1 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 87-91 (91. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 87. Ayet

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟  ...


Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah (ki)
2 لَا yoktur
3 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
4 إِلَّا başka
5 هُوَ O’ndan
6 لَيَجْمَعَنَّكُمْ sizi bir araya toplayacaktır ج م ع
7 إِلَىٰ
8 يَوْمِ gününde ي و م
9 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
10 لَا olmayan
11 رَيْبَ şüphe ر ي ب
12 فِيهِ kendinde
13 وَمَنْ kim olabilir?
14 أَصْدَقُ daha doğru ص د ق
15 مِنَ -tan
16 اللَّهِ Allah-
17 حَدِيثًا sözlü ح د ث

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ


İsim cümlesidir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  لَاۤ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَٓا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  ismidir. Fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 


  لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ

 

لَ  mukadder kasemin cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır.  يَجْمَعَنَّكُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلٰى يَوْمِ  car mecruru يَجْمَعَنَّكُمْ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Tekid  نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

لَا رَيْبَ ف۪يهِ  cümlesi  يَوْمِ الْقِيٰمَةِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.  لَا  harfi, cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olduğu için fetha üzere mebnidir.  ف۪يهِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 


وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْدَقُ haberdir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَصْدَقُ ’ya müteallıktır.  حَد۪يثًا۟  temyiz olup fetha ile mansubtur.

اَصْدَقُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. 

 

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, hem isim cümlesi hem de kasr olması dolayısıyla faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bütün esma-i hüsna ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için müsnedün ileyh olarak gelmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اَللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Mübteda olan lafza-i celâlin haberi cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın dâhil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. 

لَاۤ  , هُوَ  ve isminin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr  هُوَ  ile  لَاۤ’nın ismi olan  إِلَـٰهَ  kelimesi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

اَللّٰهُ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette hüsn-i iftitâh (güzel başlangıç) sanatı vardır. Çünkü bu ayet Allah Teâlâ’nın en yüce ismiyle başlamıştır. (Safvetü’t Tefasir)

Bu cümle ardından gelen konu için berâat-i istihlâldir. Hedefinin birliğini belirterek mahkeme-i kübranın hakiminin bir olduğunu anlatmaktadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Allah lafzı, Cenab-ı Hakk’ın zatını ispat için gelmiştir. [O’ndan başka ilâh yoktur.] ifadesi de ulûhiyet vasfının başkalarından nefyi için getirilmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

Allah lafza-i celâli, yüce Rabbimizin doksan dokuz isminden en yücesidir. İsm-i a’zamdır. Çünkü bu, tüm ilâhi sıfatları kendinde toplayan zatı gösterir, O’na işaret eder. O’nun zatıyla ilgili hiçbir nitelik bu ismin dışında değildir. Oysa öteki isimler, yüce Allah’ın ilâhi sıfatlarının tümüne ayrı ayrı işaret etmeyip yalnızca konuldukları anlamlara delalet ederler. Mesela, ilmine, kudretine, fiiline veya bir başka özelliğine işaret ederler. Bir de “Allah” ismi tüm isimlerin en özelidir. Bir başkasına bu isim verilemez. Ne gerçek anlamda ve ne de mecazî manada verilmesi mümkün değildir. Halbuki öteki isimler bazen başka varlıklara ad olabilir. Mesela, Kadîr (her şeye gücü yeten), Alîm (her şeyi en iyi bilen), Rahîm (merhametli) gibi isimleri burada sayabiliriz. Kul için gerekli olan şey bu ismi anar anmaz, kulluğunu hatırlayıp O’na karşı gerekeni yapmasıdır. Yani kul, sürekli bir şekilde kalbiyle Allah’la beraber olduğunu ve hep O’na yönelmesi gerektiğini bilmeli, kalbi bu inançla dopdolu olmalıdır. Başkasına bakmamalı ve Allah’tan başkasına iltifat etmemelidir. Yalnızca Allah’tan beklemeli ve yalnızca O'ndan korkmalıdır. Allah’tan başka her şey batıl ve geçersizdir. (Ruhu’l Beyan)

Allah özel isminden sonra müşrikleri ve Hristiyanları red için لَٓا اِلٰهَ إِلَّا هُوَۙ  cümlesi itiraziyye veya hal cümlesi olarak gelmiştir.

لاَ  harfi süpürür,  الَٓا  da onun yerine yenisini koyar.

[Allah, O’ndan başka ilah yoktur.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi/28, s. 314)


لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ 


Ayetin ikinci cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. لَ  mukadder kasemin cevabına gelen rabıta veya fasihadır. Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  cümlesi  müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

وَ ’sız gelen hal cümlesi   يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  ,لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ ’nin halidir. Cinsini nefyeden  لَا ’nın dâhil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ,ف۪يهِۜ ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

“Kıyamet gününde” şeklinde  في  harf-i ceri ile değil de [Kıyamet gününe] şeklinde اِلٰى harf-i cerinin gelmesinde istiare-i tebeiyye vardır. İki manaya gelir: 

1- O, sizi ölümde veya kabirlerinizde kıyamet gününe kadar toplar, demektir. 

2- O, sizi kıyamet gününe ulaştırıp toplayacak o günde sizi bir araya getirmek suretiyle sizinle o günü birbirine kavuşturacaktır.

اِلٰى  intihâ-i gaye harfiyle Hz. Âdem’den, belki daha öncesinden kıyamete kadar gelip geçenleri toprak altında cem’ edip biriktirdiğini, bir gün sıranın size de geleceğini belirten bir tarizdir. Zamanın uzaması sizi aldatmasın, “Allah imhal eder ihmal etmez.” demektir. Allah sizi kıyamet gününde cem’ edecektir. Vasıtalı kinayedir. Sizi cem’ edecek, mizanda hesaplarınızı tartacak, ona göre mükâfat veya cezanızı verecektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

Allah Teâlâ buradaki vaidi bu ayet ile iyice tekid ederek, tevhid ile adaletin birbirinden ayrılmayan iki şey olduğunu beyan etmiştir. Buna göre ayetteki, “Kendinden başka hiçbir tanrı yoktur.” sözü tevhide; “Kıyamet günü, elbette hepinizi toplayacaktır.” sözü ise adalete işarettir.

İşte aynı şekilde bu ayette de Hakk Teâla, kendi hükmüne ve hikmetine uygun düşenin, gelmiş geçmiş herkesi kıyamet meydanında toplamak ve böylece mazlumun hakkını zalimden almak olduğunu beyan etmiştir. Şüphe yok ki bu, şiddetli bir tehdittir. Allah Teâlâ, önceki ayetle değerlendirildiği zaman burada sanki şöyle demektedir: “Kim size selam verir ve uzun ömürler dilerse, siz onun selamını kabul edin, ikramda bulunun ve ona zahire göre muamele edin. Çünkü batında olan şeyleri, ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah bilebilir. Muhakkak ki insanların gönüllerinde, birbirlerine karşı taşıdıkları gerçek niyetler, kıyamet günü ortaya çıkacaktır.” (Fahreddin er-Râzî)


وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَد۪يثاً۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle inkarî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi  مَنْ mübtedadır.  

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, takrir kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Temyiz olan  حَد۪يثًا۟  sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

[Şüphe olmayan kıyamet günü] buyurulduktan sonra gelen [Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?] cümlesi, ta’lîl ifade eden bir ıtnâbtır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Cenab-ı Hakk’ın, “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?” buyruğu, bir istifham-ı inkârî olup bu ifadeden maksat, Cenab-ı Hakk’ın doğru sözlü olmasının ve O’nun sözlerinde bir yalan ile sözden dönmenin bulunmasının imkânsızlığını beyandır.  (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


Nisâ Sûresi 88. Ayet

فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً  ...


Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا ne oldu ki
2 لَكُمْ size
3 فِي hakkında
4 الْمُنَافِقِينَ münafıklar ن ف ق
5 فِئَتَيْنِ iki gruba ayrıldınız ف ا ي
6 وَاللَّهُ oysa Allah
7 أَرْكَسَهُمْ onları baş aşağı etmiştir ر ك س
8 بِمَا işlerden dolayı
9 كَسَبُوا yaptıkları ك س ب
10 أَتُرِيدُونَ mi istiyorsunuz? ر و د
11 أَنْ
12 تَهْدُوا doğru yola iletmek ه د ي
13 مَنْ kimseyi
14 أَضَلَّ saptırdığı ض ل ل
15 اللَّهُ Allah’ın
16 وَمَنْ ve birini
17 يُضْلِلِ saptırırsa ض ل ل
18 اللَّهُ Allah
19 فَلَنْ artık
20 تَجِدَ bulamazsınız و ج د
21 لَهُ onun için
22 سَبِيلًا bir yol س ب ل

Hasan ve Mücahid'den rivâyet olunduğuna göre bir kavim, Medine'ye gelip müslüman olduklarını açıkladıktan bir süre sonra Medine'den sıkıldıklarını bahane ederek çöle çıkmak için Hz. Peygamberden izin istemişler ve çıkınca aşama aşama göçerek gitmişler, sonunda müşriklere katılmışlar, Müslümanlar da bunların müslüman olup olmadığında ve savaş açısından haklarında nasıl bir muamele yapılmasının lazım geleceğinde ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sebeple bunların aslında münafık oldukları açıklanarak genel bir şekilde savaş hukuku ile ilgili bazı hükümler tebliğ edilmek üzere şu âyetler inmiştir:

Her kim güzel bir işte aracılık yaparsa sevap, kim de kötü bir işte aracılık yaparsa günah kazanır. Allah'a hesap vermek bir gerçektir, Allah birdir, kıyamet gününde şüphe yok iken, siz o münafıklar hakkında neden iki gruba ayrılıyorsunuz? Halbuki Allah onları kazandıkları küfür ve günahlar sebebiyle tersine çevirip reddetmiştir. Siz Allah'ın sapıklığa düşürdüğü kimselere hidayet vermek mi istiyorsunuz? Halbuki Allah, her kimi sapıklığa düşürürse, yani kimde sapıklığı yaratırsa Ey Muhammed! Sen bile artık ona bir yol bulamazsın. Onlar, kendileri nasıl kâfirler ise siz de öyle kâfir olasınız da hepiniz kâfirlikte eşit olasınız diye arzu etmektedirler. Bundan dolayı, Onlar Allah yolunda hicret edinceye, bu şekilde imanlarını isbatlayıncaya kadar içlerinden dostlar edinmeyiniz. Eğer onlar, Allah yolunda doğru dürüst hicret etmekle imanlarını açıklamaktan çekinirlerse onları tutunuz ve bulduğunuz yerde, yani Harem-i Şerif içinde de olsa kendilerini öldürünüz ve onlardan ne bir dost, ne bir yardımcı tutmayınız, tamamen onlardan sakınınız.

( Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri) 

Rasûllullah (sav) Uhud Savaşı’na çıktığında, yanında bulunanlardan bir kısmı geri döndü. Ashab-ı Kiram bunlar hakkında iki gruba ayrıldılar. Bir kısmı “Onları öldürelim” derken, bir kısmı da “Hayır, öldürmeyelim” dedi. Bınun üzerine “Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” diye başlayan bu ayet nazil oldu. Rasûl-i Ekrem de: “ Medine , tayberdir (güzel ve hoş şehirdir); ateş , demir ve gümüşün cürûfunu nasıl dışarı atarsa , o da içindeki pislikleri öylece atar” buyurdu.

( Buhari, fezâilü’l-Medine 10, Tefsir 4/15; Müslim, Münafikin 6. )

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Fie فَيْءٌ Güzel bir hale dönmektir. فِئَةٌ Yardımlaşma konusunda birbirlerine dönen ve birbirlerini destekleyen topluluk anlamındadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kur’ân-ı Kerim'de 10 dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ 


فَ  istînâfiyyedir. İstifham ismi  مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

فِي الْمُنَافِق۪ينَ  car mecruru  فِئَتَيْنِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  الْمُنَافِق۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُنَافِق۪ينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir. 

فِئَتَيْنِ  kelimesi  لَكُمْ ’deki hitap zamirinin halidir.  فِئَتَيْنِ  kelimesi müsenna olduğu için  ى ile mansubtur.

وَ  haliyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَرْكَسَهُمْ  fiili haber olup mahallen mansubtur.

اَرْكَسَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْكَسَهُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ


Hemze istifham harfidir.  تُر۪يدُونَ  fiili,  نَ  harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. تَهْدُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَضَلَّ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

تُر۪يدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  رود’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder.  يُضْلِلِ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  يُضْلِلِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

تَجِدَ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.  لَهُ  car mecruru  تَجِدَ  fiiline müteallıktır.  سَب۪يلًا  kelimesi  تَجِدَ  fiilinin mef’ûlun bihidir.


فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِق۪ينَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ 


فَ  istînâfiyye,  مَا  istifham harfidir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, ikaz ve tevbih kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Bu istifham:

- Münafıklar hakkında ihtilafa düşmeyi mazur gösterecek bir sebep bulunmadığını,

- Münafıkların kâfir olduğunu ve onların küfrünü ifade etmenin kesinlikle zorunlu olduğunu,

- Küfrünü açığa vuranlar hakkındaki hükümlerin münafıklar için de geçerli olduğunu açıklar. 

Bu ayette onların kâfir olarak değil de münafık olarak zikredilmesi ise eski vasıfları itibariyledir. (Ebüssuûd)

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesindeki tarif, ahd içindir. (Âşûr)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır  لَكُمْ  mahzuf habere,  فِي الْمُنَافِق۪ينَ  ise  فِئَتَيْنِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  فِئَتَيْنِ  muhatap zamirinden haldir. Hal, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Hal  وَ’ıyla gelen وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُواۜ  cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi tazim ve korkutmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

اَرْكَسَ - كَسَبُوا  kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs sanatı vardır.

اَرْكَسَ  fiili sadece bu surede iki kere geçmiştir. “Tepetaklak çevirmek” demektir. Münafıkların iç dünyalarındaki çelişki, bir cismin altının üstüne çevrilmesine benzetilmiştir

اَرْكَسَ  fiili, bir şeyin altını üstüne çevirme anlamına gelir. Tırnaklı hayvanların terslerine de reks denilir. Çünkü o, (yiyeceğin) kötü bir hale yani necaset haline dönüşmüş şeklidir. Yine bu anlamından dolayı hayvanın pisliğine de denilir. Bu fiilin iki türlü kullanılış şekli vardır:  ركسهم   و  اركسهم  Mesela, “Onları altüst çevirdi, onlar da altüst oldular.” denilir. Yani “Tersyüz oldular, gerisin geriye çevrildiler.” demektir. 

Ayetin manası şudur: “Allah Teâlâ onları, kazanmış oldukları nifak üzerinde iken ortaya koymuş oldukları irtidâdlarından dolayı hor ve hakir olmak, esir alınmak ve öldürülmek gibi kâfirlere tatbik edilen hükümlere döndürmüş, havale etmiştir. Çünkü münafık, zahiren şehadetine tutunduğu yani Allah’ın birliğini ve Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiği müddetçe öldürülmez. Ama küfrünü açıkça ortaya koyduğu zaman Allah Teâlâ ona, kâfirlere tatbik etmiş olduğu hükümleri tatbik eder.” (Fahreddin er-Râzî)


اَتُر۪يدُونَ اَنْ تَهْدُوا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُۜ


Ayetin ikinci cümlesi fasılla gelmiştir. İstifham  üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, ikaz ve tevbih kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı, Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

اَنْ  ve akabindeki  تَهْدُوا  fiil cümlesi, masdar teviliyle  تُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

Mef’ûl olarak nasb mahallinde olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası  اَضَلَّ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin müsnedinin Allah ismiyle marife olması tevbih ve azarlama kastı taşımaktadır. 

تَهْدُوا - اَضَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُضْلِلِ - الْمُنَافِق۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada hitap, münafıklardan mümin olduklarını söyleyenleredir. Onlar bu iddialarından dolayı kınanıyor ve imkânsız bir şey için çalışmakla suçlanıyorlar. Daha açık bir deyişle onlar, Allah Teâlâ'nın saptırdığını, hidayette göstermeye gayret etmekle itham ediliyorlar. Çünkü o münafıklar, iman ve hidayetten uzak oldukları halde onların imanına hükmetmek ve onların hidayetini iddia etmek, onları hidayette göstermeye çalışmak demektir.  

“Allah’ın saptırdığına sız mi hidayet ediyorsunuz?” değil de “Allah’ın saptırdığına siz mi hidayet etmek istiyorsunuz?” buyrulmak suretiyle inkârın iradeye tevcih edilmesi, inkârda mübalağa içindir. Zira bu ifade ile bunun kendisinin mümkün olması şöyle dursun, isteğinin bile mümkün olmadığı açığa kavuşturulmuş oluyor. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلاً

 

وَ  istînafiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olması da caizdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَنْ تَجِدَ لَهُ سَب۪يلًا, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber talebî kelamdır.

يُضْلِلِ -  اَضَلَّ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

سَب۪يلًا ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiçbir yol” manasındadır.

يُضْلِلِ اللّٰهُ  [Allah’ın saptırdığı] cümlesinde sebebe isnad kabilinden mecaz-ı mürsel vardır.

Buradaki hitabın muhatapların her ferdine tevcih edilmesi, bunun imkânsızlığının, tek tek bütün insanlar için geçerli olduğunu zımnen bildirmek içindir. Ayetin manası, “Allah Teâlâ onları imandan saptırınca insanların onları imana girdirmek için bir yol bulabilmeleri imkânsızdır.” şeklindedir. (Ebüssuûd)




Nisâ Sûresi 89. Ayet

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ  ...


Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدُّوا istediler و د د
2 لَوْ keşke
3 تَكْفُرُونَ siz de inkar etseniz ك ف ر
4 كَمَا gibi
5 كَفَرُوا kendilerin inkar ettiği ك ف ر
6 فَتَكُونُونَ ki onlarla olsanız ك و ن
7 سَوَاءً eşit س و ي
8 فَلَا
9 تَتَّخِذُوا o halde edinmeyin ا خ ذ
10 مِنْهُمْ onlardan
11 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
12 حَتَّىٰ kadar
13 يُهَاجِرُوا onlar göç edinceye ه ج ر
14 فِي
15 سَبِيلِ yolunda س ب ل
16 اللَّهِ Allah
17 فَإِنْ eğer
18 تَوَلَّوْا yüz çevirirlerse و ل ي
19 فَخُذُوهُمْ onları yakalayın ا خ ذ
20 وَاقْتُلُوهُمْ ve öldürün ق ت ل
21 حَيْثُ nerede ح ي ث
22 وَجَدْتُمُوهُمْ bulursanız و ج د
23 وَلَا
24 تَتَّخِذُوا ve tutmayın ا خ ذ
25 مِنْهُمْ onlardan
26 وَلِيًّا (ne) bir dost و ل ي
27 وَلَا ne de
28 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ


Fiil cümlesidir.  وَدُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَوْ  ve masdar-ı müevvel,  وَدَّ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

تَكْفُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  تكفرون كفرا ككفرهم  (Onların küfrü gibi bir şekilde küfrederler) şeklindedir.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  تَكُونُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı تَكُونُونَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.

سَوَٓاءً  kelimesi  تَكُونُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri, إن بانت عداوتهم فلا تتّخذوا (Düşmanlıkları ortaya çıkarsa sakın edinmeyin.) şeklindedir.

تَتَّخِذُوا  fiili  ن  hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi birinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُهَاجِرُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  حَتّٰى  ile birlikte  تَتَّخِذُوا  fiiline müteallıktır.  يُهَاجِرُوا  fiili  ن’un hazfıyla mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُهَاجِرُوا ’daki failin mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

  

 فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili, elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خُذُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اقْتُلُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

وَجَدْتُمُوهُمْ  şeklinde başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiiller, mansub muttasıl zamirle kullanıldığında fiil ile zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  وَجَدْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı /işbâ edatı denilir.


وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  ن hazfıyla meczum muzari fiildir.

مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  وَلِيًّا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Nefy harfi  لَا  olumsuzluğu tekid etmek içindir.  نَص۪يرًا  lafzı  وَلِيًّا  kelimesine matuftur.

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً 


Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  لَوْ  ve onu takip eden  تَكْفُرُونَ  cümlesi masdar teviliyle  دُّوا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. 

Cer mahallindeki masdar harfi  مَا  ve sılası mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır.

Muzari sıygadaki  كان  ’nin dâhil olduğu  فَتَكُونُونَ سَوَٓاءً  cümlesi  فَ  ile  تَكْفُرُونَ  cümlesine atfedilmiştir.

Cümlede mücmel teşbih vardır. Müşebbeh, kafirlerin küfrü; müşebbehün bih, küfürdür.

وَدُّوا  [sevmek] fiili, “istemek” manasında istiare olarak gelmiştir. Yani münâfıkların sizi kâfir edip kendileriyle eşit olmanızı sağlamaları, onlarda aşk şeklinde bir istektir. [Onlar gibi küfredip kendileriyle bir olmanızı isterler.] cümlesi onların da kâfir olduklarını idmâc suretiyle bildirmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

Bu ayetten önce “Allah'ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz?” buyurup bu da bir inkârî istifham olunca “Onlar, ey Müslümanlar, sizin de kâfir olmanızı temenni edecek kadar küfürde ileri gitmişlerdir. Onlar, küfürlerindeki taassupta böyle bir noktaya geldiklerine göre o halde siz onların iman etmelerini nasıl umabilirsiniz?” demek suretiyle, onların imandan bu derece uzak oluşlarını iyice anlatmıştır. (Fahreddin er-Râzî)


فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن بانت عداوتهم (Düşmanlıkları ortaya çıkarsa…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi  …لَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ اَوْلِيَٓاءَ, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Gaye bildiren masdar harfi  حَتّٰى  ve akabindeki muzari fiil cümlesi  يُهَاجِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ, masdar teviliyle  لَا تَتَّخِذُ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ibaresinde  فِی  harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi  فِی  harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Lâzım- melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.  Lâzım, hicret edinceye kadar; melzum, Müslüman oluncaya kadar. Çünkü Allah yolunda hicret etmek ancak Müslüman olduktan sonra olur. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Burada, “küfürden hicret edinceye kadar” dememiş, aksine “Allah yolunda hicret edinceye kadar” buyurmuştur ki bu ifadeye hem küfür diyarından hicret etme hem de küfrün alameti sayılan şeyleri bırakma girer. Sonra Cenab-ı Hakk, sadece hicret etmeyi zikretmemiş, onun Allah yolunda olması kaydını koymuştur. Çünkü çoğu zaman gerek küfür diyarından İslâm diyarına, gerekse küfür şiarından İslâm şiarına geçmek, dünyevi maksatlar ile olur. Halbuki hicrette nazar-ı dikkate alınan şey, onun Allah’ın emri olduğu için yapılmış olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)


فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراًۙ

 

Önceki şart cümlesine  فَ  ile atfedilen cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesi  تَوَلَّوْا  müspet muzari fiil sıygasıyla tekidsiz gelmiş haberî isnaddır.  Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi olan  فَخُذُوهُمْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Yine emir üslubunda inşâî isnad olan müteakip  وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ  cümlesi ile  وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۙ  cümlesi , şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

وَلِيًّا - نَص۪يرًاۙ  kelimelerindeki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir yardımcı ve hiçbir dost” manasındadır. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

وَدُّوا - وَلِيًّا - نَص۪يرًاۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَخُذُوهُمْ - لَا تَتَّخِذُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَوْلِيَٓاءَ - وَلِيًّا - تَوَلَّوْا  ve  تَكْفُرُونَ - كَفَرُوا  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Eğer yüzçevirirlerse nerede bulursanız onları yakalayın, öldürün.] cümlesinin ardından, tekrar [Dost ve veli edinmeyin.] emri tekid bildiren tetmim ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Eğer yine de onlar, samimi ve istikamet üzere yapılan bir hicretle teyit edilen imandan yüz çevirirlerse gücünüz yettiği zaman onları yakalayın ve hil bölgelerinde olsun, Harem bölgesinde (Mekke’nin, sınırları 6 ile 16 km. arasında bulunan yakın çevresinde) olsun, onları bulduğunuz yerde öldürün.

