Nisâ Sûresi 96. Ayet

دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟  ...

Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.  (95 - 96. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 دَرَجَاتٍ yüksek dereceler د ر ج
2 مِنْهُ kendi katından
3 وَمَغْفِرَةً ve bağış غ ف ر
4 وَرَحْمَةً ve rahmet ر ح م
5 وَكَانَ ك و ن
6 اللَّهُ Allah
7 غَفُورًا bağışlayandır غ ف ر
8 رَحِيمًا esirgeyendir ر ح م
 

Allah cihad edenleri pek büyük bir ecirle savaşa katılmayanlara üstün kılmıştır ki, bu ecir de mücahidler arasında aynı derecede değil, Allah'tan birçok derece, mağfiret ve rahmet olacak şekildedir. Bunların bir kısmı, savaşa katılmayanlardan bir derece fazla ise, diğer bir kısmı derecelerle fazladır. Mücahidlerin dereceleri çok ve birbirinden farklıdır. Bu ecirlerin içinde Allah'ın büyük bir mağfiret ve rahmeti de vardır. Bu mağfiret ve rahmet sayesinde geçmiş günahlar da bu ecir ve dereceleri eksiltmeyecektir. Kuşkusuz, " Allah çok mağfiret ve merhamet edicidir." ( Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri)

 

دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ


دَرَجَاتٍ  kelimesi  اَجْرًا ’den bedel olup mansubtur.  مِنْهُ  car mecruru  دَرَجَاتٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

مَغْفِرَةً وَرَحْمَةً  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  دَرَجَاتٍ ’e matuftur.


وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

غَفُورًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  رَح۪يمًا۟  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


 

دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ


Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayet önceki ayetteki  اَجْرًا ’den bedeldir.

مَغْفِرَةً  ve رَحْمَةًۜ  kelimeleri, tezayüf sebebiyle  دَرَجَاتٍ ’e atfedilmiştir.

دَرَجَاتٍ - وَمَغْفِرَةً - رَحْمَةًۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

دَرَجَاتٍ [derece] kelimesi bir önceki 95. ayette دَرَجَةًۜ  şeklinde müfred olduğu halde, burada neden cemi olarak zikredilmiştir? Buna şu şekillerde cevap verilir:

Önceki ifadede geçen “derece” kelimesi ile sayı bakımından “tek bir derece” manası kastedilmeyip derece cinsi kastedilmiştir. Cins isim olan müfred kelimelerin içine, o cinsin pek çok nev'i girer. İşte bu “ecr-i azim/cennetteki yüksek makamlar” mağfiret ve rahmettir. (Fahreddin er-Râzî)

دَرَجَاتٍ  [dereceler] kelimesi, bundan önce zikredilen pek büyük mükâfatı ve üstün kılmanın kemmiyetini açıklar.

مِنْهُ  [Kendi katından] ifadesi debu derecelerin azametine ve şânının yüceliğine delalet eder. (Ebüssuûd) 

 

  وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟


وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

غَفُورًا رَح۪يمًا۟  şeklinde mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَغْفِرَةً - غَفُورًا  ve  رَحْمَةً - رَح۪يمًا۟  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bundan önceki ayette, “tafdîl/üstün kılma” fiilinin, birbirine atıf yoluyla tekrar -ki atıf yoluyla tekrar, mutlaka farklı olmalarını gerektirir- edilmesi, kelamın ve nazmın güzelliğinin gereği olarak, “üstün, kılınan/mufaddal” ile “kendilerinden üstün kılınan/mufaddal aleyh” değişmediği halde:

- Birinci tafdîlde sadece دَرَجَةًۜ,

- İkinci tafdîlde ise دَرَجَاتٍ kelimesinin kullanılmasının sırrı şudur:

- Ya bu iki tafdîl fiili, derece ile derecât kelimeleri arasındaki vasfı farklılık, zatî farklılık gibi kabul edilmiştir ve manaya daha fazla vuzuh vermek için önce ibhâm, sonra tefsir uygulanmıştır.

- Ya da anılan iki tafdîl fiili, derece ve derecât kelimeleri, farklı anlamlara gelmektedir. Bu takdirde:

1- Birinci tafdîlden (üstün kılmaktan) murad, Allah Teâlâ’nın dünyada mücahidlere bahşettiği ganimet, zafer ve güzel bir şöhret olur ki bunlar gerçekten bir derece sayılmaya layıktır.

2- İkinci tafdîlden murad da Allah Teâlâ’nın ahirette mücahidlere bahşedeceği sayısız yüksek derecelerdir.

Nitekim birincinin takdimi, ikincinin tehiri ve ikisinin arasında cennet vaadinin zikredilmesi de bunu zımnen bildirir niteliktedir. Özetle:

Allah Teâlâ, mücahidleri, evlerinde oturanlardan dünyada bir derece, ahirette ise sayısız derecelerle üstün kılmıştır. Ve ikisinin arasında da cennet va’dedilmiştir. Böylece her iki fırkanın da halleri açıklığa kavuşturulmuş ve üstün kılınmayan fırkaya acele bir teselli getirilmiştir. (Ebüssuûd)