2 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 92-94 (92. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 92. Ayet

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً  ...


Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا yoktur
2 كَانَ ك و ن
3 لِمُؤْمِنٍ bir mü’minin ا م ن
4 أَنْ
5 يَقْتُلَ öldürmesi ق ت ل
6 مُؤْمِنًا bir mü’mini ا م ن
7 إِلَّا dışında
8 خَطَأً yanlışlık خ ط ا
9 وَمَنْ ve kim ki
10 قَتَلَ öldürdü ق ت ل
11 مُؤْمِنًا bir mü’mini ا م ن
12 خَطَأً yanlışlıkla خ ط ا
13 فَتَحْرِيرُ azadetmelidir ح ر ر
14 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
15 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
16 وَدِيَةٌ ve bir diyet و د ي
17 مُسَلَّمَةٌ vermelidir س ل م
18 إِلَىٰ
19 أَهْلِهِ ölenin ailesine ا ه ل
20 إِلَّا başka
21 أَنْ
22 يَصَّدَّقُوا bağışlamaları ص د ق
23 فَإِنْ eğer
24 كَانَ ise ك و ن
25 مِنْ -tan
26 قَوْمٍ bir topluluk- ق و م
27 عَدُوٍّ düşmanınız olan ع د و
28 لَكُمْ sizin
29 وَهُوَ o (öldürülen)
30 مُؤْمِنٌ mü’min ا م ن
31 فَتَحْرِيرُ azadetmelidir ح ر ر
32 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
33 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
34 وَإِنْ ve eğer
35 كَانَ ise ك و ن
36 مِنْ
37 قَوْمٍ bir topluluktan ق و م
38 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
39 وَبَيْنَهُمْ kendileri arasında ب ي ن
40 مِيثَاقٌ andlaşma bulunan و ث ق
41 فَدِيَةٌ bir diyet و د ي
42 مُسَلَّمَةٌ verilecektir س ل م
43 إِلَىٰ
44 أَهْلِهِ ailesine ا ه ل
45 وَتَحْرِيرُ ve azadetmek lazımdır ح ر ر
46 رَقَبَةٍ bir köle ر ق ب
47 مُؤْمِنَةٍ mü’min ا م ن
48 فَمَنْ kimse
49 لَمْ
50 يَجِدْ bunları bulamayan و ج د
51 فَصِيَامُ oruç tutmalıdır ص و م
52 شَهْرَيْنِ iki ay ش ه ر
53 مُتَتَابِعَيْنِ ardı ardına ت ب ع
54 تَوْبَةً tevbesinin kabulü için ت و ب
55 مِنَ tarafından
56 اللَّهِ Allah
57 وَكَانَ ك و ن
58 اللَّهُ Allah
59 عَلِيمًا bilendir ع ل م
60 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Vadi وَادِي sözcüğünün aslı, suyun içinde aktığı yerdir. أوْدَى Öldürdü demektir ki bu kanını akıttı demeye benzer. Ödenen kan bedeline دِيَة adı verilir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri vâdi ve diyettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لِمُؤْمِنٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin muahhar ismidir.  يَقْتُلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو’dir.  مُؤْمِنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  خَطَـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur.  


وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَتَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Şart fiili olup mahallen meczumdur. Aynı zamanda مَنْ’nin haberidir.

مُؤْمِنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  خَطَـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  قتلًا خطأ  (Yanlışlıkla bir cinayet) şeklindedir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ ’in sıfatıdır.  دِيَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  رَقَبَةٍ ’e matuftur.  مُسَلَّمَةٌ  kelimesi  دِيَةٌ ’un sıfatıdır.

اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ  car mecruru  مُسَلَّمَةٌ ‘e müteallıktır.  اِلَّٓا  istisna edatıdır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubtur. 

 يَصَّدَّقُوا  fiili  ن’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَصَّدَّقُوا  fiilinin asıl hali  يَتَصَدَّقُوا  şeklindedir. İftial babındadır. Bu babın  ت harfi  ص  harfine dönüşmüş ve fiil ayetteki haliyle gelmiştir.


فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ


فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو’dir.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  عَدُوٍّ  kelimesi  قَوْمٍ’in sıfatıdır.   لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٍّ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنٌ  haber olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ’in sıfatıdır.


وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ 


وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هو’dir.  مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Mekân zarfı  بَيْنَكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَكُمْ ’e matuftur.

م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  دِيَةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir. 

مُسَلَّمَةٌ  kelimesi  دِيَةٌ ’un sıfatıdır.  اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ  car mecruru  مُسَلَّمَةٌ’e müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  تَحْر۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir) şeklindedir.

رَقَبَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مُؤْمِنَةٍ  kelimesi  رَقَبَةٍ ’in sıfatıdır.

 

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ 


فَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَجِدْ  meczum muzari fiildir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  صِيَامُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الواجب (gereklidir.) şeklindedir.  شَهْرَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.  مُتَتَابِعَيْنِۘ  kelimesi  شَهْرَيْنِ ’nin sıfatıdır.

تَوْبَةً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  تاب عليكم توبة (Tevbenizi kabul eder.) şeklindedir. Veya sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir. Takdiri,  شرع ذلك توبة من الله (Allah’a tövbe olarak kural koymuştur.) şeklindedir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  تَوْبَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. 


وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

 عَل۪يمًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَـٔاًۚ 


وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olumsuz  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi; faide-i haber inkarî kelamdır.

ما كان’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir, 3/79)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ,لِمُؤْمِنٍ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Masdar  harfi  اَنْ’i takibeden …يَقْتُلَ مُؤْمِنًا  cümlesi masdar teviliyle  كَانَ ’nin ismi konumundadır.

اِلَّا  harfi, istisna için değil,  وَﻻَ  manasında da olabilir. Bu takdirde anlam şöyle olur: Bir müminin bir mümini, (ne kasten veya) taammüden ne de yanlışlıkla öldürme hakkı olamaz. 

Diğer bir görüşe göre ise cümlenin başındaki nefy (مَا كَانَ), nehiy manasındadır. Bunun anlamı da şudur: Bir mümin diğer bir mümini öldürmemelidir; fakat hataen veya yanlışlıkla böyle bir fiil vuku bulursa onun failine verilecek ceza da şundan ibarettir: Hata ile öldürme; fiilde veya maktulün şahsına karşı bir öldürme kastı bulunmayan hallerde söz konusu olur. Kâfirlerin safında bulunan ve Müslüman olduğu bilinmeyen bir Müslümanı vurup öldürmek gibi. (Ebüssuûd)

[Müminin, mümini] kısasen değil de katli ilk başlatması [öldürmesi olacak şey değildir.] Bu, bir mümin için sahih ve doğru değildir; durumuna uygun da değildir. (Keşşâf)

مَا  nefy edatı ve  اِلَّا  istisna edatı ile oluşan kasr, fiil ve mefûlü mutlakın naibi olan خَطَـًٔاۚ  arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

خَطَـًٔاۚ  kelimesinin mansub oluşu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

1- Bu, mef’ûlun leh'tir. Buna göre ifadenin takdiri, “Bir müminin bir mümini, bir hata  için olması müstesna, hiçbir sebeple öldürmesi uygun düşmez.” şeklindedir.

2- Bu, haldir; ifadenin takdiri, “Onun bir hata olması hali müstesna, o onu kesinlikle öldürmez.” şeklindedir.

3- Bu, mahzûf bir masdarın (mef'ûlu mutlak) sıfatıdır. Buna göre kelamın takdiri, “Hataen öldürme olması müstesna” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)


وَمَنْ قَتَلَ مُـؤْمِناً خَطَــٔاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ 


وَ  atıf,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin  مَنْ ’in haberi olması da caizdir.

Şafiî (r.a.) şöyle demiştir: “Öldürme üç türlü olur: Kasten, hataen ve kasde benzer bir şekilde (şibh-i amd)... ‘Kasten öldürme’ bir insanın, öldüreceği kimseye ister yaralayıcı cinsten olsun isterse olmasın, onu öldüreceğini bildiği bir şey ile öldürmeye kastetmesidir.” Bu, Şafiî’nin görüşüdür. Hataen öldürme de iki kısımdır: 

a- Öldüren kimsenin, bir kuşa veya bir kâfire niyetlenerek ve nişan alarak attığı şeyin bir Müslümana isabet ederek onu öldürmesidir.

b- Üzerinde bir kâfir alameti görüp onu müşrik zannederek bir Müslümanı öldürmektir. Birincisi fiilde hata, ikincisi ise niyette hatadır.

“Şibh-i amd”e gelince bu, insanın, öldürdüğü şahsa genelde öldürebileceği düşünülmeyen hafif bir sopa ile vurup, bundan dolayı onun ölmesidir. Şafiî (r.a.), “Bu, her ne kadar vurma da kasıtlı ve bilerek olsa bile öldürme hususunda hatadır.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr)

Ayetin, “bir boyun azat etmek” terkibinde alakası cüziyyet olan mecaz-ı mürsel vardır. Zira insanın bir organı olan boynun esareti veya hürriyeti söz konusu değildir. Dolayısıyla bu ibareyle gerçek anlam kastedilmiş olamaz. O halde buradaki ifade mecazdır. Cüz (boyun) zikredilmiş ama küll (kölenin tamamı) kastedilmiştir. Yani kölenin boynu zikredilmiş, kendisi murad edilmiştir. Bu hususa Beyzâvî şu ifadelerle temas eder: Ayette  رَقَبَةٍ ( boyun) lafzı, kişinin kendisini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Nitekim  رأس; baş lafzı da kişi anlamında kullanılır. (Süleyman Gür, Kadî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

فَ  karinesiyle gelen  cevap  cümlesi … فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب  (gerekir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir.  وَدِيَةٌ, haber olan  تَحْر۪يرُ’ya matuftur.

ٍفَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ  ifadesi, فَعَلَيه تحرير رقپة  takdirinde olup “Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir.” anlamındadır.  تَحْر۪يرُ, azat etmek demektir. (Keşşâf)

دِيَةٌ  ,مُسَلَّمَةٌ için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki  يَصَّدَّقُواۜ  cümlesi, masdar tevili ile müstesna konumundadır. Diyet tasadduk edilecek cinsten olmadığı için istisna-i munkatı’ dır.

Diyeti bağışlamanın sadaka olarak vasıflandırılması (tasadduk kelimesinin kullanılması), bunu teşvik ve faziletine dikkat çekmek içindir. Rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Dinen güzel olan her şey sadakadır.” (Ebüssuûd - Beyzâvî)


 فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır.

كان ’nin dâhil olduğu  كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ  ,مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

وَ ’la gelen, mübteda ve haberden müteşekkil  وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi haldir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب (gereklidir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Boyun anlamındaki  رَقَبَةٍ, kişi ve can demektir. Mümin köleden maksat ise alimlerin geneline göre (küçük yaşta da olsa) İslâm hükmü üzere bulunan bütün kölelerdir. (Keşşâf)


وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ 

 

وَ  atıftır. Cümle  şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi, كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  îcâz- hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  كَانَ ,مِنْ nin mahzuf haberine müteallıktır.

قَوْمٍ  için sıfat olan  بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ  cümlesinde mekân zarfı  بَيْنَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  م۪يثَاقٌ  muahhar mübtedadır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Daha önce diyet ödemek köle azat etmekten sonra zikredildiği halde burada diyet ödemenin önce zikredilmesi, aradaki antlaşmanın bozulması ihtimaline karşı diyetin acele ödenmesinin lüzumunu zımnen bildirmek içindir. Diyet ödemenin yanı sıra diğer Müslümanların katlinde olduğu gibi bunda da bir mümin köle azat etmek gerekir. (Ebüssuûd)

فَ  karinesiyle gelen  فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَدِيَةٌ  mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri,  فالواجب عليه دية  (Ona diyet ödemek gerekir.) olabilir.  

تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle, cevap cümlesine matuftur.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. تَحْر۪يرُ, takdiri  الواجب  (gerekir) olabilecek mahzuf mübteda için haberdir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede sıfatlar dolayısıyla ıtnâb sanatı vardır.

فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ  cümlesiyle  وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bir mümin köle azat etmek müeyyidesi, “Kim bir mümini hataen öldürürse…” hükmüne dâhil iken burada ayrıca zikredilmesi, maktul sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise kâfirler topluluğuna mensubiyetinin diyet ödenmesine engel olmadığını beyan etmek içindir. Daha önce belirtildiği üzere maktulün muharip kâfirler topluluğuna mensup olması diyet ödenmesine manidir. (Ebüssuûd)


فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَجِدْ  şart cümlesidir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber olan  صِيَامُ ’nun mübtedası mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır ve mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَوْبَةً  mef’ûlun lieclih veya mef’ûlu mutlak olarak mansubtur.


 وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâl, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü Allah kelimesinin masdarı olan ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَل۪يمًا حَك۪يمًا  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır

فَتَحۡرِیرُ - رَقَبَةࣲ - مُّؤۡمِنَةࣲ - دِیَةࣱ - مُّسَلَّمَةٌ - كَانَ - قَوۡمٍ - مَن - ٱللَّهِۗ- أَهۡلِهِ - بَیۡنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Nisâ Sûresi 93. Ayet

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً  ...


Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ her kim
2 يَقْتُلْ öldürürse ق ت ل
3 مُؤْمِنًا bir mü’mini ا م ن
4 مُتَعَمِّدًا kasden ع م د
5 فَجَزَاؤُهُ onun cezası ج ز ي
6 جَهَنَّمُ cehennemdir
7 خَالِدًا sürekli kalacağı خ ل د
8 فِيهَا içinde
9 وَغَضِبَ ve gazabetmiştir غ ض ب
10 اللَّهُ Allah
11 عَلَيْهِ ona
12 وَلَعَنَهُ ve la’net etmiştir ل ع ن
13 وَأَعَدَّ ve hazırlamıştır ع د د
14 لَهُ onun için
15 عَذَابًا bir azab ع ذ ب
16 عَظِيمًا büyük ع ظ م

Riyazus Salihin, 1849 Nolu Hadis

İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek hesap, kan dâvalarıdır.”

Buhârî, Diyât 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 8; Nesâî, Tahrîmü’d-dem 2; İbni Mâce, Diyât 1

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

” Dünyanın yok olup gitmesi, Allah katında bir Müslümanın öldürülmesinden daha önemsizdir.”

(Tirmizi, Diyat 7; Tahrimü’d-dem 2; İbni Mace, Diyat 1).

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR

Amede: عَمْدٌ Bir şeyi kasdetmek ve ona dayanmak. عِمَادٌ kendisine dayanılan. عَمُودٌ çadırın dayandığı tahta direk. çoğulu ise عُمْدٌ ve عَمَدٌ şekillerinde gelir. عُمْدَةٌ Gerek mal olsun, gerek başka bir şey olsun güvenilen her şeydir. تَعَمَّدَ üzüntü, kızgınlık veya hastalıktan dolayı acı çekti demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 7 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tammüden, itimad, mutemet, amudi, amud(a kalkmak) ve umdedir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَقْتُلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ’in haberidir. 

مُؤْمِنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مُتَعَمِّدًا  kelimesi  يَقْتُلْ ’deki failin hali olup fetha ile mansubtur.

فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  جَزَٓاؤُ۬هُ  mübtedadır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُ  haberdir.

خَالِدًا  mukadder fiilin mef’ûlunun hali olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  جازاه الله خالدا فيها (Allah onu içinde ebedi kalmak üzere mükâfatlandırır.) şeklindedir.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدًا ’e müteallıktır.

خَالِدًا  kelimesi, sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

 مُتَعَمِّدًا  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.


وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً

 

غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ  mukadder istînafa matuftur.  وَ  atıf harfidir.  غَضِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  غَضِبَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. لَعَنَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

لَهُ  car mecruru  اَعَدَّ  fiiline müteallıktır.  عَذَابًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatıdır.


وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِداً ف۪يهَا


Ayet önceki ayetteki  مَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ ’e  وَ ’la atfedilmiştir.  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin  مَنْ ’in haberi olması da caizdir. 

Bu ayetin indiriliş sebebi Mıkyes b. Dababe adındaki bir mürteddir.

(Nisa Suresi, 92) ayetinde yanlışlıkla öldürmenin hükümleri açıklanmıştı. Kasten öldürmenin  dünya ile ilgili hükmü;  Bakara Suresi 178. ayette [Ey iman edenler! öldürülenler hakkında kısas, size farz kılındı.]  açıklanmıştı. Ahiretle ilgili hükmü de şudur: Mümin veya kâfir kim bir mümini kasten, bile bile, hayatına kastederek öldürürse onun cezası cehennemdir. (Elmalılı - Ebüssuûd)

فَ  karinesiyle gelen  cevap  cümlesi …  فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ, sübut ve kesinlik ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki  فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ  [Cezası cehennemdir.]  ifadesi, gelecek zaman manasındadır ve “O, cehennem ile cezalandırılacaktır.” demektir. Bu bir vaîd ve tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)

خَالِدًا  haldir. Dolayısıyla  cümlede ıtnâb sanatı vardır.

خَالِدًا’dan (ebedilikten) murad, devamlılık değil, fakat uzun zaman orada kalmaktır. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

 وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظ۪يماً

 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam   وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ  cümlesi, takdiri  جزاه الله وغضب عليه  [Allah onun cezasını veriri ve ona kızar.] olan, mukadder istînafa matuftur. 

Müsnedün ileyhin bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde barındıran  اللّٰهُ  ismiyle gelmesi, kalplere korku salmak, emre itaate zorlamak içindir.

لَعَنَهُ  izafeti, az lafızla çok anlam ifadesi ve muzâfın şanı içindir.

Ayetin son cümlesi de önceki gibi mukadder istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

Bu ayette azap hakkında kuvvetli bir vurgu vardır. عَذَابًا عَظ۪يمًا’deki tenkir, tahayyül edemeyeceğimiz evsafta bir azap olduğunu ifade eder.

جَهَنَّمُ - عَذَابًا - غَضِبَ - لَعَنَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlelerde fiillerin mazi sıyga ile gelişi kesinlik ifadesi içindir.

Hazırlık beklenen biri için yapılır. Dolayısıyla [büyük bir azabın hazırlanması] ibaresinde tehekküm istiaresi vardır.

Kasten katilin cezası cehennem, gadab-ı ilâhi, lanet-i ilâhi, azim azap şeklinde cem’ ma’a’t-tefrik suretiyle gelmiştir. Müminin ölümünün Allah katındaki önemine dikkat çekmek için üç ayrı ifadeyle cezanın altı çizilmiştir.

[İçinde ebedi kalmak üzere cehennem cezası] buyruğu zaten azabı haber veriyor, devamında gelen [Büyük azabı ona hazırlamıştır.] cümlesi tetmin ıtnâbıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

مَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا  [Kim de bir mümini kasten öldürürse…] ayetinde tehdit etme, uyarma, çakma ve gürleme anlamında müthiş bir şey ve sert bir hitap vardır. Bundan dolayıdır ki bir mümini kasten öldürenin tövbesinin kabul edilmeyeceği İbni Abbas’tan rivayet edilmiştir. Süfyân’ın da şöyle dediği nakledilmiştir: “Ehl-i ilme bu konu sorulduğunda ‘Tövbesinin kabulü söz konusu değil!’ derlerdi.” Bu işi böylesine sıkı tutmaları, onların Allah’ın işi sıkı tutmasındaki sünnetine uymalarıyla açıklanabilir. Yoksa tövbeyle her günah silinir. Delil olarak, şirkin silinmesi sana yeter. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî) 

Bir mümini taammüden öldüren kimsenin cezası içinde ebediyen kalacağı cehennem ateşi, Allah Teâlâ'nın ona gazap ve lanet etmesi; cehennemde ona, kemiyet ve keyfiyeti ifade edilemeyecek derecede büyük bir azap hazırlamasıdır. Bu ayet-i kerime, pek şiddetli tehdit, kuvvetli ceza vaidi (vaidi’l-ekîd) ve çeşitli müeyyideler ihtiva eder. Bu büyük tehdit, rivayet edilen pek ağır hadis tehditleriyle de desteklenir. (Ebüssuûd)


Nisâ Sûresi 94. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ...


Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِذَا zaman
5 ضَرَبْتُمْ savaşa çıktığınız ض ر ب
6 فِي
7 سَبِيلِ yolunda س ب ل
8 اللَّهِ Allah
9 فَتَبَيَّنُوا iyi anlayın, dinleyin ب ي ن
10 وَلَا
11 تَقُولُوا demeyin ق و ل
12 لِمَنْ kimseye
13 أَلْقَىٰ veren ل ق ي
14 إِلَيْكُمُ size
15 السَّلَامَ selam س ل م
16 لَسْتَ sen değilsin ل ي س
17 مُؤْمِنًا mü’min ا م ن
18 تَبْتَغُونَ gözeterek ب غ ي
19 عَرَضَ geçici menfaatini ع ر ض
20 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
21 الدُّنْيَا dünya د ن و
22 فَعِنْدَ çünkü yanında ع ن د
23 اللَّهِ Allah’ın
24 مَغَانِمُ ganimetler vardır غ ن م
25 كَثِيرَةٌ çok ك ث ر
26 كَذَٰلِكَ böyle idiniz
27 كُنْتُمْ siz de ك و ن
28 مِنْ
29 قَبْلُ önceden ق ب ل
30 فَمَنَّ lutfetti م ن ن
31 اللَّهُ Allah
32 عَلَيْكُمْ size
33 فَتَبَيَّنُوا o halde iyice anlayın ب ي ن
34 إِنَّ çünkü
35 اللَّهَ Allah
36 كَانَ ك و ن
37 بِمَا şeyleri
38 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
39 خَبِيرًا haber almaktadır خ ب ر

Riyazus Salihin, 395 Nolu Hadis

Cündeb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, müslümanlardan müteşekkil bir askerî birliği müşriklerden bir kavme göndermişti. Müslüman askerler, müşriklerle karşılaştılar. Müşriklerden bir adam, müslüman askerlerden istediğine saldırıp öldürüyordu. Müslümanlardan biri de onun boş bulunduğu anı gözlüyordu. Biz bu müslümanın Üsâme İbni Zeyd olduğunu konuşup duruyorduk. Üsâme, kılıcını çekip de adamı öldüreceği sırada o:

– Lâ ilâhe illallah, dedi; fakat Üsâme onu yine de öldürdü. Peygamber Efendimiz’e müjdeci geldi. Peygamberimiz ona ordunun durumunu sordu, o da olup biteni kendisine haber verdi. Hatta o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Üsâme’yi çağırdı ve ona :

– “Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme :

– Yâ Rasûlallah! O adam müslümanların canını yaktı; falanı ve falanı öldürdü, diyerek bir kaç şehidin adını saydı. Sözüne devamla şunları söyledi:

– Ben ise onun üzerine yürüdüm. Kılıcı görünce:

– Lâ ilâhe illallah, dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

– “Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. Ben:

– Evet, dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– “Lâ ilâhe illallah kıyamet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” dedi. Üsâme ibni  Zeyd:

– Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak’dan beni bağışlamasını dile, dedi. Rasûl-i Ekrem durmadan:

– “Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın, söyle?” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu.

Müslim, Îmân 160 

Ğanem غَنَمٌ bilinen bir hayvan olan koyundur. غُنْمٌ Koyunu yakalayıp ele geçirmektir. Daha sonra bu kelime düşman ve onun dışındakilerden elde edilen her şey için kullanılmıştır. مَغْنَمٌ ele geçirilen şeydir. Çoğulu مَغَانِمٌ dir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ganimettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

إِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart ismi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  ضَرَبْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ضَرَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  ضَرَبْتُمْ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَبَيَّنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı, şart fiili ve cevabıdır.


وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ

 

لَا تَقُولُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına matuftur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَقُولُوا  fiili  نَ  harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَقُولُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَلْقٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  اِلَيْكُمُ  car mecruru  اَلْقٰٓى  fiiline müteallıktır.  السَّلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Mekulü’l-kavli,  لَسْتَ مُؤْمِنًا ’dir.  لَسْتَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

تَ  muttasıl zamiri  لَسْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنًا  kelimesi  لَسْتَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

مُؤْمِنًا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

تَبْتَغُونَ cümlesi  تَقُولُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  تَبْتَغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَرَضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

تَبْتَغُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ


فَ  ta’lîliyyedir.  عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مَغَانِمُ  muahhar mübtedadır.  كَث۪يرَةٌ  kelimesi  مَغَانِمُ ’nun sıfatıdır.

 

كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  كُنْتُمْ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  

كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  مَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  مَنَّ fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن أنعم الله عليكم فتبيّنوا نعمة الله (Allah sizi nimetlendirdiyse bu nimetleri gösterin.) şeklindedir. 

تَبَيَّنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَبَيَّنُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 

 

 اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَان ’nin ismi, müstetir هو  zamiridir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرًا ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası  اٰمَنُٓوا, müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. 

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)

Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti sebil için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir

Şartın cevabı  فَ  karinesiyle gelen  فَتَبَيَّنُوا  cümlesi, emir üslubunda talebi inşâî isnaddır. Fiilin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

“Savaştığınızda” cümlesi yerine  اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  [Allah yolunda yol teptiğinizde] cümlesi seçilerek ıtnâb yapılmıştır. Yani bir çok sıkıntıyla ölümü göze alarak zahmetli, çileli ve kutsal bir yolda, sırf Allah rızası için bulunurken bir anlık aceleye kapılıp araştırmadan, soruşturmadan size Müslüman olduğunu söyleyip selam verenlere “Mümin değilsin.” demeyin, gayenizi unutmayın.

Ayrıca  ضَرَبْ  (ayağını yere vurmak) lafzı düşmanlarla cihad etmek için istiare edilmiştir.

ضَرَبْ َkelimesinden murad, Allah yolunda ticaret için veya cihad için sefere çıkmaktır. Kelimenin asıl manası, el ile vurmaktır. Bunun sefere çıkma, yolculuk manasında kullanılışı seferdeki hızlı gidişten kinayedir. Çünkü eliyle bir insana vuran kimsenin elinin hareketi, bu vuruş esnasında çok hızlıdır. Bundan dolayı  ضَرَب  kelimesi, yolculuktaki hızlı gidişten kinaye kılınmıştır.(Fahreddin er-Râzî)

“Araştırın, açığa çıkarın” manasındaki  فَتَبَيَّنُوا  fiili tefe’ul babındandır. “Tedricen, azar azar” manası ifade eder. Yani bu araştırmayı dikkatle, acele etmeden yapın demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

 وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ 

 

وَ ’la makabline atfedilen müteakip cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şartın cevabı olup, emir ve nehiy üslubunda gelen bu iki cümle vaz edildiği anlamın dışında irşad kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası  اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

لَا تَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ  cümlesi, menfi isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

لَا تَقُولُوا  fiilinin failinden hal olarak gelen  تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki “selam” kelimesi elif ile okunur ise iki manaya gelir.

1- “Selam”dan murad, Müslümanların birbirlerini selamladıkları şeydir. Yani “Sizi, bu selam ile selamlayan kimse hakkında ‘O, bu selamı ancak kendisini korumak maksadıyla söylemiştir.’ deyip de malını (ganimet olarak) almak için hemen kılıcınızla ona saldırmayın, fakat kendinizi tutup onun izhar etmiş olduğu şeyi yani selamını kabul edin.” demektir.

2- Bu, “Sizden ayrılan ve size karşı savaşmayan kimseye ‘Sen, mümin (emniyette) değilsin.’ demeyin.” manasındadır. Kelimenin bu manası “selamet”ten gelir. Çünkü ayrılıp bir kenara çekilen kimse selamet istiyor demektir. (Fahreddin er-Râzî)

İslam selamı ile beraber şehadet kelimesi de olduğu halde ayette yalnız selamın zikriyle yetinilmesi, bu nehyi ve yasağı mübalağa ile ifade etmek ve bir de onların hatalarının pek açık olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ [Dünya hayatının geçici yararlarına göz dikerek…] ifadesi, insanı teenniyi bir kenara iterek aceleyle harekete sevk eden unsuru açıklar. Ancak buradaki nehiy (yasak), yalnız kayda değil fakat her ikisine birden yöneliktir. Yani “Siz dünya hayatının çarçabuk bitip tükenen menfaatlerini isteyerek, gözeterek size İslâm selamı ve barış (silm) ile yaklaşanlara mümin olmadıklarını söylemeyin!” demektir. (Ebüssuûd)

 

 فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ 

 

 

فَ  nehiy için ta’lîliyyedir. Cümle, beyanî istînaf veya ta’lîliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْدَ اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَغَانِمُ  muahhar mübtedadır. Car-mecrurun amiline takdimi kasr ifade eder. 

fat olan كَث۪يرَةٌ  sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌ  ifadesi, nehyin illet ve sebebini beyan ile zımnî mükâfat vaadidir. Yani “Siz, öylelerinin malını istemeyin. Çünkü Allah katında sizin için sayısız ganimetler vardır. O, size onlardan bahşedecek ve sizin bu hatayı işlemenize gerek kalmayacaktır.” (Ebüssuûd)


كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ 

 

İsim cümlesi formunda gelmiş müstenefedir.  كان ’nin dâhil olduğu bu isim cümlesinde müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Mahzuf şartın cevabı olan فَتَبَيَّنُواۜ  cümlesinde فَ  rabıtadır. Takdiri,  إن أنعم الله عليكم     [Allah sizi nimetlendirdiyse…] olan şart cümlesi öncesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve cevabından müteşekkil cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  فَتَبَيَّنُوا [Her şeyi iyice anlayıp dinleyin, açıklığa kavuşturun.] filinin başındaki  فَ  harfi, “fasîha”dır. Yani “Durum böyle olunca siz de keyfiyeti anlamaya çalışın, onun halini kendi halinizle mukayese edin ve ilk zamanlarınızda size karşı yapılanları siz de ona karşı yapın. İç ve dış halin (bâtın ile zahirin) birbirine uyup uymadığının muhasebesini yapmadan zahir hali olduğu gibi kabul edin.” demektir. (Ebüssuûd)

فَتَبَيَّنُوا - اللّٰهَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

Ayetin son cümlesi fasılla gelmiştir. Lafza-i celal  اِنَّ ’nin ismi,  كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

اِنّ ’nin haberinin,  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi olarak gelmesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızdan haberdardır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Cenab-ı Hakk, [Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.] buyurmuştur ki bundan murad, kalpte bulunanın aksini izhar edip (başkalarını aldatmaktan) men etmek ve bu hususta tehditte bulunmaktır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

كَانَ - كُنْتُمْ , مُؤْمِنًاۚ - اٰمَنُٓوا, kelime gruplarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. İmam Gazalî şöyle der: “Haberdar demek, gizli haberlerin bile kendisinden gizli kalmadığı kimse demektir. Hareketli veya hareketsiz her zerreden, muzdarip veya itminan içindeki her nefisten haberi olan demektir. Yani ayetteki  خَب۪يرًا, ‘alîm’ manasına olup ‘her şeyi bilen’ demektir. Fakat bilgi, içerdeki gizliliklere izafe edilince buna ‘uzmanlık-tecrübe’ adı verilir. Bu uzmanlık ve tecrübe sahibine de ‘habîr’ yani ‘uzman-tecrübeli’ veya ‘haberdar’ denir. Bu ayet, Üsame’nin hata ettiği gibi müctehidin de hata edebileceğine işaret eder. Üsame’nin hatası, kısas yapılmaksızın bağışlanmıştır. Aynı zamanda ayet dil ile zikrin muteber olduğunu ifade eder. Fakat mümin, dil ile zikirden kalbî zikre yükselmelidir. (Yani insan, dille zikretmekten terfi ederek kalple zikredecek aşamaya gelmelidir.) Daha sonra da ruhla zikretme aşamasına gelmeli. İşte böylece bilgisizlik karanlığından kurtulup bilgi ışığına ulaşmış olur. (Ruhu’l Beyan)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Günün Mesajı
İslam'da cihadın gayesi ne toprak işgal etmek, ne ganimet elde etmek, ne de insanları öldürmektir. Cihad; insanla rabbi arasındaki engelleri kaldırmak ve onu Allah'a teslim olmuş bir kul hale getirebilmek için farz kılınmıştır. Müslümanlar herkesin hidayete ermesini arzu ederler. Ama bu silah zoruyla olacak bir şey değildir. Hidayetten nasibi olanlara bu imkanı sağlamak için cihad yapılır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bu sabah, kulaklarımda farklı bir müzikle uyandım. Camı açıp baktığımda, bizim mahallenin delisini gördüm. Daha önce çalmadığı bir tarzda çalıyordu. Ellerimle melodiye uyum sağlarken, kelimelerindeki ağırlıkla beynimin uyuştuğunu farkettim. Sözleri içler acısı bir tablo çizerken, müziğinin ritimleri umut aşılıyordu:

Müslümanları birbirlerine düşman ettiler. Söylesene, kim kazançlı çıktı? Fitne ateşine odun attılar. Bilsene, asıl uyuyan kimdi? Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed diyenlere sırtını döndürdüler. Düşünsene, yüzün kime dönüktü? Dindaşlarını düşürdükleri hallerine, burnunu kıvırttılar. Baksana, kalbin kimin sevgisiyle doldu? Bilmen gerekenleri unutturup, yalanlarıyla meşgul ettiler. Dinlesene, dilin kimlerin zulmunü savundu.

Dünya tarlasında koşan çocuklardık. Allah’ın selamını alıp verecektik. İyilikte yarışacak, yardımlaşacaktık. Allah yolunda birbirimize sahip çıkacak. Yolun sonunda, İslam’ın gölgesinde toplanacaktık. Semalarda kardeş ilan edildik, dünya oyunlarıyla düşman kesildik. Uysallığımızla fitne sahiplerini de şaşırttık. Sessizliğimizle, davamızı savunan kardeşlerimizin sesini bastırdık. Kalplerimizi kinle doldurmalarına, umutlarımızı kurşuna dizmelerine izin verdik.

Rabbinin emrine itaat etsene. Gaflet uykusundan kalksan. Rasûlunun kardeşlik çağrısına uysana. Zihnindeki uyuşukluktan kurtulsan. Kaybettiğimiz değerlerin hepsini hatırlasana. Yerleştirdikleri önyargıları kırsan. Kıpırdamadan yardım beklemekten vazgeçsene. Değişime kendinden başlasan. Kainatın ritmine kulak versene. Kardeşlik yollarını açsan.

Rabbim, akılsızlığımızı affetsin. Merhametiyle muamele etsin. Cahilliğimizin izlerini örtsün. Rahmetiyle kurtuluşa ulaştırsın. Ahmak halimizi bağışlasın. Kudretiyle kalplerimizi diriltsin.

Allah yolunda kardeş olanlardan, İslam’ı her haliyle yaşayanlardan, fitne oyunlarına karşı uyanıklardan, davasını gür sesiyle savunanlardan olmak duasıyla.

Allah’ın selamı üzerine olsun kardeşim. Allah’ın yardımıyla, Kur’ân ve sünnetin nuruyla, bu yolda beraberiz.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji