ | gelip çattığı |
|
9 | أَحَدَهُمُ | kendilerine |
|
10 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
11 | قَالَ | der |
|
12 | إِنِّي | muhakkak ben |
|
13 | تُبْتُ | tevbe ettim |
|
14 | الْانَ | şimdi |
|
15 | وَلَا | ve (değildir) |
|
16 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
17 | يَمُوتُونَ | ölenlere |
|
18 | وَهُمْ | olarak |
|
19 | كُفَّارٌ | kafir |
|
20 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
21 | أَعْتَدْنَا | hazırlamışızdır |
|
22 | لَهُمْ | onlar için |
|
23 | عَذَابًا | bir azab |
|
24 | أَلِيمًا | acı |
|
Son anda tevbe etmeye “Firavun tevbesi” denir.
Kur’ân’da iki kral zikredimiş, ikisi de helak olmuştur: Firavun ve Tubba kavmi kralı. İkisinin durumu birbirinin tam tersidir. Tubba kralı müslüman oluyor ama kavmi bunu kabul etmiyor. Duhan/37 ve Qâf/14 te geçiyor. Yine de onu kral olarak kabul etmeye de devam etmişler.
Firavun ise dalalete çağırıyor, kavmi de kabul ediyor. Tubba kralı hidayete çağırıyor ama kavmi kabul etmiyor.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ
وَ atıf harfidir. لَيْسَتِ nakıs camid fiildir. تۡ te’nis alametidir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
التَّوْبَةُ kelimesi لَيْسَ ’nin ismidir. اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ
حَتّٰٓى ibtidâ harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. حَضَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَضَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اَحَدَهُمُ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; أسباب الموت أو دواعيه şeklindedir.
Şartın cevabı قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ ’dir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي تُبْتُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُبْتُ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. الْـٰٔنَ zaman zarfı, تُبْتُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَمُوتُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَمُوتُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كُفَّارٌۜ haber olup lafzen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْتَدْنَا fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallıktır. عَذَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَل۪يمًا ise عَذَابًا’in sıfatıdır.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ
Ayet وَ ’la اِنَّمَا التَّوْبَةُ cümlesine atfedilmiştir. لَيْسَ ‘nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl لَيْسَ , لِلَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Gaye ve cer harfi حَتّٰٓى ‘yı takibeden, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil, şart üslubunda haberî isnad olan terkip حَتّٰٓى ile birlikte mecrur mahalde يَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır.
اِذَا ’ya muzâfun ileyh olan حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ , şart cümlesi, قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ ise cevap cümlesidir. Cevap cümlesindeki mekulü’l-kavl اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنّ۪ ile tekid edilen cümlede müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ ifadesindeki ism-i mevsûl nefy harfiyle birlikte, önceki mevsûle matuftur.
Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَهُمْ كُفَّارٌۜ , hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mevsûller arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
الْمَوْتُ - يَمُوتُونَ ve التَّوْبَةُ - تُبْتُ kelime grupları arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ [Onlardan birine ölüm gelince] sözünde hükmî mecaz veya istiare vardır.
وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ [...İnkârcı birer nankör olarak ölenlerin tövbesi de]َ ِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ [kötülükleri bile-isteye işleyenler] sözüne matuftur. Allah, tövbenin söz konusu olmaması bakımından, tövbeyi ölüm gelip çatıncaya kadar erteleyenlerle inkâr üzere ölenleri bir tutmuştur. Çünkü ölümün gelip çatması ahiret hallerinin başlangıcıdır. İnkâr üzere ölen kişi nasıl tövbe fırsatını kaçırmışsa tövbeyi erteleyip duran kişi de aynı durumdadır; her ikisi de mükellefiyet ve iradî tercih devrini aşmışlardır. (Keşşâf)
Cenab-ı Hak, makbul olan tövbenin şartlarını zikredince, bunun peşinden makbul olmayan tövbenin izahını yapmıştır. ”Herhangi birine ta ölüm gelince…’’ ifadesi, “ölümün inmesinin ve yaklaşmasının alametleri gelince” demektir. (Fahreddin er-Razi)
Allahu Teâlâ iki kısım tövbeden bahsetmiştir. Birinci kısım hakkında:
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ
Allah katında (makbul olan) tevbe, kötülüğü ancak cehalet sebebiyle yapacakların tövbesidir...”] (Nisa, 17) buyurmuştur. Bu ifade, bunların tövbelerinin kabulünün gerekli olduğunu iş’âr etmektedir. Hak Teâlâ ikinci kısım tövbe hakkında
ise :
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذٖينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّپَاتِ [ (Yoksa makbul olan o tövbe), kötülükleri yapanların (tövbesi) değildir...”] (Nisa, 18) buyurmuştur ki bu ifade de, Allah’ın böylesi kimselerin tövbesini kabul etmeyeceğini kesin olarak göstermektedir. Binaenaleyh geriye, aklî taksimata göre, bu iki kısım arasında üçüncü bir kısmın daha bulunması kalmaktadır ki bu üçüncü kısım: Allah Teâlâ’nın, tövbelerini ne kabul edeceğini ne de reddedeceğini kesin olarak belirtmediği kimselerdir. Bu sebeple birinci kısım, bilmeden bir kötülük (günah) işleyenler; ikinci kısım da, ancak dehşetengiz şeyleri müşahede ettiklerinde tövbe edenler olunca, bu iki kısım arasında kalan ortadaki kısmın bir günahı bilerek işleyip ama sonra tövbe eden kimseler olması gerekir. Allah Teâlâ, işte bu kimselerin tövbelerini kabul veya reddedeceğini bildirmemiş, aksine onları meşîetine (dilemesine) bırakmıştır. Nitekim O, bunları bağışlamayı da meşîet-i ilâhîyesine bırakarak,[(Allah), (şirkten) başka günahı, dilediği kimseler için bağışlar] (Nisa, 48) buyurmuştur. (Fahreddin er-Razi)
Allah Teâlâ, ölüm esnasında görülen dehşetli hallere binaen “tövbe edenler”e, “kâfirler”i atfetmiştir. Matuf, matufun aleyhten başka bir şeydir. Bu da şatafat ehli olan fâsıkların (günahkârların) kâfir olmamalarını gerektirir.(Fahreddin er-Razi)
"السَّيِّپَاتِ / kötülükler" kelimesinin çoğul sıygası ile olması, kötülüklerin zaman içinde tekerrür etmesi itibariyledir; yoksa bundan bütün kötülük çeşitlerinin kastedildiği için değildir. وَلَا nefy / olumsuzluk harfinin tekrar edilmesi zımnen bildiriyor ki, bir fayda sağlamama itibariyle, tövbeyi tehir edenlerin hali kâfir olarak ölenlerin halinden de daha açıktır.
Burada ölüm anına kadar tövbe etmeyenlerle kâfirlerden maksat,
- ya özellikle kâfirlerdir,
- ya da yalnız fâsıklardır.
Buna göre kâfir olarak isimlendirilmeleri, durumlarının vehametini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Müsnedün ileyhi işaret ismi olan bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilen kişileri tahkir ve kınama ifade eder. Müsnedin müspet mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olarak gelmesi ise hudûs ifade eder.
عَذَابًا ‘deki tenkir; tarifsiz, bilinemeyen bir azap nev’ine işaret eder.
Azap, اَل۪يمًا ‘le sıfatlanmıştır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
السَّيِّـَٔاتِۚ - كُفَّارٌۜ - عَذَابًا - اَل۪يمًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Vardır’ demek başka birşey, ‘hazırladık’ demek başka birşeydir. İkinci ifadede vurgu vardır. Hazırlık misafir için yapılır. Ateşin onları misafir bekler gibi hazırlanarak beklediğini ifade eder.
أعْدَدْنَا fiili أعْتَدْنَا şeklini almıştır. Bu fiilde gaibden mütekellime iltifat vardır.
اَعْتَدْنَا لَهُمْ [Onlar için … hazırladık!] ifadesi tehdit bakımından فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ ّٰ ayetindeki vaadin dengi ve karşılığıdır. Böylece, her iki durumun da mutlaka gerçekleşeceği ortaya çıkmış olmaktadır. (Keşşâf)
Uzak işareti اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin kullanılması, onların halinin çirkinliğinin son aşamaya vardığını ve kötülükteki mertebelerinin pek uzak olduğunu bildirmek içindir. Azabın bu şekilde vasıflandırılması, zat olarak da sıfat olarak da pek korkunç olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | يَحِلُّ | helal değildir |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | تَرِثُوا | miras yoluyla almanız |
|
9 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
10 | كَرْهًا | zorla |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تَعْضُلُوهُنَّ | onları sıkıştırmayın |
|
13 | لِتَذْهَبُوا | alıp götürmek için |
|
14 | بِبَعْضِ | bir kısmını |
|
15 | مَا | şeylerin |
|
16 | اتَيْتُمُوهُنَّ | onlara verdiğiniz |
|
17 | إِلَّا | dışında |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَأْتِينَ | yapmaları |
|
20 | بِفَاحِشَةٍ | edepsizlik |
|
21 | مُبَيِّنَةٍ | açık bir |
|
22 | وَعَاشِرُوهُنَّ | ve onlarla geçinin |
|
23 | بِالْمَعْرُوفِ | iyi |
|
24 | فَإِنْ | eğer |
|
25 | كَرِهْتُمُوهُنَّ | onlardan hoşlanmazsanız |
|
26 | فَعَسَىٰ | bilinki |
|
27 | أَنْ |
|
|
28 | تَكْرَهُوا | sizin hoşlanmadığınız |
|
29 | شَيْئًا | bir şeye |
|
30 | وَيَجْعَلَ | koymuş olabilir |
|
31 | اللَّهُ | Allah |
|
32 | فِيهِ | ona |
|
33 | خَيْرًا | hayır |
|
34 | كَثِيرًا | çok |
|
Diyanet geniş tefsiri için:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/512/19-ayet-tefsiri
Adale عَضَلَة (Kas) Sinirli, her türlü sert et demektir. Bu kelime mecazi olarak her türlü şiddetli engellemeler için kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli adaledir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا يَحِلُّ لَكُمْ ’dır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَحِلُّ merfû muzari fiildir. لَكُمْ car mecruru يَحِلُّ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَحِلُّ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. تَرِثُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَرْهًا hal olup fetha ile mansubtur.
وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْضُلُوهُنَّ fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُنَّ mef'ûl olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, تَذْهَبُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَعْضُلُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
تَذْهَبُوا mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِبَعْضِ car mecruru تَذْهَبُوا fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتُمُوهُنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir و harfi getirilir. اٰتَيْتُمُوهُنَّ fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı / işba edatı denilir.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِلَّٓا istisna edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş في harf-i ceriyle birlikte mahzuf müstesna minhin haline müteallıktır. Takdiri; لا يحلّ عضل النساء في كلّ حال إلّا حال إتيان الفاحشة المبيّنة (Açık bir fahişelik yapmadıkça hiçbir durumda kadınları evlenmeye zorlamak size helal değildir.) şeklindedir.
يَأْت۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. بِفَاحِشَةٍ car mecruru يَأْت۪ينَ fiiline müteallıktır. مُبَيِّنَةٍ ise فَاحِشَةٍ ’in sıfatıdır.
وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ
وَ atıf harfidir. عَاشِرُوهُنَّ fiili ن ‘un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru عَاشِرُوهُنَّ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
عَاشِرُوهُنَّ fiiline müteallık olması da caizdir.
فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَرِهْتُمُوهُنَّ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir و harfi getirilir. كَرِهْتُمُوهُنَّ fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı / işba edatı denilir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَسٰٓى camid fiildir, كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. Burada tam fiil olarak gelmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. تَكْرَهُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. شَیۡـࣰٔا mef’ûlun bihtir.
وَ harfi maiyye manasındadır. Muzari fiili gizli bir اَنْ ’le nasb etmesi için kendisinden önce nefy (olumsuzluk) veya talep (emir, nehiy ve istifham..) bulunmalıdır. يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru يَجْعَلَ fiiline müteallıktır. خَيْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَث۪يرًا ise خَيْرًا ’ın sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهًاۜ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve takip eden müspet muzari fiil cümlesi تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهًاۜ , masdar teviliyle لَا يَحِلُّ fiilinin faili konumundadır.
كَرْهًاۜ ’deki tenvin nev ifade eder.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, S. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim) der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اِلَّٓا اَنْ يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ
Cümle وَ ’la لَا يَحِلُّ cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gizli أن ’le muzariyi nasb eden ve ta’lil bildiren لِ ve akabindeki لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ cümlesi masdar tevilinde olup لَا تَعْضُلُوهُنَّ fiiline müteallıktır.
مَٓا ism-i mevsûl, اِلَّٓا istisna edatıdır. Masdar harfi اَنْ ’den sonraki يَأْت۪ينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍۚ cümlesi, masdar teviliyle müstesnadır. İstisna munkatıadır. Istisna kadınların genel hallerindendir. Muttasıl olduğu da söylenmiştir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ cümlesi وَ ’la …لَا يَحِلُّ لَكُمْ cümlesine tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. İki cümle arasında inşaî olmak bakımından da uyum vardır.
İstisna hususunda şu izahlar yapılmıştır:
1- Bu, ahz-i emval (mal alma)dan yapılmış bir istisnadır.
2- Bu, Cenab-ı Hakk'ın, "kendilerini evlerde alıkoyun" (Nisâ. 15) ayetinde geçen engelleme ve tutmadan istisnadır.
3- Bu istisnanın, Hak Teâlâ'nın, [onları zoriamayınız] buyruğundan bir istisna olması da mümkündür. Çünkü عْضُلُ kelimesi, hapsetmek anlamındadır. Binaenaleyh bu kelimenin manasına, o kadınları evlerde hapsetme hususu da dahildir. (Fahreddin er-Râzî)
Hiçbir hal ve kârda, hiçbir vakitte, hiçbir sebeple, kadınlara mehir olarak verdiğiniz malların bir kısmını almak için onları nikâhınızda hapsetmeniz, onlara baskı uygulamanız size helal değildir. Meğer ki onlar fahiş bir fiil işlemiş olsunlar. Çünkü o takdirde sebep kendilerinden kaynaklanmış olur ve siz, hul' (mal karşılığı boşama) talep etmekte mazur sayılırsinız.(Ebüssuûd)
Maruf kelimesi, şeriatin ve insanlığın reddetmediği davranışlardır. (Ebüssuûd)
Surenin siyakındaki kadınlar hakkındaki hükümleri açıklamak için teşrî’ maksadıyla gelmiş bir istînaf cümlesidir. Hükümleri tesis ederek açıklayan bir istitrattır. Yani bu konuya girer, sonra geri döner. (Âşur)
فَاِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْراً كَث۪يراً
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. كَرِهْتُمُوهُنَّ şart cümlesidir.
Rabıta harfi فَ ile gelen cümle mahzuf cevabın talili yerindedir.
Takdiri: إن كرهتموهنّ فاصبروا لأنه عسى أن تكرهوا [Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, sabredin, çünkü olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da …] ‘dir. Bu cümlenin şartın cevabı olduğu da söylenmiştir.
Terecci harfi عَسٰٓى tam fiil konumundadır. عَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا cümlesi gayrı talebî inşâî isnaddır. Masdar-ı müevvel olan اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا ref mahallinde عَسٰٓى fiilinin failidir.
وَيَجْعَلَ اللّٰهُ ف۪يهِ خَيْرًا كَث۪يرًا cümlesi de masdar teviliyle makabline matuftur. Bu cümle, atfedildiği cümle gibi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbeti artırmak içindir.
خَيْرًا ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder. كَث۪يرًا ’le sıfatlanması ıtnâb sanatıdır.
كَرْهًاۜ - كَرِهْتُمُوهُنَّ - تَكْرَهُوا arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَسٰٓى fiili aslında cezanın illetidir, onun yerine geçirilmiştir. Mana da şöyledir: ’’Eğer onlardan hoşlanmazsanız sabredin, olur ki hoşlanmadığınız şey sizin için daha hayırlı olur.’’ (Beyzâvî)
Cahiliye erkekleri kadınlara kötü davranıyorlardı. İşbu ayetle kendilerine وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۚ [Onlarla iyi geçinin] denildi. [İyi] بِالْمَعْرُوفِۚ maruf ifadesi; vakit geçirme, harcama ve hoş sözler söylemede adil olmak demektir. “Kendilerinden hoşlanmıyorsanız” yani sırf hoşlanmamaktan dolayı onları boşamayın. Bazen nefis, dinî açıdan daha yararlı, övgüye daha layık, hayra daha yakın olandan bile hoşlanmaz da bunların zıttı olan şeyden hoşlanabilir. Bu bakımdan, kadınları salâh vesilelerini göz önünde bulundurarak [yani her iki tarafın da çıkarına / hayrına olacak şekilde] boşayın. (Keşşâf)
"Hayır" kelimesinin tenvin ile خيراً şeklinde zikri de, bu hayrın zat olarak büyüklüğünü belirtir. Bu hayrın ayrıca çoklukla vasıflandırılması, sıfatının da büyüklüğünü bildirir. (Ebüssuûd)
فَإنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ cümlesi, وعاشِرُوهُنَّ cümlesindeki emrin lazımını açıklayan bir tefrî’dir. Bu; kötü geçimin yasaklanmasıdır. Yani ‘kötü geçim için kerih görmek gibi bir sebep varsa’ demektir. فَعَسى أنْ تَكْرَهُوا cümlesi şartın cevabından naibdir. Durumun sebebidir. (Âşur)
عَسى fiili burada mecazî olarak yakınlık veya terecci içindir. أنْ تَكْرَهُوا ifadesi; iki mef'ûlun yerini almıştır. يَجْعَلُ fiili تَكْرَهُوا fiiline matuftur. Karînenin delaletiyle matuf ve matufun aleyhte yakınlık ve ümit manaları vardır. (Âşur)
Yeryüzünün tam ortasında, dünyanın her köşesinden bakıldığında görülebilecek büyüklükte bir kapı varmış. Kalpleri heyecanlandıran, işlemelerle ve pırlantalarla bezeliymiş. Her gün, defalarca, kapının açık olduğunu ve herkesin gelebileceğini hatırlatan duyurular yapılırmış. Kimisi kulaklarını kapatır, duymazdan gelirmiş. Kimisi ise mümkün olduğunca her davete icabet edermiş. Bakanların kimisine şefkati, kimisine otoriteyi hatırlatırmış. Yürümeyi seçtiği bütün yolların sonu oraya çıkarmış. Yeter ki insan, oraya gitmeyi istesinmiş.
İnsanların bazısı, her fırsatta kapıya varırmış. Bazısı, istediğini söyler ama gidişini ertelermiş. Bazısı, görmezden gelir, bakınca aklının karışmasından korkarmış. Bazısı, alaya alır, neden gidecekmişim dermiş. Gidenlerin kimisi gözyaşlarıyla, kimisi umutlarıyla, kimisi korkularıyla ona doğru koşarmış.
Zaman zaman çoğunluğun dönüp baktığı bir sahne gerçekleşirmiş. Bu, hayat bahçesinden zorla atıldığı anda, hakikati gördüğü için kapıya varmak isteyenlerin haliymiş. Halbuki, onunkisi, belki de gelişlerin en değersiziymiş. Kapı yüzüne kapanırken, elleriyle ayaklarıyla engel olmaya çalışırmış. Muhafızları ‘biçare’ der, çekilsin diye vururmuş. Yalvarırmış: ‘beni de alın, nerelere gideyim’ diye bağırırmış. Muhafızlar: ‘nefesi tükenene dek hatırlamayanlar, unutulur’ dermiş. Tamamen kapandığında, hiçbir umudun kalmadığını anladığında, çaresizliğin çığlığı koparmış. Hakikati bilenlerin kalbi derinden titrer, bu hale düşmekten Allah’a sığınırmış. Cahiller ise ibret almaz, aynı hatayı tekrarlar ve aynı sahneyi oynarmış. Onun adı: Tövbe Kapısıymış.
Ey her şeyi bilen Allahım! Çaresiz kalmaktan ve umutsuzluğa düşmekten, Sana sığınırız. Bilerek veya bilmeyerek yaptığı her hatanın ardından affını isteyenlerden. Günaha yaklaştığını farkettiğinde yolunu değiştirenlerden. Son nefesi dahil, her nefesinde ‘Rabbim Allah’ diyenlerden. Ey hikmet sahibi olan Allahım! Halini düzeltenlerden. Tövbesi kabul olanlardan. Rızanı kazananlardan. Cennetine koşanlardan olmamızı nasip et.
Amin.
***
Yeryüzü, son ana kadar bekleyen ve ellerindekini hiç kaybetmeyecekmiş gibi kıymetini bilmeden yaşayanlarla doludur. Hastalıklarla ve ölümlerle beraber korkulu düşüncelere dalarlar ama dünyanın lezzetine kapılarak, korkulardan kaçarak akıllarını başlarına almayı ertelerler.
Hayat; sağlığının kıymetini bilmeden ya da bozulan sağlığını önemsemeden beslenme-yaşam tarzını değiştirmeyen veya sigara gibi zararlı alışkanlıklarını bırakmayanlarla, son ana bırakılan dersler ve çalışılmayan sınavlarla, dilenmeyen özürler ve edilmeyen teşekkürlerle doludur.
Her şeyi açıklamaya çalışan psikoloji dünyasına göre, genel anlamda geç kalan insanlarla ilgili çok zıt teoriler öne sürülmektedir. Kimisi insanın kendisini başkalarından üstün görmesine bağlarken, kimisi ise kişinin kendisine yeterince değer vermediğini söylemektedir.
Belki de her ikisidir. Zira, ısrarla tövbe etmeyen ve hiç ölmeyecekmiş gibi nefsini beslemeye devam edenlere bakıldığında; hem kibir kokusu alınır, hem de Allah katındaki değerini hiçe sayarak, değersizliğin karanlığına gömülmeyi seçmiş acınası bir zavallılık hali gözlemlenir.
Ey Allahım! Nefsin oyunlarına dalarak geç kalmaktan ve çaresiz pişmanlıktan; Senin rahmetine ve kudretine sığınırız. Bizi sağlığı yerindeyken ve aklı başındayken; tövbe edenlerden ve tövbesi kabul olunanlardan, hatalarından dönenlerden ve doğrularını çoğaltanlardan, gerektiğinde özür dileyenlerden ve teşekkür edenlerden eyle. Son nefesini pişmanlıkla değil, şükür ve umut ile verenlerden; dünyadan tükenmeyecek korku hisleriyle değil, Sana kavuşma huzuru ve selam sesleri ile ayrılanlardan eyle.
Amin.