28 Haziran 2024
Nisâ Sûresi 80-86 (90. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 80. Ayet

مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ  ...


Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 يُطِعِ ita’at ederse ط و ع
3 الرَّسُولَ Elçi’ye ر س ل
4 فَقَدْ muhakkak ki
5 أَطَاعَ ita’at etmiş olur ط و ع
6 اللَّهَ Allah’a
7 وَمَنْ kim de
8 تَوَلَّىٰ yüz çevirirse و ل ي
9 فَمَا
10 أَرْسَلْنَاكَ biz seni göndermedik ر س ل
11 عَلَيْهِمْ onların üzerine
12 حَفِيظًا bekçi ح ف ظ

Bilindiği gibi elçiye itaat, elçiyi gönderene itaattir. Bunun için her kim Allah'ın elçisine itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Her kim de nefsine uyar, itaatten yüz çevirirse onu kötülüklerden koruyacağım diye uğraşma. Çünkü biz seni onların başına bir koruyucu olarak göndermedik, elçi olarak gönderdik. Artık onlar, kötülük kaynağı olan nefislerdir, elbette kötülükleri yapacaklardır. Sen onları kötülüklerden, kötülüklerin cezasından koruyamazsın. Onlar yani "başüstüne" de, derler. Sonra yanından çıktılar mı bir kısmı geceleyin sana söyleyeceğinin veya senin söyleyeceğinin tersini söyler, başka bir ifade ile, sana verdiği sözün veya senden aldığı emrin tersini yapmak için beyit yapmaya çalışır gibi yalan dolan uydurmakla uğraşır, dediği halde gönlünde isyanı kurar, sıkıntı çıkarmaya uğraşır, kalbinde daima bunu gizler. "Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." hükmüne karşı münafıkların bir kısmı artık Muhammed, Allahlık iddiasında bulunmaya kalkışıyor demek istemiş, bunun üzerine bu âyet inmiştir. (Âl-i İmran, sûresindeki "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz." (3/31) âyetinin tefsirine bkz.) Onlar gönüllerinde ne gizlerlerse Allah onu yazar, vahy ile sana bildirir. Kur'ân'a geçirir veya sırası gelince cezalarını vermek üzere defterlerine geçirir. Bundan dolayı sen onlara bakma, her hususta Allah'a dayan, bunları da ona havale et Allah Teâlâ vekil olarak yeter.( Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri)

Riyazus Salihin, 159 Nolu Hadis

Ebû Necih İrbâz İbni Sâriye  radıyallahu anh  şöyle dedi:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı. Bizler:

- Ey Allah’ın Rasûlü! Bu öğüt, sanki ayrılmak üzere olan birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine:

– “Size, Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli köle bile emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-yi Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir, sapıklıktır” buyurdular.

Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime

مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُطِعِ  şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَطَاعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَوَلّٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَرْسَلْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  حَف۪يظًا’e müteallıktır.  حَف۪يظًا  kelimesi  اَرْسَلْنَاكَ’deki mef’ûlun zamirinden hal olup fetha ile mansubtur.

مَنْ يُطِـعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ

 

Ayet müstenefedir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  يُطِعِ  şart cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ, mazi fiil sıygasında,  قَدْ  ile tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Ayrıca mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfudur. 

Aynı üsluptaki  …وَمَنْ تَوَلّٰى  cümlesi, tezat dolayısıyla makabline atfedilmiştir.

النَّارِ - الْجَنَّةَ  ve  زُحْزِحَ - اُدْخِلَ  kelime grupları arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ  cümlesiyle   وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Peygamber Efendimize önceki ayette sen diye hitap edilirken burada  الرَّسُولَ  şeklinde bahsedilmesinde iltifat sanatı vardır.

Allah isminin zikri mehabet içindir. 

يُطِعِ - اَطَاعَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًا  [Seni onların üzerine  koruyucu olarak göndermedik.] sözü lâzım-ı faide-i haberdir.

Mefhumu muhalifi; Peygambere itaat edenlere Peygamberi koruyucu olarak gönderdik, manasıdır.

İsm-i celâlin (Allah) zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak ve itaatin vücûbunu vurgulamak içindir.

الرَّسُولَ  kelimesi genel olarak cins anlamında kabul edilemez. Çünkü  وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ  [Kim de yüz çevirirse artık seni onların başına bekçi göndermedik.] cümlesindeki hitap münhasıran Peygambere (s.a.) müteveccihtir. (Ebüssuûd)

“Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” Çünkü Resulullah, ancak Allah’ın kendisine “emret” dediğini emreder, “nehyet, yasakla” dediğini de nehyedip yasaklar. Dolayısıyla Peygamberin emredip yasakladıkları hususlarda peygambere itaat bizzat yüce Allah’a itaat demektir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl - Âşur)


Nisâ Sûresi 81. Ayet

وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  ...


Sana “baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ derler ki ق و ل
2 طَاعَةٌ peki (tamam) ط و ع
3 فَإِذَا fakat
4 بَرَزُوا çıkınca ب ر ز
5 مِنْ -dan
6 عِنْدِكَ senin yanın- ع ن د
7 بَيَّتَ geceleyin kurarlar ب ي ت
8 طَائِفَةٌ birtakımı ط و ف
9 مِنْهُمْ içlerinden
10 غَيْرَ tersini غ ي ر
11 الَّذِي şeyin
12 تَقُولُ söylemiş olduğun ق و ل
13 وَاللَّهُ Allah
14 يَكْتُبُ yazmaktadır ك ت ب
15 مَا şeyleri
16 يُبَيِّتُونَ geceleyin düşünüp kurdukların ب ي ت
17 فَأَعْرِضْ sen aldırma ع ر ض
18 عَنْهُمْ onlara
19 وَتَوَكَّلْ ve dayan و ك ل
20 عَلَى
21 اللَّهِ Allah’a
22 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
23 بِاللَّهِ Allah
24 وَكِيلًا vekil olarak و ك ل

Arada عرض; arz etmek demektir. Türkçede kullandığımız arz etmek, araz, aruz, arızi, maruz, maruzat, tatiz, itiraz, muaraza, muarız, taarruz, arıza, ırz, arzuhal kelimeleri bu köktendir. Bu kelimeyi yeryüzü manasındaki أرض kelimesiyle karıştırmayalım.

A'rada أعْرض ise yüz çevirmek demektir.

 

وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

طَاعَةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri  أمرنا  şeklindedir.

فَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

بَرَزُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَرَزُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ عِنْدِكَ  car mecruru  بَرَزُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevvabı  بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ ’dir.  بَيَّتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir  طَٓائِفَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَقُولُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

مُبَيِّتًا / Mübeyyet Tabirinin İzahı:

Zeccac şöyle der: “Üzerinde çokça tefekkür edip faydalı mı zararlı mı diye iyice düşündükleri her şey hakkında Araplar,  بَيَّتَ  derler. Nitekim Cenab-ı Allah, “Hani onlar, (Allah’ın) razı olmayacağı sözü geceleyin konuşup düzerler.” (Nisa Suresi, 108) buyurmuştur. Bu kelimenin iştikakı hususunda şu iki izah vardır:

a) Bu kelime,  بَيْتُوتَة (gecelemek) kelimesinden müştaktır. Zira tefekküre en elverişli zaman insanın gece evinde geçirdiği zamandır. İşte o zaman zihinler her türlü şeyden uzak ve daha az meşgul olur. Genel olarak insan, geceleyin evinde olur. Yine genel olarak geceleyin daha iyi düşünülür. İşte bundan dolayı üzerinde iyice düşünülen şey (gecelenilen şey) diye ifade edilmiştir.

b) Bu kelime, “şiirin beyti” ifadesinden iştikak etmiştir. Ahfeş şöyle der: “Araplar, şiir söylemek istediklerinde önce iyice düşünürlerdi. Böylece o şiirin kısımları arasında dengeyi kurmak ve manalarını yerleştirmek için iyice düşünülmüş olması bakımından şiirin beyitlerine benzeterek üzerinde iyice düşünülen şeye Araplar   مُبَيِّتًا demişlerdir.” (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

يَكْتُبُ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يُبَيِّتُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُبَيِّتُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُبَيِّتُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بيت ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن فعلوا ذلك فأعرض عنهم (Bunu yaparlarsa onlardan yüz çevir.) şeklindedir.

اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.  عَنْهُمْ  car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ ’dir.  وَ  atıf harfidir.  تَوَكَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلْ  fiiline müteallıktır.

 

 وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur,  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  وَك۪يلًا  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.


وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ


Ayetin ilk cümlesi müstenefedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  طَاعَةٌۘ, takdiri  أمرنا  [bizim işimiz] olan mahzuf mübtedanın haberidir. 


فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ

 

فَ  atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  … بَرَزُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi … بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

طَٓائِفَةٌ ’deki tenvin tahkir içindir.

[Bir grup senin söylediğinin aksini uydurur.] yani senin söylediğinin, emrettiğinin tersini kurar, mesnetsizce söyler. Veya kendisinin sana söylediği, garantilediği itaatin zıttını icat eder. Çünkü kafalarında kabul değil ret, itaat değil karşı gelme niyeti vardı, söyledikleri ve dışa vurduklarıyla ikiyüzlülük ediyorlardı. (Keşşâf)

بَيَّتَ  yalan uydurmak demektir. Böylesi düşünceler de zihinlerde geceleyin oluştuğu için  بَيْت (ev) ve  بَيَّتَ  fiili ile alakalı olarak türetilmiştir. بَيَّتَ, geceledi demektir. Beyit de bu kökten gelir. Şiirler genelde geceleri yazılır. Gece üretim zamanıdır (kuluçka). Bayat kelimesi de bu köktendir.

Cenab-ı Hakk, fiili müennes getirerek  بَيَّتَتْ  dememiş, aksine müzekker getirerek  بَيَّتَ demiştir. Çünkü طَٓائِفَةٌ  kelimesinin müennesliği hakiki değildir ve bu kelime,  فِرْق (topluluk) ve  فَوْج  (bölük) manasınadır.

Keşşâf Sahibi: “Bu ifadenin manası, ‘senin söylediğin ve emrettiğin şeyin aksine veya kendisinin dediği ve taatin ihtiva ettiği şeyin aksini süsleyip hoş gösterdiler. Çünkü onlar, gönüllerinde kabulü değil reddetmeyi, taatı değil isyanı saklamışlardı’ şeklindedir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi, korku duyguları uyandırmak için tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir.

Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir. 

Mef’ulün müşterek ism-i mevsûl olması, gelecek habere dikkat çekmek amacına matuftur.  يُبَيِّتُونَۚ  mevsûlün her zaman kendisini takibeden sılasıdır. Mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.

[Allah uydurdukları şeyleri yazmaktadır.] cümlesinde lâzım söylenmiş, melzûmu olan hesap soracaktır ve ceza verecektir manası kastedilmiştir. Yani mecaz-ı mürsel vardır.

[Oysa Allah, gece tasarladıklarını yazmaktadır.] Bu, tehdit yollu bir ifade olup Allah onların gece tasarladıklarını amel sayfalarında kaydeder ve bunlara karşılık onları cezalandırır, demektir. Veya “Sana vahyedecekleri arasında yazmaktadır, seni onların sırlarından haberdar edecektir.” şeklinde de olabilir. Dolayısıyla, bunu içlerinde tutmalarının bir faydası olacağını sanmasınlar! “Sen onlara aldırış etme” yani onları cezalandırmayı içinden geçirme; durumları konusunda “Allah’a güvenip dayan.” çünkü İslam’ın pozisyonu güçlenip taraftarları izzet kazandığında Allah onların sana verdiği manevi zararlara karşı sana yetecek onları senin için cezalandıracaktır. (Keşşâf)


  فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ 


Fasiha  فَ ’si ile gelen cümle, takdiri  إن فعلوا ذلك  [eğer bunu yaparlarsa] olan mahzuf şartın cevabıdır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ  cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.

تَوَكَّلْ  lafzında irsâd sanatı, Allah Teâlâ’nın kendinden Allah şeklinde bahsetmesinde tecrîd sanatı vardır.


 وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً


وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid  بِ harfi cümleyi tekid etmiştir. 

Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla  للّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

[Vekil olarak Allah yeter.] cümlesinde zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Zihne yerleştirmek ve tazim içindir.

وَك۪يلًا  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

(Âşûr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Allah'ın vekil olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece vekil  olarak değil, Basîr, Semi', Hafîz olarak da yeter. 

Ayet-i kerimenin sonunda gelen iki Allah ismi hükmün illetini belli eder. Uluhiyet vasfından dolayı O'na tevekkül edilir ve O vekil olarak kafidir.

بَيَّتَ - يُبَيِّتُونَۚ  ve  تَوَكَّلْ - وَك۪يلًا  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Allah vekil olarak yeter.]  Melzumu bizi korur, gözetir demektir. Lâzım- melzum alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

İsm-i celâlin burada zahir olarak zikredilmesi, yine geçen illetten dolayıdır. Bir de cümlenin ıstildâline ve başka bir şeye ihtiyacı olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 82. Ayet

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً  ...


Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَلَا
2 يَتَدَبَّرُونَ düşünmüyorlar mı? د ب ر
3 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
4 وَلَوْ ve eğer
5 كَانَ olsaydı ك و ن
6 مِنْ -ından
7 عِنْدِ taraf- ع ن د
8 غَيْرِ başkası غ ي ر
9 اللَّهِ Allah’tan
10 لَوَجَدُوا bulurlardı و ج د
11 فِيهِ onda
12 اخْتِلَافًا birbirini tutmaz خ ل ف
13 كَثِيرًا çok şey ك ث ر

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ


Hemze istîfham harfidir.  فَ  atıf harfidir.  لَا يَتَدَبَّرُونَ  cümlesi mukadder istînâfa matuftur. Takdiri أيعرضون فلا يتدبرون şeklindedir.

لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَدَبَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَتَدَبَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi دبر ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 


 وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً


وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كَانَ ’nin dâhil olduğu cümle şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

غَيْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur.

لَ  harfi  لَوْ’ın cevabının başına gelen vakıadır.  وَجَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهِ car mecruru  وَجَدُوا  fiiline müteallıktır.  اخْتِلَافًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  كَث۪يرًا  kelimesi  اخْتِلَافًا’in sıfatıdır.

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَۜ


İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur.  Takdiri,  أيعرضون فلا يتدبرون  (Yüz mü çeviriyorlar, artık düşünmezler mi?) olabilir. 

İnkârî istifham olan bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Taaccüb ve azarlamak için gelmiş inkâri istifhamdır. Tedebbür sebeplerinin çokluğuna rağmen cehaletleri devam etmektedir. (Âşûr) 

Tedebbür etmek; manayı anlamak, üzerinde fikir yürütmek demektir. Ayeti kerime Kur’an üzerinde tedebbüre davet eder. Tedbir kelimesi de bu köktendir. Bu fiil; تفاعّل  kalıbı dolayısıyla tekellüf ifade eder. Yani zorlanmak, dönüşmek manaları taşır.

تَدَبّر  kelimesinin aslı, bir şeyin sonuna bakmaktır. (Beyzâvî)


وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافاً كَث۪يراً


وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  كَانَ ’nin dâhil olduğu şart  cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ  مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi olan  لَوَجَدُوا ف۪يهِ اخْتِلَافًا كَث۪يرًا  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ  izafetinde غَيْرِ  ve  عِنْد, lafza-i celâle muzâf oldukları için şeref kazanmışlardır.

كَث۪يرًا  sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

اخْتِلَافًا  kelimesinin nekreliği nev ve teksir ifade eder. Sıfat tamlaması şeklinde gelerek bu manalar tekid edilmiştir.

Mantık yollu kelamdır.


Nisâ Sûresi 83. Ayet

وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً  ...


Kendilerine güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ne zaman ki
2 جَاءَهُمْ onlara gelse ج ي ا
3 أَمْرٌ bir haber ا م ر
4 مِنَ (dair)
5 الْأَمْنِ güvene ا م ن
6 أَوِ veya
7 الْخَوْفِ korkuya خ و ف
8 أَذَاعُوا yayarlar ذ ي ع
9 بِهِ onu
10 وَلَوْ halbuki
11 رَدُّوهُ onu götürselerdi ر د د
12 إِلَى
13 الرَّسُولِ Elçi’ye ر س ل
14 وَإِلَىٰ
15 أُولِي ve sahiplerine ا و ل
16 الْأَمْرِ buyruk ا م ر
17 مِنْهُمْ aralarındaki
18 لَعَلِمَهُ bilirlerdi ع ل م
19 الَّذِينَ kimseler
20 يَسْتَنْبِطُونَهُ işin içyüzünü araştıran(lar) ن ب ط
21 مِنْهُمْ onun ne olduğunu
22 وَلَوْلَا eğer olmasaydı
23 فَضْلُ lutfu ف ض ل
24 اللَّهِ Allah’ın
25 عَلَيْكُمْ size
26 وَرَحْمَتُهُ ve rahmeti ر ح م
27 لَاتَّبَعْتُمُ uyardınız ت ب ع
28 الشَّيْطَانَ şeytana ش ط ن
29 إِلَّا hariç
30 قَلِيلًا pek azınız ق ل ل

Bir de kendilerine emniyet veya korkuya dair tatlı veya acı bir emir, bir haber, bir şey gelince hemen onu yayarlar; doğru mu, değil mi, yahut yayılmasında bir zarar var mı yok mu, kamu yararı açısından neşredilmesi caiz mi, yoksa gizlenmesi gerekir mi, düşünmeden danışmadan yayarlar Burada gazetecilerin durumuna da temas eden bir uyarı vardır. Bunlar işittikleri bu haberi Peygambere ve kendilerinden olan idarecilere, yani o işte yetkisi ve ihtisası bulunan zatlara veya amirlere götürüp onlara başvursalar, danışsalar veya havale etseler onu içlerinden bilgi ve tecrübeleri ve iyi niyet ve basiretleri sayesinde istinbat edebilecek ve hüküm çıkarabilecek olanlar mutlaka bilirler, ne yapılacağını anlar, anlatırlardı.

İSTİNBAT: Çıkarmaktır. "Nebıt" de bir kuyu kazılırken ilk çıkan su demektir. İşte çözümü istenen bir olay, bir konu karşısında elde bulunan prensipler ve bilgileri inceleme ve etraflı bilgi edinme, araştırma ve düzeltme ve karşılaştırarak yeni bir bilgi ortaya çıkarmaya da istinbat ve istihrac denilir ki, bu bir meleke ve özel bir kudrettir. Herhangi bir işte böyle bir liyakat ve yeterlik sahibi olanlar, o işin müctehidi ve gerçek sahibi ve Allah katında yetkilileridir. Bunun için yukarıda diye Allah'a ve Peygamberine müracaat edildiği gibi, burada da Allah'ın Peygamberine ve böyle yetkili kimselere müracaat tavsiye edilerek bunlara da itaat etmenin Peygambere itaat etmeye bağlı olduğu bir daha anlatılmıştır. Bundan dolayıdır ki icmada geçerli olan görüş bu gibi yetkili zevatın görüşüdür.

Bu âyet bize özellikle şu hükümleri anlatıyor:

1- Olaylarla ilgili hükümler içinde doğrudan doğruya âyet ile bilinmeyip istinbat ile bilinecek olanlar da vardır.

2- İstinbat da bir delildir.

3- İstinbata ehil olmayan bilgisiz kimselerin olaylarda ve bilmedikleri konularda âlimlere başvurmaları ve onlara uymaları gerekir.

4- Hz. Peygamber bile istinbat ile mükelleftir. Çünkü den sonra âyeti Peygamberi de kapsadığında şüphe yoktur.

İniş sebebine gelelim: Münafıklar fırsat buldukça düzmece şeyleri ve uydurdukları kötü yalanları yayarlar. Müslümanların zayıflarından bir takım halk da müfrezelerin durumlarıyla ilgili tatlı veya acı herhangi bir haber işittikleri zaman doğruluğunu, yanlışlığını araştırmadan, ne öncesini, ne de neticesini hesaba katmadan doğrudan doğruya yaymaya kalkışırlardı. Ve bu gibi saygısızlıklardan bazı fitneler meydana gelirdi. Tefsircilerin çoğu, bu âyetin bundan dolayı indiğini açıklamışlardır ki, bu şekilde âyetin iniş sebebi, savaş ve askerî durumlarla ilgili olmuş oluyor. Diğer taraftan Sahih-i Müslim'de Hz. Ömer'den, İbnü Abbas kanalıyla rivayet edildiğine göre, Rasûlullah'ın, kadınlarından bir süre için uzak durduğu esnada, bir gün Hz. Ömer camide insanların, Rasûlullah bütün hanımlarını boşamış diye üzülerek konuştuklarını görmüş ve bu haberi aklı almadığından derhal koşup izin isteyerek peygamberin huzuruna girmiş, biraz derdini anlattıktan sonra bir fırsat bulup "kadınlarını boşadın mı?" diye sormuş, "hayır (boşamadım)" cevabını alınca çıkıp "bilesiniz ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınlarını boşamadı" diye bir tellal gibi seslenmiştir. Bu âyet de bunun üzerine inmiştir ki, Hz. Ömer'in gerçeği istinbatına (ortaya çıkarmasına) işaret etmekle, onu övmeyi de kapsamaktadır. Bu rivâyete göre âyetin iniş sebebi, Nisâ sûresinin esas itibarıyla içine aldığı aile hükümleri ile bir ilgisi de vardır. Fakat terbiye ile ilgili hükmü genel olduğundan âyet daha fazla savaşla ilgili durumları ve siyasi eğitimi hedef alan bir nazım uslubuyla ifade buyurulmuştur. Çünkü bunlarda boş boğazlık daha çok yapılır ve daha fazla zararlıdır.

Ey Müslümanlar! Eğer Allah'ın bu fazileti ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, yani böyle peygamber ve istinbata gücü yeten ilim ehli yetki sahipleri ile doğru yola irşad ve hidâyeti olmasa muhakkak ki siz çoğunlukla şeytana, şeytan gibi münafıklara uyardınız, sürüklenirdiniz, uymadığınız konular veya uymayan adamlar pek az olurdu. Çünkü az çok aklı olan herhangi bir kimse her konuda şeytana aldanmaz. Kitabın sırlarını bilen ve hüküm çıkarmaya gücü yeten yetkililer, çok geniş bilgi sahibi olan âlimlerden olan zatlar da hak ve hayırlı işleri Allah'ın kuvvetiyle birbirinden ayırmaya güçleri yettiğinden bunların da şeytana aldanması pek az olur. Halbuki halk, çoğunlukla aldanır. Bununla birlikte ilim ehlinin aldanmaması da yine Allah'ın fazilet ve rahmeti sayesindedir. Bunun için diğer bir âyette: "Eğer üzerinizde Allah'ın lutfu ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyyen temize çıkmazd" (Nur, 24/21) buyurulmuştur. Bundan dolayı bu iki âyet arasındaki lutuf ve merhametin farkı unutulmamalıdır. Birisi mutlak, birisi kayıtlıdır..

Riyazus Salihin, 1551 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre  Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Her duyduğunu nakletmesi kişiye günah olarak yeter. "

(Müslim, Mukaddime 5;Ebu Davud,Edeb 80)

   Nebeta نبط : Ayeti kerimede geçen istif'al formundaki إسْتَنْبَطَ fiili gayret ve çabayla çıkarmak anlamına gelir. Bu gizli bir şeyi açığa çıkarmak ya da kazılırken kuyudan su çıkarmak manalarına gelen if'al formundaki أنْبَطَ fiilinin kullanımından gelmektedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de istif'al babı formunda fiil olarak 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri istinbat etmek ve lobuttur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  جَٓاءَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اَمْرٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنَ الْاَمْنِ  car mecruru  اَمْرٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْخَوْفِ  kelimesi atıf harfi  اَوِ  ile  الْاَمْنِ ’ye matuftur.

Şartın cevabı  اَذَاعُوا بِه۪ ’dir.  اَذَاعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اَذَاعُوا  fiiline müteallıktır. 


 وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ 


وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  رَدُّوهُ  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِلَى الرَّسُولِ  car mecruru  رَدُّوهُ  fiiline müteallıktır.  اِلٰٓى اُو۬لِي  car mecruru kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الرَّسُولِ  matuftur.  اُو۬لِي  kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  الْاَمْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمْ car mecruru  اُو۬لِي الْاَمْرِ ’in mahzuf  haline müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ’ın cevabının başına gelen vakıadır.  عَلِمَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَسْتَنْبِطُونَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

 مِنْهُمْ  car mecruru  عَلِمَهُ  fiiline müteallıktır. 

 

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْلَا  cezm etmeyen şart edatıdır.  فَضْلُ  mübtedadır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود  (vardır) şeklindedir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  فَضْلُ  kelimesine müteallıktır.  رَحْمَتُهُ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  فَضْلُ ’e matuftur.

لَ  harfi  لَوْلَا ‘ın cevabının başına gelen rabıtadır.  اتَّبَعْتُمُ  fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.  الشَّيْطَانَ  mef’ûlun bihtir.

اِلَّا  istisna harfidir.  قَل۪يلًا  müstesna olup fetha ile mansubtur.

وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ


وَ   istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı  zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi  جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi olan اَذَاعُوا بِه۪  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاَمْنِ - الْخَوْفِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَمْرٌ - الْاَمْنِ  ve  اِذَا - اَذَاعُوا kelime grupları arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Onlara bir durum geldiği zaman” sözünde istiare vardır. Durum bir şahsa benzetilmiştir.

Duyduğumuz haberi araştırmadan hemen yaymak yanlıştır. Hucurat Suresi 6. ayeti hatırlatır. Orada da mealen [Size bir fasık haber getirirse iç yüzünü araştırın.] buyurulmuştur. Bu konuda günümüzde daha da dikkatli olmak gerekir. İnternet bilgilerini araştırmadan inanmak ve yaymak çok doğru değildir.


 وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ 


Hal  وَ’ı ile gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  رَدُّوهُ, müspet mazi sıygada, şart fiilidir. …لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ  cevap  cümlesi olarak vakıa  لَ’ı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındadır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. Sılası يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ  şeklinde muzari fiil sıygasında faidei-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu kimseler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

اَمْنِ - اَمْرٌ kelimeleri arasında tam cinas vardır. Biri durum, biri yönetim manasındadır.

اِلَيْكَ  yerine  لَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ  [Resule götürselerdi.] sözünde risaletin müracaat edilecek zat olduğuna işaret vardır.

Zamir (هُمْ) yerine “işlerin iç yüzünü anlamak isteyenler…” ifadesinin kullanılması onların anlamadıklarını Resulullah’a (s.a.) ve büyük sahabilere götürmeleri, işin gerçek sebep ve sonuçlarını sorup öğrenmeleri gereğine işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)

مِنْهُمْۜ [Kendilerinden olan] ifadesi kayıt ifade eder. İşi kendimizden olmayana götürmeyiz.

مِنْهُمْ ’deki zamir makam karinesiyle münafıklara aittir. (Âşûr)

يَسْتَنْبِطُونَهُ  kelimesinin türetildiği  نبط, kuyu ilk kazıldığında çıkan sudur. Bu suyu inbât veya istinbât etmek; çıkarılması ve çıkarmaya çalışılması demek olup -istiare yoluyla- kişinin, anlaşılması zor ve önemli konularda üstün zekâsı sayesinde manaları ve tedbirleri çıkarsamasını anlatmak üzere kullanılır. (Keşşâf, Âşûr)


 وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلاً


Ayetin müstenefe olan son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ  mahzuf habere müteallıktır. 

فَضْلُ اللّٰهِ  izafeti, muzâfın şanı içindir. 

رَحْمَتُهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  رَحْمَتُ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Rabıta لَ ’ı ile gelen  لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلًا ,  cevap cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اتَّبَعْتُمُ  fiilinin failinden istisna edilen  قَل۪يلًا ’deki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umuma işaret eder.

رَحْمَتُهُ - فَضْلُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Allah’ın sizin üzerinizdeki fazlı olmasaydı.] sözünde üçüncü şahıstan, siz zamirine dönüldüğü için iltifat sanatı vardır.

[Allah’ın üzerinizdeki lütuf ve rahmeti olmasaydı] ki peygamber gönderme, kitap indirme ve başarı vermedir “pek azı müstesna” yani içinizden pek azı -ya da az bir uyma- hariç [Şeytana uymuş gitmiştiniz!] yani inkârcılıkta kalakalmıştınız! (Keşşâf)

Ayetteki istisnanın zahiri, bu azlığın ne Allah’ın fazlı ne de rahmeti ile meydana gelmediği zannını uyandırmaktadır. Halbuki bunun imkânsız olduğu malumdur. İşte bundan dolayı müfessirler ihtilaf ederek şu görüşleri ileri sürmüşlerdir: Onlardan bir kısmı bu istisnanın, Allahu Teâlâ’nın, “Onu her tarafa yayıverirler.” sözünden; bir kısmı, “Bunu onlardan istinbat edebilecek olanlar elbette bilirlerdi.” ifadesinden; bir kısmı da “Allah’ın üzerinizdeki lütuf ve merhameti olmasaydı.” ifadesinden olduğunu söylemişlerdir.

Bil ki bu hususta bu üçünün dışında başka bir izah yoktur. Çünkü ayet, bu üç hükmün haberini ihtiva etmektedir. Binaenaleyh istisnayı bunlardan herhangi birinden yapmak doğru olur. Böylece bu görüşlerden herbirinin ihtimal dahilinde olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


Nisâ Sûresi 84. Ayet

فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً  ...


(Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَاتِلْ (o halde) savaş ق ت ل
2 فِي yolunda
3 سَبِيلِ س ب ل
4 اللَّهِ Allah
5 لَا
6 تُكَلَّفُ sen sorumlu değilsin ك ل ف
7 إِلَّا başkasından
8 نَفْسَكَ kendinden ن ف س
9 وَحَرِّضِ ve teşvik et ح ر ض
10 الْمُؤْمِنِينَ inananları ا م ن
11 عَسَى umulur ki ع س ي
12 اللَّهُ Allah
13 أَنْ
14 يَكُفَّ kırar ك ف ف
15 بَأْسَ gücünü ب ا س
16 الَّذِينَ kimselerin
17 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
18 وَاللَّهُ Allah’ın
19 أَشَدُّ daha güçlüdür ش د د
20 بَأْسًا baskını ب ا س
21 وَأَشَدُّ ve daha çetindir ش د د
22 تَنْكِيلًا cezası ن ك ل

Riyazus Salihin, 1303 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yolunda cihad edenler için Allah Taâlâ cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır."

Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18

فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ


فَ  mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Takdiri;  إن أفردوك وتركوك فقاتل (Sizi ayırır ve bırakırlarsa o zaman savaşın.) şeklindedir.

قَاتِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.  ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  قَاتِلْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُكَلَّفُ  meçhul, muzari fiildir. Naib-i faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

اِلَّا  hasr edatıdır.  نَفْسَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  حَرِّضِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

حَرِّضِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرض ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ


عَسَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  عَسَى’nın ismi olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubtur.  يَكُفَّ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بَأْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  


 وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَشَدُّ  haberdir.  بَأْسًا  temyiz olup lafzen mansubtur.

اَشَدُّ تَنْك۪يلًا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اَشَدُّ بَأْسًا ’e matuftur.


فَقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ


فَ, takdiri  إن أفردوك وتركوك فقاتل (Sizi ayırır ve bırakırlarsa o zaman savaşın.) olan mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevabı emir üslubunda gelmiştir. Talebî inşâî isnaddır.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır.Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette lafzâ-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.


لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ


Fasılla gelen cümle haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Kasırla tekid edilmiş, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

لَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. 

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Başka mef’ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَحَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  cümlesi,  وَ ’la makabline atfedilmiştir.

لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ  [Sen kendinden başka kimseden sorumlu değilsin.] cümlesi savaşmayanlara ne olacak şeklindeki gizli bir sorunun cevabı olarak gelmiştir.

Arkadan gelen  حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  [Müminleri teşvik et.] cümlesinde rücu vardır.

حَرضِ; hastalık, noksanlık, zayıflık, değersizlik gibi bir manadır. Tefil babına girerek teşvik etme manası olmuş. Bu şeddeli bâbda, giderme manası vardır. Zayıflığı gider yani teşvik et demektir. Müminler savaş konusunda zayıftır, onları cesaretlendir, teşvik et, o zayıflığı gider manasındadır.

“Sen kendinden başka hiçbir şeyden sorumlu değilsin ve müminleri teşvik et.” sözleriyle muhatap dışındakilere tariz ve kışkırtma üslubuyla gelmiştir. Çünkü Resule (s.a.) savaşmak farzdır. (Âşûr)


عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ

 

Fasılla gelen cümle ta’lîliyye veya beyaniyyedir. Gayrı talebî inşâî isnaddır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde korku hissettirmek içindir.

اَنْ ’den sonra gelen müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle  عَسَى ’nın haberi konumundadır.

Küfredenlerin muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûlle ifade edilmeleri onları tahkir amacına matuftur. Mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.

عَسَى  mukarebe fiillerinden biridir ki “ummak, ümid etmek, öyle olmasını istemek” manalarına gelir. Bu manalar, Allah hakkında düşünülemez. Buna şöyle cevap verilir:  عَسَى  kelimesi, arzulandırmak manasındadır. Halbuki arzu ettirmede ne bir şekk ne bir yakîn manası vardır. Bazı alimler, Allah’ın (ümit vermesinin), kesinlik ifade edeceğini söylemişlerdir. [Olur ki Allah o kâfirlerin savletini yani hamlesini defeder.] ifadesinin de delalet ettiği gibi yardım ve muzafferiyet hususunda ilâhî bir teminat içindedir. Allah Teâlâ hakkında Kur’an’da kullanılan (olur ki, belki) kelimesi, kesinlik ifade eder. Binaenaleyh Hazreti Peygambere, tek başına da kalsa cihad farzdır. (Fahreddin er- Râzî)

كَفَرُوا - الْمُؤْمِن۪ينَۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[Umulur ki Allah küfredenlerin kötülüğünü, sıkıntısını sizin üzerinizden çeker.] cümlesi Allah Teâlâ’nın kafirlerin güçlerini kıracağını ve muhtemel zararlarını önleyeceğini gösteren kesin bir sözdür. Zira Allah Teâlâ hakkında kullanılan  لعلَّ  ve عَسَى  ifadeleri kesin olarak gerçekleşeceğini bildirir. (Ebüssuûd, Muhammed Ebu Musa)

عَسَى  kelimesi vaad manasında müsteardır. Burada onlar ile murad edilen Mekke kafirleridir. Ayet Mekke’nin fethine hazırlıktır. (Âşûr) 


وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْساً وَاَشَدُّ تَنْك۪يلاً


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin  اللّٰهُ  ismiyle gelmesi ve ayette tekrarlanması, kalplere korku salmak amacına matuftur. Haber olan  اَشَدُّ  ism-i tafdil kalıbında gelmiştir. Mübalağa ifade eder. Cümlede tekrarı lafzî tekiddir.

Temyiz olan  بَأْسًا  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

وَاَشَدُّ تَنْك۪يلًا  ibaresi habere matuftur.

اَشَدُّ , اللّٰهُ  ve  بَأْسًا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَأْسًا - اَشَدُّ - تَنْك۪يلًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle, makam için açıklayıcı bir zeyl mahiyetindedir. Cümlede, zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti arttırmak, hükmün illetini bildirmek (yani gücünün ve cezasının daha şiddetli olması, ulûhiyet vasfından anlaşılmaktadır) ve bir de cümlenin istiklalini takviye etmek içindir.

Bu cümlede  “ اَشَدُّ /daha şiddetli” kelimesinin tekrar edilmesi, manayı tekid içindir.  (Ebüssuûd)

وَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْسًا وَاَشَدُّ تَنْك۪يلًا  cümlesi vaad ve tehditin gerçekleşmesi için tezyildir. (Âşûr)


Nisâ Sûresi 85. Ayet

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً  ...


Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 يَشْفَعْ destek olursa ش ف ع
3 شَفَاعَةً bir destekle ش ف ع
4 حَسَنَةً güzel ح س ن
5 يَكُنْ vardır ك و ن
6 لَهُ onun
7 نَصِيبٌ bir payı ن ص ب
8 مِنْهَا o işten
9 وَمَنْ ve kim
10 يَشْفَعْ destek olursa ش ف ع
11 شَفَاعَةً bir destekle ش ف ع
12 سَيِّئَةً kötü bir (işe) س و ا
13 يَكُنْ olur ك و ن
14 لَهُ onun
15 كِفْلٌ bir payı ك ف ل
16 مِنْهَا o işten
17 وَكَانَ ve ك و ن
18 اللَّهُ Allah
19 عَلَىٰ
20 كُلِّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
22 مُقِيتًا gözetip karşılığını verendir ق و ت

Halbuki kim güzel bir şefaat yaparsa, yani Allah rızası için bir yararlı işe aracılık ederse ve yol gösterirse onun o şefaatten (aracılıktan) bir payı, güzel bir sevabı olur. Yararlı ve güzel bir işte yol gösteren onu yapan gibidir. Ve kim de İslâm'a aykırı kötü bir şefaat (aracılık) yaparsa onun da ondan aynı oranda kötü bir payı vardır. Allah'ın da her şeye gücü yeter. Ve her şeyi layıkıyle gözetir, İyiyi iyiliğinden, kötüyü kötülüğünden derecesine göre hisse sahibi kılar.

Savaş ve teşvik emirlerinden sonra ve ceza bölümünden sonra bu şefaat âyetinin gelmesi ne kadar beliğdir (fasih ve edebidir). Bundan dolayı kötülüğe aracılık etmekten sakınmak gerektiği gibi her çeşit güzel aracılıklar da yapılmalı ve kabul edilmelidir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Kefele كفل : Kefâlet; garanti vermek ve sigorta etmektir. كَفِيل İse kefaletin yazılı olduğu belgedir. Sanki bu belge ilgili kişinin işinin güvencesi olmuştur. كِفْل sözcüğü kefil anlamındadır. Nisa 85 ayetinde geçen كِفْل ise, daha önce verdiğimiz ilk anlamında değildir. Aksine bu değersiz şey anlamına gelen كِفْل kökünden alınmıştır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle beraber 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kefil olmak, kefâlet, tekeffül ve zülkifldir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ


مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَشْفَعْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

شَفَاعَةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  حَسَنَةً  kelimesi  شَفَاعَةً ’in sıfatıdır.

Şartın cevabı  يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَا ’dır.

يَكُنْ  şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır.  نَص۪يبٌ  kelimesi  يَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur.  مِنْهَا  car mecruru  نَص۪يبٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

  

 وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ


مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَشْفَعْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

شَفَاعَةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  سَيِّئَةً  kelimesi  شَفَاعَةً ’in sıfatıdır.

Şartın cevabı  يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَا ’dır.

يَكُنْ  şartın cevabı olduğu için meczum muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ’un mahzuf haberine müteallıktır.  كِفْلٌ  kelimesi  يَكُنْ ’un ismi olup lafzen merfûdur.  مِنْهَا  car mecruru  كِفْلٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

 

  وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ  car mecruru  مُق۪يتًا ’e müteallıktır.

شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُق۪يتًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.

 

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ


Ayet müstenefedir. Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olması da caizdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ  şeklinde  كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi olarak, faide-i haber talebî kelamdır. Car mecrur   كان ,لَهُ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  كان  ’nin muahhar ismi olan  نَص۪يبٌ  kelimesinin nekre gelişi tazim, kesret ve nev ifade eder.

Ayetin aynı üslupla gelen ikinci cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ  cümlesiyle,  وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ

cümlesi arasında 8’li güzel bir mukabele sanatı vardır.

يَشْفَعْ - شَفَاعَةً  ve  كَانَ - يَكُنْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَيِّئَةً - حَسَنَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, نَص۪يبٌ - كِفْلٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr  sanatı vardır.

مَنْ - يَشْفَعْ - شَفَاعَةً - يَكُنْ - لَهُ - مِنْهَاۜ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Kim güzel bir şefaatle şefaat etti.] cümlesinde hem mef’ûlü mutlak vardır hem de sıfatı zikredilmiştir. Çok tekid vardır.

Davet ettiğimiz şeylere dikkat edelim. Bir insanı kötülüğe davet edersek o kötülükten bize de bir pay yazılır. İyiliğe davet edersek bize de iyi bir hisse gelir. Yapmadığımız halde sadece davet ettiğimiz için.

Bir Müslümana dua etmek de şefaat kapsamındadır. 

نَص۪يبٌ ,كِفْلٌ  ’in zıddı, mukabili olarak gelmiştir. Nasıl bir yol açarsak nasıl örnek olursak öyle karşılık buluruz.

Dilciler,  كِفْلٌ  kelimesinin pay ve nasip manasında olduğunu söylemişlerdir. Hakk Teâlâ’nın,  يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِه۪ [Size, rahmetinden iki (kat) nasip versin. (Hadid Suresi, 28)] ayetinde de kelime bu manadadır. Bu kelime, Arapların, devenin hörgücü üzerine bir çul dolayıp üzerine bindiğinde söylediği sözlerinden alınmıştır. Çünkü Araplar, devenin sırtının hepsini değil, sadece bir kısmını kullandıkları için böyle demişlerdir. İbnu’l Muzaffer şöyle der: “Aynısı başkası için hazırlanmadıkça ‘Bu, falancanın hissesidir.’ denilemez. Nasip kelimesi de aynıdır. Eğer bu tek olur ise sen ona ‘kifl’ veya ‘nasip’ diyemezsin.” (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


 وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ’nin dâhil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan  كَانَ ’nin haberi  مُق۪يتًا ’e takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O herşeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh, مُق۪يتًا  ise maksûrdur.  

شَيْءٍ deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

مُق۪يتًا mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cenab-ı Hakk, kendisinin bütün makdûrat ve mümkinata kadir oluşunun, kendisi için muhdes bir sıfat değil de ezelî bir sıfat olduğuna dikkat çekmek için Allah, her şeye hakkıyla kadir ve nazırdır, buyurmuştur. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın,  مُق۪يتًا  tabiri, şu veya bu zaman ve vakitle kayıtlanmaksızın, o şeyin, o vasfın, ezelden ebede kadar olacağına delalet eder. (Fahreddin er- Râzî)

Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafz-ı celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. Tezyîl  cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki  cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde  konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

مُق۪يتًا  azık anlamındadır,  ق۪اتً  fiilinden müştaktır. Bedene kuvvet veren ve koruyan gıda demektir.

مُق۪يتًا  kelimesi, lüzum alakasıyla şehadet ve korumak manasında geldiği için mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)




Nisâ Sûresi 86. Ayet

وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً  ...


Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 حُيِّيتُمْ selamlandığınız ح ي ي
3 بِتَحِيَّةٍ bir selam ile ح ي ي
4 فَحَيُّوا siz de selam verin ح ي ي
5 بِأَحْسَنَ daha güzeliyle ح س ن
6 مِنْهَا ondan
7 أَوْ yahut
8 رُدُّوهَا aynen iade edin ر د د
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 كَانَ ك و ن
12 عَلَىٰ
13 كُلِّ her ك ل ل
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 حَسِيبًا hesaplayandır ح س ب

Aracılık için birisine başvuranlar işe selâm ile başlayacaklardır. Müminler karşılaştıklarında selâmlaşacak, karşılıklı olarak iyi dilekte bulunacaklardır. Her kültürde selâmlaşma âdeti ve bu âdetin gerektirdiği usul ve âdâb vardır. Bu münasebetle müslümanlar arasında selâmlaşmanın nasıl olması gerektiği konusuna geçilmiştir. “Selâm” diye tercüme edilen tahiyye, hayat kelimesiyle aynı kökten olup lugat mânası itibariyle “sağlık, uzun ömür dilemek” demektir. Tefsirciler buradaki tahiyye buyruğunu üç şekilde açıklamışlardır: a) Hapşıranın “elhamdülillâh” demesi ile başlayan karşılıklı dualar; b) Hediye verene hediye ile mukabele; c) Selâm verip almak. Tahiyye kelimesi daha ziyade bu üçüncü mânada kullanılmıştır.

Câhiliye devrinde de çeşitli sözlerle selâmlaşma yapılır, ama selâmlaşmada köleliğin ve sınıf farkının izleri görülürdü. Selâm vermek mecburiyetinde olanlar, verirken birtakım kayıtlara bağlı bulunanlar köleler, zayıflar ve garipler olurdu. İslâm dini getirdiği eşitlik ve fazilet anlayışına uygun olarak bir selâmlaşma âdâbı oluşturdu. Sünnet ve örf bunun verilişini “esselâmü aleyküm” veya “selâmün aleyküm”, alınışını da “aleykümüsselâm, aleykümselâm, ve aleykümüsselâm ve rahmetullah ve berekâtüh” şeklinde belirledi. Selâmlaşma müslümanlar arasında bir ülfet, kaynaşma, sevgi aracıdır, barış içinde olma işaretidir. Selâm verip alanlar birbirlerine Allah’tan “iyilik, esenlik, rahmet, bereket” dilemektedirler. Bu sebeple selâmlaşma Kur’ân’da ve Sünnet’te teşvik edilmiş, âlimler tarafından hükmü ve âdâbı üzerine kafa yorulmuş, açıklamalar yapılmıştır.

Bir müslümanın bir veya daha fazla müslümanla karşılaştığı, bir araya geldiği zaman selâm vermesi sünnettir, bu selâmı birisi verince diğerlerinin onu alması farzdır. Bir kişinin verdiği selâmı topluluktan birinin almasıyla vazifenin yerine gelmiş olup olmayacağı konusu tartışılmıştır. Ebû Hanîfe’ye göre topluluktan her birinin selâmı alması gerekir. Gayri müslimlere de müminlere verilen selâmın verilebileceğini ileri süren âlimler bulunmasına rağmen ekseriyete göre onlara bir mümin böyle selâm vermez, onlar verirlerse “ve aleyküm” (size de olsun) şeklinde mukabele edilir (ayrıca bk. Nûr 24/ 27, 61).(Diyanet Tefsiri)

Bir (güzel) selamla selamlandığınız vakit, daha güzeli ile selamlayın veya aynısıyla cevap verin. Muhakkak ki Allah her şeyin hesabını görendir.

Tahiyyat; aslında hayatın uzun olması için yapılan bir duadır. Hayat ve utanmak manasındaki haya da bu köktendir. Daha sonra her çeşit dua için kullanılır olmuştur. İslam alimleri selam kelimesinin tahiyyattan daha üstün olduğunu söylemişlerdir.  Çünkü selam; dini ve uhrevi afetlerden selam bulma duasıdır. Ayrıca Allah Teala'nın isimlerinden biridir.

Rivâyete göre Resülüllah sav şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse, gıyâbında bir Müslüman kardeşine duâ ederse, duâsı kabul olur ve vazifeli melek “Onun bir misli de sana''der . (Ebussuud)

Selama cevap vermek vaciptir.

Hutbe iradı, cehri Kur'ân tilaveti, hadis rivayeti, ilim tedrisi, ezan ve ikamet esnasında verilen selam alınmaz.

Yukarıda hep savaştan bahsedildi, burada artık bir selam / barış bahsi açılıyor.

وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ


وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  حُيّ۪يتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حُيّ۪يتُمْ  sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

بِتَحِيَّةٍ  car mecruru  حُيّ۪يتُمْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  حَيُّوا  fiili  ن’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاَحْسَنَ  car mecruru  حَيُّوا  fiiline müteallıktır.  مِنْهَٓا  car mecruru  اَحْسَنَ ’ye müteallıktır. 

اَوْ  atıf  harfidir.  حَيُّوا fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَحْسَنَ  kelimesi, أفعل  vezninde olduğu için  gayri munsariftir.


 اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ  ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiridir.  عَلٰى كُلِّ  car mecruru  حَس۪يبًا’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حَس۪يبًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.

حَس۪يبًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Kalp fiilllerindendir. (Âşûr)


وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَاۜ


وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi   حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا, emir üslubunda  talebî inşâî isnaddır.

اَوْ رُدُّوهَاۜ  cümlesi şartın cevabına matuftur. 

حُيّ۪يتُمْ - بِتَحِيَّةٍ - حَيُّو  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يباً


Müstenefe  olarak fasılla gelmiştir. Ta’lîl cümlesidir.  اِنَّ  ve takdim kasrıyla ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اِنَّ ’nin haberi olan  كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَس۪يبًا  cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, amili olan  كَانَ ’nin haberi  حَس۪يبًا ’e takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O her şeyi hesaba çekendir. Hesabını tutmadığı hiç bir şey yoktur.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  حَس۪يبًا  ise maksûrdur  

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

حَس۪يبًا mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

[Her şeyin hesabını tutmaktadır] yani Allah, selam olsun başka bir şey olsun, her konuda sizi hesaba çekecektir. (Keşşâf)

Allah vasfı olarak zikrettiği  حَس۪يبًا  kelimesini;  اِنَّ  harfi ve bu vasfın ezelden beri bulunduğuna delalet eden  كانَ  ile tekid ederek vurgulamıştır. (Âşûr)


Günün Mesajı

Resulullah'a sav itaat eden kimse Allah'a itaat etmiş demektir. İslâm'ın büyük şiarlarından birisi de Müslümanlardan tanıdığın ve tanımadığın küçük ve büyük herkese “esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu” diyerek selâm vermektir. Selâmı da ya ondan daha güzeli ile ya da aynısı ile almak gerekir. Binekli olanın yürüyene, az sayıda olanın çok sayıda olana, küçüğün büyüğe selâm vermesi selâmın adabındandır. Hutbe verirken, Kur'ân okurken, hadis rivayet ederken, ilim müzakere edilirken, ezan ve ikâmet getirilirken selâm alınmaz.

 Şu kimselere ise, bu o halleri esnasında selâm verilmez:

  • Namaz kılanlara.
  • Hutbe okuyan ve hutbeyi dinleyenlere.
  • Kur'ân-ı kerîm okuyan ve dinleyenlere.
  • Vaaz eden ve dinleyenlere.
  • Fıkıh dersi çalışanlara.
  • Dîn dersi veren ve dîn dersi ile meşgûl olanlara.
  • Eşleri ile meşgûl olanlara.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ya Rab, sev beni! Sevdiklerine sevdir beni. İki cihanda da yüzü gülenlerden eyle beni.

Sevmediklerini uzak tut gönlümden, hayatımdan ve sevdiklerimden. Dirildikleri gün pişmanlıkları boşa gideceklere, kitabı sol tarafından verileceklere, yüzleri kararacaklara, ailesinden kaçacaklara. Cehennem ateşinde defalarca ölmeyi dileyeceklere. İçtikçe susuzluğu, yedikçe açlığı giderilmeyeceklere benzemekten ve onlar gibisine yakın olmaktan koru beni.

Kitabı sağ elinden verileceklerden, yüzü sevinçten parlayacaklardan eyle beni. Cennet kapılarından, cehhennem ateşi nedir bilmeden gireceklerden eyle beni. Sevdikleriyle bir araya geleceklerden, salih kullarınla tanışacaklardan, sevdiklerine komşu olacaklardan, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in yüzüne doya doya bakacaklardan ve sohbetlerini dinleyeceklerden eyle beni. Sana kavuşacaklardan, ‘bizi hüzünden ve tasadan kurtarana, bu cenneti ve nimetlerini verene hamd olsun’ diyeceklerden eyle beni.

Ya Rab, sev beni. Sevdiklerine sevdir beni. İki cihanda da sevindir beni. Mahşer günü, ne sevdiklerim benden, ne de ben sevdiklerimden kaçayım.

Zaman dediğin, yıkıntıların arasında kim kalmış diye arkasına bakmadan geçer gider. Yaşadığın topraklarda senden önce de yaşandı. Allah dilediği sürece, senden sonra da yaşanacak. Dünya gözünde kıymetin yok, ne işte iyi olduğunu düşünürsen düşün, senden daha iyisi illa ki gelecek. Vakit gecikmeden, ahiret hazırlığına başlamalı, insan.

Allah’a ve Rasûl’une itaat edenlerden. Kur’ân-ı Kerim’i kendine yoldaş edinenlerden. Yaşadığı süre boyunca hayırlı işlere vesile olanlardan. Boş işlerden ve boş sözlerden uzak duranlardan. Ölüm gelmeden uyananlardan ve ahiretine hazırlananlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji