Nisâ Sûresi 9. Ayet

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً  ...

Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْيَخْشَ kaygı duyanlar خ ش ي
2 الَّذِينَ
3 لَوْ şayet
4 تَرَكُوا bırakırlarsa ت ر ك
5 مِنْ
6 خَلْفِهِمْ arkalarında خ ل ف
7 ذُرِّيَّةً çocuklar ذ ر ر
8 ضِعَافًا güçsüz ض ع ف
9 خَافُوا çekinsinler خ و ف
10 عَلَيْهِمْ onların durumundan
11 فَلْيَتَّقُوا korksunlar و ق ي
12 اللَّهَ Allah’tan
13 وَلْيَقُولُوا ve söylesinler ق و ل
14 قَوْلًا söz ق و ل
15 سَدِيدًا doğru س د د
 

Bu vesileyle yetimler konusuna bir daha dönülmüştür. Çünkü yetimler hem miraslarını tam olarak alma hem de mallarının korunması ve reşîd olduklarında bu malların kendilerine teslim edilmesi konularında korunmaya, gözetilmeye muhtaçtırlar. Etkili olsun diye hitap, insanların vicdanlarına yöneltilmiş “Yetimleri kendi çocuklarınız olarak düşünün” denilmek istenmiştir; geride bıraktığı yetimlerinin haksızlığa uğrayıp perişan olmalarına kim razı olur? Veliler ve vasîler bugün başkasına olanın yarın kendilerine olacağını bilmeli, yeryüzünde haksızlık bulundukça ondan bir gün kendilerinin ve çocuklarının da zarar göreceğini unutmamalıdırlar.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 22
 

Riyazus Salihin, 7 Nolu Hadis

Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime geldi. Ona:

- Yâ Rasûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? Diye sordum.

Hz. Peygamber:

- “Hayır”, dedi.

- Yarısını dağıtayım mı? Dedim.

Yine: - “Hayır”, dedi.

- Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Rasûlullah? Diye sordum.

- “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.

Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:

- Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada ölecek miyim?) diye sordum.

- “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.

Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu.

Bu sözleriyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.

Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5 

 

Havf (خوف): Emniyetin mukâbilidir. Vukûu ihtimâli olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

Haşyet (خشية): Korkuyla berâber korumak ve murâkabe etmek demektir. Korkuyla berâber amelini kontrol etmek ve nefsini korumaktır. Mukâbili; ihmâl, gaflet, aldırmamazlık, önemsememek, nefsi korumamaktır. Bu ma’nâ ilim ve yakînin levâzımıdır. ‘’Haşyetini kaybeden âlim olmaz’’ sözü bunu dile getirir. Ayrıca aşağıdaki âyette açıkça görüleceği gibi bu kelime ilim veyâ havf ile aynı ma’nâda değildir.

لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى

Size yetişilmesinden korkmadan ve endişe etmeden (Tâ-Hâ 77)

Çünkü burada haşyet fiili, havfın mukâbili olarak gelmiştir.)

Kur’ân’daki kullanımlara bakıldığı zaman haşyetin mü’minler, kendileri ve malları hakkındaki korkuları, şeytan dostları için ise havf fiilinin kullanıldığı görülür.

Bu kelime hem lâfzen hem de ma’nen haşea’ (خشع) fiiline yakındır (et-Tahkîk).

Haşyet; (خشية) (48) kötülüğün bulunduğu yerle ilgilidir.Ayrıca korkulan şeyin varlığı ile ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denebilir fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Rad Suresi 21 de ‘’Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler’’ buyurulmuştur. (Farklar Sözlüğü)

Haşyet saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman bilinçli korku için kullanılır. (Müfredat) 

dünyalık korku, haşyet: Allah’tan korkmak.

Haşaa' (خشع): Gönülden yalvarmaktır. Çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için, darâa(ضراعة) ise çoğu zaman insanın kalbinde bulunan duyguları anlatmak için kullanılır. (Müfredat)

Sedîd, doğru demektir. Aslında bir boşluğu kapamak, sed çekmek demektir. Sağlam söz, koruyucu, onların korkusunu giderecek söz manasındadır.

Sedde سَدَّ kelimesi önünü kapattı fiilinin mastarıdır. Kimisi de سَدٌّ için ‘sonradan yapılan sete denir’ demiştir. سُدَّةٌ Kelimesi kapının üzerinde onu yağmurdan koruyan güneşlik benzeri bir şeydir. سَدَادٌ Kelimesi istikamet anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 6 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sed, Sedat ve Sedide’dir (isim).(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)(Fatma Serap Karamollaoğlu)

 

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لْ  emir lam’ıdır.  يَخْشَ  illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَوْ تَرَكُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  تَرَكُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir.  تَرَكُوا  fiiliyle başlayan cümle cer mahallinde muzâfun ileyhtir.

Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ خَلْفِهِمْ  car mecruru  تَرَكُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُرِّيَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ضِعَافًا  kelimesi  ذُرِّيَّةً ‘in sıfatıdır.

Şartın cevabı  خَافُوا عَلَيْهِمْ ‘dir.  خَافُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  خَافُوا  fiiline müteallıktır.

لَوْ  edatı bağlantılı öğelerle (yani şartı ve cevabıyla) beraber  الَّذ۪ينَ [kimseler ki…] ifadesinin sılası olup  الَّذ۪ينَ  diye bahsedilenler vasilerdir. Onlara Allah’tan korkarak kendi çoluk çocuklarının üzerine nasıl titriyorlarsa kucaklarındaki yetimlerin üzerine de öyle titremeleri, kendi evlatlarının da bu yetimlerin durumunda olabileceğini takdir ve tasavvur ederek yetimlere şefkat göstermeleri emrediliyor ki şefkat ve merhametin tersi bir davranışa cesaret edemesinler. Mana “mallarının zayi olacağı konusunda yetimler için endişe etsinler” şeklinde de olabilir. (Keşşâf)      


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

فَ  mukadder şartın başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن دخلت الخشية قلوبهم من الله فليتقوا الله  (Eğer kalplerine Allah’a karşı haşyet duygusu yerleştiyse Allah’a karşı takvalı olsunlar) şeklindedir.  لْ , emir lam’ıdır.  يَتَّقُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لْ , emir lam’ıdır.  يَقُولُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  قَوْلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  سَد۪يدًا  ise  قَوْلًا ‘in sıfatıdır.

سَد۪يدًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

يَتَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
 

وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافاً خَافُوا عَلَيْهِمْۖ

 

وَ  istînâfiye veya atıftır. Emir  لْ ‘ının dahil olduğu ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Fail konumunda, mahallen merfu, has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …لَوْ تَرَكُوا  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.

لَوْ ’in cevabı  خَافُوا عَلَيْهِمْۖ  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayetin anlamı konusunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:

1- Bu ayet, yetimlerin vasilerine; yetimler hakkında Allah Teâla'dan korkmayı, vefatlarından sonra kendi küçük ve çaresiz çocuklarına yapılmasını arzu ettikleri muameleyi yetimlere de yapmayı emrediyor.

2- Bu ayet, ölüme yaklaşan hastanın vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan ziyaretçilere; Rablerinden korkmayı, hastanın çocukları için endişe etmeyi,  kendi evlatlarına gösterdikleri şefkati onlara da göstermeyi emrediyor.

3- Bu ayet, varislere;  terekenin taksimi sırasında hazır bulunan çaresiz akrabalara, yetimlere ve yoksullara şefkat göstermeyi;  evlatları böyle çaresiz kalsalardı, onların bu terikeden mahrum kalmalarını isterler miydi diye düşünmelerini emrediyor.

4- Bu ayet vasiyetçilere; varisleri gözetmeyi,  vasiyetlerinde aşırı gitmemeyi emreder. Bu ifade tarzı ile,  onları yetimlere karşı merhamete,  kendi evlatları için istediklerini başkalarının evlatları için de istemeye davet eder. (Ebüssuûd) 


فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلاً سَد۪يداً

 

فَ , mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şartın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi  فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ  [Allah’tan korksunlar] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Allah’tan korksunlar, lâzım; haksızlık yapmasınlar, melzûmdur.

وَ ‘la makabline atfedilmiş  وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

لْيَقُولُو -  قَوْلًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلْيَتَّقُوا - لْيَخْشَ - خَافُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Vasilerin  قَوْلًا سَد۪يدًا, (doğru söz)  sözü;  yetimlere eziyet etmemek ve kendi çocuklarıyla müsamaha ve hoşgörü ile konuştukları gibi onlarla da aynen öyle konuşmalarıdır; onlara hitap ettikleri zaman, "Evladım, oğlum" demeleridir.

Yanında oturanların, hastaya karşı güzel sözleri ise şudur: "Eğer vasiyet etmek istiyorsan, vasiyetinde aşırı gitme, çoluk çocuğunu mağdur etme..." Bu tıpkı, Hazreti Peygamber (s.a.)'in Sa'd'a söylediği söz gibidir.

Varislerin, miras taksimatı sırasında orada bulunan ve varis olmayan kimselere karşı güzel sözleri ise onlara nazik söz söylemeleri ve onlara ikram ve izzette bulunmalarıdır.(Keşşâf)