Çünkü ister esir almakta ister öldürmekte olsun, onlar hakkında uygulanacak hükümler diğer müşrikler hakkındaki hükümlerin aynidir. Onlardan da uzak durun ve hiçbir zaman onlardan dostluk ve yardım kabul etmeyin. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

 
Nisâ Sûresi 90. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً  ...


Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariç
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَصِلُونَ sığınan(lar) و ص ل
4 إِلَىٰ
5 قَوْمٍ bir topluma ق و م
6 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
7 وَبَيْنَهُمْ kendileri arasında ب ي ن
8 مِيثَاقٌ andlaşma bulunan و ث ق
9 أَوْ yahut
10 جَاءُوكُمْ size gelenler ج ي ا
11 حَصِرَتْ sıkılarak ح ص ر
12 صُدُورُهُمْ yürekleri ص د ر
13 أَنْ
14 يُقَاتِلُوكُمْ sizinle savaşmaktan ق ت ل
15 أَوْ veya
16 يُقَاتِلُوا savaşmaktan ق ت ل
17 قَوْمَهُمْ kendi toplumlarıyle ق و م
18 وَلَوْ eğer
19 شَاءَ dileseydi ش ي ا
20 اللَّهُ Allah
21 لَسَلَّطَهُمْ onları salardı س ل ط
22 عَلَيْكُمْ sizin üstünüze
23 فَلَقَاتَلُوكُمْ sizinle savaşırlardı ق ت ل
24 فَإِنِ o halde
25 اعْتَزَلُوكُمْ onlar sizden uzak dururlar ع ز ل
26 فَلَمْ
27 يُقَاتِلُوكُمْ sizinle savaşmazlar ق ت ل
28 وَأَلْقَوْا ve isterlerse ل ق ي
29 إِلَيْكُمُ sizinle
30 السَّلَمَ barış içinde yaşamak س ل م
31 فَمَا
32 جَعَلَ vermemiştir ج ع ل
33 اللَّهُ Allah
34 لَكُمْ size
35 عَلَيْهِمْ onların aleyhine
36 سَبِيلًا bir yol س ب ل

İlk yıllarda müslümanların çevresinde bulunan gayri müslimlerden iki grup daha bu âyette söz konusu edilmektedir: a) Müslümanlarla antlaşmalı bulunan gruplarla himaye ve birlikte hareket gibi anlaşma ilişkisi içinde olan topluluklar. Dostun dostu, barışığın barışığı aynı muameleyi göreceği için bunlarla savaş haline son verilecektir. Nitekim Hudeybiye Antlaşması’nın bir maddesinde bu hüküm şu şekilde yer almıştır: “Dileyen kabileler Kureyş safında, dileyenler de Muhammed’in tarafında akid ve ahde (antlaşma) dahil olabilirler” (Müsned, IV, 325; İbn Kesîr, II, 354). b) Tarafsızlar. Ulus devletlerin doğmadığı zamanlarda ve İslâm’ın ilk tebliğ edildiği çevrede önemli ve yaygın sosyal gruplardan ikisi de kavim ve kabile idi. Kur’ân dilinde kavim kelimesi “hısım, akraba, kabile, kabileler topluluğu birlik ve mutlak anlamda topluluk” mânalarında kullanılmaktadır. O dönemde gayri müslimler arasında kendi kavim ve kabilelerine karşı savaşmak istemedikleri gibi onların düşman ilân ettikleri ve savaştıkları diğer topluluklara karşı da savaşmak istemeyen gruplar vardı. Bunlar Medine’ye gelip niyetlerini açıkladıklarında kendileriyle bir mânada “tarafsızlık antlaşması” yapılacaktır.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 112-113

Hasire حَصْر Sıkıştırmak demektir. إحْصَار Açık bir engel olmasında da, hastalık gibi gizli bir engel olmasında da kullanılır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hasır, mahsur, hisar, muhasara ve munhasırdır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ

 

اِلَّا  istisnâ harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَصِلُونَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَصِلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى قَوْمٍ  car mecruru  يَصِلُونَ  fiiline müteallıktır. Mekân zarfı  بَيْنَكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَهُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَكُمْ ’e matuftur.  م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır.

اَوْ  atıf harfidir.  جَٓاؤُ۫كُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ  cümlesi  قد  takdiriyle hal olarak mahallen mansubtur.

حَصِرَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  صُدُورُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş عن  harf-i ceriyle birlikte  حَصِرَتْ  fiiline müteallıktır.  يُقَاتِلُوكُمْ  fiili;  نَ ’un hazfedilmesiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile  يُقَاتِلُوكُمْ ’e matuftur.  يُقَاتِلُوا  fiili;  نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

قَوْمَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُقَاتِلُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dur. Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰه  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

لَ  şartın cevabının başına gelen vakıadır.  سَلَّطَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوdir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  سَلَّطَهُمْ  fiiline müteallıktır. 

فَ  atıf harfidir.  لَ  tekid içindir.  قَاتَلُوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

سَلَّطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سلط’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اعْتَزَلُوكُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

فَ  atıf harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُقَاتِلُوكُمْ  fiili  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اَلْقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَيْكُمُ  car mecruru  اَلْقَوْا  fiiline müteallıktır.  السَّلَمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اعْتَزَلُوكُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  عزل’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

  فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  سَب۪يلًا ’in mahzuf haline müteallıktır.  سَب۪يلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

 

اِلَّا الَّذ۪ينَ يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

الَّذ۪ينَ  önceki ayetteki  اقْتُلُوهُمْ  fiilinin mef’ûlünden istisna edilenlerdir. İsm-i mevsûlle ifade edilmeleri sonraki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Mevsûlün sılası olan  يَصِلُونَ اِلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

İsim cümlesi formunda gelen  بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ  ifadesi  قَوْمٍ  için sıfattır. Bu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بَيْنَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır. 

اَوْ  atıf harfiyle gelen  اَوْ جَٓاؤُ۫كُمْ  cümlesi,  يَصِلُونَ ‘ye veya öncesindeki sıfat cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ  cümlesi ise gizli bir  قد  harfiyle  جَٓاؤُ۫كُمْ’un failinden haldir. Hal ıtnâb sanatı babındandır. Bu cümlede müsnedun ileyh  صُدُورُ’dur. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Masdar harfi  اَنْ  ve  يُقَاتِلُوكُمْ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  عن  harfiyle birlikte  حَصِرَتْ  fiiline müteallıktır.  اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ  cümlesi masdar-ı müevvele matuftur.

 يُقَاتِلُوكُمْ  cümlesiyle  يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ْاَوْ  edatı altı manaya gelir: İdrâb, şek, ibham, tafsil, ibaha, tağyir. İbaha ve tağyir manasına gelmesi için  اَوْ’den öncesinin emir olması gerekir. Şek ve ibham manası içermesi için de kendinden önceki cümlenin َihbarî olması gerekir. Burada ْ اَنْ يُقَاتِلُوكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْ  ifadesinde şek ve ibham manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart  üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  شَٓاءَ اللّٰهُ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik içindir.

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen  لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki  فَلَقَاتَلُوكُمْۚ, şartın cevabını tekid için gelmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber talebî kelamdır.

لَوْ  şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 

فَاِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلاً

 

فَ  ile makabline atfedilen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki şart cümlesi  اعْتَزَلُوكُمْ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.  فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ  ve  وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ  cümleleri, tezayüf sebebiyle şart cümlesine atfedilmiştir. 

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi  فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَب۪يلًا, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-î celalin müsnedün ileyh olması, müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik içindir.

سَب۪يلًا ’deki tenvin kıllet ifade eder. “Hiçbir yol” manasındadır. Vesile manasına istiaredir. (Âşûr)


 وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَۙ  cümlesindeki  اَلْقَوْا  fiili istiare-i tebeiyyedir. Savaştan kurtulmak isteyenlerin barış teklifi, birine birşey atıp uzatmaya benzetilmiştir. Câmi’; iki kişi arasındaki irtibattır. 

[Sizden ayrılırlarsa sizinle savaşmazlarsa ve barış teklif ederlerse] diye sayılan şart fiilleri [Allah onlara karşı size yol vermemiştir.] şeklindeki cezasında birleşerek cem’ ma’at-taksim olmuştur. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

لَكُمْ - عَلَيْكُمْ  ve  السَّلَمَۙ - قَاتَلُو  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ - لَقَاتَلُوكُمْۚ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.

بَيْنَ -  يُقَاتِلُو - اللّٰهُ - اَوْ   kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 Şu iki durumun birinde bulunanlar yakalanıp öldürülmekten müstesnadır.

1- Sizinle aralarında bir anlaşma ve sözleşme bulunan herhangi bir kavme varıp onlara sığınanlar... Böyle sizinle savaş durumunda olanları terkedip savaş durumunda olmayan bir kavmin anlaşma ve güvencesine katılanlar, o kavim ile olan anlaşmanın hükmüne tâbi olurlar.

2- Yahut sizinle savaşa girişmekten veya sizinle savaş halinde olan kendi kavimlerine karşı savaşmaktan göğüsleri sıkışarak yani ne sizinle ne kendi kavimleriyle savaşmayı akıllarına sığdıramayıp ne lehinizde ne aleyhinizde savaşmaya karışmamak, tarafsız kalmak arzusunda bulunarak soluk soluğa size gelmiş olanlar. Bunlar da taarruzdan korunmuşlardır. (Elmalılı, Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

 
Nisâ Sûresi 91. Ayet

سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟  ...


Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar. Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَتَجِدُونَ bulacaksınız و ج د
2 اخَرِينَ başkalarını ا خ ر
3 يُرِيدُونَ ister ر و د
4 أَنْ
5 يَأْمَنُوكُمْ sizden emin olmak ا م ن
6 وَيَأْمَنُوا ve emin olmak ا م ن
7 قَوْمَهُمْ kendi toplumlarından ق و م
8 كُلَّ her ne zaman ك ل ل
9 مَا ne
10 رُدُّوا götürülseler ر د د
11 إِلَى
12 الْفِتْنَةِ fitneye ف ت ن
13 أُرْكِسُوا başaşağı atılırlar ر ك س
14 فِيهَا (fitnenin) içine
15 فَإِنْ eğer
16 لَمْ
17 يَعْتَزِلُوكُمْ sizden uzak durmazlarsa ع ز ل
18 وَيُلْقُوا ve istemezlerse ل ق ي
19 إِلَيْكُمُ sizinle
20 السَّلَمَ barış içinde yaşamak س ل م
21 وَيَكُفُّوا (saldırıdan) çekmezlerse ك ف ف
22 أَيْدِيَهُمْ ellerini ي د ي
23 فَخُذُوهُمْ onları yakalayın ا خ ذ
24 وَاقْتُلُوهُمْ ve öldürün ق ت ل
25 حَيْثُ nerede ح ي ث
26 ثَقِفْتُمُوهُمْ bulursanız ث ق ف
27 وَأُولَٰئِكُمْ işte öylelerine
28 جَعَلْنَا verdik ج ع ل
29 لَكُمْ size
30 عَلَيْهِمْ karşı
31 سُلْطَانًا bir yetki س ل ط
32 مُبِينًا açık ب ي ن

Tefsircilerin Medine çevresinden Gatafân ve Esedoğulları’nı, Mekke’den de Abdüddâroğulları’nı örnek olarak gösterdikleri bu grup, menfaatleri böyle gerektirdiği için Medine’ye gelince müslüman oluyorlar, Mekke’ye gidince de şirke dönüp müşriklerle beraber putlara tapıyor, gerekli gördüklerinde müslümanlar aleyhine Kureyş’le iş birliği yapıyorlardı. Hz. Peygamber açıkça kâfir olmayanları, gizli din taşıyanları, müslüman görünenleri, dıştan göründükleri gibi kabul ediyor, kişinin küfrüne açık ve objektif delil bulunmadıkça ona mümin muamelesi yapıyordu. Allah Teâlâ bunların münafık olduklarını, müslümanlıklarının samimi olmadığını bildirerek müslümanlara –insanların kalpleri bilinemeyeceği için başka türlü elde edilemeyecek olan– bir delil vermekte ve bu grubun da sulha yanaşmadıkları, müslümanlara zarar verdikleri sürece kendileriyle savaşanlar gibi mütalaa edilmesi gerektiğini bildirmektedir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 113

سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  سَتَجِدُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَتَجِدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اٰخَر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

يُر۪يدُونَ  fiili hal olarak mahallen mansubtur.  يُر۪يدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalle mansubtur.

يَأْمَنُوكُمْ  fiili  ن’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يَأْمَنُوا قَوْمَهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  يَأْمَنُوكُمْ’e matuftur.

يَأْمَنُوا  fiili  ن’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  قَوْمَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.


كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ

 

كُلَّمَا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır.  اُرْكِسُوا  fiiline müteallıktır.  رُدُّٓوا  şart fiili olup damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلَى الْفِتْنَةِ  car mecruru  رُدُّٓوا fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  اُرْكِسُوا ف۪يهَا ’dır.  اُرْكِسُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  اُرْكِسُوا  fiiline müteallıktır.

 

فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَعْتَزِلُوكُمْ  fiili  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  يُلْقُٓوا  fiili  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكُمُ  car mecruru  يُلْقُٓوا  fiiline müteallıktır.  السَّلَمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  يَكُفُّٓوا  fiili  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خُذُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  اقْتُلُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef’ûlun fihidir. Damme üzere mebnidir, mahallen mansubdur.

ثَقِفْتُمُوهُمْ  fiili ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiiller, mansub muttasıl zamirle kullanıldığında fiil ile zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  ثَقِفْتُمُوهُمْۜ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı /işbâ edatı denilir.


 وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَعَلْنَا  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  سُلْطَانًا ’in mahzuf haline müteallıktır.  سُلْطَانًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مُب۪ينًا۟  kelimesi  سُلْطَانًا’in sıfatıdır.

مُب۪ينًا۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

 

سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ 

 

Müstenefe olan ayete dâhil olan  سَ  istikbal harfidir. Müspet muzari fiil sıygasındaki ilk cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُر۪يدُونَ  cümlesi,  اٰخَر۪ينَ ’nin sıfatı olarak mansub mahaldedir. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اَنْ  ve akabindeki  يَأْمَنُوكُمْ  cümlesi masdar teviliyle  يُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ulü konumundadır.  وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ  cümlesi tezayüf nedeniyle makabline atfedilmiştir.

يَأْمَنُوكُمْ  cümlesi ile  وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

[Bir kısım kimseler bulacaksın.] cümlesindeki  اٰخَر۪ينَ  kelimesinin, ardından gelen [Kendi kavimlerinden de sizden de emin olmak isterler.] cümlesiyle izah edilmesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi  رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ, cevap cümlesi  اُرْكِسُوا ف۪يهَاۚ  gibi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap fiiline müteallık olan zaman zarfı  كُلَّمَا, şart fiilinin muzâfıdır.

رُدُّٓوا - اُرْكِسُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müfessirler, burada zikredilen kimselerin, Esed ve Gatafan kabilelerinden bir topluluk olduğunu söylemişlerdir ki bunlar, Medine’ye geldiklerinde Müslüman olurlar ve anlaşma yaparlardı. Maksatları ise Müslümanlardan emin olmak idi. Kendi kavimlerinin yanına döndüklerinde ise, inkâra saparak ahitlerini bozarlardı. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın, buyruğu, “Her ne zaman kavimleri onları, Müslümanlarla savaşmaya çağırırsa onlar bu fitne hususunda mağlup ve baş aşağı gelmiş olarak onun içine düşerler.” demek olup bu da onların hem küfürlerinde hem de Müslümanlara ne denli düşman oldukları hususunu beyan için yapılmış bir istiaredir. Çünkü, bir şeye tepe üstü düşen kimsenin, o şeyden çıkması imkânsız olur. (Fahreddin er-Râzî)


فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ

 

فَ  atıf,  اِنْ  şart harfidir.  فَ ’nin istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Olumsuz muzari fiille gelmiş şart cümlesi  لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ  ve  وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ  cümleleri, şart cümlesine  atfedilmişlerdir. Atıf sebebi tezayüftür.

Rabıta harfi  فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَخُذُوهُمْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki  وَاقْتُلُوهُمْ  cümlesi, cevap cümlesine tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.

السَّلَمَ - اقْتُلُوهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Zikredilen üç şarta uymadıkları anda nerede bulunurlarsa öldürülmeleri cem' ma’at-tefriktir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)


وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُب۪يناً۟

 

Ayetin son cümlesi  يَعْتَزِلُوكُمْ  cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ve temyiz ifade eder. (Âşûr)

Müsnedin mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olması hudûs ve kesinlik ifade eder.

Mazi fiil sübuta, temekküne ve istikrara işaret eder.  (Halidi, Vakafat, s. 107)

سُلْطَانًا ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

[Apaçık bir yetki] yani düşmanlıkları açıkça ortaya çıkıp da inkârcılık, hainlik ve Müslümanlara zarar verme konusunda gerçek yüzleri belirdiğinden, [kendilerine karşı size] apaçık bir belge, ya da kendileriyle savaşma izni vermemiz hasebiyle apaçık bir tasallut yetkisi [verdik]. (Keşşâf)

لَكُمْ  - عَلَيْهِمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

 
Günün Mesajı
“Allah dileseydi onları üzerinize musallat ederdi de mutlaka sizinle savaşırlardı” (Nisâ 4/90) sözü, Allah Teala'nın müslümanlara olan hususi yardımını açıklar. Zira her şeye kâdir olan Allah, isterse müşriklere güç ve kuvvet verip, kalplerindeki korkuyu kaldırarak size saldırmalarına müsaade edebilir. 
Bunun da hikmeti şudur:
        * Müslümanlar arasında kötülüklerin yaygınlaşması ve mâsiyetlerin iyice artması sebebiyle, buna karşılık ilâhi bir ceza ve intikamdır.
        * Bir iptilâ ve denemedir. (Muhammed 47/31)
        * Mü'minlerin günahlarını temizleyip nefislerini tezkiye etmek içindir. (Âli İmrân 3/141)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kanatları yeşilden bir kuş yaşarmış. Ona, İlim Kuşu derlermiş. Ağaçtan ağaca konar, sohbet meclislerinin bilinmeyen üyesi olurmuş. Yine bir gün, yaşlı bir adamın sohbetine katılmış. Etrafında çocuklar toplanmış, dikkatle hocalarını dinliyorlarmış:

İnsan, her şeyi anladığına inanmak ister. İlminin, çoğu zaman gördükleriyle sınırlı olduğunu unutmayı seçer. İnsan, kendi adaletine güvenir. Lakin, çoğusunun adaleti, gözüne ve gönlüne hoş gelenin lehinedir. İnsanın adaleti sınırlıdır çünkü ancak bildikleri ve istedikleri kadardır. İnsan, etrafındakileri tanıdığına inanmak ister. Halbuki, herkesin hareketlerinin ötesinde, görülmeyen bir iç dünyası vardır. Dünyalık gözlerden gizli ama Allah’a açıktır. Misal, münafıkların kılıfları oldukça şıktır. Çürümüş içlerini ise ancak en iyi Allah bilir.

Kul, Rabbinin adaletine iman etmelidir. İnşaallah, doğru hatırlıyorumdur. İmam Gazali, imanın mertebelerini anlatırken, imanın en yüksek hali için şöyle bir örnek vermektedir: En sevdiğin kişiyi cehennemde ve en sevmediğini ise cennette gördüğünü düşün, dön ve kalbine bak. Eğer, Allah’ın adaletinden emin bir hal içindeyse, işte o, imanın en yüksek mertebesidir. Ve ona pek az kişi ulaşmaktadır.

Allah’ın adaletine güvenin. Kalpleri bilen Rabbinize sığının. Gördüklerimizin ardında, görmediğimiz kocaman bir dünya olduğunu hatırlayın. Kimin neyi, ne niyetle yaptığını ancak Allah bilir. Kimin İslam’la şereflenmeye layık olduğunu, ancak Allah bilir. Kimin son nefesinde imanıyla gittiğini, yine ancak Allah bilir.

Rızan için yapılmış hiçbir çabayı karşılıksız bırakmayan Rabbim! Hak Sensin. Adalet Sensin. Rahmet Sensin. İlim Sensin. Kalplerimizle Sana geldik, imanınla doldurmaya çalıştık, ibadetlerimizle süslemeye uğraştık. Her adımımızda ve her kararımızda yardımına muhtacız. Her türlü şüphe kırıntısından arındır bizi. Vesveselerden temizle gönüllerimizi. Gördüğümüz, işittiğimiz ve aklımızın almadığı her meselede araya girmeye çalışan nefsimizi susturup, ‘en doğruyu bilen Allah’a iman ettik’ diyenlerden olmamızda yar ve yardımcımız ol.

İman üzerine yaşayıp, iman üzerine ölenlerden olmak duasıyla.

Amin.

***

Daha kalıcı değişikliklere yol açması umuduyla, kendisine yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyordu: 

Her işinde olman gerektiği gibi severken de ölçülü ol. Zira, insan kendisine göstermeyeceği şefkat ile yaklaşır sevdiklerine. Duygularınla hareket ederken, düşüncelerinin de sesini duyabil. Güzel yanlarıyla muhabbetini beslerken, kötü huylarını da görebil.

Her türlü karar aşamasını İslam’ın filtresinden geçirmen gerektiği gibi sevdiklerini de doğru seç. Zira, insan bir kere nefsiyle sevmeye başlarsa eğer, çeşitli yanılgılar içerisine düşer. Hatalarını kenara kıyıya süpürür, kendisini uyaran sesleri susturur.

Her hareketinde Allah’ın rızasını araman gerektiği gibi sevdiklerinin peşinden gitmeden önce de dur ve sor. Zira, insan hataları ile kalbi körleşenin ardına takılırsa eğer, uçurumların dibine ya da karanlıkların içine çekilir. Dünyalık sevgilerin hepsi biter, yol gösteren gider.

Ey Allahım! 
Nefsimin dünyalık sevdalarına kanarak; 
Senin razı olmadığın hal ve hareketleri hoş görmekten, 
Şüpheli ve çirkin işlere yaklaşmaktan, 
Senin yolundan şaşırtacak adımları atmaktan, 
Senin sevmediklerini, kalbime kabul etmekten, 
Ve beni Senden uzaklaştıracak her boşluktan muhafaza buyur. 
Rahmetin ile kalbim Senin ve Senin sevdiklerinin muhabbetiyle dolsun; zamanım ise Senin rızanı kazandıracak amellerle bereketlensin.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji