وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | حُيِّيتُمْ | selamlandığınız |
|
3 | بِتَحِيَّةٍ | bir selam ile |
|
4 | فَحَيُّوا | siz de selam verin |
|
5 | بِأَحْسَنَ | daha güzeliyle |
|
6 | مِنْهَا | ondan |
|
7 | أَوْ | yahut |
|
8 | رُدُّوهَا | aynen iade edin |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah |
|
11 | كَانَ |
|
|
12 | عَلَىٰ |
|
|
13 | كُلِّ | her |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | حَسِيبًا | hesaplayandır |
|
Aracılık için birisine başvuranlar işe selâm ile başlayacaklardır. Müminler karşılaştıklarında selâmlaşacak, karşılıklı olarak iyi dilekte bulunacaklardır. Her kültürde selâmlaşma âdeti ve bu âdetin gerektirdiği usul ve âdâb vardır. Bu münasebetle müslümanlar arasında selâmlaşmanın nasıl olması gerektiği konusuna geçilmiştir. “Selâm” diye tercüme edilen tahiyye, hayat kelimesiyle aynı kökten olup lugat mânası itibariyle “sağlık, uzun ömür dilemek” demektir. Tefsirciler buradaki tahiyye buyruğunu üç şekilde açıklamışlardır: a) Hapşıranın “elhamdülillâh” demesi ile başlayan karşılıklı dualar; b) Hediye verene hediye ile mukabele; c) Selâm verip almak. Tahiyye kelimesi daha ziyade bu üçüncü mânada kullanılmıştır.
Câhiliye devrinde de çeşitli sözlerle selâmlaşma yapılır, ama selâmlaşmada köleliğin ve sınıf farkının izleri görülürdü. Selâm vermek mecburiyetinde olanlar, verirken birtakım kayıtlara bağlı bulunanlar köleler, zayıflar ve garipler olurdu. İslâm dini getirdiği eşitlik ve fazilet anlayışına uygun olarak bir selâmlaşma âdâbı oluşturdu. Sünnet ve örf bunun verilişini “esselâmü aleyküm” veya “selâmün aleyküm”, alınışını da “aleykümüsselâm, aleykümselâm, ve aleykümüsselâm ve rahmetullah ve berekâtüh” şeklinde belirledi. Selâmlaşma müslümanlar arasında bir ülfet, kaynaşma, sevgi aracıdır, barış içinde olma işaretidir. Selâm verip alanlar birbirlerine Allah’tan “iyilik, esenlik, rahmet, bereket” dilemektedirler. Bu sebeple selâmlaşma Kur’ân’da ve Sünnet’te teşvik edilmiş, âlimler tarafından hükmü ve âdâbı üzerine kafa yorulmuş, açıklamalar yapılmıştır.
Bir müslümanın bir veya daha fazla müslümanla karşılaştığı, bir araya geldiği zaman selâm vermesi sünnettir, bu selâmı birisi verince diğerlerinin onu alması farzdır. Bir kişinin verdiği selâmı topluluktan birinin almasıyla vazifenin yerine gelmiş olup olmayacağı konusu tartışılmıştır. Ebû Hanîfe’ye göre topluluktan her birinin selâmı alması gerekir. Gayri müslimlere de müminlere verilen selâmın verilebileceğini ileri süren âlimler bulunmasına rağmen ekseriyete göre onlara bir mümin böyle selâm vermez, onlar verirlerse “ve aleyküm” (size de olsun) şeklinde mukabele edilir (ayrıca bk. Nûr 24/ 27, 61).(Diyanet Tefsiri)
Bir (güzel) selamla selamlandığınız vakit, daha güzeli ile selamlayın veya aynısıyla cevap verin. Muhakkak ki Allah her şeyin hesabını görendir.
Tahiyyat; aslında hayatın uzun olması için yapılan bir duadır. Hayat ve utanmak manasındaki haya da bu köktendir. Daha sonra her çeşit dua için kullanılır olmuştur. İslam alimleri selam kelimesinin tahiyyattan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Çünkü selam; dini ve uhrevi afetlerden selam bulma duasıdır. Ayrıca Allah Teala'nın isimlerinden biridir.
Rivâyete göre Resülüllah sav şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, gıyâbında bir Müslüman kardeşine duâ ederse, duâsı kabul olur ve vazifeli melek “Onun bir misli de sana''der . (Ebussuud)
Selama cevap vermek vaciptir.
Hutbe iradı, cehri Kur'ân tilaveti, hadis rivayeti, ilim tedrisi, ezan ve ikamet esnasında verilen selam alınmaz.
Yukarıda hep savaştan bahsedildi, burada artık bir selam / barış bahsi açılıyor.
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. حُيّ۪يتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حُيّ۪يتُمْ sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
بِتَحِيَّةٍ car mecruru حُيّ۪يتُمْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. حَيُّوا fiili ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَحْسَنَ car mecruru حَيُّوا fiiline müteallıktır. مِنْهَٓا car mecruru اَحْسَنَ ’ye müteallıktır.
اَوْ atıf harfidir. حَيُّوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَحْسَنَ kelimesi, أفعل vezninde olduğu için gayri munsariftir.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. عَلٰى كُلِّ car mecruru حَس۪يبًا’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَس۪يبًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir.
حَس۪يبًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Kalp fiilllerindendir. (Âşûr)
وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَوْ رُدُّوهَاۜ cümlesi şartın cevabına matuftur.
حُيّ۪يتُمْ - بِتَحِيَّةٍ - حَيُّو kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً
Müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Ta’lîl cümlesidir. اِنَّ ve takdim kasrıyla ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberi olan كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يبًا cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan كَانَ ’nin haberi حَس۪يبًا ’e takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O her şeyi hesaba çekendir. Hesabını tutmadığı hiç bir şey yoktur.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, حَس۪يبًا ise maksûrdur
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
حَس۪يبًا mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
[Her şeyin hesabını tutmaktadır] yani Allah, selam olsun başka bir şey olsun, her konuda sizi hesaba çekecektir. (Keşşâf)
Allah vasfı olarak zikrettiği حَس۪يبًا kelimesini; اِنَّ harfi ve bu vasfın ezelden beri bulunduğuna delalet eden كانَ ile tekid ederek vurgulamıştır. (Âşûr)