مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | يَشْفَعْ | destek olursa |
|
3 | شَفَاعَةً | bir destekle |
|
4 | حَسَنَةً | güzel |
|
5 | يَكُنْ | vardır |
|
6 | لَهُ | onun |
|
7 | نَصِيبٌ | bir payı |
|
8 | مِنْهَا | o işten |
|
9 | وَمَنْ | ve kim |
|
10 | يَشْفَعْ | destek olursa |
|
11 | شَفَاعَةً | bir destekle |
|
12 | سَيِّئَةً | kötü bir (işe) |
|
13 | يَكُنْ | olur |
|
14 | لَهُ | onun |
|
15 | كِفْلٌ | bir payı |
|
16 | مِنْهَا | o işten |
|
17 | وَكَانَ | ve |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | عَلَىٰ |
|
|
20 | كُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şeyi |
|
22 | مُقِيتًا | gözetip karşılığını verendir |
|
Halbuki kim güzel bir şefaat yaparsa, yani Allah rızası için bir yararlı işe aracılık ederse ve yol gösterirse onun o şefaatten (aracılıktan) bir payı, güzel bir sevabı olur. Yararlı ve güzel bir işte yol gösteren onu yapan gibidir. Ve kim de İslâm'a aykırı kötü bir şefaat (aracılık) yaparsa onun da ondan aynı oranda kötü bir payı vardır. Allah'ın da her şeye gücü yeter. Ve her şeyi layıkıyle gözetir, İyiyi iyiliğinden, kötüyü kötülüğünden derecesine göre hisse sahibi kılar.
Savaş ve teşvik emirlerinden sonra ve ceza bölümünden sonra bu şefaat âyetinin gelmesi ne kadar beliğdir (fasih ve edebidir). Bundan dolayı kötülüğe aracılık etmekten sakınmak gerektiği gibi her çeşit güzel aracılıklar da yapılmalı ve kabul edilmelidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Kefele كفل : Kefâlet; garanti vermek ve sigorta etmektir. كَفِيل İse kefaletin yazılı olduğu belgedir. Sanki bu belge ilgili kişinin işinin güvencesi olmuştur. كِفْل sözcüğü kefil anlamındadır. Nisa 85 ayetinde geçen كِفْل ise, daha önce verdiğimiz ilk anlamında değildir. Aksine bu değersiz şey anlamına gelen كِفْل kökünden alınmıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle beraber 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kefil olmak, kefâlet, tekeffül ve zülkifldir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ
مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَشْفَعْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
شَفَاعَةً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. حَسَنَةً kelimesi شَفَاعَةً ’in sıfatıdır.
Şartın cevabı يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَا ’dır.
يَكُنْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. نَص۪يبٌ kelimesi يَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur. مِنْهَا car mecruru نَص۪يبٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَشْفَعْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
شَفَاعَةً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. سَيِّئَةً kelimesi شَفَاعَةً ’in sıfatıdır.
Şartın cevabı يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَا ’dır.
يَكُنْ şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. لَهُ car mecruru يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. كِفْلٌ kelimesi يَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur. مِنْهَا car mecruru كِفْلٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru مُق۪يتًا ’e müteallıktır.
شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُق۪يتًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ
Ayet müstenefedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً, mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin haber olması da caizdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ şeklinde كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi olarak, faide-i haber talebî kelamdır. Car mecrur كان ,لَهُ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. كان ’nin muahhar ismi olan نَص۪يبٌ kelimesinin nekre gelişi tazim, kesret ve nev ifade eder.
Ayetin aynı üslupla gelen ikinci cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ cümlesiyle, وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ
cümlesi arasında 8’li güzel bir mukabele sanatı vardır.
يَشْفَعْ - شَفَاعَةً ve كَانَ - يَكُنْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَيِّئَةً - حَسَنَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, نَص۪يبٌ - كِفْلٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَنْ - يَشْفَعْ - شَفَاعَةً - يَكُنْ - لَهُ - مِنْهَاۜ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Kim güzel bir şefaatle şefaat etti.] cümlesinde hem mef’ûlü mutlak vardır hem de sıfatı zikredilmiştir. Çok tekid vardır.
Davet ettiğimiz şeylere dikkat edelim. Bir insanı kötülüğe davet edersek o kötülükten bize de bir pay yazılır. İyiliğe davet edersek bize de iyi bir hisse gelir. Yapmadığımız halde sadece davet ettiğimiz için.
Bir Müslümana dua etmek de şefaat kapsamındadır.
نَص۪يبٌ ,كِفْلٌ ’in zıddı, mukabili olarak gelmiştir. Nasıl bir yol açarsak nasıl örnek olursak öyle karşılık buluruz.
Dilciler, كِفْلٌ kelimesinin pay ve nasip manasında olduğunu söylemişlerdir. Hakk Teâlâ’nın, يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِه۪ [Size, rahmetinden iki (kat) nasip versin. (Hadid Suresi, 28)] ayetinde de kelime bu manadadır. Bu kelime, Arapların, devenin hörgücü üzerine bir çul dolayıp üzerine bindiğinde söylediği sözlerinden alınmıştır. Çünkü Araplar, devenin sırtının hepsini değil, sadece bir kısmını kullandıkları için böyle demişlerdir. İbnu’l Muzaffer şöyle der: “Aynısı başkası için hazırlanmadıkça ‘Bu, falancanın hissesidir.’ denilemez. Nasip kelimesi de aynıdır. Eğer bu tek olur ise sen ona ‘kifl’ veya ‘nasip’ diyemezsin.” (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ’nin dâhil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan كَانَ ’nin haberi مُق۪يتًا ’e takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O herşeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, مُق۪يتًا ise maksûrdur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
مُق۪يتًا mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cenab-ı Hakk, kendisinin bütün makdûrat ve mümkinata kadir oluşunun, kendisi için muhdes bir sıfat değil de ezelî bir sıfat olduğuna dikkat çekmek için Allah, her şeye hakkıyla kadir ve nazırdır, buyurmuştur. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın, مُق۪يتًا tabiri, şu veya bu zaman ve vakitle kayıtlanmaksızın, o şeyin, o vasfın, ezelden ebede kadar olacağına delalet eder. (Fahreddin er- Râzî)
Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafz-ı celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
مُق۪يتًا azık anlamındadır, ق۪اتً fiilinden müştaktır. Bedene kuvvet veren ve koruyan gıda demektir.
مُق۪يتًا kelimesi, lüzum alakasıyla şehadet ve korumak manasında geldiği için mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)